Osmanlı türbe mimarisi ve tezyînat programını, Bursa ve İstanbul üslûbu olarak iki ayrı başlık altında incelemek, konunun kronolojik seyrini takip etme bakımından faydalı olacaktır.
Bursa Üslûbu Türbeler ve Tezyînât Programı
Türkler, anayurtları olan Orta Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar geniş ölçüde Çin, İran ve Müslüman olduktan sonra Arap kültürleriyle yakın temas halinde olmuş, Anadolu'ya yerleştikten sonra da Hitit, Frig, Asur, Urartu, Rum, Ermeni, Bizans ve Helenistik çevrelerin kültürleriyle tanışmışlardır. Bu süreç esnasında kendi zengin sanat dağarcıklara yeni anlayış ve yorumları da ekleyerek, yaşamış oldukları muhitin kültür zenginliklerinden faydalanmayı bilmişlerdir.
Türk sanatının geçirmiş olduğu tekâmül safhalarının en önemli basamağını, Osmanlıların kuruluş devri Bursa eserleri teşkil etmektedir. Bursa, coğrafi konumu bakımdan Doğu ve Batı arasında önemli bir pazar yeri olmasının yanı sıra, Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a geçişin yaşandığı bir zamanda, cihan devleti olma yolunda kararlı adımlarla ilerleyen Osmanlı Beyliği'nin pâyitahtıdır. Klâsik Osmanlı sanatını hazırlayan tohumlar, burada serpilerek neşvünema bulmuştur.
Osmanlılar birçok hususta olduğu gibi, mezar yapı ve bezemeleri alanında da selefleri olan Selçuklulardan farklı bir yol izleyerek, kendilerine has bir tarz ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu gayretin ilk teşebbüslerini, kuruluş yıllarında gerçekleştiren Osmanlılar, Bursa döneminde verilen eserlerle, serdaplı (mezar odalı-kriptalı), müdevver gövdeli ve külahlı Selçuklu tarzı mezar yapılarından (künbed) vazgeçerek, kubbeyle örtülü, serdapsız, kübik veya mudalla (çok kanarlı) gövdeli yapı tarzı olan türbeyi geliştirmişlerdir. Bazı Kuruluş Devri Osmanlı türbelerinde, mumyalık katı bulunmakla beraber, Sultan II. Murad'ın vasiyetnamesinden sonra bundan kararlı bir şekilde vazgeçilmiştir.1 Osmanlı mezar yapılarında, külahlı (konik veya piramidal) çatı yerine, kubbeyle örtü sistemi benimsenmiştir. Bununla birlikte bazen çok kenarlı türbelerde, kenarların kırılarak tepe noktasında birleşmesinden müteşekkil ehrâmî (piramidal) örtü sistemine rastlamak mümkündür.
Pencerelerin sayısı artırılarak veya pencere açıklıkları genişletilerek, iç mekan aydınlatılmış ve bu vesile ile dış cephelerdeki tezyînât, yapının içine de taşınmıştır. Mezar yapılarında gerçekleştirilen bünyevî değişiklik, yapının elbisesi sayılan tezyînâta da tabiî olarak aksetmiştir.
Selçuklu tipi mezar mîmârîsinden Osmanlı tarzı türbe mîmârîsine geçişin idrak edildiği ilk eserler, XIV. asırda bina edilmiş İznik ve Bursa yapılarıdır. İran ve Anadolu'daki Selçuklu türbeleri, pek azı müstesna, karanlık birer hücreden ibaret olduğundan bunların tezyînâtı, tuğla örgü teknikleri, mozaik çini kaplamaları veya taş kabartmalarla şekillenerek yapı dışında, çoğunlukla da taçkapılarda görülmektedir.
Bizans yapılarında görülen bazı hususiyetler, mahdut olarak Kuruluş Devri Osmanlı türbelerine de sirayet etmiştir. Yapı hacmine nispetle duvarların kalın oluşu, bordür, rozet ve benzeri düzenlemelerle, örgü sisteminde tezyînî güzelliklerin aranması, bu husûsiyetlerden bazılarıdır. Fakat Osmanlılar, Bizanslılarda olduğu gibi tamamen tuğladan yapı inşa etmemişlerdir. Buna karşılık taş ve tuğla ile münâvebeli (almaşık) olarak inşa edilmiş binalar, Osmanlıların kuruluş devri için bir üslûp olma özelliği taşımaktadır.
Kuruluş Devri Osmanlı türbe tezyînâtında kullanılan motiflerin hiçbirinde, doğrudan doğruya Türk-İslâm çevrelerinin dışından gelen bir tesire rastlamak mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bölgelerde, yerleşik sanatın malzeme ve tekniğinden, gerektiği hallerde istifade edilmiştir.
Kuruluş Devri Osmanlı türbelerinde, çardak düzenli etrafı açık türbe plan şemaları uygulandığı gibi kare planlı, altı veya sekiz kenarlı kapalı planlar da uygulanmıştır. Sultan II. Murad Türbesi'nde (1451) görülen, kubbe sıkletinin sütunlar üzerine bindirildiği merkezî kubbeli plan şeması, klasik Osmanlı türbe mimarîsine önemli derecede tesir etmiştir. Bu plan şeması, Mimar Sinan tarafından işlenerek Kanûnî Sultan Süleyman ve Sultan II. Selim türbelerinde kemâle erdirilmiştir. Kuruluş Devri mezar yapıları, birçok mîmârî yeniliğe sahne olması dolayısıyla farklı plan özellikleri gösterdiğinden, bu devre ait türbelerde belli başlı kaidelere oturmuş tezyînât programından söz etmek biraz zordur. Meselâ, Çelebi Mehmed Türbesin'de (Yeşil Türbe 1421) uygulanan tezyînât programını Sultan II. Murad Türbesi'nde, Sultan II. Murad Türbesi'ndekini ise Devlet Hâtun Türbesi'nde (1449) görmek mümkün değildir.2 Bu yüzden her yapı, plan tipine göre farklı tezyînât programıyla ortaya çıkmaktadır.
Kuruluş Devri türbe mîmârîsi tezyînâtında görülen tekâmülün diğer önemli bir veçhesini yapı malzeme ve teknikleri oluşturmaktadır. İnşa malzemesi olarak taş ve tuğlanın münâvebeli şekilde kullanılması ve mahallî sanat zevklerinin de katkısıyla, mîmârî cephelerde değişik etkiler yaratan tezyîn imkânları aranmıştır. Cephelerde sırlı tuğlanın kullanımı bu etkiyi bir kat daha artırmıştır.
Bursa Üslûbu Türbeler ve Tezyînât Programı
Türkler, anayurtları olan Orta Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar geniş ölçüde Çin, İran ve Müslüman olduktan sonra Arap kültürleriyle yakın temas halinde olmuş, Anadolu'ya yerleştikten sonra da Hitit, Frig, Asur, Urartu, Rum, Ermeni, Bizans ve Helenistik çevrelerin kültürleriyle tanışmışlardır. Bu süreç esnasında kendi zengin sanat dağarcıklara yeni anlayış ve yorumları da ekleyerek, yaşamış oldukları muhitin kültür zenginliklerinden faydalanmayı bilmişlerdir.
Türk sanatının geçirmiş olduğu tekâmül safhalarının en önemli basamağını, Osmanlıların kuruluş devri Bursa eserleri teşkil etmektedir. Bursa, coğrafi konumu bakımdan Doğu ve Batı arasında önemli bir pazar yeri olmasının yanı sıra, Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a geçişin yaşandığı bir zamanda, cihan devleti olma yolunda kararlı adımlarla ilerleyen Osmanlı Beyliği'nin pâyitahtıdır. Klâsik Osmanlı sanatını hazırlayan tohumlar, burada serpilerek neşvünema bulmuştur.
Osmanlılar birçok hususta olduğu gibi, mezar yapı ve bezemeleri alanında da selefleri olan Selçuklulardan farklı bir yol izleyerek, kendilerine has bir tarz ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu gayretin ilk teşebbüslerini, kuruluş yıllarında gerçekleştiren Osmanlılar, Bursa döneminde verilen eserlerle, serdaplı (mezar odalı-kriptalı), müdevver gövdeli ve külahlı Selçuklu tarzı mezar yapılarından (künbed) vazgeçerek, kubbeyle örtülü, serdapsız, kübik veya mudalla (çok kanarlı) gövdeli yapı tarzı olan türbeyi geliştirmişlerdir. Bazı Kuruluş Devri Osmanlı türbelerinde, mumyalık katı bulunmakla beraber, Sultan II. Murad'ın vasiyetnamesinden sonra bundan kararlı bir şekilde vazgeçilmiştir.1 Osmanlı mezar yapılarında, külahlı (konik veya piramidal) çatı yerine, kubbeyle örtü sistemi benimsenmiştir. Bununla birlikte bazen çok kenarlı türbelerde, kenarların kırılarak tepe noktasında birleşmesinden müteşekkil ehrâmî (piramidal) örtü sistemine rastlamak mümkündür.
Pencerelerin sayısı artırılarak veya pencere açıklıkları genişletilerek, iç mekan aydınlatılmış ve bu vesile ile dış cephelerdeki tezyînât, yapının içine de taşınmıştır. Mezar yapılarında gerçekleştirilen bünyevî değişiklik, yapının elbisesi sayılan tezyînâta da tabiî olarak aksetmiştir.
Selçuklu tipi mezar mîmârîsinden Osmanlı tarzı türbe mîmârîsine geçişin idrak edildiği ilk eserler, XIV. asırda bina edilmiş İznik ve Bursa yapılarıdır. İran ve Anadolu'daki Selçuklu türbeleri, pek azı müstesna, karanlık birer hücreden ibaret olduğundan bunların tezyînâtı, tuğla örgü teknikleri, mozaik çini kaplamaları veya taş kabartmalarla şekillenerek yapı dışında, çoğunlukla da taçkapılarda görülmektedir.
Bizans yapılarında görülen bazı hususiyetler, mahdut olarak Kuruluş Devri Osmanlı türbelerine de sirayet etmiştir. Yapı hacmine nispetle duvarların kalın oluşu, bordür, rozet ve benzeri düzenlemelerle, örgü sisteminde tezyînî güzelliklerin aranması, bu husûsiyetlerden bazılarıdır. Fakat Osmanlılar, Bizanslılarda olduğu gibi tamamen tuğladan yapı inşa etmemişlerdir. Buna karşılık taş ve tuğla ile münâvebeli (almaşık) olarak inşa edilmiş binalar, Osmanlıların kuruluş devri için bir üslûp olma özelliği taşımaktadır.
Kuruluş Devri Osmanlı türbe tezyînâtında kullanılan motiflerin hiçbirinde, doğrudan doğruya Türk-İslâm çevrelerinin dışından gelen bir tesire rastlamak mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bölgelerde, yerleşik sanatın malzeme ve tekniğinden, gerektiği hallerde istifade edilmiştir.
Kuruluş Devri Osmanlı türbelerinde, çardak düzenli etrafı açık türbe plan şemaları uygulandığı gibi kare planlı, altı veya sekiz kenarlı kapalı planlar da uygulanmıştır. Sultan II. Murad Türbesi'nde (1451) görülen, kubbe sıkletinin sütunlar üzerine bindirildiği merkezî kubbeli plan şeması, klasik Osmanlı türbe mimarîsine önemli derecede tesir etmiştir. Bu plan şeması, Mimar Sinan tarafından işlenerek Kanûnî Sultan Süleyman ve Sultan II. Selim türbelerinde kemâle erdirilmiştir. Kuruluş Devri mezar yapıları, birçok mîmârî yeniliğe sahne olması dolayısıyla farklı plan özellikleri gösterdiğinden, bu devre ait türbelerde belli başlı kaidelere oturmuş tezyînât programından söz etmek biraz zordur. Meselâ, Çelebi Mehmed Türbesin'de (Yeşil Türbe 1421) uygulanan tezyînât programını Sultan II. Murad Türbesi'nde, Sultan II. Murad Türbesi'ndekini ise Devlet Hâtun Türbesi'nde (1449) görmek mümkün değildir.2 Bu yüzden her yapı, plan tipine göre farklı tezyînât programıyla ortaya çıkmaktadır.
Kuruluş Devri türbe mîmârîsi tezyînâtında görülen tekâmülün diğer önemli bir veçhesini yapı malzeme ve teknikleri oluşturmaktadır. İnşa malzemesi olarak taş ve tuğlanın münâvebeli şekilde kullanılması ve mahallî sanat zevklerinin de katkısıyla, mîmârî cephelerde değişik etkiler yaratan tezyîn imkânları aranmıştır. Cephelerde sırlı tuğlanın kullanımı bu etkiyi bir kat daha artırmıştır.