"schopenhauer'a göre en önemli kural: "zevkin değil, acısızlığın peşinden koşar akıllı kişi" ya da "akıllı kişi, hazzı değil acısızlığı hedefler." ona göre bu cümlenin doğruluğu, tüm hazzın ve tüm mutluluğun negatif, buna karşılık acının pozitif olmasından geliyor. bu durumu da hayatımızda karşılaşabileceğimiz bir olay üzerinden açıklıyor;
bir beden, küçük bir yara ya da sancıyan bir yeri dışında bütünüyle sağlıklı ve iyiyse, bütünün sağlığı bilince yansımaz da, insanın dikkati sürekli yaralı yerin sancısı üzerine yönelir ve toplam yaşam duygusunun tadı kaçar.
bunun gibi, tüm işlerimiz bizim istediğimiz gibi gidiyor, ancak içlerinden bir tanesi istediğimiz gibi gitmiyorsa, çok önemsiz bile olsa kafamızı sürekli bu bir tanesi kurcalar. sürekli onu düşünürüz ve istediğimiz gibi gerçekleşen tüm öteki daha önemli işleri daha az düşünürüz. şimdi, her iki durumda da zarar gören istençtir: birinci durumda organizmada, ikinci durumda insanın çabasında nesneleşir ve her iki durumda da, istencin doyumunun negatif bir etkisinin olduğunu bu yüzden asla doğrudan doğruya değil, olsa olsa düşünseme (reflexion) yoluyla bilincine varıldığını görüyoruz. buna karşılık, istence ket vurulması pozitiftir ve bu yüzden kendini önceden bildirir. her haz sadece bu ket vurmanın kaldırılmasına, bundan kurtulmaya dayanır; böylelikle kısa sürelidir.
demek ki, aristoteles'in yukarıda övülen, dikkatimizi hazlara, yaşamın hoşluklarına yönelmememizi, yaşamın sayısız kötülüğünden alabildiğince kaçınmamızı tavsiye eden kuralı buna dayanmaktadır.
doğru yöntem bu olmasaydı, voltaire'in, "mutluluk yalnızca bir düştür, acı ise gerçektir" sözü gerçekten de olduğu gibi doğru değil, bir o kadar yanlış olmalıydı. buna göre yaşamından mutluluk öğretisi açısından bir sonuç çıkarmak isteyen kimse, hesabını, tattığı zevklere göre değil atlattığı belalara göre yapmalıdır. mutluluk öğretisi, kendi isminin bir güzel göstermece olduğunu, "mutlu yaşama"dan yalnızca "daha az mutsuz" yaşamanın, yani katlanılabilir bir yaşam sürmenin anlaşılması gerektiğini göstererek başlamalıdır.
bir beden, küçük bir yara ya da sancıyan bir yeri dışında bütünüyle sağlıklı ve iyiyse, bütünün sağlığı bilince yansımaz da, insanın dikkati sürekli yaralı yerin sancısı üzerine yönelir ve toplam yaşam duygusunun tadı kaçar.
bunun gibi, tüm işlerimiz bizim istediğimiz gibi gidiyor, ancak içlerinden bir tanesi istediğimiz gibi gitmiyorsa, çok önemsiz bile olsa kafamızı sürekli bu bir tanesi kurcalar. sürekli onu düşünürüz ve istediğimiz gibi gerçekleşen tüm öteki daha önemli işleri daha az düşünürüz. şimdi, her iki durumda da zarar gören istençtir: birinci durumda organizmada, ikinci durumda insanın çabasında nesneleşir ve her iki durumda da, istencin doyumunun negatif bir etkisinin olduğunu bu yüzden asla doğrudan doğruya değil, olsa olsa düşünseme (reflexion) yoluyla bilincine varıldığını görüyoruz. buna karşılık, istence ket vurulması pozitiftir ve bu yüzden kendini önceden bildirir. her haz sadece bu ket vurmanın kaldırılmasına, bundan kurtulmaya dayanır; böylelikle kısa sürelidir.
demek ki, aristoteles'in yukarıda övülen, dikkatimizi hazlara, yaşamın hoşluklarına yönelmememizi, yaşamın sayısız kötülüğünden alabildiğince kaçınmamızı tavsiye eden kuralı buna dayanmaktadır.
doğru yöntem bu olmasaydı, voltaire'in, "mutluluk yalnızca bir düştür, acı ise gerçektir" sözü gerçekten de olduğu gibi doğru değil, bir o kadar yanlış olmalıydı. buna göre yaşamından mutluluk öğretisi açısından bir sonuç çıkarmak isteyen kimse, hesabını, tattığı zevklere göre değil atlattığı belalara göre yapmalıdır. mutluluk öğretisi, kendi isminin bir güzel göstermece olduğunu, "mutlu yaşama"dan yalnızca "daha az mutsuz" yaşamanın, yani katlanılabilir bir yaşam sürmenin anlaşılması gerektiğini göstererek başlamalıdır.