Konuları sınırları önceden belirlenmiş olan somut varlık alanlarıdır. Evrenin belli özellikleri olan bir bölümünü ele alan bu gruptaki bilimler, soyut kavramlar üzerine araştırma yapmazlar. Deneylenemeyen konuları ele almazlar. Konuları içine giren somut varlık alanlarını incelerken genellikle tümevarım (endüksiyon) yöntemini kullanırlar. Tekil doğrulardan yola çıkarak, genel doğrulara ulaşmaya çalışırlar. Ancak pozitif bilimler bazen (özellikle de insan söz konusu olunca) bilinenden bir tek gerçeklikten yola çıkarak ona benzer olan durum için yargıya varırlar. Yani benzerliklerden hareketle akıl yürütürler. Bu yöntem benzeşim ( analoji/andırım) olarak adlandırılır.
Tümevarım ve andırım yöntemi ile elde edilen doğru bilgilerden sonradır ki pozitif bilimler, alanları içinde bir genellemeye varırlarsa; bundan sonra tek olaylar için dedüksiyon yöntemini uygularlar.
Tüm pozitif bilimlerde konularının gerektirdiği farklı özellikleri dikkate almazsak aynı yöntem kullanılır. Bu yöntem deneysel yöntemdir ve dört ana aşamadan oluşur.
1. Varsayım (Hipotez)
Ele alınan konuya ilişkin geçici açıklamalardır. Bu aşamada ileri sürülen sav henüz kanıtlanması gereken bir tezdir.
2. Betimleme
Konunun özelliklerine uygun olarak doğal koşulları içinde izlenmesi, araştırılması, ölçümlenmesi ve nedenlerinin araştırılarak betimlenmesi aşamasıdır.
3. Deneyleme
İncelenen olayın, doğal durumundan soyutlanarak; laboratuarda, yapay koşullarda ve bilimcinin denetiminde yinelenerek, etkenlerin ve bunların neden olduğu değişmelerin saptanması aşamasıdır.
4. Sonuç
Yapılan çalışmalardan sonra o konuya ilişkin doğru bilgilerin derlenmesi ve açıklanmasıdır. Bu aşamada iki farklı sonuç çıkabilir.
5. Kuram (teori)
Henüz tüm deney ve araştırmaların yapılamadığı veya yapılamayacağı durumlarda , ancak hiçbir yanlış örneğin de bulunmadığı sonuçlardır. İzafiyet, kuantum teorilerinde olduğu gibi...
6. Yasa (kanun)
İncelen konuya ilişkin tüm deneylerin yapıldığı ve çalışmalar sonunda kesin sonuçların alındığı varılan bilgilerdir. Yerçekimi yasası gibi.
Pozitif bilimlerin amacı
Pozitif bilimler ele alıp inceledikleri alan içindeki nesnel gerçekliğin bilgisine varmak için çaba sarf ederken doğal olarak bir amaca sahiptir. Bu amaç en çok tartışılan entelektüel konulardan biridir. Bilimler bilmek için mi yoksa pratik bazı amaçlar için mi çalışmalıdır? Elbette ki her ikisini de haklı kılacak pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bu gün işleyişe baktığımızda bilimlerin genel amaçları için şunları söylemek mümkündür.
Konusuna giren alan içindeki nesnel gerçekliğin yasalarını bulmak ve bu alanda meydan gelen olayları açıklamak.
Nedenini bildiğimiz olaylar konusunda öngörüde (öndeyi) bulunmak. Yani olayları onlar gerçekleşmeden önce tahmin etmek.
Bilimin sonuçları elbette ki bilimin dışındaki pek çok çevre kurum veya alan tarafından farklı biçimde kullanılacaktır. Tam bu noktada bilim etiği (ahlakı) açısından tartışılacak can alıcı pek çok soru gündeme gelir. Bilimin sonuçları bir grup tarafından diğer insanların aleyhine kullanılırsa bunda bilimin ve bilimcinin sorumluğu nedir?
Bu tür tartışmalar sürüp giderken; özellikle de gelişmiş uluslarda bilim ve teknik ayrılmaz bir bütün oluşturup, bilimin sonuçlarını hızla ve yaygınlıkla pratiğe dönüştürmektedir.
Pozitif bilimlerin türleri
Pozitif bilimler ele alıp inceledikleri varlık alanının özelliklerine göre bu temel yöntemi kendi özellerine göre kullanırlar. Bazı bilimlerde laboratuar olanakları sınırlı hatta olanaksız olunca , betimleme çalışmalarına daha da fazla özen gösterilir. Yine bazı bilimlerde bir insan ömrü deneyleri tamamlamaya yetmemektedir. İşte bu gibi durumlarda; her bilim kendi koşullarına göre ana çizgiden sapmadan yeni teknikler geliştirerek deneysel yöntemi kullanırlar.
Konuların özellikleri yalnızca yöntemi etkilemekle kalmamakta , giderek tüm bir bilime farklı özellikler kazandırmaktadır. İşte bu açıdan bakıldığında pozitif bilimler de kendi içlerinde sınıflara ayrılmaktadır.
Doğa Bilimleri: Konusu cansız ve canlı doğa (everen) olan bilimlerdir. Cansız doğa bilimleri konuları gereği daha kesin ve değişmeyen bilgilere daha da kolay olarak ulaşabilirler. Çünkü cansız doğa hemen hemen hiç değişmemektedir. Böyle olunca hem incelemek kolay olmakta hem de varılan sonuçlar çok daha uzun zaman doğru kalabilmektedir. Örneğin Arşimet'in bundan ikibin beşyüz yıl önce bulduğu sıvıların kaldırma gücü yasası bu gün hala geçerliliğini korumaktadır. Astronomi, fizik, jeoloji ve kimya bu bilimlerin başında yer almaktadırlar.
Ancak aynı kesinlikte ve uzun süreler doğru kalan bilgilere canlı doğa bilimlerinde rastlamak olanaklı değildir. Çünkü canlı doğa sürekli bir değişim içindedir. Ve dahası canlılar basamağının üst sıralarına çıkıldığında her canlı türünün zaman içindeki değişiminin yanı sıra bireyler arasında farklılıklar da gündeme gelmektedir. Tüm bunlar canlı doğa bilimlerinin hem araştırmalarını zorlaştırmakta hem de sonuçlarını tartışılabilir kılmaktadır. Ayrıca doğru bilgilerde zaman içinde doğruluklarını yitirmektedir. Bu durumda canlı doğa bilimlerinin temel görevi konuları içindeki değişimleri saptamak ve evrim sürecini açıklamak olmaktadır.
İnsan Bilimleri: Konusu insan olan bilimler canlı doğa bilimlerinin tüm zorluklarını taşımaktan öte; ayrıca insanın özelliği gereği iki temel zorlukla karşı karşıyadırlar. İnsan her canlı gibi değişir. Ama onun kişilik özellikleri öylesine gelişmiş ve bireyselleşmiştir ki insan bilimleri bu nedenle neredeyse genelleme yapamaz duruma düşmektedirler.
Yine insanın yaşadığı bir başka değişim süreci de diğer hiçbir varlıkta görülmeyen toplumsal olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Hatta bu alanda değişim iki boyutludur. Toplumsal yanıyla insan yalnızca zaman içinde değişmemekte aynı zamanda farklı toplumlarda farklı özellikler de taşımaktadır. İşte bu üç boyutlu değişim süreçleri insan bilimlerini daha dikkatli ve özenli olmaya zorlanmaktadır. Tüm bunlara bir de laboratuar olanaksızlıklarını eklersek; insan bilimlerinin niçin 19. yy.la kadar beklemek zorunda kaldıklarını daha kolay anlarız.
Bilimlerle ve onların gelişimi ile çok yakın ve organik ilişki içinde olan felsefe; tarihi gelişim süreci içinde ayrılıklar taşısa da bilme belli ortak bir bakış açısı içinde olmuştur. Bu açı onların gelişmesine , yöntem ve ilkeler açısından yardımcı olmak, bilimlerin kullandığı kavramların anlam içeriğini tartışmak ve belirlemek, bilimin vardığı sonuçların doğruluk değerlerini irdelemek ve bu sonuçlardan sonra tavrını gözden geçirip kendine yeni ufuklar açmaktır.
Bir dönem tümü kendi içinde yer alan bilimlerin tek tek felsefeyi terk edip kendi ayakları üzerinde varolmaya başlamasına da yine felsefenin içinden çıkan bilim adamları önayak olmuşlardır. Ancak bu doğal olarak bilimlerin bir süre daha şu ya da bu ölçüde metafiziğin etkisinde kalmasının da nedeni olmuştur.
Felsefenin bilimle ilişkisi pozitif bilimlerin felsefeden ayrılıp, kendi ayakları üstünde durmayı başardıkları 19. ve 20. yüzyılda çok daha netleşmiştir. Bu dönemden sonra felsefe bilim üzerine düşünüp, bilimlerin mantığını kurmaya daha çok zaman ayırmıştır. Bu nedenle de bilim ve mantıkla çok daha önceden de ilgilenmesine rağmen, felsefenin bilimle ilgili alt dalı olan Bilim Felsefesi'nin miladı bu yüzyıllar kabul edilir.
Bu dönemin en çok sözü edilen konusu da felsefenin kendisinin da metafizikten arınıp bilimsel olması gerekliliği olmuştur.
Tümevarım ve andırım yöntemi ile elde edilen doğru bilgilerden sonradır ki pozitif bilimler, alanları içinde bir genellemeye varırlarsa; bundan sonra tek olaylar için dedüksiyon yöntemini uygularlar.
Tüm pozitif bilimlerde konularının gerektirdiği farklı özellikleri dikkate almazsak aynı yöntem kullanılır. Bu yöntem deneysel yöntemdir ve dört ana aşamadan oluşur.
1. Varsayım (Hipotez)
Ele alınan konuya ilişkin geçici açıklamalardır. Bu aşamada ileri sürülen sav henüz kanıtlanması gereken bir tezdir.
2. Betimleme
Konunun özelliklerine uygun olarak doğal koşulları içinde izlenmesi, araştırılması, ölçümlenmesi ve nedenlerinin araştırılarak betimlenmesi aşamasıdır.
3. Deneyleme
İncelenen olayın, doğal durumundan soyutlanarak; laboratuarda, yapay koşullarda ve bilimcinin denetiminde yinelenerek, etkenlerin ve bunların neden olduğu değişmelerin saptanması aşamasıdır.
4. Sonuç
Yapılan çalışmalardan sonra o konuya ilişkin doğru bilgilerin derlenmesi ve açıklanmasıdır. Bu aşamada iki farklı sonuç çıkabilir.
5. Kuram (teori)
Henüz tüm deney ve araştırmaların yapılamadığı veya yapılamayacağı durumlarda , ancak hiçbir yanlış örneğin de bulunmadığı sonuçlardır. İzafiyet, kuantum teorilerinde olduğu gibi...
6. Yasa (kanun)
İncelen konuya ilişkin tüm deneylerin yapıldığı ve çalışmalar sonunda kesin sonuçların alındığı varılan bilgilerdir. Yerçekimi yasası gibi.
Pozitif bilimlerin amacı
Pozitif bilimler ele alıp inceledikleri alan içindeki nesnel gerçekliğin bilgisine varmak için çaba sarf ederken doğal olarak bir amaca sahiptir. Bu amaç en çok tartışılan entelektüel konulardan biridir. Bilimler bilmek için mi yoksa pratik bazı amaçlar için mi çalışmalıdır? Elbette ki her ikisini de haklı kılacak pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bu gün işleyişe baktığımızda bilimlerin genel amaçları için şunları söylemek mümkündür.
Konusuna giren alan içindeki nesnel gerçekliğin yasalarını bulmak ve bu alanda meydan gelen olayları açıklamak.
Nedenini bildiğimiz olaylar konusunda öngörüde (öndeyi) bulunmak. Yani olayları onlar gerçekleşmeden önce tahmin etmek.
Bilimin sonuçları elbette ki bilimin dışındaki pek çok çevre kurum veya alan tarafından farklı biçimde kullanılacaktır. Tam bu noktada bilim etiği (ahlakı) açısından tartışılacak can alıcı pek çok soru gündeme gelir. Bilimin sonuçları bir grup tarafından diğer insanların aleyhine kullanılırsa bunda bilimin ve bilimcinin sorumluğu nedir?
Bu tür tartışmalar sürüp giderken; özellikle de gelişmiş uluslarda bilim ve teknik ayrılmaz bir bütün oluşturup, bilimin sonuçlarını hızla ve yaygınlıkla pratiğe dönüştürmektedir.
Pozitif bilimlerin türleri
Pozitif bilimler ele alıp inceledikleri varlık alanının özelliklerine göre bu temel yöntemi kendi özellerine göre kullanırlar. Bazı bilimlerde laboratuar olanakları sınırlı hatta olanaksız olunca , betimleme çalışmalarına daha da fazla özen gösterilir. Yine bazı bilimlerde bir insan ömrü deneyleri tamamlamaya yetmemektedir. İşte bu gibi durumlarda; her bilim kendi koşullarına göre ana çizgiden sapmadan yeni teknikler geliştirerek deneysel yöntemi kullanırlar.
Konuların özellikleri yalnızca yöntemi etkilemekle kalmamakta , giderek tüm bir bilime farklı özellikler kazandırmaktadır. İşte bu açıdan bakıldığında pozitif bilimler de kendi içlerinde sınıflara ayrılmaktadır.
Doğa Bilimleri: Konusu cansız ve canlı doğa (everen) olan bilimlerdir. Cansız doğa bilimleri konuları gereği daha kesin ve değişmeyen bilgilere daha da kolay olarak ulaşabilirler. Çünkü cansız doğa hemen hemen hiç değişmemektedir. Böyle olunca hem incelemek kolay olmakta hem de varılan sonuçlar çok daha uzun zaman doğru kalabilmektedir. Örneğin Arşimet'in bundan ikibin beşyüz yıl önce bulduğu sıvıların kaldırma gücü yasası bu gün hala geçerliliğini korumaktadır. Astronomi, fizik, jeoloji ve kimya bu bilimlerin başında yer almaktadırlar.
Ancak aynı kesinlikte ve uzun süreler doğru kalan bilgilere canlı doğa bilimlerinde rastlamak olanaklı değildir. Çünkü canlı doğa sürekli bir değişim içindedir. Ve dahası canlılar basamağının üst sıralarına çıkıldığında her canlı türünün zaman içindeki değişiminin yanı sıra bireyler arasında farklılıklar da gündeme gelmektedir. Tüm bunlar canlı doğa bilimlerinin hem araştırmalarını zorlaştırmakta hem de sonuçlarını tartışılabilir kılmaktadır. Ayrıca doğru bilgilerde zaman içinde doğruluklarını yitirmektedir. Bu durumda canlı doğa bilimlerinin temel görevi konuları içindeki değişimleri saptamak ve evrim sürecini açıklamak olmaktadır.
İnsan Bilimleri: Konusu insan olan bilimler canlı doğa bilimlerinin tüm zorluklarını taşımaktan öte; ayrıca insanın özelliği gereği iki temel zorlukla karşı karşıyadırlar. İnsan her canlı gibi değişir. Ama onun kişilik özellikleri öylesine gelişmiş ve bireyselleşmiştir ki insan bilimleri bu nedenle neredeyse genelleme yapamaz duruma düşmektedirler.
Yine insanın yaşadığı bir başka değişim süreci de diğer hiçbir varlıkta görülmeyen toplumsal olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Hatta bu alanda değişim iki boyutludur. Toplumsal yanıyla insan yalnızca zaman içinde değişmemekte aynı zamanda farklı toplumlarda farklı özellikler de taşımaktadır. İşte bu üç boyutlu değişim süreçleri insan bilimlerini daha dikkatli ve özenli olmaya zorlanmaktadır. Tüm bunlara bir de laboratuar olanaksızlıklarını eklersek; insan bilimlerinin niçin 19. yy.la kadar beklemek zorunda kaldıklarını daha kolay anlarız.
Bilimlerle ve onların gelişimi ile çok yakın ve organik ilişki içinde olan felsefe; tarihi gelişim süreci içinde ayrılıklar taşısa da bilme belli ortak bir bakış açısı içinde olmuştur. Bu açı onların gelişmesine , yöntem ve ilkeler açısından yardımcı olmak, bilimlerin kullandığı kavramların anlam içeriğini tartışmak ve belirlemek, bilimin vardığı sonuçların doğruluk değerlerini irdelemek ve bu sonuçlardan sonra tavrını gözden geçirip kendine yeni ufuklar açmaktır.
Bir dönem tümü kendi içinde yer alan bilimlerin tek tek felsefeyi terk edip kendi ayakları üzerinde varolmaya başlamasına da yine felsefenin içinden çıkan bilim adamları önayak olmuşlardır. Ancak bu doğal olarak bilimlerin bir süre daha şu ya da bu ölçüde metafiziğin etkisinde kalmasının da nedeni olmuştur.
Felsefenin bilimle ilişkisi pozitif bilimlerin felsefeden ayrılıp, kendi ayakları üstünde durmayı başardıkları 19. ve 20. yüzyılda çok daha netleşmiştir. Bu dönemden sonra felsefe bilim üzerine düşünüp, bilimlerin mantığını kurmaya daha çok zaman ayırmıştır. Bu nedenle de bilim ve mantıkla çok daha önceden de ilgilenmesine rağmen, felsefenin bilimle ilgili alt dalı olan Bilim Felsefesi'nin miladı bu yüzyıllar kabul edilir.
Bu dönemin en çok sözü edilen konusu da felsefenin kendisinin da metafizikten arınıp bilimsel olması gerekliliği olmuştur.