Sevmek, yüreği hiç bilmediği yerlere götürür. Aşk, tanımadığımız birine sahip olmadığımız bir şeyi vermektir. Ebediyetin ruha değdiği, zamanın akmadığı o geniş ana taşır kişiyi. Aşk kendinden gitmektir, bazen kendine gitmektir, bazen yolda kaybolmak. Gitmek daima aşina olanın bir parçasını; yabancı olan, aşina olmayan ve önceden kesinlikle bilmediğimiz bir parça için, bir yer için, yaşamın bir parçası için terk etmektir. Gitmek söz konusu olduğu zaman bizi bekleyenin ne olduğunu asla bilemeyiz der Jean-Luc Nancy. Sevdiğimize göç ederiz. Sevdiğimizin yüzünde kendi hikâyemizi yeni baştan yazmak isteriz. Sevilen insan hayatını kaderin salvolarına karşı direngen bir ruh, kendi yatağını deşen muzaffer bir nehir gibi yeniden yazar. Madem bir âdemoğlu onu sevilmeye değer bulmuştur bu karanlık dünyada, boşuna yaşanmış bir ömür olmayacaktır hayatı. Başı sıkıştığında, boğulacak gibi olduğunda onu kurtaracak bir can simidi, tökezlediğinde yaslanacağı bir koltuk değneği vardır artık. Sonra birden kendimizi seyrettiğimiz o ayna kırılır. Aynanın ardındaki sır dökülür. Ardını gösteren bir cam, sevgilinin bütün kusurlarını serer ortaya. İşte en zoru burası. Yaşadıklarımın bir serap, kocaman bir yanılsama olduğu gerçeğiyle nasıl baş edeceğim? Bu bensem, o sırılsıklam âşık kadın da kimdi? O buysa, bir deniz feneri gibi bana kalbimin yolunu bulduran o adam kimdi? Şimdi payımıza ıstırap düşüyorsa, bizi kanatlandıran o sevinç nereye buharlaştı? Aşkın fısıltıları hangi bilinmez âlemde izini kaybettirdi?
-
Kemal Sayar | Tereddüt
-
Kemal Sayar | Tereddüt