SiyahLi
Yeni Üye
Tiksinti üzerine bir araştırma yapmak isteyen bir kaç sosyal psikolog önce internetten bir sprey ısmarladılar. Bu spreyle odanın içini yeni kullanılmış bir tuvalete çevirdikten sonra çalışmaya katılan gönüllüleri içeri aldılar. Katılımcıların bir kaç soruyu yanıtlamaları gerekiyordu: „Kuzenler arasında seksi nasıl karşılıyorlar? Kısa bir mesafeye yayan gitmek yerine arabaya binmeyi hava kirliliği açısından bakınca nasıl değerlendiriyorlar? vs.“ Başka bir grup aynı soruları temiz havada yanıtladı. Sonuç: Koku ağırlaştıkça katılımcılar akrabalar arasında sekse daha çok karşı çıkıyorlar, hava kirliliğine yol açacak lüzumsuz araç kullanılmasına daha şiddetle itiraz ediyorlardı. Havadaki kokuyla ilgisi yoktu tabii ki yanıtların, ama katılımcılar tiksiniyorlardı işte. Tiksinti çok güçlü bir duygudur. Hayatımızı hiç düşünmediğimiz bir biçimde ve yollardan etkiler. Ön yargıların ortaya çıkmasına ve güçlenmesine neden olur. Anksiyete, takıntı, yeme bozuklukları ve birçok başka ruhsal bozuklukta önemli rol oynar.
İngiliz yazar George Orwell bu fenomeni 1937’de farketmiş, şöyle bir soru sormuştu: „İngiliz orta sınıfı işçi, sınıfıyla neden dayanışma gösteremiyor?“ Bu soruyu da şöyle yanıtlamıştı: „Alt tabaka kokuyor.“ Eğitim farkları aşılabilir, ama bedensel iticilik asla!
Psikoloji uzun süre tiksintiyi bir duygu olarak göz ardı etti. Bunun nedeni basitti aslında. Tiksinti tiksindiriciydi. Oysa birincil ve temel emosyonlardan biridir tiksinti. Bunu bütün dünya insanlarının yüzlerinden okuyabiliriz. İster Afrikalı olsun ister Amerikalı, belli durumlarda aynı tiksinti duygusunu yansıtan yüz ifadeleriyle karşılaşırız. Yenidoğan bebekler bile, özellikle birşeyin tadını beğenmemişlerse, acı bulmuşlarsa yüzlerini buruşturur, dudaklarını büzer, ağızlarını kaçırırlar. Bunun dışında aslında hiç birşey çocuklar için doğuştan tiksindirici değildir. Çocuğu olanlar bilir, çocuklar hayvan dışkısından tiksinmez, böceklere dokunmaktan çekinmezler. Bir çalışmada çocukların büyük bir kısmının köpek dışkısına dokunmaktan iğrenmedikleri gösterilmiştir. 8 yaşlarına kadar çocuklar köpek dışkısı şeklinde yapılmış çukulatayı seve seve yerler. Tiksinti öğrenilen birşeydir de yani.
Yaşları ilerledikçe çocuklar iki sihirli yasa öğrenirler. Birincisi tiksintinin bulaşıcılığıdır. Tiksindirici birşeyle temasa giren şey de tiksintiye neden olur ve öyle de kalır. İkinci yasa da benzerliktir. Birşey tiksindirici olan şeye benziyorsa kendisi de tiksindirir, en güzel çukulatadan yapılsa bile.
İnsanlık tarihinde de tiksinti yerini zamanla, ama yavaş yavaş alabilmiştir ancak. Virginia Üniversitesi’nden Paul Rozin tiksintinin esas olarak ağzın korunması için geliştiğini ileri sürer. Bedenin dış dünyayla olan sınırını bekler tiksinti. Eğer sınır yanlış yönde aşılırsa tiksinti devreye girer. Örneğin içine tükürdüğümüz birayı içmeyiz. Oysa tükürüğümüz biraz evvel ağzımızın içindeydi ve hiç de tiksindirici değildi o sırada.
Tiksintinin işlevi de insanlığın gelişimine koşut olarak değişmektedir. Nasıl ki başlangıçta yemek yemeğe yarayan ağız artık konuşabilmemiz için de gerekliyse, tiksinti de zamanla başka görevler üstlendi.
Cinsel ilişkinin belli biçimleri bazıları tarafından tiksindirici bulunur, özellikle belli sıvıların değiş tokuşu söz konusuysa. Bu nedenle tiksintiyi bir ahlâk bekçisi olarak değerlendirmek öyle pek büyük bir yanlış olmaz. Tiksinti zamanla bütün insanlara ve onların belli davranış biçimlerine karşı kullanılabilecek ahlâkçı bir duygu haline gelmiştir.
(Alıntıdır)