Keşfet

Osmanlı Türbelerinde Mîmârî Plâstik ve Tezyînât Programı / Aziz Doğanay [

Linux

Yaşlı Kurt
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,707
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Konum
istanbul
Osmanlı Türbelerinde Mîmârî Plâstik ve Tezyînât Programı / Aziz Doğanay


Osmanlı türbe mimarisi ve tezyînat programını, Bursa ve İstanbul üslûbu olarak iki ayrı başlık altında incelemek, konunun kronolojik seyrini takip etme bakımından faydalı olacaktır.

Bursa Üslûbu Türbeler ve Tezyînât Programı

Türkler, anayurtları olan Orta Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar geniş ölçüde Çin, İran ve Müslüman olduktan sonra Arap kültürleriyle yakın temas halinde olmuş, Anadolu'ya yerleştikten sonra da Hitit, Frig, Asur, Urartu, Rum, Ermeni, Bizans ve Helenistik çevrelerin kültürleriyle tanışmışlardır. Bu süreç esnasında kendi zengin sanat dağarcıklara yeni anlayış ve yorumları da ekleyerek, yaşamış oldukları muhitin kültür zenginliklerinden faydalanmayı bilmişlerdir.

Türk sanatının geçirmiş olduğu tekâmül safhalarının en önemli basamağını, Osmanlıların kuruluş devri Bursa eserleri teşkil etmektedir. Bursa, coğrafi konumu bakımdan Doğu ve Batı arasında önemli bir pazar yeri olmasının yanı sıra, Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a geçişin yaşandığı bir zamanda, cihan devleti olma yolunda kararlı adımlarla ilerleyen Osmanlı Beyliği'nin pâyitahtıdır. Klâsik Osmanlı sanatını hazırlayan tohumlar, burada serpilerek neşvünema bulmuştur.

Osmanlılar birçok hususta olduğu gibi, mezar yapı ve bezemeleri alanında da selefleri olan Selçuklulardan farklı bir yol izleyerek, kendilerine has bir tarz ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu gayretin ilk teşebbüslerini, kuruluş yıllarında gerçekleştiren Osmanlılar, Bursa döneminde verilen eserlerle, serdaplı (mezar odalı-kriptalı), müdevver gövdeli ve külahlı Selçuklu tarzı mezar yapılarından (künbed) vazgeçerek, kubbeyle örtülü, serdapsız, kübik veya mudalla (çok kanarlı) gövdeli yapı tarzı olan türbeyi geliştirmişlerdir. Bazı Kuruluş Devri Osmanlı türbelerinde, mumyalık katı bulunmakla beraber, Sultan II. Murad'ın vasiyetnamesinden sonra bundan kararlı bir şekilde vazgeçilmiştir.1 Osmanlı mezar yapılarında, külahlı (konik veya piramidal) çatı yerine, kubbeyle örtü sistemi benimsenmiştir. Bununla birlikte bazen çok kenarlı türbelerde, kenarların kırılarak tepe noktasında birleşmesinden müteşekkil ehrâmî (piramidal) örtü sistemine rastlamak mümkündür.

Pencerelerin sayısı artırılarak veya pencere açıklıkları genişletilerek, iç mekan aydınlatılmış ve bu vesile ile dış cephelerdeki tezyînât, yapının içine de taşınmıştır. Mezar yapılarında gerçekleştirilen bünyevî değişiklik, yapının elbisesi sayılan tezyînâta da tabiî olarak aksetmiştir.

Selçuklu tipi mezar mîmârîsinden Osmanlı tarzı türbe mîmârîsine geçişin idrak edildiği ilk eserler, XIV. asırda bina edilmiş İznik ve Bursa yapılarıdır. İran ve Anadolu'daki Selçuklu türbeleri, pek azı müstesna, karanlık birer hücreden ibaret olduğundan bunların tezyînâtı, tuğla örgü teknikleri, mozaik çini kaplamaları veya taş kabartmalarla şekillenerek yapı dışında, çoğunlukla da taçkapılarda görülmektedir.

Bizans yapılarında görülen bazı hususiyetler, mahdut olarak Kuruluş Devri Osmanlı türbelerine de sirayet etmiştir. Yapı hacmine nispetle duvarların kalın oluşu, bordür, rozet ve benzeri düzenlemelerle, örgü sisteminde tezyînî güzelliklerin aranması, bu husûsiyetlerden bazılarıdır. Fakat Osmanlılar, Bizanslılarda olduğu gibi tamamen tuğladan yapı inşa etmemişlerdir. Buna karşılık taş ve tuğla ile münâvebeli (almaşık) olarak inşa edilmiş binalar, Osmanlıların kuruluş devri için bir üslûp olma özelliği taşımaktadır.

Kuruluş Devri Osmanlı türbe tezyînâtında kullanılan motiflerin hiçbirinde, doğrudan doğruya Türk-İslâm çevrelerinin dışından gelen bir tesire rastlamak mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bölgelerde, yerleşik sanatın malzeme ve tekniğinden, gerektiği hallerde istifade edilmiştir.

Kuruluş Devri Osmanlı türbelerinde, çardak düzenli etrafı açık türbe plan şemaları uygulandığı gibi kare planlı, altı veya sekiz kenarlı kapalı planlar da uygulanmıştır. Sultan II. Murad Türbesi'nde (1451) görülen, kubbe sıkletinin sütunlar üzerine bindirildiği merkezî kubbeli plan şeması, klasik Osmanlı türbe mimarîsine önemli derecede tesir etmiştir. Bu plan şeması, Mimar Sinan tarafından işlenerek Kanûnî Sultan Süleyman ve Sultan II. Selim türbelerinde kemâle erdirilmiştir. Kuruluş Devri mezar yapıları, birçok mîmârî yeniliğe sahne olması dolayısıyla farklı plan özellikleri gösterdiğinden, bu devre ait türbelerde belli başlı kaidelere oturmuş tezyînât programından söz etmek biraz zordur. Meselâ, Çelebi Mehmed Türbesin'de (Yeşil Türbe 1421) uygulanan tezyînât programını Sultan II. Murad Türbesi'nde, Sultan II. Murad Türbesi'ndekini ise Devlet Hâtun Türbesi'nde (1449) görmek mümkün değildir.2 Bu yüzden her yapı, plan tipine göre farklı tezyînât programıyla ortaya çıkmaktadır.

Kuruluş Devri türbe mîmârîsi tezyînâtında görülen tekâmülün diğer önemli bir veçhesini yapı malzeme ve teknikleri oluşturmaktadır. İnşa malzemesi olarak taş ve tuğlanın münâvebeli şekilde kullanılması ve mahallî sanat zevklerinin de katkısıyla, mîmârî cephelerde değişik etkiler yaratan tezyîn imkânları aranmıştır. Cephelerde sırlı tuğlanın kullanımı bu etkiyi bir kat daha artırmıştır.

Mîmârî tezyînâtın önemli malzemelerinden olan çininin gelişmesi yolundaki kararlı adımlar, Kuruluş döneminde atılmıştır. Anadolu Selçuklularının karakteristik kâşî tekniğinin (çini mozaik) yanı sıra, daha ince ve kıvrak nakışlarla kompozisyon kurmaya elverişli ve daha renkli bir satıh elde etme kolaylığı sunan, lâkabî (renklisır) tekniği geliştirilmiştir. Çini sanatında lâkabî tekniği geliştirilirken, aynı zamanda, çiniler üzerine tatbik edilen renklerinin yelpazesi de genişletilmiştir.3

Sanatımıza, Kuruluş Devri yeniliği olarak giren lâkabî tekniğinin en karakteristik rengini, zeminde kabarık bir şekilde duran canlı bir sarı oluşturmaktadır. Bundan başka lacivert, açık mavi, firuze, kırmızı, mor, yeşil, siyah ve beyazın yanı sıra altın da kullanılmıştır. Tahrirler ya siyah, ya da çini hamurunun kendi rengiyle belirtilmiştir (R. 1). Anadolu Selçûkîlerinde sıkça kullanılan minâî ve perdahlı çini (luster) tekniklerine, bu devirde pek rağbet edilmemiştir. Buna karşılık sır altı tekniğiyle meydana getirilen mavi-beyaz çiniler, bu devrin getirdiği diğer bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bursa Çelebi Mehmed Türbesi'nde görülen lâkabî (renklisır) çinilerin ardından bu teknikteki çinilere uzun bir süre sonra ilk defa Yavuz Selim (I) Türbesi'nde (1520-1522) rastlanmaktadır. Osmanlı türbelerinde Çelebi Mehmed Türbesi'yle (1421) başlayan lâkabî çini kullanımı, Hürrem Sultan Türbesi (1559) medhalindeki çinilerden sarfınazar edilirse, Şehzâde Mehmed Türbesi'yle (1548) son bulmuştur.

Selçuklu mezar yapılarının kapı ve pencere kapakları ile sandukalarında başarıyla kullanılmış olan ahşap işçiliği, daha çok oyma tekniği kullanılarak icra edilirken, Osmanlı yapılarında, kündekârî (çatma) tekniğinin kullanımı ağırlık kazanmıştır. Osmanlılarda kündekârî tekniği ile meydana getirilmiş kapı ve pencere kapaklarında, oymacılığın her türlüsü denenmiş olmakla beraber, sedefkârî, kakma, kaplama, dolgulama ve farklı boyama usûlleriyle, zarif terkipler meydana getirilmiştir (R. 2-3). Ahşap boyama tekniği, Selçuklularda da kullanılmakta olan bir bezeme şekli olup, Osmanlılarda daha da geliştirilerek, bilhassa edirnekârî tekniğinin de ilâvesiyle çok zarif eserler meydana getirilmiştir. Bu dönemde dikkati çeken diğer bir husus, ahşap kapı ve pencere kapakları üzerine raptedilen reze, rezene, pulpâre ve benzeri madenî unsurlardır.

Kuruluş ve Yükseliş Devri türbelerinde, zamanından kalma, kayda değer alçı bezeme işçiliğine rastlanmamaktadır. Bu devirde alçı bezeme, daha çok mukarnas dolgularında kullanılmıştır. Alçı revzenler ise zamanın tahribatına dayanamadığından mütemadiyen yenilenmiştir. İç mekanlardaki satıh değerlendirmesinde, en sık başvurulan ve her devirde geçerliliğini koruyan bezeme tekniği kalemkârîdir. Bu tekniğin, zamanın yıpratıcı şartlarına karşı zayıf oluşu yüzünden, günümüze ulaşan fazla örneği bulunmamaktadır. Osmanlıdaki ilk kalemkârî örnekleri arasında İznik Kırkkızlar Türbesi ve Bursa Hüma Hâtun Türbesi zikredilebilir.4

Kuruluş Devri mîmârî tezyînâtının en belirgin vasfını, duvar örgüsü ile meydana getirilen süslemeler teşkil etmektedir. Osmanlılarda tezyînât, yalnız taçkapıya münhasır kalmayıp, yapının bütün bedenini sarmıştır. Mîmârî bedenindeki açıklıkların genişletilmesi dolayısıyla tezyînât bina içine de taşındığından yapıda uygulanan tezyinat programı, daha fazla gelişmiştir. Türbe içinde sanduka ve mihraplar tezyinatın ağırlık merkezini oluştururken, duvarların iç yüzü de pencere üstü seviyesine kadar çinilerle kaplanmıştır.

Türk sanatında ustalar, çoğu kez mahviyet duygusuyla, eserlerine imza koymaktan çekinmişlerdir. Osmanlı türbe tezyinatında da bu durum geçerlidir. Türbe kitâbelerinde, ekseriyetle türbenin bânîsi veya türbenin adına yaptırıldığı kişinin ismi geçmektedir. Mîmârî eserlerde bulunan bazı işaretlerin, yapıda çalışan gezici taş ustalarına ait olduğu sanılmaktadır.5 Fakat bu işaretlerin hangi ustalara ait olduğu bilinmemektedir.

Osmanlılarda Kuruluş Devri'nden itibaren, mîmârî eserler vücûda getirilirken proje aşamasından tatbikata kadar, yapıdan sorumlu birinin bulunduğu, kitabelerden anlaşılmaktadır. Süslemede kullanılan nakış örneklerinin bir sernakkaş denetiminde gerçekleştirildiği, ancak farklı malzemeler üzerine işleme yapan diğer ustaların bu örnekleri çalıştıkları malzemeye uygun biçimde işledikleri, meydana getirilen eserler arasındaki benzerlik ve üslûp bütünlüğünden anlaşılmaktadır.

İslâm sanatlarında gözetilen en önemli prensiplerden birisi, eserlerde sonsuzluk fikrinin işlenmesidir. Bu esas, hendesi terkibatta daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmış olmakla beraber, rûmî ve hatâyî üslûbunda da görülmektedir. Çerçeveleyici kompozisyonlar ise, çoğu kez nâmütenâhî kompozisyonlardan bir kesitin alınmasıyla veya iki yönde sonsuza kadar uzanabilen hatların örgü ve geçmeler oluşturarak, başlangıç noktasında tekrar birleşmesiyle meydana getirilmektedir (R. 4).

Osmanlı mîmârî tezyînâtının önemli bir husûsiyetini figürsüzlük oluşturmaktadır. Nakışlar ekseriyetle gerçeğe yakın hatlarla üslûplaştırılmıştır. Osmanlı sanatında, hayvânî menşeli olduğu ileri sürülen rûmî üslûbu bile, çoğu kez nebâti karakterde resmedilmiştir (R. 1). Daha önemlisi, Osmanlı tezyînâtında, rûmî üslûbunun hakimiyeti kırılarak hatâyî üslûbuyla ortak bir bezeme repertuarı meydana getirilmiştir. Hatâyî üslûbunda hazırlanan desenler de, rûmî kompozisyonlarda olduğu gibi, bir sap üzerinde helezonî kıvrımlar yaparak ve birbirine ulanarak, sonsuza kadar uzanabilen tarzda çeşitli kompozisyonlar kurma imkanı sunmaktadır. Ancak hatâyî tarzında üslûba çekilen nakışlar arasında, kendisine ilham kaynağı olan tabiattaki nebâtın aslî şekline yakın biçimde tertip edilmiş düzenlemelere rastlamak da mümkündür. Bunun en güzel örneğini, Bursa Çelebi Mehmed Türbesi mihrabının kavsarasındaki mihrâbiyeli iç panoda görmekteyiz (R. 5).

Selçuklular kadar yaygın olmasa da Osmanlı mîmârîsinde hendesî tezyînât, varlığını dâimâ sürdürmüştür. Hemen her türlü malzemeye uygulanan hendesî bezeme, ahşap çini ve mermer işçiliğinde yapının bazı mekan ve unsurlarında, dengeli bir şekilde sürekli kullanılarak tabii gelişimini sürdürmüştür (R. 2-15).

Osmanlı türbelerinin tezyînât programında hat sanatı önemli bir yer tutmaktadır. Mîmârî bezemede en sık kullanılan sülüs hattı, Yâkut el-Musta'sımî (1298) ile karakter kazanarak, Şeyh Hamdullah ile bediî nispetlerine kavuşmuş olmasına rağmen celî sülüs hattı, ilk defa Osmanlılar zamanında Edirneli Yahyâ Sûfî (1477) ile estetik değer kazanarak klasik şeklini Mustafa Rakım'la (1826) tamamlamıştır.6 Kûfi hattı, inşa kitabelerinden çekilerek yerini celî sülüs hattına bırakmış olmakla birlikte, sülüs ile beraber veya müstakil olarak, levha, kuşak ve pervaz yazılarında tezyînî unsur olarak yerini bir müddet daha korumuştur.

Bursa üslûbu inşa örneklerine, baskın olmamakla birlikte Klâsik Devir'de de rastlamak mümkündür. Bursa yapılarının duvar örgülerinde görülen süsleme tarzı, Klâsik Devir yapılarında pencere alınlıkları, bazen de duvar örgüleri ve saçaklarda seyrek de olsa karşımıza çıkmaktadır.


İstanbul üslûbu yapılarda, kirpi saçak yerine mukarnaslı veya profilli silmeler, ya da taç bezemeli pervazlar kullanılmıştır (R. 6).

İstanbul Üslûbu Türbeler ve Tezyînât Programı

Plan tipleri bakımından Erken Devir Bursa türbeleri kadar zengin olmayan ilk devir İstanbul türbeleri, mîmârî gelişimini, yapı kütlesinin estetik nispetleri yakalama yolundaki çabasıyla göstermiştir. Fetihten itibaren Yavuz Sultan Selim döneminin sonuna kadar İstanbul'da inşa edilmiş ve bugüne kadar asliyetini muhafaza edebilmiş olan bütün türbeler, kare veya sekizgen plan üzerine bina edilmişlerdir. Kare planlı türbeler, açık ve kapalı olmak üzere iki türlü uygulanmıştır.

Yükseliş Devri İstanbul türbe mîmârîsinde, yapıya âbidevî bir görüntü kazandırma isteğinden dolayı, gövde yükseltilmiş fakat, yükselen nispetler, yapıya azamet kazandırmakla beraber ahenkte bir dengesizlik meydana getirmiştir. Hem görkemli hem de ahenkli ve zarif görünümlü bir yapı elde etmek için, yeni cephe düzenlemelerine ihtiyaç duyulmuş ve bu aşamada silmeler devreye girmiştir. Sınırlı ölçüde renkli taş uygulamasına yer verilen cephe düzenlemelerinde, profilli silmelere daha çok itibar edilmiştir. Farklı eğim ve kesitlerdeki profilli silmeler, türbe cephelerinde adeta ışık gölge nümayişi sergilemektedirler. Yapı cephelerindeki silmeler yalnızca ışık ve gölge tesiri uyandırmayıp aynı zamanda ufkî ve şakulî hatlarda dizilişleriyle, çeşitli taksimatlar oluşturarak, optik yanılgıdan istifadeyle, yapıda istenilen ideal nispetlerin yakalanmasına gayret edilmiştir. İki katlı pencere uygulaması ve bunları çevreleyen profilli silmeler, Ebû Eyyûb el-Ensârî Türbesi'nde (1458) uygulanmaya başlayarak Sultan II. Bâyezid Türbesi (1512) ve diğerleriyle devam etmiştir (R. 6-7).
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst