Osmanlı Medeniyetinde Muhteşem Bir Payitaht ve Bir Kültür Şehri Olarak Edirne / Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Canım
Dünya üzerinde bazı şehirler vardır ki onlar kendi iç dinamiklerinden gelen bir albeniye sahiptirler. Deyim yerindeyse ruhlarındaki çekicilikle tarihin aynasından görüntüleri hiç mi hiç eksilmez. Edirne şehri de bunlardan biridir. Tarihin takvimini çağ tomarları olarak çevirdiğimizde milâdî 1360'lı yıllarda durursak Edirne'de Osmanlı adının başlangıcını da buluruz. Edirne, Osmanlı asırlarında Anadolu ve Rumeli medeniyeti arasındaki köprüde yerinden oynatılamayacak bir kilit taşıdır.
Aynı ana babadan doğmuş kardeşler vardır. Ama çoğu defa, kimi sarışındır, kimi esmer; kimi narindir, kimi hoyrat; kimi uysaldır, kimi ise dik başlı. Osmanlı da böyle bir yapıya sahipti. Ama Osmanlı, kendine özgü bir kaynaşma ve kaynaştırma metodu sayesinde çeşitli millet ve mezheplerin içerisine dalarak kısa zamanda hâkim unsur oldu ve efendi millet pâyesini kazandı. Böylece ana kavim imtiyazını beş asır elinde tutan Osmanlılar, Rumeli adı verilen coğrafyada da çok özel bir medeniyet çeşnisine vardılar. Sonuçta ortaya Edirneler, Filibeler, Sofyalar, Üsküpler, Saraybosnalar, Priştineler, Prizrenler, Manastırlar, Nişler, Şumnular, Tırnovalar, Selânikler, Varnalar, Vidinler, Mostarlar, Vardarlar, Belgratlar, İşkodralar, Beratlar, Kalkandelenler, Ohriler çıktı.
Trakların en büyük boylarından biri olan Odrisler tarafından kurulduğu sanılan Edirne, çok eski bir yerleşim merkezi olarak zaman içerisinde çeşitli isimler alır. Makedonyalıların burasını Orestlerin bir kolonisi haline getirmesinden sonra şehre Orestia ve şehrin dış mahallelerine de Gonnoi adı verilmiştir. M.S. 4. yüzyılın ortalarından başlayarak Hunların ve özellikle Gotların işgaline uğrayan şehir, zamanla Slav ve Bulgar akınlarından da önemli ölçüde etkilenir. Şehrin imparator Hadrianus tarafından yeniden kurulması sebebiyle de şehre Hadrianopolis denilmiş ve bu ad uzun bir süre kullanılmıştır. Bu ismin Adrianopolis, Adrianople, Adrianopel şekillerini aldığı da görülür. Hadrianopolis 586 tarihinde Avarlar tarafından kuşatılmış, Bizans ve Peçenekler arasındaki savaşlara da sahne olmuştur.
Edirne, I. Murad'ın tahta geçişinin ilk aylarında, l362 yılı Temmuz'unda Osmanlıların eline geçer. Edirne artık bir ordugâhtır, bir taht şehridir ve sedd-i islâmdır. Yine de şehrin fethedildiği tarih konusunda tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. Uzun yıllar Edrinabolu, Edrenos, Edrune, Edrine gibi çeşitli adlar alan şehir, I. Murad'ın İlhanlı hükümdarı Üveys Han'a gönderdiği "Fetihnâme"de, "Edrine" olarak adlandırılmış ve son birkaç yüzyıldır da Edirne olarak tanınmıştır. Diğer taraftan Edirne'nin özellikle Osmanlı nesir edebiyatında Dârü'l-mülk, Dârü'l-feth, Dârü's-Saltana, Dârü'n-Nasr ve Tahtgâh-ı Edrine gibi değişik isimlerle anıldığını görüyoruz.
Rumeli topraklarına Gelibolu'da ayak basan Türk akıncılarının bir çılgın âşık gibi sayıklarcasına koşup kollarını boynuna dolayıverdiği Rumeli, kısa sürede kaftan değiştirmiş, bu nâzenîn vücûda saraylardan, hanlardan, camilerden, medreselerden, imaretlerden süslü elbiseler giydiren Türk zevki, devletin ve halkın ortak gayretleriyle aynı süre içerisinde bu toprakları da bir açık hava müzesi haline getirmişti. Dolayısıyla Edirne'nin Osmanlılar tarafından fethi, Balkanlar ve Avrupa tarihi açısından da bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Edirne, bulunduğu konum itibariyle bir yandan Rumeli fetihleri için bir harekât üssü fonksiyonunu icra ederken, bir yandan da İstanbul'un fetih plânlarının hazırlandığı merkez olur. Bilhassa Yıldırım Bayezid'in ölümünden sonra şehzadeler arasında başlayan mücadelelerde Edirne'nin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Nitekim Emir Süleyman, Ankara mağlubiyetinin ardından hazineyi ve devletin resmî evrakını alarak Edirne'ye gelir. Edirne, artık devletin merkezidir. Ancak çok geçmeden kardeşi Musa Çelebi Edirne'yi kuşatarak şehri ele geçirmeyi başarır ve kendi adına Edirne'de para bastırır. Ondan sonra tahta geçen Çelebi Mehmed de uzun yıllar Edirne'de yaşadıktan sonra bu şehirde vefat eder. Sultan II. Murad ile birlikte şehir önemli gelişmelere sahne olur. Bu şair sultan, bir yandan;
Edrine gerçi güzeller yiridir ey hemdem
Bursada dahî nice dilber-i fettân gördüm
diyerek Bursa'nın bir türlü unutulmadığını, unutulamıyacağını vurgularken, adeta Edirne'nin de inkâr edilemez bir gerçek olduğunu dile getirir.
II. Murad'ın, birbiri ardına kazandığı zaferlerden sonra 1439 yılında, şehzadeleri Mehmed ve Alaeddin Ali için Edirne'de yapılan muhteşem sünnet düğünleri ile başlayan kültürel hareketlilik, devletin Rumeli'ne yönelik askerî ve siyâsî faaliyetleriyle de ayrı bir canlılık kazanır. Edirne'nin kültür hayatı, bir taraftan en tanınmış ilim ve sanat adamlarını, şair, mûsıkîşinas ve hattatları bir araya getirerek, münazaralı, mukayeseli meclislere, hararetli, heyecanlı sanat yarışlarına sahne olurken, bir taraftan da çarşılarında, bedestenlerinde, inciler, mücevherler, kürkler, şallar, canfesler, kemhalar, halılar, kilimler, oklar, yaylar, zırhlar ve daha nice paha biçilmez kıymetli eşyaların satıldığı mekânları ortaya çıkarır. Bu mekanlarda yedi dağın kokusunu getiren ıtırlar, anberler, miskler, sabunlar, gül yağları sergilenir, Venedik ve Cenevizli tüccarlar hergün bu pazarlardan kervanlar dolusu mal kaldırır, şarktan gelen kervanlar dolusu ticaret eşyası ise yine bu şehre indirilirdi. Zaman içerisinde şehirde kurulacak elliden fazla kervansaray ve misafirhane arasında Muradiye, Yıldırım, Mehmediye, Koca Muradiye, Bayezid, Eski Ali Paşa, Selimiye ve Yemişçi Hasan Paşa kervansarayları gibi, ahırları yüzlerce at, yüzlerce deve ve katır alacak kadar geniş elli üç tüccar hanı, yetmiş bekâr hanı, üçyüz kırk vükelâ, vüzera ve âyân sarayı vardı. Ali Paşa Çarşısı, Arasta, Uzun Çarşı gerek sanat ve gerekse ticaret bakımından yeryüzünün en gözde iktisâdî merkezleri arasında idi.
XVI. yüzyıla kadar Edirne, âdeta imparatorluğun şenlik kentidir. Sultan II.Murad'ın padişahlığı dönemindeki en büyük şenlik, Şehzâde Mehmed'in Sitti Hatun ile olan düğünü dolayısıyle l450 yılında Edirne'de yapılır. Hatta geleneksel olarak hâlen Edirne'de yapılmakta olan Türkiye'nin en büyük ve en köklü yağlı güreş organizasyonu "Kırkpınar" güreşlerinin menşeini de bu şenliklere kadar götürmek mümkündür. Sivil ve askerî mimari bakımından dostun da düşmanın da gözlerini kamaştıran, İkinci Sultan Murad zamanında şehir Muradiye Külliyesi, Gazi Mihâl, Şah Melek Paşa, Şehabeddin Paşa, Saruca Paşa ve Mezid Bey külliyeleri gibi daha nice cami ve mescid kazanmıştır. Sultan II. Murad, ömrünün sonuna kadar Edirne'de oturmuş ve yine bu şehirde vefat etmiştir.
Sultan İkinci Murad'ın ardından Şehzade Mehmed de Edirne'ye gelerek burada tahta geçer. İstanbul'un fetih hazırlıkları en ince ayrıntılarına kadar Edirne'de yürütülür. Aklın almadığı, tarihin yazmadığı en ince cenk hesapları burada yapılır. Böylece Edirne, tabir caizse feth-i mübîn rüyasının görüldüğü, fethin anahtarlarının hazırlandığı şehir olur. Madenler burada işletilir, demirler burada eritilip o muhteşem toplar burada döktürülür ve nihayet islâm peygamberinin muştuladığı o "mutlu asker" bu şehirden Kostantıniyye üzerine yürür. l453 yılında İstanbul'un fethedilmesi de sultanlar için Edirne'nin önemini azaltmaz. Sonraki asırlarda Rumeli seferlerinin harekât merkezi yine Edirne olacaktır. Fatih Sultan Mehmed, Edirne'yi hiç unutmaz. l457 yılı ilkbaharında şehzadeleri Bayezid ve Mustafa'nın bir ay devam eden sünnet düğünleri yine Edirne'de eski sarayın bahçelerinde gerçekleştirilir. Fatih, Şehzâde Cem ve Şehzâde Abdullah için l472 yılında, Şehzâde Korkud, Ahmed, Şehinşah, Mahmud, Âlem, Selim ve Oğuz Han için de l480 senesinde yine Edirne'de son derece görkemli sünnet düğünleri yapar.
Bu şenliklerden sonra, IV. Mehmed'in l675 yılında düzenlediği şenliklere kadar Edirne'de hiçbir padişah şenliğine rastlanmaz. Ancak Zağnos Paşalar, Mahmud Paşalar, şehzadeler, hanım sultanlar, vezirler, emirler, seferlerden dönen gaziler, ilim ve sanat, maksat ve gâye adamları, beyler, paşalar, çeşmelerinden, sebillerinden su yerine tarih destanları akan bu şehre ölümsüz yadigârlar bırakırlar.
Bir ara Edirne, Sultan II. Bayezid ile oğlu Şehzade Selim arasında cereyan eden taht mücadelelerine de sahne olur. Bu yıllarda geçici bir süre de olsa Dimetoka'nın başkent olması gündeme gelir. Ancak bu uzun sürmez. I. Selim'in kardeşleriyle olan mücadelelerinden sonra Edirne'ye geldiği ve Venedik elçisini burada kabul ettiği bilinmektedir. Sultan Selim, doğuya yapacağı sefer kararını Edirne'de alması üzerine oğlu Şehzade Süleyman'ı da Rumeli'nin muhafazası için Edirne'ye getirtir.
Esasen XVI. asır, Edirne için her yönden muhteşem eserlerin inşa edildiği altın bir devirdir. Kânûnî'nin saltanatı Edirne'ye Selimiye, Defterdar Yahya Bey, Şeyhi Çelebi camileri gibi islâm mimarisinin en estetik eserleri ile Kânûnî Köprüsü, su yolları, Ali Paşa Çarşısı, Rüstem Paşa Kervansarayı, İki Kapılı Han gibi şaheserleri kazandırır. Öyle bir an olur ki padişah saraylarından başka örneğin Sokollu, üç yüz odalı, divanhaneli, havuz ve şadırvanlı, hamamlı ve içinde cirit meydanı olan sarayını burada kurdurur. Makbul İbrahim Paşalar, Timurtaş Paşalar, Ferruh Paşaların, Rüstem Paşaların, Müeyyed Paşaların, Halil Paşaların, İshak Paşaların, Köprülülerin, yeniçeri ağalarının, Ekmekçizâdelerin sayısız sarayları ve köşkleri, konakları adeta topraktan fışkırırcasına Edirne'nin süsü olurlar.
Bu gelişme bir ara kesintiye uğrarsa da şehrin XVII. asırdan itibaren özellikle Sultan I. Ahmed'le birlikte tekrar canlandığı, eski önemini kazandığı görülür. Aynı şekilde II. Osman ve IV. Murad'ın av eğlenceleri dolayısıyla Edirne'yi mesken edinmeleri, şehri özellikle ilim adamları, şairler ve sanatkârlar açısından tekrar ilgi odağı haline getirir. Sultan IV. Mehmed zamanında ise Edirne, gerçekten yeniden dirilişi yaşar. Şehzadeleri Mustafa ve Ahmed'in sünnet düğünleri ile kızı Hatice Sultan'ın günlerce süren muhteşem evlenme düğünleri de yine Edirne'de yapılır. Zaten eskiden beri bir kültür ve sanat merkezi olan şehir, yabancı elçilerin geliş gidişleri ve özellikle Avusturya ile başlayan savaşlar sebebiyle de siyâsî bir önem kazanır. IV. Mehmed'in padişahlığı sırasında Edirne'de l60 mahalle vardır. Sabunculuk, dokuma boyacılığı, tahtırevan lüks araba yapımı gibi sanatların çok ileri seviyelere ulaştığı bu kentte, l675 yılında 24 medrese, 220 ilkokul, 28 kütüphane, 300 cami ve mescid, 32 hamam, 53 kervansaray, 53 han, 6000 dükkân ve 8 taş köprü vardır. Bu haliyle Edirne, artık bir dünya kentidir ve başta Evliya Çelebi olmak üzere; Lady Monteque, George Keppel, Adolphus Slade, Lamartine, Constantin Jireck, Salomon Scweigger, W.Andreas Von Stainach, Mareşal Helmuth Von Moltke, Wenceslaw Wratislaw, Jonh Wild, Carsten Niebuhr ve Supremes Vissons d'Orient adlı eserin yazarı Pierre Loti gibi seyyahların da gözdesidir. Çok sayıda gezgin, eserlerinde Osmanlı'nın gözbebeği Edirne'den övgüyle sözederler. Bu eski taht merkezinde bir zaman misafir kalmış olan İngiliz sefiresi Lady Monteque, kişisel gözlemlerine dayanarak bize ve batılı dostlarına o devrin toplum hayatından ilginç kesitler sunar. Bu genç gezginin dikkatleri daha ziyade hemcinsleri olan Türk kadınları üzerinde yoğunlaşmış ve o, bir Türk kadınının âiledeki yerini, terbiyesini, güzelliğini, giyim tarzını ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra şu sonuca varmıştır: Hayranlık. Lady Monteque, bu mektuplarında o dönem Edirne'sine hayran olmuştur ve bu Osmanlı şehrini anlata anlata bitiremez. İşte bu ve buna benzer sebeplerle Edirne, kısa sürede azınlıklar için de her bakımdan cazip bir kent konumuna gelir. IV. Mehmed'in l687 yılında tahttan indirilmesi üzerine yerine geçen II. Süleyman da Edirne'de vefat eder. Sultan II. Ahmed de Edirne'de tahta çıkmış ve yine bu şehirde vefat etmiştir. Edirne'yi çok seven Sultan II. Mustafa'nın tahta geçiş törenleri de yine Edirne'de yapılır.
XVIII. asrın ortalarında Edirne'de meydana gelen iki büyük felâket şehri önemli ölçüde hasara uğratır. l745 yılındaki büyük yangın ve l75l yılındaki büyük deprem ise Edirne'yi neredeyse tanınmaz hale getirir. Artık Edirne için kara günler başlamıştır. Ne Muradlar kalmıştır, ne Yıldırımlar. Ne Fatihlerden, ne de Yavuzlardan bir eser vardır artık. Önce, XIX. asrın başlarında, Sultan III. Selim'in yenilik hareketlerine karşı ayaklanmalar görülür. l829 yılında ise ilk defa Rus işgaline maruz kalır. Edirne, yüzyılın ikinci yarısında Rus ve Bulgar işgalleri ile tarihinin en acılı günlerini yaşar. Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşlarının ardından gelen bu işgaller sırasında Edirne harap olur, binlerce insan açlıktan ve hastalıklardan ölür. Bundan yaklaşık 30 yıl sonra Bulgarlar tarafından l9l3'te yeniden işgal edilen Edirne, I. Dünya Savaşı'nın ardından l920 yılında da Yunan işgalini yaşar.
İşte bu savaşlar ve birbiri ardına gelen bu işgaller sonucunda bu eşsiz yurt köşesi, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte günümüze kadar ulaşan bir süreçte yaralarını sarmaya çalışan bir gâzî şehir, bir serhad şehri haline gelir.
Eski bir Osmanlı başkenti olarak Edirne'nin tarih içindeki serüvenine böylece bir göz attıktan sonra, tarihte Edirne'yi Edirne yapan unsurlara tekrar dönelim. Edirne'nin gerçek siyâsî ve kültürel tarihinin Osmanlı-Türk hakimiyeti ile başladığını daha önce belirtmiştik. Zîrâ fetihten önce Edirne, iki üç kilise ile beş on mahallenin yer aldığı Kaleiçi ile çevresinden oluşan küçük bir şehir görünümündedir.
İlk Türk yerleşmesi şehri dört tarafından kuşatan ve l2 kulesi bulunan Kale içerisinde gerçekleşmiş ve şehirdeki en eski Osmanlı eserleri bu bölgede inşa edilmiştir. XVI. yüzyıl başlarında sözkonusu mevkîde l0 Müslüman mahallesi bulunuyordu. Şehrin bir başka yerleşim alanı olan Debbağhâne kesimi, Edirne Kalesi'nin güney taraflarında ve Tunca nehri kenarında yer alıyordu. Edirne'nin batısında, şehre Tunca ve Meriç nehirleri üzerindeki köprülerle bağlanan Karaağaç semti ise esasen yakın zamana kadar şehrin demiryolu istasyonu olarak görev yapmıştır. Bir ilim merkezi haline gelen Dârülhadis Medresesi âlimleri bu civarda yeni mahalleler kurmuşlardı. Şehrin güneydoğusu olarak belirleyebileceğimiz bu bölgedeki bir başka semt ise, bugün harap bir halde bulunan Kasımpaşa ve Süleymaniye camileri çevresinde gelişen Kirişhâne semti idi. II. Murad devrinde Vezir Saruca Paşa'nın hanımı Gülçiçek Hatun tarafından cami ve medrese yaptırıldıktan sonra iskâna açıldığı anlaşılan bu bölge Mezid Bey Külliyesi, Ali Kuşçu Mescidi ve diğer yapıların inşâsı ile kısa zamanda büyümüş ve burada Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi, Yavuz Sultan Selim'in Kazaskerlerinden Mîrim Çelebi, Vizeli Çelebi ve XVI. asrın büyük divan şairi Vardarlı Hayâlî Bey gibi tanınmış sîmâlar adına mahalleler kurulmuştur. Özellikle bu bölge, zaman içerisinde Tunca sahili boyunca uzanan bahçeleriyle şehrin en güzel semti haline gelir. Edirne'nin bu güzel devirlerinde Tunca ve Meriç sahillerinde sultan, vezir ve kazaskerlere mahsus nice yaldızlı saltanat kayıkları dolaşmış, kıyıları süsleyen sarayların, köşklerin ve gül bahçelerinin mermer rıhtımlarına, ipeklere, elmaslara bürünmüş güzeller gurur ve nazla ayak atmışlar.
Kaynaklar, eski şehir yapısına uygun olarak Edirne'de dokuz kapının varlığından sözederler. Topkapı, Kulekapı, Kafeskapı, Keçeciler Kapısı, Tavukkapı, Manyaskapı, Ortakapı, İğneciler Kapısı ve Tekkapı zamanla isim değişikliğine uğrasa da bilinen en önemli şehir kapılarıdır. Edirne Kalesi'nin İstanbul Yolu adıyla bilinen kapısından doğuya doğru uzanan ve Ayşe Kadın olarak adlandırılan semtte Ayşe Kadın, Şarabdar Hamza Bey ve Kadı Bedreddin Mahalleleri, Sitti Sultan Camii ve Sarayı yer alıyordu. Şehrin bir başka semti Kıyık-Buçuktepe'dir. Muradiye, Küçükpazar, Tekkekapı, Saraçhane semtleri ise Edirne'nin kuzey kesimlerinde yer alırken, Gazi Mihal, Eski İmaret, Yeni İmaret ve Yıldırım da şehrin batısında bulunan mahalle grubunu oluşturuyordu. Edirne'de bütün bu iskân yerlerinde XVI. asrın başlarında l44 Müslüman, l9 Hıristiyan ve 8 Yahudi mahallesi vardı. Eski Edirne'nin bugünküne nisbetle etrafı bağlar ve bahçelerle çevrilmiş bulunuyordu.
Günümüzdeki adıyla Hıdırbaba, eski adıyla Hıdırlık adı verilen mevkî de şehrin en güzel yerleri arasında idi. Aynı şekilde bugünkü Kıyık semti de bağlıklardan ibaretti. Yazma Cihannümâ, Edirne'de sadece Meriç nehri kenarında 450 bahçe bulunduğunu, bunların dolaplı çarklarla sulandığını kaydeder. Bir Osmanlı şehri olarak Edirne'nin sözkonusu bahçelerinden devşirilen gülü ve buna bağlı olarak gül yağı da çok meşhurdu. Etrafı bahçelerle çevrilmiş bu güzel şehrin sokakları da kuşkusuz şehircilik açısından insana yaşama kolaylığı sağlayan, oraya bakanlara, üzerinde yürüyenlere ferahlık veren estetik mekânlar idi. Edirne, sadece bahçe ve çiçek kültürü ile değil; meyvelerden ayvası, sebzelerden kabağı, beyaz tahinden yapılan Edirne helvası ve deva-i misk denilen özel tatlısı, bâdem ezmesi, çeşit çeşit meyve sabunlarıyla eski şehir kültürümüzü yaşatan önemli merkezlerden biri olarak dikkati çeker.
Bu asırlarda, âdeta İstanbul'un çiçek bahçesi sayılan Edirne'de yaşayan sanatçıların bu çevreden etkilenmeleri de son derece tabiî bir hadisedir. Dolayısıyla, Türk süsleme sanatlarında, doğal görünümlü çiçekler kullanılarak oluşturulan kompozisyonların en güzel örneklerinin Edirneli sanatçılar tarafından yapılmasına da zemin hazırlanmıştır. Bu türden süslemelerin başında, l6. ve l7. asırlarda özellikle ve öncelikle Edirne'deki mezar taşlarında örneklerine yaygın olarak rastlanan vazolu ve vazosuz çiçek buketleri gelir. Bu buketlerdeki çiçek örnekleri arasında en çok haşhaş çiçeği, gül, karanfil ve sünbül motiflerinin kullanılmış olması dikkat çekicidir. Edirne çiçekçiliğinin Türk süslemeciliğindeki etkileri, Edirne'de gelişen ve "Edirne işi", "Edirnekârî" gibi adlarla anılan ahşap, mermer süslemeciliği ile Edirnekârî laklı cilt süslemeciliğinde de görülmüştür. Esasen Edirnekârî, tahta üzerine boya ile yapılan süsleme işine verilen addır. En büyük özelliği, kullanılan boyaların bozulmaması, süslemelerde doğal çiçek, yaprak ve meyve motiflerinin kullanılmasıdır.
Özellikle deri ciltlerde kullanılan Edirnekârî süsleme, l8. yüzyılda kitap sanatlarında motif ve kompozisyon olarak yaygın biçimde yer alır. Özellikle l8. asırda da "Türk Kırmızısı" veya "Edirne Kırmızısı" adıyla tanınan ve bir el sanatı olan boyamacılıkta büyük şöhret sağlar Edirne. Muhtemelen XVI. asırda Bursa'dan Edirne'ye getirilen ve sonraları Edirne'den şöhreti bütün Osmanlı ülkesini tutan, hatta ülke sınırlarını aşan bu kök boya işlemeciliği Edirne ismini de bütün dünyaya duyurur. Sadece bu boya ile boyanmak için ülkenin ve dünyanın çeşitli yerlerinden kervanlarla Edirne'ye iplik getirilir ve götürülürdü.
Edirne, asıl gelişmesini Türklerin eline geçtikten sonra göstermiş ve şehir kısa süre içerisinde, İstanbul, Bursa, Bağdad gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun belli başlı idare, bilim ve kültür merkezleri arasına girmiştir. Müteakip asırlar boyunca Rumeli fetihlerinde birinci derecede rol oynayacak olan Edirne'nin Türkleştirilmesi çalışmaları da ilginç olduğu kadar önemlidir. Çünkü genelde Rumelinin ve bilhassa Trakya'nın fethinden sonra bölgenin Türkleştirilmesi yolunda bilhassa Edirne'de başlatılan faaliyetler çekirdek olma karakteri kazanır. Özellikle yapılan iskan çalışmaları, zamanla Osmanlı Devleti'nin yerleşim politikalarına örnek teşkil etmiştir. Edirne'nin fethi sırasında I. Murad tahtta bulunduğu halde, şehrin kuşatılması ve fethi Lala Şahin Paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. Şehirde yeni kurulan Türk mahallelerinin Yeniimaret, Yıldırım, Muradiye, Sultan Selim gibi adlar taşımaları, Osmanlı padişahlarının bu alandaki önderliğini gösterdiği gibi, Malkoç Bey, Sofu Bayezid, Yakup Paşa, Şah Melek, Hacı İvaz Paşa, Umur Bey, Zağanos Subaşı, Beylerbeyi Sinan Bey, Fahreddin Acemî, Veliyüddin, Hasan Paşa, Ali Kuşçu, Lârî Çelebi, Şeyh Şücâ, Sefer Şah, Hoca Sinan ve Müeyyed-zâde gibi, Osmanlı'nın ilk komutanları, akıncıları, bilim adamları ve şeyhleri Edirne'nin birer mahallesini kurmakla şehrin Türkleşmesinde öncülük etmişlerdir. Yine bunların yanında Devlet Şah Hatun, Alem Şah Hatun, Selçuk Hatun, Dâye Hatun, Sitti Hatun, Bülbül Hatun ve Firuz Paşa, Sarıca Paşa, İbrahim Paşa eşleri gibi kadınlar, Çakır Ağa, Arif Ağa, Mahmud Ağa, Sinan Bey, Fındık Fakih, Sevindik Fakih, Şeyh Alaeddin, Şeyh Mesud, Şeyh Salih, Baba Haydar, Bedreddin Baba gibi ağalar, beyler ve ulular da Edirne'nin bir Osmanlı şehri olarak kuruluşunda yer almış şahsiyetlerdir.
Bursa'dan sonra Osmanlı Devleti'ne uzun bir süre başkentlik eden Edirne bu süre içinde, sarayları ve kasırları, medreseleri, tekke ve zaviyeleri, türbeleri, camileri, hanları, hamam ve kervansarayları, bedesten ve kapalı çarşıları, çeşmeleri, sebilleri, Meriç ve Tunca nehirleri üzerindeki meşhur köprüleri ile bilim, fikir, kültür ve sanat hayatının da merkezi haline gelir. Edirne'nin bu şekilde bir bilim, kültür ve sanat merkezi oluşunun sebeplerinin başında, hiç kuşkusuz zamanın en güçlü ve en zengin devletleri arasında ve hatta başında bulunan Osmanlı'ya başkent olması, hükümdarların bizzat bilim, kültür ve sanat faaliyetlerine öncülük etmesi gelir.
Bunun içindir ki Edirne, çeşitli Türk ve İslâm beldelerinden ve dünyanın muhtelif kültür merkezlerinden kalkıp gelen çok sayıda bilim ve sanat adamının yerleşim alanı olur. Herşeyden önce Edirne'de yapılan çalışmalarla Türk yazı dilinin doğmuş olması ve güçlenmesi olayı son derece önemlidir. Aynı şekilde Osmanlı Türkçesinin gelişmesinde de bir kültür şehri olarak Edirne'nin etkin fonksiyonu vardır. Özellikle II. Murad ve II. Bayezid gibi hükümdarların bu sahada öncülük etmeleri, Türkçe yazan bilim fikir ve sanat adamlarını devlet bütçesinden ayırdığı ödeneklerle desteklemeleri, onları himaye etmeleriyle kısa zamanda Türkçe, bir bilim ve edebiyat dili olma özelliğini kazanmıştır. Edirne'de başlatılan bu çalışmalar, bilhassa XV. ve XVI. yüzyıl başlarında şiir ve bilim tarihimizde pek çok ismin kendini göstermesiyle dikkati çekecek bir gelişme ortaya koyar.
Bir zamanlar Edirne'de Ahmet Paşaları, Sinan Paşaları, Hayalîleri, Abdurrahman Hıbrîleri, Neşâtî Dedeleri, Kemâlpaşazâdeleri, Ahmed Bâdî Efendileri, Yahya Sofîleri ve Yesârizâde gibi sayısız şair, âlim ve sanatkârı yetiştiren Edirne medreseleri vardı. İşte kısa sürede Osmanlı-Türk kültüründe önemli bilim merkezlerinden biri haline gelen Edirne'de, zaman içerisinde 40'tan fazla medrese kurulur. Evliya Çelebi, meşhur Seyahatnâme'sinde şehirde mevcut l2 kadar medresenin adını verirken, Rıyâz-ı Belde-i Edirne adlı eserin müellifi Ahmed Bâdî Efendi bu rakamı 46'ya kadar çıkarır.