Keşfet

Osmanlı Eğitim, Kültür ve Sanat Hayatında Hadis / Doç. Dr. Mehmet Emin Özafşar

Linux

Yaşlı Kurt
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,707
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Konum
istanbul
Osmanlı Eğitim, Kültür ve Sanat Hayatında Hadis / Doç. Dr. Mehmet Emin Özafşar


Hadis, İslam kültür tarihinin en zengin alanlarından birisidir ve hicri birinci asırda bilim olma yoluna girmiş; sırasıyla hıfz, kitabet, tedvin ve tasnif evrelerinde klasik hadis edebiyatının hemen her türden örneklerini vermiştir Eğer hadis tarihi, oluşum, gelişim, açılım, daralma ve dönüşüm dönemi şeklinde bir periyodlamaya tabi tutulacak olursa, Osmanlı devrine "daralma" dönemi denk düşer.1 A ncak buradaki "daralma" tabiri, görece bir kavramdır ve daha önceki devirlerde ortaya konulan mesai ve edebi türlerin çeşitliliğine nispetle bir duraklamayı/dinginleşmeyi ifade eder. Zira "oluşum" ve "gelişim" dönemlerinde temel hadis kaynakları hemen bütün türleriyle meydana getirilmiş; "açılım" döneminde büyük şerhler, hadis metodolojisinin klasik örnekleri, biyografi eserleri, vb.'leri yazılmıştır. Bu süre zarfında hadis etrafında çeşitli fikir akımları ve ekoller şekillenmiş, kurumlar kurulmuştur. Osmanlı'nın siyasal varlığını kazanmaya çalıştığı sıralarda, İslam kültürünün geçmiş birikiminden beslenen Mısır ve Suriye'de, hadis ilminin büyük simaları, ürünlerini veriyordu. Sekizinci asrın hadis hafızları Birzâlî (ö. 1338), Mizzî (ö. 1341) ve talebesi Zehebi (ö. 1347) vefat ettiğinde, Osmanlı'nın üzerinden yarım yüzyıl geçmişti ve Orhan Gazi (1324-1362) devletin teşkilatlanması ve ülkenin sınırlarının genişletilmesiyle meşguldü. Her ne kadar bu arada ilk Osmanlı Medresesi İznik'te açılmışsa da (M. 1331), medrese sistemi içerisinde hadisin yerini alması için en az bir yarım yüzyıl daha geçmesi gerekecekti.2 Zehebi'den bir asır sonra, yaşadığı çağa ve sonrasına damgasını vuran İbn Hacer el-Askalâni (ö. 1448) vefat ettiğinde, Osmanlı eğitim sisteminde hayati rolü oynayacak "Daru'l-hadis medresesi" kurulalı, çok kısa bir zaman olmuştu. İbn Hacer'in çağdaşı Bedreddin el-Ayni (ö. 1451) Anadolu'da değil, Mısır'da yetişmişti.3 Mamafih Osmanlı siyasal ve kültürel gelişmesine paralel olarak eğitim kurumlarında da atılım göstermiş ve hadis eğitim kurumları bakımından İslam tarihinin en sistemli ve en fazla hadis okulunu açmıştır.4 Öyle ki yüzlerle ifade edilen bu müesseseler, sadece Arap yarımadası, Irak, Suriye, Mısır ve Anadolu'yla sınırlı kalmamış, Yunanistan dahil, Balkanlar'da Bosna-Hersek'e kadar yayılmıştır.5 Osmanlı, egemen olduğu hemen her yere bir Hadis okulu açmıştır. Pek çok Daru'l-hadis medresesi, hükümdar, şeyhu'l-islam, vezir ve paşalar tarafından tesis edilmiştir6 hadisin kurumsal yükselişi, hiç şüphesiz Osmanlı'nın elinde gerçekleşmiştir.

Osmanlı dönemi hadisi, etraflı bir biçimde henüz incelenebilmiş değildir. Şimdiye kadar yapılan bazı çalışmalar ya eğitim kurumu olarak Daru'l-hadisler üzerine odaklanmış ya da belli dönem yahut şahıslarla sınırlı kalmıştır.7 Bu medreselerdeki eğitim programları ise Süleymaniye ve benzeri medreselerin vakfiyelerine dayanılarak ele alınmıştır.8 Ancak Osmanlı hadisçiliğinin kendine özgü yapısı, akademik tetkiklere henüz konu olabilmiş değildir. Bunun en açık göstergesi, İlahiyat fakültelerinin Hadis kürsülerinde "Osmanlı Hadisçiliği" veya "Osmanlı Hadisçileri" diye bir dersin bulunmamasıdır.

Bu yazıda, Osmanlı dönemi hadisi bir tek yönden ele alınmayıp, hadisin Osmanlı eğitim, kültür ve sanatındaki yerine projeksiyon tutulmaya çalışılacaktır. Eğitim sahasında hadis ele alınırken hadis faaliyetinin siyasal erkle ilişkisine; sultanların duygusal yönlerine; hadis geleneğinin Anadolu'ya hangi kaynaklarla girdiğine; dönemin seçkin hadisçilerine ve yeri geldikçe bu sahada verdikleri eserlere temas edilecektir. Resmi ve sivil eğitimde Anadolu hadis geleneğinin kaynakları izlenirken, örnek olarak Osmanlı hadisçiliğinin son temsilcilerinden olan Zahid Kevseri'nin (1879-1952) icâzet belgesi esas alınacaktır.9 Kültür alanında hadisin yansımaları, daha çok popüler kültürü şekillendiren ve halka yönelik el kitapları sayılabilecek eserler üzerinden incelenecektir. Osmanlı sanatında hadis ise, yalnızca, dekoratif sanatların bir dalı olan hat sanatında, hangi hadislerin ve ne tür temaların öne çıkarıldığıyla sınırlı kalınarak değerlendirilecektir.

I. Resmi ve Sivil Eğitim

Osmanlı döneminde Anadolu'da hadis, eğitim kurumlarında yerini "Daru'l-hadis"lerin kurulmasıyla alır. İlk Osmanlı Daru'l-hadisinin I. Murad Devri'nde (1360-1389) İznik'te Çandarlı Hayreddin Paşa (ö. 1387) tarafından yaptırıldığı kabul edilir. 10 Bu, İslam dünyasında bilinen en eski Daru'l-hadis'ten yaklaşık ikibuçuk asır sonraya rastlar.11 Anadolu'da inşa edilen ilk Daru'l-hadis'ten ise takriben bir asır sonradır.12 Bu asrın parmakla gösterilen siması İbn Melek, İzzeddin Abdullatif'tir (ö. 1394). İslami ilimlerin her alanında otorite olmuş, Tire'de müderrislik yapmıştır. Osmanlı medreselerinin hadis sahasındaki baş yapıtlarından olan Sâğânî'nin (ö. 1253) Meşarıku'l-envâr'ı üzerine yazılmış Mebârikü'l-ezhar' onundur. 13

Osmanlı Daru'l-hadislerinin en önemlilerinden biri, II. Murat'ın yaptırdığı Edirne Daru'l-hadisi'dir (1435).14 Osmanlı ilim hayatı, onun Devri'nde (1421-1451) büyük bir ilerleme göstermiştir; Arabistan, Türkistan ve Kırım'dan birçok değerli alim getirilmiştir. Aralarında Gürani, Tûsi, Semerkandi ve benzeri şahsiyetlerin bulunduğu bu alimler heyetinde Osmanlı'da ilk resmi hadis hocası sayılabilecek olan Fahreddin Acemi (ö. 1460-1) de vardır. Çoğu Cürcâni (ö. 1413) ve Taftazâni'nin (ö. 1388) talebeleridir.15 Fatih'in hem hocası hem de Şeyhul İslamı Gürani'nin (ö. 1487) el-Kevseru'l-câri (ala/fi) ila riyazi'l-buhari16 adlı Buhari şerhinin bulunması, eğitim kurumlarına paralel olarak temel hadis kaynakları üzerine çalışmalar yapıldığını da gösterir.17 Gürani'nin Mısır'daki hadis birikimini Anadolu'ya taşıyanlardan biri olduğu söylenebilir. Zira kendisi 1431 civarında Kahire'ye gelmiş ve İbn Hacer'den Buhari'nin es-Sahih'i ile Iraki'nin Şerh-u elfiye'sini okumuştur. Gerek İbn Hacer ve gerekse diğer meşhur hadisçilerin derslerine uzun müddet katılmış; bu çerçevede Zerkeşi'den (ö. 1442) Müslim'in es-Sahih'ini okumuştur.18 Zerkeşi bir Hanbeli alimi olup, Devri'nde Müslim'in kitabını, ravisi Beyâni'den aktaran son şahıstır.19 Gürani, Mısır'da bulunduğu sırada, Sultanı'nın huzurunda icra edilen Buhari derslerine katılmış ve devlet ricali ile yakınlık kurmuştur. Tarihçi Makrizi (ö. 1441) kendisinden Müslim ve benzeri eserleri okumuştur. Gürani, Fatih Devri'nde İstanbul'da kendi adına bir de Daru'l-hadis yaptırmıştır.20

Fatih Devri'nde açılan medreselere ilaveten, II. Bayezid Dönemi'nde (1481-1512) Amasya'da kurulan Abdullah Paşa Daru'l-hadisi (M. 1485) Kanuni Devri'nde inşa edilen Süleymaniye Daru'l-hadisine (M. 1557) kadar dikkat çeken önemli kurumlardandır.21 Daru'l-hadisler inşa edildikleri Devri'n sultanlarının kişilikleri hakkında da imalar taşır. Mesela zamanında Amasya Darul'hadisi yanında daha pek çok medresenin kurulduğu II. Bayezid, alim ve şair bir zat olarak anılır.22 İstanbul, onun zamanından itibaren İslam aleminin ilim merkezi olmuş ve bu şerefi uzun müddet korumuştur.23 1503-1511 yılları arasında muhtelif kimselere verilen ihsan ve hediyeleri ihtiva eden bir İn'amât Defteri'nde birçok şair, sanatkar, alim ve meşâyihin ismine rastlanması, onun ilim ve kültüre verdiği değeri açıkça ortaya koyar.24 Galatasaray mektebi için 86.000 akçe sarf ettiği aktarılır.25 Her sene Molla Câmi'ye 1000 filuri gönderirmiş.26 Molla Câmi (ö. 1492), Horasan'da dünyaya gelmiş İranlı büyük alim ve şairdir; Sultan Hüseyin Baykara'nın Herat'ta adına yaptırdığı medresede Arap dili ve edebiyatı, hadis ve tefsir dersleri okutmuştur. Çihl Hadis-Hadis-i Erbain diye anılan risalesi, kırk hadisin Farsça manzum tercümesinden ibarettir.27 Kendisi de orta halli bir şair olan ve "Adli" mahlasıyla şiirleri bulunan Bayezid II'nin hattatlıkta da mahareti vardır.28

Bayezid Dönemi'nde Hadis alanındaki hizmetlerin canlı tanığı, pek çok medresenin yanında Edirne Daru'l-hadisinde de müderrislik yapan; ayrıca önce İstanbul Kadılığı (M. 1516), daha sonra Anadolu Kazaskerliği (M. 1520) ve Mısır kadılığı görevlerini de üstlenen Seydi Çelebi'dir (ö. 1525). Bayezid II Dönemi'nde kaleme aldığı ve "Müstahrec mine'l-buhari" başlıklı siyaset temalı hadis kitabını Sultana ithaf etmiş ve eserin girişinde onun Devri'nde hadise ilginin çoğaldığına dikkat çekmiştir.29 Bu Devri'n mühim simalarından birisi de Molla Lütfi'dir (ö. 1495); Sinan Paşa'nın elinde yetişmiş; II. Bayezid Devri'nde Hazine-i Âmire'de hâfız-ı kütüp olmuştur. Daha sonra değişik medreselerde görev yapmıştır. Çeşitli görüşleri dolayısıyla koğuşturma geçirmiş ve infaz edilmiştir. Pek çok eseri arasında hadisle ilgili olanı Talika ale'l-camii's-sahih'tir.30

Yavuz Selim (1512-1520) Dönemi'nde Mısır'ın Osmanlı yönetimine katılması, sadece siyasal bir açılım değil, aynı zamanda bilimsel, kültürel ve sanatsal bir kazanım da olmuştur. Yavuz, İstanbul'a dönüşünde beraberinde çok sayıda alim ve sanatkarı da getirmiştir. Ceberti'nin nakline göre sanatkarların Osmanlı saltanat merkezine intikali dolayısıyla Mısır'da 50'den fazla sanat kolu sahipsiz kalmıştır.31 Danişmend, bu kafilede Mısır'ın ileri gelen yaklaşık 1800 alim ve sanatkarın yer aldığını söyler.32Kimi çağdaş Arap edebiyat ve kültür tarihçileri, bu durumu Mısır'ın tarihinde karanlık bir Devri'n başlangıcı sayma noktasına kadar götürür33 Bu yargının aşırılığını görmek için imar ve bayındırlık açısından Osmanlı devri Mısır'ının önceki devirlerden hiç de geri kalmadığı tezini savunan André Raymond'un Yeniçerilerin Kahiresi, Abdurrahman Kethuda Zamanında Bir Osmanlı Kentinin Yükselişi (çev. Alp Tümertekin: YKY, İstanbul-1999) adlı çalışmasına göz atmak yeterlidir. Dayf'ın kendi eserinde işaret ettiği Osmanlı dönemi alimlerini görmek de bu konu da fikir verebilir.34 Ancak, bu dönemin yetiştirdiği şahsiyetlerin tercüme-i hallerini tetkik için, Toynbee'nin (ö. 1975) deyişiyle dünyanın büyük tarihçileri listesinde yerini alan Cebertî'nin (1753-1825) Acâibu'l-âsâr'ını incelemek daha da ikna edici olmalıdır.35 Osmanlı dönemi Mısır'ının seçkin hadisçilerine örnek vermek gerekirse bunlar arasında Münâvi'yi (ö. 1621) mutlaka anmak gerekir. Pek çok eseri arasında onbin hadisi içeren ve 44 kaynaktan derlenen Künûzu'l-hakaik önemli bir yer tutar.36 Rûdâni (ö. 1682) ise Münavi'nin ölümünden yedi yıl sonra Kuzey Afrika'nın Sûs kenti yakınlarındaki bir kasabada doğmuş, Marakkeş, Cezayir ve Mısır'da ilim tahsil etmiştir. 1080/1669'da Veziriazam Mustafa Bey'le tanışarak İstanbul'a gelmiş ve Köprülü Ahmed Paşa'nın (1635-1676) himayesinde bir yıl kalmıştır. Daha sonra Mekke şerifliği görevine getirilmiştir. Rûdâni, aşağıda da işaret edileceği üzere Osmanlı devri Anadolusu'nun en seçkin hadisçilerinin yetişmesinde katkısı olan bir zattır. Cemu'l-fevâid adlı eseri hadis sahasında önemli bir derlemedir.37 Osmanlı Mısır'ının gözde hadisçilerinden bir diğeri de, doğma büyüme Mısırlı olan Muhammed Hafnî'dir (ö. 1767). Cebertî'nin de hocalarından olan Hafni, Ezher şeyhliği yapmış (1179/1766) Halvetiyye-Şâbâniyye tarikatının Hafniyye kolunu kurmuştur.38 Hafni'nin talebelerinden Hibetullah Ba'li (ö. 1809) İstanbul'a gelmiş ve buradaki ikameti esnasında kendisinden icazet alanlar olmuştur. Bağdat kadılığı da yapan Ba'li, İstanbul'da vefat etmiştir.39 Hiç kuşkusuz Osmanlı devri Mısır hadisçiliğinin en velud ismi Murtaza ez-Zebidi'dir (1732-1791). Aslen Bağdatlı olup Hindistan'a göçen bir ailenin çocuğu olarak Kannuç'a bağlı Bilgram'da dünyaya gelen Zebidi, Küçük yaşta ilim için gittiği Yemen'in Zebid bölgesine nisbetle Zebidi olarak anılmıştır. Genç yaşta Kahire'ye gelip yerleşmiş ve orada verdiği derslerle hadis ilmine olan alakayı yeniden canlandırmıştır. 1191 (1777) yılından itibaren kendisine hükümetten maaş bağlanmıştır. Zebidi, 1205'te (1791) Kahire'de vefat etmiştir.40 Zebidî'nin baş yapıtı 14 yıl emek verdiği Tacu'l-arûs isimli eserdir. Firuzâbâdî'nin el-Kâmus'u üzerine yazılmış bir şerhtir. Tamamlandığında şöhreti o kadar yayılmıştır ki, Osmanlı Sultanı dahil civar memleketlerin sultanları birer nüsha siparisinde bulunmuşlardır. Mısır Mir-livası Muhammed Bey, bin riyal karşılığında bir nüsha almış ve vakfetmiştir.41 Bu şöhretin ardından Zebidi'nin Kahire'de hadis okutması için izin verilmiş ve bu derslerin notları el-Emâli eş-Şeyhuniyye olarak iki cilt halinde kitaplaşmıştır. Kendisini "hadis ilminin hizmetkarı" olarak niteleyen Zebidi'nin, hadis sahasında onlarca eseri vardır. Zebidi'den hadis kitapları için icazet talebinde bulunanlar arasında I. Abdülhamid (1774-1789) de vardır. Zebidi, ona "rahmet edenlere Allah teâlâ da rahmet eder" diye başlayan meşhur müselsel hadisin ve daha başkalarının icazetini yazarak, 1193/1779'da kendisine ithaf ettiği bir şiirle birlikte göndermiştir.42 Pek çok hayırlı hizmetlere öncü olan Abdülhamid I'in hadise düşkünlüğünün daha önceki Osmanlı sultanlarından hiç de geri olmadığı anlaşılmaktadır. Bahçekapısı'nda Hamidiye Kütüphanesi'nden başka Medine'de medrese ve kütüphanesi bulunmaktadır. Cami dışında, özel ilk kütüphane sayılan Hamidiye Kütüphanesi, 1780'de açılmış, ve Hammer gibi araştırmacıların uğrak yeri olmuştur. Bu kütüphane bugün Süleymaniye Kütüphanesi'nin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.43 Zebidi'nin Anadolu ulemasıyla da yakın temasları olmuştur. Beyzâde Mustafa Efendi (ö. 1785) kendisiyle Mısır'da arkadaş olmuş, İstanbul'a döndükten sonra da yazışmaları devam etmiştir. Zebidi'nin ona verdiği icazetin bir nüshası Daru'l-kütübi'l-mısriyye'de mevcuttur.44

Osmanlı devri Mısır'ındaki hadis faaliyetleri müstakil bir çalışma konusu olmakla birlikte, şu kadarını söylemek mümkündür ki, Yavuz'un Mısır'ı Osmanlı yönetimine katması, Anadolu Mısır arasındaki bilimsel alışverişi çok daha hızlandırmış, özellikle Anadolu hadisçiliğinin serpilip gelişmesinde dönüm noktası olmuştur.

Süleymaniye Daru'l-hadisi'nin45 banisi Kanuni'nin devri (1520-1566) her bakımdan Osmanlı eğitim, kültür ve edebiyatının şahsiyetini kazandığı bir devirdir. Bunda bizzat padişahın ve çevresinin ilmi, sanatı teşvik ve erbabını takdir ve himaye etmeleri rol oynamıştır. Bu nedenle ilim ve sanat İstanbul, Edirne, Bursa, Bağdat gibi yerlerle sınırlı kalmamış, en ücra şehirlerde bile gelişme imkanı bulmuştur.46 Kanuni, büyük bir şairdir ve Muhibbi" mahlasıyla kaleme alınmış divanı vardır. Kişiliğini yansıtması bakımından şu dizelerini hatırlamak kafidir:

Ol İrem bâğı gülünün yine biz bülbülüyüz
Zâhiren pâdişehiz ma'nide ammâ kuluyuz
Zâhiren baksan eğerçi berr ü bahrin şâhıyım
Bir ulu dergâhın amma ben gubâr-ı râhıyım47
Nûr-ı âlemsin bugün hem dahi mahbûb-ı Hudâ
Eyleme âşıkların bir lahza kapında cüdâ
Gitmesin nâm-ı şerifin bu dilimden dembedem
Dertli gönlüme devâdır cân bulur anda safâ
Umarım her bir adın başka şefâat eyleye

Ahmed ü Mahmûd Ebü'l-Kasım Muhammed Mustafâ48

Hadis eğitimine ve bu eğitimin sağlandığı kurumlara gösterilen ilginin ardında bu kabil hissiyatların da rol oynadığı çok açıktır. Asrının gözde alimi İbn Kemal (ö. 1533) Molla Lütfi, Kestelli, Hatibzâde ve Marufzâde'den ders aldıktan sonra Edirne medreselerine müderris olmuştur. Edirne kadılığı ve Anadolu Kazaskerliği yapmış; Kanuni Devri'nde Şeyhülislam olmuştur; iki yüz kadar eseri vardır. Hadis alanında: Ta'lika ale'l-cami' es-sahih; Şerhu meşâriki'l-envar; Şerhu erba'in gibi eserleri vardır. 49

II. Selim Devri'nde (1566-1574) padişahın hocası Atâullah Efendi tarafından Birgivi Mehmed Efendi (ö. 1573) için Birgi'de inşa ettirilen "Atâullah Efendi Daru'l-hadis"i (M. 1571) Osmanlı medrese sisteminde önemli bir statüyü haizdi.50 Birgivi, Osmanlı hadisçiliğinin mühim simalarındandır. Arap dili ve gramerine dair yazdığı eserlerin yanında, hadis usulüne ilişkin bir risale; kırk hadis şerhi ve Kitabu'l-iman ve'l-istihsan adlı eserleri hadis sahasında yazılmış çalışmalardır. Birgivi, vaazlarında ve yöneticilere yönelttiği tenkitlerinde, insanları Kur'an ve Sünnet'e davet etmiş; ahlak sahasında kaleme aldığı et-Tarikatu'l-muhammediyye adlı eseriyle Osmanlı muhitlerinde derin tesirler uyandırmıştır.51

Diğer taraftan Selim II Dönemi (1566-1574) yoğun biçimde Türkçe çevirilerin yapıldığı bir dönemdir. Bu dönemde Türkçeye kazandırılan eserlerden birisi Amasyalı Muhyiddin Kasım'ın (ö. 1533) Ravzu'l-ebrâr adlı eserdir.52

Bu, Zemahşerî'nin (ö. 1143) Rabîu'l-ebrâr isimli kitabının özetidir. Zemahşeri, kitabında bir varlık, zaman, insan, ahlak ve toplum anlayışı, ortaya koymaya çalışmaktadır; İslam kültürünün anlam evrenini saptamakta, hadisleri onun hem kurucu öğelerinden birisi olarak değerlendirmekte, hem de diğer öğelerle birlikte bir kültürel anlam semantiğinde yorumlamaktadır. Bu eser,53 Aşık Çelebi (ö. 1572) tarafından II. Selim'e ithafen Türkçeye çevrilmiştir. Âşık Çelebi'nin hadis sahasında Şerhu hadis-i erba'în ve Kâmiu'l-bid 'a fi nusrati's-sünne gibi daha başka eserleri de vardır. 54 Bu Devri'n gözde alimlerinden Gelibolulu Mustafa Surûri (ö. 1561), Taşköprülüzâde ve Mevla Kadirî'den okumuş; İstanbul kadılığının yanı sıra sultan çocuklarının özel hocalığını yapmıştır; eserleri arasında Ta'lika ale'l-camii's-sahih bulunmaktadır.55

Osmanlı eğitim sisteminde Daru'l-hadislerin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Daha önce nasıl II. Murad'ın Edirne Daru'l-hadisi en yüksek mevkiye sahip idiyse, Kanuni düzenlemesinin ardından 11 aşamalı medrese yapılanmasının en üstünde Süleymaniye Daru'l-hadisi yer almıştır. Soraları da Osmanlı'da birçok Daru'l-hadis açılmasına karşın, Süleymaniye Daru'l-hadisi son devirlere kadar bu payesini korumuştur.56 XIV. asırdan XVIII. asrın ortalarına kadar Osmanlı'da irili ufaklı yüzlerce Daru'l-hadis kurulmuştur. Bu kurumlar Osmanlı eğitim sistemi içerisinde daha çok yönetici yetiştirmeye matuf bulunduğundan bugünkü anlamıyla akademik tetkiklere zemin oluşturamamıştır. Bu medreselerden mezun olanlar hiyerarşik bir düzen içerisinde Kadılık, Müderrislik, vb. görevler almışlardır.57

Eğitim müesseselerindeki hadis geleneğinin, Edirne Daru'l-hadisine tayin edilen ilk müderris Fahreddini Acemi (ö. 1460-1) ile başladığı söylenebilir. Bu zat, babasından okuduğu Buhari'nin icazetine sahiptir; Burhaneddin Herevi'den (ö. 1417)58 hadis dersi almıştır.59 Osmanlı Daru'l-hadislerinde ders metni olarak Sahih-i Buhâri, Sahih-i Muslim; Bağavî'nin (ö. 1126)60 Masâbîhu's-sünne; Sâğânî'nin (ö. 1253) Meşarıku'l-envâr gibi eserleri okutulmaktadır.61

Daru'l-hadisler konusunu ele alan yazarlar genellikle bu müesseselerdeki program konusunda suskun kalmakta; hatta kimileri bu hususun açıklığa kavuşturulamamış olduğunu belirtmektedirler.62

Osmanlı Dâru'l-hadislerinde yetişen hadisçilerin, sadece bir kaç hadis kitabını okuduklarını düşünmek yanıltıcı olur. Hele hele buna bakarak bu okullardan yetişenleri hadis formasyonu bakımından İslam dünyasının diğer bölgelerindeki emsallerinden geride addetmek safdillik olur.

Devri'n ilim anlayışı çerçevesinde okunması mutad olan temel hadis kaynakları resmi ve sivil hadis meclislerinde de okunmaktadır. Bunu görmek için Zahid Kevserî'nin (ö. 1952) hadis altyapısına bakmak yeterlidir. O, İslami ilimlerin tamamında temel formasyonunu iki hocada tamamlamıştır; bunlar Eğinli İbrahim Hakkı (ö. 1900) ile Alasonyalı Ali Zeynelabidin'dir (1851-1917). Kevseri'nin Alasonyalı'dan aldığı hadis kaynakları şunlardır:

⦁ Sahih-i Buhâri
⦁ Sahih-i Muslim
⦁ Sunen-i Nesâi
⦁ Musnedu'ş-Şâfii
⦁ Musned-i Ahmed
⦁ Meşarık-ı Envâr
⦁ Mişkât-ı Masâbih
⦁ Mevâhib-i Ledünniyye
⦁ Şifâ
⦁ Câmi-i Kebir
⦁ Câmi-i Sağir

Alasonyalı'nın hadisteki ilim silsilesi incelendiğinde hocası Hafız Ahmed Şakir'den (ö. 1897) itibaren silsile halinde Necmeddin Ğaytî (ö. 1576)63 kanalıyla İbn Hacer e (ö. 1448) ulaştığı görülür. Kevseri'nin Kadıasker Hasan Efendi Daru'l-hadisinde kaldığı sırada diğer hocalarından okuduğu hadis kaynakları da vardır:

⦁ Nuhbetu'l-fiker
⦁ Sünen-i Ebi Davud
⦁ Sünen-i Tirmizi
⦁ Mesânîd-i Ebi Hanife

Bu kaynakların rivayet silsilesi ise Kastamonulu Hasan Efendi (ö. 1911) kanalıyladır. Kevseri Sünen-i İbn Mâce ve Muvatta-ı Mâlik gibi eserleri diğer bazı hocalarından okumuştur. Bu eserlerin rivayet silsilelerinden anlaşılmaktadır ki, Osmanlı dönemi Anadolusu'nda on yedinci asırdan itibaren geleneksel hadis nakil sistemine uygun bir biçimde hadis kaynaklarının okunması ve aktarılması geleneği oturmuş bulunmaktadır. Bunda Mısır'ın Osmanlı'ya katılmasıyla birlikte Anadolu, Mısır, Irak ve Suriye bölgesi arasındaki bilgi alışverişinin hızlanmasının rolü büyüktür. Mesela Gaytî (ö. 1576) Osmanlı Mısır'ının yetiştirdiği hadis hafızlarından biridir. Klasik hadis aktarım sistemi onun talebelerinin talebeleri kanalıyla Anadolu'da yaygınlaşma sürecine girmiş ve XVIII. ila XIX. asırlarda iyice yaygınlaşmıştır. İskenderiye'ye bağlı Gayt'ta dünyaya gelen ve oraya nispetle kendisine el-Gaytî denilen Necmeddin, İbn Hacer'in talebesi Zekeriya el-Ensari'nin (ö. 1519) öğrencisidir. Ensari, Mısır'ın Osmanlı'ya katılmasından yaklaşık üçyıl sonra vefat etmiştir. Kafiyeci ve İbnulhümam gibi Anadolu menşeli alimlerden de ders alan Ensari, Sultan Eşref Kayıtbay zamanında (M. 1384) Başkadılık görevine getirilmiştir. Uzun yıllar Mısır'ın yüksek medreselerinde ders, hangâhlarında ahlak eğitimi vermiş; çok sayıda eser yazmıştır.64 Hicri onuncu asrın ilk yıllarında doğan Gaytî ise, tasavvuf eğitimini Ensari'den almış; Devri'nin ileri gelen diğer hocalarından da hadis, tefsir ve fıkıh okumuştur. Salahiye ve benzeri Hângâhların postnişinliğini de üstlenen Gaytî, çağının yegane hadis hafızı ve muhaddisi olarak nitelenmiştir.65 Bu zatın çeşitli eserleri vardır; bunlar arasında biri hadis eğitim tarihi açısından oldukça mühimdir. El-Ferâidu'l-munazzama ve'l-fevaidu'l-muhkeme 66 başlığını taşıyan bu eserde aktarıldığına göre, Zahir Baybars, kendi medresesinde hadis ilmine bir kürsü tahsis etmiş, diğer medrese müessisleri de onu takip etmişlerdir. Gaytî, burada hadis dersleri vermiştir.67 Gaytî, ve hocası Ensâri, aynı zamanda Hind uleması ile Osmanlı Anadolu ulemasının ortak hadis referanslarından birini teşkil etmektedirler. Eğer Şah Veliyyullah Dihlevi'nin (1703-1762) hadisteki rivayet silsileleri incelenecek olursa, bunların bir kısmının Gayti ve Ensari kanalıyla İbn Hacer'e ulaştığı görülür.68 Aynı durum Yemen hadisçileri için de geçerlidir.69 Bunun bir anlamı da, Osmanlı yönetimindeki Mısır'ın hadis ilmi bakımından hâlâ cazibe merkezi olma özelliğini koruduğudur.

Osmanlı medreselerinden mezun olan birinin hadis sahasındaki formasyonunu gösteren bir başka örnek ise Kevseri'nin Hocası, Eğinli İbrahim Hakkı'nın ve onun hemşehrisi Eğinli Muhammed Hulusi Efendi'nin hadis birikimini gösteren bir icazetnamedir.70

1298/1881'de verilen bu icazetnamede okunduğu belirtilen hadis eserleri kırkı bulmaktadır. Bunlar arasında Müsned, musannef, sahih, sünen ve rical türü eserler bulunmaktadır. Bu icazet silsilesi, Aclûni'ye (ö. 1748) kadar ulaşmaktadır. Aclûni, III. Ahmed zamanında (M. 1707) İstanbul'a gelmiş ve bir yıl kalmıştır. Onun İstanbul'a geldiği sene Hasan Ağa Daru'l-hadisi açılmıştır.71 Bir sene sonra, Sultan tarafından Emevi Camii müderrisliğine tayin edilmiş ve vefatına kadar kırk yıl bu görevi sürdürmüştür.72 Damad İbrahim Paşa'nın (ö. 1730) adına Daru'l-hadisler, külliyeler, kütüphaneler tesis ettiği; Devri'n akademisi sayılabilecek ilim heyetleri teşkil ettiği bir sürecin arefesidir bu tarih.73

Nitekim III. Ahmed kendisi de sanat ve eğlenceye olduğu kadar ilme ve ulemaya da ilgi gösteren biridir. Aralarında Devri'n önemli şahsiyetlerin bulunduğu bir heyetle sürekli toplandığı; Doğu ve Batı dillerinden çeviriler yaptırdığı nakledilmektedir.74 Sultan'ın kurduğu kütüphane aynı zamanda bir dershanedir; bizzat III. Ahmed tarafından yazılan manzum bir levhadan anlaşıldığına göre kütüphane binasında hadisi şerif okunmaya tahsis edilmiş özel bir bölüm bulunmaktadır.75 III. Ahmed'in hadise olan ilgisi Devri'nde yazılmış pek çok kırk hadis kitabından da anlaşılabilir, nitekim bu eserlerden bazısı Sultan'a ithafen kaleme alınmıştır. Enderun-u Hümayun mensubu Abdullah b. Mehmed'in Padişah'ın cülus yılı olan 1115/1703'de kaleme aldığı "Ahsenu'l-haber" başlıklı kırk hadis çalışması bunlardan biridir.76 Hikmetî Kırk hadis tercümesi ile, Osmanzâde Taib'in "Sıhhat-âbâd" adlı eserleri de aynı padişaha ithafen yazmışlardır.77 Bu ithafların ardında sultanın Hz. Peygamber'e karşı duyduğu hissiyatın rolü olduğu anlaşılmaktadır. Zira diğer Sultanlar gibi III. Ahmed de duygularını şiir yoluyla dile getiren ve "Necib" ve "Ahmedi" mahlaslarıyla dizeler kaleme alan birisidir. Hz. Peygamber'e karşı hissettiklerini, ilâhî formatında bir şiirle kaleme almış ve bu ilahisi tekkelerde okunmuştur.

Aclûni kaldığı süre zarfında İstanbul'daki hadis alimlerinden ders de almıştır. Hocaları arasında Ayasofya vaizi Süleyman b. Ahmed (h.1120'de sağ) de bulunmaktadır.78 Osmanlı Anadolusu'nda Aclûni'nin el-Erbaûn el-aclûniyye adlı eseri okunarak aktarılmıştır. Kevseri de bu eserin rivayet hakkına sahiptir. Kitabı ilk öğrenim yıllarında hocası Düzceli Muhammed Nazım'dan (ö. 1911) okumuştur. 79

On sekizinci asır Osmanlı Anadolu'sunun parmakla gösterilen hadisçisi ise, tartışmasız Amasyalı Yusuf Efendizâde Abdullah'tır (ö. 1754). Yusuf Efendi 1655'de Amasya'da doğmuştur.80 Ali b. Süleyman (ö. 1721), Kara Halil (ö. 1711), İbrahim Bektaşi (ö. 1708) 81 ve "Ayasofya Şeyhi" Süleyman Fazıl'dan (ö. 1721) okumuştur. Hocası olan bu zat, Anadolu'nun en büyük hadisçilerinden bir olarak nitelenir. Hocaları arasında Mezzâhi; Şabramullisi, Remli ve Rûdâni sayılmaktadır.82 Süleyman Fazıl, Buhari, Meşârık ve Şifa gibi hadis kitaplarını defalarca okutarak bitirmiştir. Nevevi'nin eseri üzerine yazdığı Şerhu hadis-i erbain'e ilaveten Buğyetu'l-müslim adlı Muslim şerhi vardır.83 Yusuf Efendi, III. Ahmet ve I. Mahmut Devri'nin gözde uleması arasına girerek "Reisu'l-kurra" düzeyine çıkmıştır. Mısır, Hicaz ve Şam'dan bu sahada kendisinden icazet alanlar olmuştur. Çorlulu Ali Paşa'nın Sadrazamlığında (1706-1710) Saray-ı Hümâyun hocalığına getirilmiştir. Edebi yönü de bulunan ve "Hilmi" mahlasıyla Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri bulunan Yusuf Efendizâde, yarım asır ders vermiş, elliden fazla eser kaleme almıştır. Hz. Peygamber'e yazdığı bir Natı'nda şöyle der:

Fezây-ı dergahın kân-ı atâdır Yâ Rasûlallah
Cenâb-ı melce-i recâdır Yâ Rasûlallah

Yusuf Efendizâde 1167/1754'te vefat etmiştir. Ölüm tarihine "çağın en büyük bilgini öldü" anlamına gelen "tuvuffiye allâmetu'z-zaman" ibaresiyle tarih düşülmüştür. Hadis alanında iki eseri vardır: bunlardan birisi Buhari şerhi olup "Necahu'l-kâri" ismini taşımaktadır ve otuz cüzden müteşekkildir. Yusuf Efendizâde, bu eserine Ahmed III Devri'nde Saray-ı Hümayun hocalığına getirildiği vakit başlamıştır.84 Klasik şerh çalışmalarından çok fazla farklılığı olmayan eserin ağırlıklı biçimde İbn Hacer ve Ayni'nin Buhari şerhlerine dayandığı görülmektedir.85

Yusuf Efendizâde, bu eserini 28 senelik bir zamanda kaleme almıştır; bitirince bir nüshasını Sultana hediye etmiş, buna karşılık padişahın yüksek beğeni ve takdirlerinden başka kendisine bin altın, çok kıymetli bir takım giysi ve bir samur kürk armağan edilmiştir. Yusuf Efendi'nin Saray-ı Hümayun'da okuttuğu Buhari dersinin bitişi için gerçekleştirilen dua merasimine, bizzat Padişah da iştirak etmiştir. Yusuf Efendizâde'nin Buhari şerhine saltanatın ilgisi bu kadarla da kalmamış, eserin bir nüshası Fatih Camii Kütüphanesi'ne konulduğu gün, kendisi Huzur-ı Pâdişâhi'ye davet olunmuş ve altı bin kuruşluk bir taltife mazhar olmuştur. Eser, daha önce yazılmış ve Anadolu'da mütedavel olan pek çok Buhari şerhinin değerlendirme ve konularını içerdiği gibi, özgün yorumları da ihtiva etmektedir.86

Hadis alanındaki diğer mühim çalışması, Müslim şerhidir ve "İnayetu'l-meliki'l-mun'im" başlığını taşımaktadır. Eseri yarısına kadar şerhetmiştir ve takriben yedi cüz olduğu nakledilmektedir.87 Yusuf Efendizâde, bu eserini yaşının kemal bulduğu bir devirde kaleme almıştır. Buhari şerhini Ahmed III'e ithaf eden müellif, bu eserini ise Mahmud I'e ithaf etmiştir.88 Bu eserler neşredilmeden ve bunlar üzerine etraflı tetkikler yapılmadan Osmanlı dönemi Anadolusu'ndaki hadis çalışmaları hakkında kesin birşeyler söyleyebilmek oldukça zordur.

Hadis kültürünün nesiller boyunca Anadolu'da aktarımına aracılık eden rivayet mekanizmalarından bir diğerini de yine Kevseri örneğinde izlemek mümkündür. Onun medrese dışında hadis formasyonunu takviye ettiği hocalarından birisi Kastamonulu Hasan Efendi'dir (ö. 1911). Bu zatın hadis birikimi Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (ö. 1893) kanalıyla Seyyid Ervâdi (ö. 1858) ve Kuzberi'ye (ö. 1845) 89 uzanmaktadır. Trablusşam müftülüğü de yapmış olan Ervâdi, 1849'da İstanbul'a gelmiş ve iki sene Ayasofya'da hadis okutmuştur.90 Talebesi ve müridi Gümüşhanevi de kendisiyle bu sırada tanışmış ve ondan hadis dersleri almıştır.91 Gümüşhanevi'nin hadis sahasında, Ramuzu'l-ahâdis (I-II); onun şerhi Levâmiu'l-ukûl (I-V) Garâibu'l-ahâdîs gibi eserleri vardır. Gümüşhanevi 1877'de hac dönüşü Mısır'a uğramış ve üç sene orada kalarak hadis okutmuştur.92

Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesine yaklaşık çeyrek asır kaldığı sırada, geleneksel hadis birikimini bir sonraki kuşağa aktaranlardan birisi Safranbolulu Hafız Ahmed Şakir'dir (ö. 1897). Hocaları arasında "muhaddisu'l-âsıme-başkentin hadisçisi" diye anılan Muhammed Ezheri (ö. 1880) vardır. Buhari'yi ve Muslim'i ondan okumuştur. Ahmed Şakir, aralarında Kevseri'nin hocalarının da bulunduğu yaklaşık beş yüz alim yetiştirmiştir. Talebelerinden İzmirli İsmail Hakkı (ö. 1946) Hadis de dahil pek çok sahada Osmanlı birikimini Üniversite'ye taşımıştır.93

Osmanlı resmi ve sivil eğitiminde hadisin yeri üzerine buraya kadar yapılan değerlendirmelerden de görüleceği gibi, Osmanlı devri hadisinin en güçlü biçimde göze çarptığı alan Daru'l-hadislerdir. Osmanlı'nın siyasal örgütlenmesine denk bir biçimde Daru'l-hadisler, eğitim sistemi içerisinde yerlerini almış, hatta eğitim kurumlarında piramidin en üst noktasını işgal etmiştir. Bilhassa Edirne ve Süleymaniye Daru'l-hadisleri, Osmanlı yönetici elitinin hem yetiştirildiği hem de yönetim hiyerarşisinde önemli bir aşama olarak görev üstlendikleri yerler olarak dikkat çekmiştir. Osmanlı hadis müderrisleri incelendiği zaman hadis sahasında çok miktarda ve çok çeşitli eserler vermedikleri görülür. Bu durumun, Osmanlı eğitim sistemindeki fıkıh-kelam merkezlilikten ve medrese mezunlarının ağırlıklı olarak idareciliğe hazırlanmasından kaynaklandığı söylenebilir. Anadolu ve Rumeli Kadıaskerlerinin; Şam, Bağdat, Halep, Mısır kadılarının ve şeyhulislamların büyük bir kısmının önce bu okullarda müderrislik payesini iktisab etmeleri gerektiği adeta bir teamül olarak benimsenmiştir. Bunun anlamı, Osmanlı medreselerinin statükoyu koruma ve sürdürmede kilit rol oynadığıdır. Bu nedenle de söz konusu medreselerde görev yapanlar, ilim için ilim anlayışından ziyade daha pratik ve pragmatik bir yolu benimsemiş ve hadis alanındaki çalışmalarını spekülatif olmaktan çok ders takririne yönelik eserler üzerine teksif etmişlerdir. Bu bağlamda Buhari ve Müslim'in eserleri ile Sağâni'nin Meşârık'ı en çok çalışılan kitaplar olmuştur. Aslında bu eserler, karizmaları sadece Osmanlı Anadolu coğrafyasında benimsenen eserler değildir. Bu dönemde İslam dünyasının hemen her tarafında bu kitaplar, hadis sahasınında baş yapıtları olarak kabul edilmiştir. Hadis eğitiminde Buhari kıraatı ve tedrisi, Anadolu, Suriye, Mısır, Hindistan ve Yemen bölgesinin ortak özelliğidir. Şerh, haşiye ve talik yazımının da yine bu dönemin ortak özelliği olduğunu vurgulamak gerekir.94

Osmanlı Anadolu coğrafyasında hadis sahasındaki eserlerin çeşit olarak diğer bölgelere göre daha az olmasının değişik nedenleri vardır. Bunlardan birincisi, hadis geleneğinin diğer bölgelere nispetle Anadoluya çok daha geç gelmiş olmasıdır. Hatta ilk Daru'l-hadislerde hocalık yapanlar rivâyet ilimlerinde uzmanlaşmış kimseler olmaktan ziyade akli ilimlerde yetişmiş ama bu arada Buhâri ve benzeri eserleri de okumuş kimselerdir.

Bir diğer sebep, Osmanlı'da alimler üzerindeki "idari motivasyon", diğer bölgelerden çok daha güçlüdür. Bu itibarla hadisle meşgul olanlar, bu sahada yeterliliklerini ispatlamaya kafi gelecek çalışmalarla yetinmiş; bunu yaparken de çoğunlukla ders olarak okuttukları eserlere düştükleri notlardan oluşan şerh, haşiye veya talik türü eserler meydana getirmişlerdir. Oysa, gerek Hind, gerekse Yemen bölgesindeki hadisçileri bu işe sevkeden unsurun "cemâî/sosyal motivasyon" olduğu söylenebilir. Mısır bölgesinde ise "idari ve cemâi/sosyal motivasyon"un bir arada olduğu düşünülebilir. Mısır'ın İslam fıkıh ekolleri ve düşünce akımları bakımından çeşitliliği, bunu gerektirmiştir. Osmanlı Anadolu'sunda ise egemen anlayış, Hanefilik'tir. Bu itibarla ekoller arası rekabet yoktur. Gerçi Hanefiliğin resmi doktirin olmasını, Anadolu hadisinin diğer bölgelere nisbetle eser bakımından zayıf kalmasına tek gerekçe göstermek isabetli olmaz. Zira Hind bölgesinde XIII. asırdan itibaren Hadis eğitiminin bayraktarlığını yapan Sâğâni ve XVIII. asırda Dehlevi gibi pek çok hadisçi de Hanefidirler.95 Aynı tespiti, Mısır için de yapmak mümkündür. İbnu't-Türkmâni (ö. 1330), Kuraşî (ö. 133), Muğlatay b. Kılıç (ö. 1360) ve Ayni'den (ö. 1451) İbn. Kutluboğa'ya (ö. 1474) kadar pek çok hadisçi, Hanefi ekolüne mensupturlar. Anadolu'yu diğer bölgelerden ayıran temel özellik, doktrin bakımından çeşitliliğin olmamasıdır; bu, Anadolu hadisçilerini hadisten gücünü alan bir iç rekabetten alıkoymuştur. Onun yerini İmparatorluğun evrensel vizyonuna denk bir hadis eğitim yapısı almış, yönetimin marifetiyle ülkenin her tarafında serpilip geliştirilen hadis okulları, bir yandan ülke içindeki heretik akımların güçlenmesine sed çekmiş, diğer yandan Osmanlı'nın iki rakibi Şii İran Devleti'ne ve Mısır Memlüklü Devleti'ne karşı Osmanlı'ya prestij kazandırmıştır.

Bu okullarda yetişenler de İslami ilimlerin sadece bir dalında değil, hemen tamamında çok ileri düzeyde formasyon kazanmışlardır. İslam kültür tarihinde Osmanlı döneminin bir olgunluk ve özümseme dönemi olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Her alanda olduğu gibi hadis sahasında da bu dönem bir yaratım evresi değil, hazım dönemidir. Yaklaşık sekiz asırlık birikim Osmanlı'nın elinde siyaset, eğitim, sanat-edebiyat, toplumsal teşkilatlanma ve nitelikli birey inşası için derinlemesine özümsenmeye çalışılmıştır. Bu da, spekülatif olmaktan çok, anlayıcı, pragmatik ve uygulamaya dönüştürücü bir zihinsel tutumu beraberinde getirmiştir. Bu zihinsel tutum, hadisi de dışarda bırakmamıştır.

Osmanlı hadis geleneğinde dikkati çeken bir diğer nokta ise hadisle tasavvufun kaynaşmış olmasıdır. Özellikle Mısır'ın Osmanlı yönetimine katılması Anadolu'daki resmi hadisçiliği olduğu kadar sivil hadisçiliği de derinden etkilemiştir. Bu tarihten itibaren, daha önceleri de kısmen var olan bölgeler arası bilgi alışverişi daha da hızlanmıştır. Anadolu'daki hadis geleneğinin Gaytî (ö. 1576), Aclûni (ö. 1748) ve Ervâdî (ö. 1858) gibi sûfi hadisçilere dayandığı görülür ki, bu nokta üzerinde durulması gereken bir husustur.

II. Kültür

Osmanlı eğitim ve kültür anlayışının esasını, bir "Osmanlı adamı" yetiştirmek oluşturmaktaydı.96 Değerli ilim adamı İlber Ortaylı, Divan edebiyatı bağlamında şöyle der: "Divan edebiyatı, Burckhardt'ın çizdiği Rönesans adamı gibi bir Osmanlı adamını anlamamıza yardım eder. Osmanlı adamının hayatı algılayışında, hayata bakışında Divan şiiri bir terbiye aracıdır." Bir "Osmanlı adamını" var etmekte görev ulemaya düşmekte; bunun gerçekleşmesine cami, mescid, hângâh ve medrese zemin teşkil etmekteydi. Ortaylı'nın deyişiyle; Padişahlar müftüye, "Efendi hazretleri, hocam, siz" diye hitap ederlerdi. 97 Padişah, veziriazam adayına mührü uzatıverirdi, mülkiye sınıfı üyelerine rütbe ihsan edebilirdi, ama ilmiyenin reisine görevi, yani makam-ı fetva, arz edilirdi. Bayram ve cülus törenlerinde Babussaade önünde taht kurulduğunda başta veziriazam, bütün vezirler ve devlet adamları padişahın eteğini öperdi. Şeyhülislam efendi ise etek öpmez, padişah tahttan kalkar ve onun samur kürk yakalığına yüz sürerdi.98

Osmanlı adamı yetiştirme ülküsünün üzerine bina edildiği ahlak mefhumuna kuram sağlayan bilgi kaynaklarından çok önemli birisini ise hadis oluşturmaktaydı. Bu itibarla Osmanlı hadisçileri, medreselerde tedris edilen eserlerin yanında, kitlelere de hitap edecek hadis kitapları kaleme almayı ihmal etmemişlerdir. Bilhassa XV. asırdan itibaren Osmanlı müelliflerinin "kırk hadis" çalışmalarına yöneldikleri görülür. Aksarâyî (ö. 1412); Cemaleddin Aksarâyi (ö. 1506); İbn Kemal (ö. 1533); Abdülvâsi Efendi (ö. 1700'den sonra); Himmetzâde (ö. 1761), İsmail Hakkı (ö. 1725) Akkirmâni (ö. 1760); Mustafa Vahyi (ö. 1878) ve Gümüşhânevi (ö. 1893) Arapça kırk hadis yazanlara örnek olarak verilebilir.99

Bunun yanında Osmanlı'da bir de Türkçe kırk hadis çalışmaları vardır ve çoğu manzumdur. XIV. asırdan itibaren Türk edebiyatında beliren kırk hadis tercümeleri, XVIII. asra kadar gelişen, genişleyen ve serpilen bir dini edebiyat kategorisi olarak kıymetini muhafaza etmiştir. Kemal Ümmi (ö. 1475), Nevâi (ö. 1501), Fuzûli (ö. 1556), Hâkâni (ö. 1606), Nâbi (ö. 1712), Münif (ö. 1742) ve İsmail Müfid'in (ö. 1803) çalışmaları, örnek olarak zikredilebilir.100 Daha çok halkın hadisleri kolay anlamaları amacı güdülerek kaleme alınan bu eserlerde çeşitli temalar işlenmiştir. Mesela Kanûni Devri şairlerinden Usûli (ö. 1538), Divan'ının bir bölümü olan Manzûme-i hadis-i erbaîn'de iki hadisi şöyle çevirir:

Hiç niyyetsiz cihân içre dürüst olmaz amel
İnneme'l-'amâlu bi'n-niyyât buyurdu resûl101
Hayr olursa niyyetün hayra irer işin sonı
Şer ise hod niyyetün şer işi Hak kılmaz kabul
Lâ yu'minu ahaduküm hatta yuhibbe li ahîhi mâ yuhibbu li nefsihi102

Âdem olan biribirine kardaş-u yoldaş olur
Sen sakın âdem dime her gördüğün yoldaşına
Şöyle bil kim mü'min-i kâmil degüldür kişi
Ne sanırsa kendüye ger sanmaya yoldaşına103

Manzum Türkçe kırk hadislerin mükemmel örneklerinden birisi, Fuzûli'ye (ö. 1556) aittir. Aslında bu eserdeki kırk hadisi bir araya getiren, onları Farsça birer kıta ile anlatan, ünlü mütefekkir-şair Molla Câmi'dir (ö. 1492). Fuzûli, Câmi'nin bu Farsça kıtalarını yine birer kıta ile Türkçeye çevirmiştir. Fuzûlî'den önce Ali Şîr Nevâî (1441-1501) de, Câmi'nin eserini manzum olarak Çağataycaya tercüme etmiştir.104 Daha önce de bir vesileyle işaret edildiği üzere, Fatih ve Bayezid II, Câmi'ye çok ilgi göstermişlerdir.105 Fuzûli, bu çalışmasını "umûmi feyz için tercüme-i Türkî olunur" demek suretiyle halka adadığını belirtmek istemiştir. Karahan'ın deyişiyle; eserde şiir ve sanat değil, İslami fikir ve ahlâk, Peygamber nasihatlerinin halka ulaştırılması amaçlanmıştır. Bu nedenle de tercüme halk diline yakın bir sadelikte yapılmıştır; sanat endişesinden çok, ahenkli ve tesirli olmak, halkça anlaşılmak düşüncesi hakim olmuştur.106 Fuzûli, Hz. Peygambere duyduğu sevgiyi sanatının şaheserlerinden birisi sayılan "Su kasidesi"nde şu dizelerle dile getirir;

Tinet-i pâkini ruşen kılmış ehl-i âleme
iktidâ etmiş tarîk-i Ahmed-i muhtâra su...
Umduğum oldur ki rûz-i haşr mahrûm olmayan
Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su107

Fuzûli'nin eserinde yer alan hadislerin temalarını göstermesi bakımından şu dizeler örnek verilebilir:

* Lâ yuminu ahadukum hatta yuhıbbe li ahîhi ma yuhıbbu li nefsihi108

Mü'min olmaz kişi hakikat ile Dutmayınca tarâk-i terk-i hevâ; Her ne öz nefsine revâ görse Yâr ü kardaşa görmeyince revâ109

⦁ El-Muslimu men selime'l-muslimûne min lisânihi ve yedihi110 Muslim oldur ki, ehl-i 'âlem ile Sıdk ola kavli, hayr ola 'ameli. Zararın görmeye müselmanlar: Ola pâkize, hem dili, hem eli111

⦁ Men lem yeşkuri'n-nâse lem yeşkurillâh112 Sana her kim yetürse bir ihsan,
Kıl anun şükr-i ni 'metin her dem; Şükr-i mahlûka olmayan kâdir, Kılmaz elbet de şükr-i hâlıki hem.113

⦁ Lâ yeşba'u'l-mu'minu dûne cârihi114 Mü'min oldur ki mümkin oldukça Konşısın gayra itmeye muhtac; Ol, degül kim huzûr ile giceler Özi tok yata, konşısı yata aç.115

Manzum ve Mensur Türkçe kırk hadislerin bol örneklerinin verildiği Osmanlı devri, kuşkusuz Ahmed III (1703-1730) zamanıdır. Bu Devri'n gözde şairlerinden olan Yusuf Nâbi (ö. 1712) de Câmi'nin eserini Türkçeye çevirmiştir. Onun çevirisinde bir hadis şöyle aktarılmıştır:

⦁ Hayru'n-nâs enfa'uhum li'n-nâs116 Hayr-ı nâsa murâdın ise vukûf Hayr-ı nâss'ın hadîsin et izân Hayr oldur ki cümleden efzûn Ola halk-ı cihâna nef-resân Klasik Türk Edebiyatı'nda kaleme alınmış manzum yüz hadis eserler de hadisi halka ulaştıran ve popüler kültürün şekillenmesine katkıda bulunan hadis çalışmalarıdır. Osmanlı Dönemi'nde bu türden altı eser vardır. Bunlar; Muhammed Hatiboğlu'nun (ö. 1435'den sonra) Ferahnâmesi,117 Kadrî'nin Manzum Yüz Hadis Tercümesi, Latîfî'nin Sübhatu'l-uşşâk'ı, Halvetî Muhyî, Visâlî ve Beliğ'in Gül-i Sadberg' adlı eserleridir.118

Manzum yüz hadis tercümelerinde umumi olarak, konuşma dilinin hakim olduğu görülür. Hadislerin tercümelerinde sade ve samimi, diğer bölümlerde nispeten daha ağır bir üslup benimsenmiştir. Arapça ve Farsça terkiplere, sıfat tamlamalarına, halkın anlayamayacağı kelimelere ve sanat oyunlarına yer verilmemiştir. Bu eserlerde tatlı bir sohbet havası sezilir. Manzum yüz hadislerde Hatiboğlu'nun Ferahnâmesi hariç, genellikle kısa metinli hadisler tercih edilmiştir bazen de bunlar uzun hadislerden alınmış kısa bölümlerdir. Bundan maksat hadislerin kolay ezberlenmesini temin etmektir. Bu bakımdan Hatiboğlu'nun eseri, Devri'n özelliklerinden olan meclislerde okunmak gayesi güdülerek kaleme alınmış gibidir. Hadisler genellikle, Buhari, Müslim ve Masâbih'ten seçilmedir. Manzum yüz hadis tercümelerinin temel gayesi; cemiyetin ahlakını güzelleştirmek, kardeşliği pekiştirmek ve fertlerin mükemmel birer insan olmalarını temin etmektir. Bu bağlamda eserler, her ferdin, kendine, yaratıcısına, ailesine, akraba ve komşularına, içinde yaşadığı cemiyete ve siyasal erke karşı yükümlülükleri bulunduğunu hatırlatmaktadır.119

Manzum yüz hadis tercümelerinde seçilen hadislerin ağırlıklı temaları; ilim, hilim, niyet, tefekkür, doğruluk, emanet, diyergamlık, dünya-ahiret, rahmet, kişilik, kanaat, dayanışma ve ölümdür.120 Manzum yüz hadislerin ilk örneği sayılan Ferahnâme'de.121 insanların birbirlerine yardımcı olmaları, zulüm etmemeleri, merhametli olmaları, ana-babaya, hocaya saygılı davranmaları gibi birey ile toplum arasındaki ilişkileri düzenlemeye yönelik hadislerin yanında, ibadetlerle ilgili hadisler de bir hayli fazladır.122 Hatiboğlu'nun Ferahnâmesi yüz hadis ve yüz hikayeden oluşmakta ve 6102+2 beyit içermektedir. Eser, Murad Il'ye ithafen yazılmıştır.123 Müellif, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesai ve Muvatta gibi hadis kaynaklarından derlediği hadisleri;

'Âyişe anamuz uş virdi haber
Gör ne buyrmış Resûl-i mu'teber (H. 1812)

gibi veya benzeri klişe bir beyitle aktarır ve konuya geçer. Her hadisin tercümesi de, Bu hadîsun ma'nisi budur i yâr Okıyanlar hod bilürler âşikar (H. 1808) şeklindeki klişe sözlerle biter.124

Kırk hadis ve yüz hadis türünden eserlerin yazarları hepsi aynı kültür ve ilim düzeyinde olmadıkları gibi, bu eserlerin içerisinde yer alan hadisler de hadis tekniği bakımından sorunsuz değildir. Bunların gerçek ilmi kıymeti, yapılacak bilimsel incelemeler sonucunda ortaya çıkacaktır. Şimdilik burada söylenebilecek şey bu eserlerin halkın dini kültürünün şekillenmesinde önemli roller oynadıkları ve hadisleri yaygın kitle kültürüne taşıdıklarıdır.

Osmanlı popüler kültürüne Hz. Peygamber tasavvurunu ve ona nispet edilen hadisleri taşıyan daha başka eser türleri de vardır. Bunlar içerisinde özellikle XV. asırda yaşamış iki kardeşin çalışmaları dikkat çekmektedir. Bunlardan birisi Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451), diğeri ise Ahmed-i Bican'dır (ö. 1466'dan sonra). İki kardeşlerden Mehmed'in Megaribu'z-zaman adlı Arapça eserinin serbest tercümeleri sayılabilecek Muhammediye ve Envaru'l-âşıkîn gibi eserler asırlarca Osmanlı popüler kültüründe Hz. Peygamber ve onun hadisleri ile ilgili halk anlayışını beslemişleridir. Muhammediye manzum bir eser olup 9008 beyitten oluşmaktadır ve Yazıcıoğlu Mehmed'e aittir. Muhammediye, yalnız Türkiye'de değil Kırım'da ve daha sonra Kazan'da ve Başkurt Türkleri arasında büyük bir popülarite kazanmıştır.125

Muhammediye doğrudan bir hadis kitabı olmamakla beraber kaynaklarını rivayetler teşkil etmektedir ve zaman zaman açıkça hadislere göndermeler, hatta aktarımlar yapılmaktadır:

Kendi ehli hâcetini bitirirdi kendi hem
Meskenetten eder idi iftihâr ol bahtulu
Der idi "el-fakru fahri ve bihi eftahiru"
Dâyima miskinler ile oturudu ol ulu126
Nakl ederler kim Ebu Dâvud ayıttı yazmışam
Şol ki canlar cennetinin ravzasına hûr olur
Tâ ki beş yüz bin ehâdis-i nebîden yazmışam
Lîki cümle dört hadîsinde geri mahsûr olur
Evveli bu inneme'l-a'mâlü bi'n-niyyât'dır127
Kim amel niyetsiz olsa bâtıl u medhûr olur
Bu durur ikincisi kim âşikârâdır helal128
Hem haramlar bellidir kim işlemek mahtûr olur
Hem helâl ile haramın ortasında şüphe çok

Bilmez onu şol kişi kim kendüye magrur olur Budur üçüncü hadisi kim resûlullâh dedi Kim tutarsa Hak katında yüzü ak mekûr olur Terk-i mâlâya'ni kılmak hüsn-i islâmdan dedi129 Ömrü zâyi ' eyleyenler sonucu mesbûr olur Bu durur dördüncüsü kim buyuruptur ol resûl Kim sözün tutar ise kalbi onun mecbûr olur Dedi kâmil mü'min olmaz şol kişi kim kendüye Ne sanırsa kardeşin sanmasa mevzûr olur130 Gel beru ey müttekî tut bu ehâdîsi ki sen Ger olursan müttekî az suçların ma'zûr olur131

Bu dizelerde Hz. Peygamber'in sözlerinin ahiyden kaynaklandığı hatırlatıldıktan sonra Sünen yazarı Ebu Davud es-Sicistâni'ye (ö. 890) atfedilen Hz. Peygamber'e ait beş yüz bin hadis içinde dört tanesinin hepsini ihata edecek içerikte olduğunu belirten bir sözünü hatırlatır. 132 Bu hadislerin hepsi de muteber kaynaklarda yer almaktadır. Muhammediye'de geçen hadisler kimi zaman da şu formda aktarılır:

Ömer oğluna buyur du ki Abdullah idi adı

Kaale Resûlullah salla'llaâhü aleyhi ve sellem "Kün fi'd-dünya keenneke yarîbun ve 'abiru sebîlin ve 'udde nefseke min ehli'l-kubûri."133

Muhammediye'de yer alan hadislerin önemli bir kısmı hadis tekniği bakımından güvenilir nitelikleri haiz olmakla beraber, eserin yazıldığı Devri'n bilgi düzeyi bakımından muteber kabul edildikleri halde asılsız olan rivayetler de vardır.

Envâru'l-âşıkîn ise Ahmed-i Bican'a aittir. Yüzyıllarca geniş halk kitleleri tarafından okunan Muhammediye ve Ahmediye gibi dini-didaktik eserler içinde önemli bir yeri vardır. Kitabın Balkanlar, Anadolu ve daha sonra Kazan'da basıldığı göz önüne alınırsa Türk dünyasının İslam dini ve kültürü hakkındaki başlıca kaynaklarından biri olduğu söylenebilir. Bu eser, Batı dillerine en erken tercüme edilip basılan Türkçe kitaplardan biridir. Erdel Hükümdarı Gabor Bethlen'in tercümanı ve katibi Janos Hazi tarafından 1624 yılında Macarcaya tercüme edilmiş, bu tercüme iki yıl sonra Macaristan'ın kuzeyinde bulunan Kassa (günümüzde Kosica) şehrinde basılmıştır.134 Kitapta yer alan hadisler, hadis tekniği bakımından sorunludur.135

Osmanlı popüler kültürüne hadisleri taşıyan önemli kaynaklardan birisi de Ahmed Mürşidî olarak bilinen Diyarbekirli Ahmedî'nin (ö. 1761)136 Ahmediyye adlı manzum eseridir. Eser, genellikle ahlâki öğüt ve nasihatlar içeren aruz vezniyle nazmedilmiştir.137 Ahmediyye, "XIII. yüzyıldan beri gelen dini didaktik destanların ananevi üslubuna uygundur ve Devri'nin halk kültürünü ve dini ruhiyatını göstermek bakımından enteresandır."138 Ahmedî, dünya ve ahiret ahvalinden ana-baba ve karı-koca haklarına, haram helalden simya ve cifir ilimlerine kadar pek çok konudan bahseder ve bunlarla ilgili genellikle abartılı hikayeler anlatır. Ahmedî'nin kullandığı 60 küsur rivayetin büyük çoğunluğu uydurmadır. Hadis tercihinde titiz davranmaması bu sahadaki ilmi formasyon eksikliğiyle izah edilebileceği gibi, sufi kimliğine de bağlanabilir.139 Ahmedî'nin Devri'nin telakkisine ve kendi kültür düzeyine sığınarak aktardığı rivayetlerden birisi Hz. Peygamber'e atfedilen "hanımlara danışın, fakat dediklerinin aksini yapın"140 mealindeki hadistir:

Ol Resûl-i Ekrem didi kavl-i bütün
Zenlerin sözüne kılma itibar
Merd-i kâmil avrete olmazdı har
Avrete uyana âkıl dimezem
Ol dahi avretcileyin bendedir

Sözünün aksini idin avretin.141 Osmanlı'da tasavvuf geleneğinin çok baskın olduğu ve geniş halk kesimlerinin, hatta seçkinlerin eğitiminin sufiler kanalıyla sağlandığı bilinen bir husustur. Sufi kaynaklı eserler de, kimi hadislerin topluma ulaşmasında aracı rolü oynamış ve bazı telakkileri bu hadisler vasıtasıyla kitlelere kabul ettirmiştir. İrşad amacıyla kaleme alındıkları için bilimsel bir titizlik gösterilmemiş ve halkın iyi ve güzele yönlendirilmesine faydası dokunacak her türlü bilgi, haber, hikaye ve bu arada hadis/rivayetler de rahatlıkla kullanılmıştır. Bu eserlere Aziz Mahmud Hüdâyi'nin (1541-1628) Hulâsatu'l-ahbâr isimli eseri örnek verilebilir. Yazar kitabında Hz. Peygamber, yaratılış, nikah, tevbe ve istiğfar gibi konuları ele almış ve hadisleri önemli bir enstrüman olarak kullanmıştır. Kitapta yer alan rivayetlerin önemli bir kısmı hadis tekniği açısından problemli, hatta uydurmadır. Ancak o sufi nazarıyla sahip olduğu varlık, tarih ve zaman anlayışını, Peygamber telakkisini topluma aktarırken bu haberlerden yararlanmakta bir sakınca görmemiştir.142 Aslında bu durum sadece Hüdâyi'ye has bir özellik değildir.

Osmanlı müellifleri içerisinde kimi tefsir yazarları da aynı şekilde kültüre malolmuş hadisleri, sahih ya da zayıf veya uydurma olmalarına bakmaksızın kulanmaktadırlar. Bunun tipik örneği Ebussuûd Efendi'nin (ö. 1574)143 meşhur tefsiri İrşâdu'l-akli's-selim'deki hadis kullanımıdır. O, tefsirinde sahih, hasen, zayıf ve mevzu her türden rivâyete yer vermiştir. Rivayetleri kültürün mutemet bilgi materyalleri olarak kabul etmiş, herhangi bir tenkit, eleştiri ya da yoruma gitmemiştir. Rivayetlerin tarihi ve ilmi olarak sahih olup olmamalarıyla ilgilenmemiştir.144 Bu tespit Osmanlı devri popüler kaynaklarında hadis aktaran diğer müelliflerin geneli için de yapılabilir.

III. Sanat

Osmanlı'da hadisin ele alınıp işlendiği yerlerden birisi de sanat dünyasıdır. Özellikle dekoratif sanatlardan sayılabilecek Hat sanatında hadisler yoğun bir biçimde işlenmiş; Osmanlı'nın çeşitli mimari eserlerinde, kitabe ve levhalarında tezyini bir enstrüman olarak kullanılmıştır. Osmanlı öncesi dönemlerde İslam kültürünün bazı hadis kitapları özellikle bu tür çalışmalara kaynaklık etmiş ve malzeme sunmuştur. Kuzâî'nin (454/1062) Şihâbu'l-ahbâr'ı bunlardan birisidir. Bu eser, dilimize kazandırılmıştır.145 Kitap, seçme hadislerden oluşmakta ve yaklaşık bin civarında hadisi içermektedir. Yazar, Hz. Peygamber'in tavsiye, âdâb-ı muâşeret, mev'iza (öğüt) ve darb-ı mesellere dair hikmetli sözlerinden bir demet toplamıştır. Bu hadisler, lafızları sade, manaları kolay anlaşılır, fasih ve beliğ sözlerdir. Ezberlenmesi kolay olsun diye de senedleri kaldırılmış ve lafızların benzerliği dikkate alınarak bablar halinde düzenlenmiştir.146 Kitabın Türkçe neşrinden öğreniyoruz ki, bu eser Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi mimari eserlerine; hüsn-ü hat levhalarına süs olan hadis metinlerinin de biricik kaynağıdır.147 Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, hadis/sünnet edebiyat ve sanat/mimari eserlerine sadece ruhunu vermemiş aynı zamanda onların heykelini de tezyin etmiştir; İslam kültüründe yalnızca inanç, hukuk, hikmet, siyaset, ahlak olarak değil, sanat, edebiyat estetik olarak da tecessüm etmiştir; Müslüman birey ve toplumun yalnızca zihnini, varlık anlayışını değil, bedii zevkini de etkilemiştir.

Osmanlı'da hat, o kadar temel bir sanatsal uğraşıdır ki, padişahların birçoğu daha şehzadelikleri sırasında, bir kısmı da padişah olduktan sonra bu alanda başarılı eserler vermişlerdir. Mesela II. Bayezid'in (1447-1512) hat sanatına duyduğu alaka şehzadeliği sırasında vali olarak bulunduğu Amasya'da başlamıştır. İleride Türk hat sanatının kurucusu olacak Şeyh Hamdullah'tan yazı meşk etmiştir. Padişah olduktan sonra Şeyh Hamdullah'ı İstanbul'a getirterek yazının merkezini İstanbul'a taşımıştır Tarihçi Mustafa Âli, sanatkarlardan bahseden Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserini kendisi de hattat olan Murad III'e (1546-1595) ithaf etmiştir. Ahmed III'ün (1673-1736) Türk hat sanatında önemli bir yeri vardır. Ahmed III'in yazılarına İstanbul'un muhtelif yerlerinde rastlamak mümkündür. Üsküdar'da annesi Gülnûş Valide Sultan adına inşa ettirdiği Yeni Valide Camii'nde buluna n altın yaldızlı "Cennet anaların ayakları altındadır"148 ve "Hikmetin başı Allah korkusudur"149 hadislerini celi olarak yazmıştır. Hatt-ı Hümayunları da hat ve tehzib sanatı açısından çok kıymetli olan III. Ahmed, çıkardığı bir kanunla nadir yazmaların memleket dışına götürülmesini yasaklamıştır. Mahmud II (1785-1839) ve Sultan Abdülmecid (1823-1861) de hatla meşgul olmuşlardır. Hatta ikincisi bugün levhaları en çok bulunan padişahtır. 150

Osmanlı hat sanatında hadisler oldukça mühim bir yere sahiptir ve şüphesiz Osmanlı dekoratif sanatlarında hadislerin işlenişi kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Müstakimzâde Süleyman Efendi'nin (ö. 1787) Tuhfe-i Hattâtîn adlı eserine bakılacak olursa; yazarın kitabına "ahâdis-i hattıyye" dediği kırk hadisle başladığı ve baş hattat olarak Hz. Peygamber'i zikrettiği görülür.151 Burada yer alan hadisler ve müellifin izah sadedinde yaptığı yorumlar, hattatlar aleminde hadislerin seçimi konusunda hiç te titiz davranılmadığını gösterir. Zira hatta dair olduğu belirtilen kırk hadisin çoğu asılsız olmakla birlikte, önemli bir kısmının da konuyla ilgisini kurmak zordur.152 Osmanlı hattatlarının seçtikleri rivâyetlerin ağırlıklı temalarının neler olduğunu görmek için Muammer Ülker'in Başlangıcından Günümüze Türk Hat Sanatı (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) Ankara-1987; Şevket Rado'nun Türk Hattatları (İstanbul-ty.) ve Uğur Derman-E. İhsanoğlu, İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı, İstanbul-1992'de seçilen hatlara bakmak yeterlidir. Hattatların kaleminde resme dönüşen hadislerin çoğu, kırk hadis ve benzeri eserlerde yer alan hadislerle aynı temalara sahiptir. Seçilen hadisler içerisinde muteber hadis kaynaklarında yer alan sahihler olduğu gibi, bol miktarda zayıf ve uydurma da vardır. Mesela Şeyh Hamdullah'ın (ö. 1520) torunu Derviş Mehmet b. Mustafa'nın, Muraka' yazı ile istif ettiği; "Siz yeryüzündekilere rahmet/şefkat edin ki, göktekiler de size etsin"153 hadisi sahih'tir. Oysa Sultan Abdülmecid'in (1839-1861) (İstanbul Üniv. Ktb. 42792, 45x61) Celî-sülüs istif levhasındaki; "Seyyidu'l-kavmi hâdimuhum-milletin hizmetkarı onların efensidir" şeklindeki rivayet, en iyimser değerlendirme ile zayıftır.154 Aynı Sultan'ın; "Sultan Allah'ın yeryüzündeki (himayesi) gölgesi'dir; eğer biriniz başında yöneticisi olmayan bir beldeye girecek olursa, orada kalmasın" anlamındaki "es-Sultânu zıllullâhi fi'l-ard; fe izâ dahale ahaduküm beleden leyse fihi sultânun fe-lâ yukîmenne fihi" şeklindeki Sülüs-nesih (İst. Üniv. Ktb. 42792 A.ı 28x32) yazılı hadis ise uydurmadır; iyimser olan kimi geçmiş hadisçilerce zayıftır. 155 Bütün bunlara karşın, Osmanlı hat sanatı, hadisleri estetik bir form içerinde görünür mekanlara, dolayısıyla halka taşımış ve geniş kitlelerin görsel dünyasına sunmuştur. Bu yolla Osmanlı coğrafyasında hadis, yalnızca eğitim kurumlarında öğretilen, alimler arasında aktarılan; kitaplarda yazılan ve halk meclislerinen okunan bir kültür malzemesi olmakla bırakılmamış; Osmanlı estetiğininin ve bedî zevkinin de önemli bir materyali yapılmıştır.


1 Özafşar, M. Emin, "Hadis'in Neliği Sorunu ve Akademik Hadisçilik", İslâmiyat III, sayı 1, s. 49-53.
2 Halil, The Ottoman Empire-The Classical Age 1300-1600 (Trans. HN Itzjowıtz-C. Imber), London1973, s. 166; Osmanlı Ansiklopedisi, (yay. Komisyon) I-VII, İz y, I/102.
3 Salih Yusuf, Bedruddîn el-Aynî ve eseruhû fi ilmi'l-hadîs, Beyrut 1987, s. 55-65.
4 XVIII. yüzyılın ortalarında sadece İstanbul'da yüz yirmi altı medrese ve yüz civarında Daru'l-hadis'in var olduğu belirtilir. Dursun, Davut, Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İşaret y, İstanbul ty, s. 400.
5 Okiç, M. Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, A. U. I. F. y, İstanbul 1959, 106114.
6 Yıldırım, Selahattin, Osmanlı Dönemi Anadolu Muhaddisleri-Hicri VII-IX. Asır,(M. U. Sosyal Bilimler Ens. Basılmamış Doktora Tezi) İstanbul 1994, s. 35-36.
7 Bu çalışmalardan bazıları: Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, Dergah y, İstanbul 1983; Baltacı, Cahit, Osmanlı Eğitim Sistemi, BOA, II/7-145; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988; Cihan, Sadık, "Les liana de l'enseignement de la tradition et l'importance donne a la science du Hadis a l'époque Ottomane", Ondokuz Mayıs U. İ. F. D, III, Samsun 1989, s. 1-41; Tobay, Ahmed, Yusuf Efendizâde Abdullah Hilmi ve Hadis Şerhçiliğindeki Yeri, (M. U. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1991); Yardım, Ali, "Daru'l-hadis" DİA, VIII/53529-532; Yıldırım, Selahattin, Osmanlı Dönemi Anadolu Muhaddisleri-Hicri VII-IX. Asır, (M. U. Sosyal Bilimler Ens. Basılmamış Doktora Tezi) İstanbul 1994; Gül, Ahmet, Osmanlı Medreselerinde Eğitim-Öğretim ve Bunlar Arasında Dâru'l-Hadîslerin Yeri, TTK y, Ankara 1997.
8 Süleymaniye Vakfiyesi, (Nşr. K. Edip Kürkçüoğlu), Ankara 1962.
9 Kevseri, et-Tahriru'l-veciz fi ma yebteğîhi'l-müsteciz, (thk. Ebu Ğudde) Haleb-1993. Kevseri'nin hayatı ve hadisçiliği için bkz. Özafşar, Mehmet Emin, "Muhammed Zâhid el-Kevseri, Hayatı, Eserleri, Fikirleri ve Hadisçiliği" (A. U. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara 1989.
10 Yardım, Ali, "Daru'l-hadis" DİA, VIII/530; Gül, s. 141.
11 İslam aleminde şimdiye kadar bilinen en eski Daru'l-hadisin Sultan Nureddin Mahmud (ö. 1173) tarafından kurulan "en-Nuriyye" medresesi olduğu kabul edilir. Okiç, s. 105.
12 Selçuklu Atabeği Cemaleddin Ferruh b. Abdullah'ın 1242'de Çankırı'da yaptırdığı Daru'l-hadis Anadoludaki ilk hadis okulu sayılır. Yardım, DİA; a.g.y. Selçuklu vezirlerinden Sahib Ata adıyla tanınan Fahreddin Ali b. Hüseyin tarafından 1258 veya 1279'da inşa ettirilen "İnce Minare daru'l-hadis'i" Anadolu'daki bu tür müesseselerin ilklerindendir. Okiç, s. 106.
13 Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, I-III, Ankara 2000, I/219. Raziyyuddin Sâğâni (ö. 1252) Gazneliler Devri'nde Lahor'da yetişmiş en ünlü hadisçilerden birisidir. Aslen Sâğanlıdır. Pek çoğu hadis alanında olmak üzere 32 eser yazmıştır. Meşârıku'l-envâr, onun Buhari ve Müslim'in eserlerinden seçerek meydana getirdiği 2253 hadisi havi bir eserdir. Bilhassa kuzey Hindistanda Hadisin yayılmasında önemli rol oynamıştır. Asırlarca İslam dünyasının çeşitli bölgelerindeki medreselerde hadis ders kitabı olarak okutulan bu eserin üzerine 2500'den fazla şerh ve haşiye yazıldığı söylenir. Taşköprülüzâde, Miftâhu's-saâde ve mısbâhu's-siyâde, I-III, Beyrut 1985, 112; Davudi, Halid Zaferullah, Pakistan ve Hindistan'da Hadis Çalışmaları, İstanbul 1995, s. 54-57; Isâm Arâr, İthafu'l-kâri, Beyrut 1987, s. 113.
14 Okiç, s. 106; İnalcık, Halil, The Ottoman Empire-The classical Age 1300-1600 (Trans. HN Itzjowıtz-C. Imber), London 1973, s. 167.
15 İnalcık, "Murad II", İ. A., M. E. B. Y, VIII/614; The Ottoman Empire, s. 166.
16 Gürani'nin bu eserini Edirne'de bulunduğu sırada kaleme aldığı ve 1469'da tamamladığı söylenir. Orta büyüklükte bir şerh olup, müellif Hz. Peygamber'in hayatına dair bir mükaddime ile esere başlamış, daha sonra Buhari'nin ve eserinin niteliklerini değerlendirmiştir. Klasik şerhlerde görülen özellikleri taşıdığı anlaşılan el-kevseru'l-cari'de Gürani zaman zaman İbn Hacer ve Kirmani gibi ileri gelen Buhari şarihlerinin görüşlerini eleştiriye tabi tutmuştur. Leknevi, el-Fevaidu'l-behiyye fi teracumi'l-hanefiyye, Beyrut, ty, s. 48; Brockelman, Tarihu'l-edebi'l-arabi, I-VI, Mısır-1962, III/170; Sezgin, Tarihu't-türas el-arabi, I/237; Isâm Arâr, s. 61.
17 OM, II/3.
18 Sahavi, ed-Davu'l-lâmi ', I-VI, Beyrut ty, I/241.
19 Sahavi, III/136; İbn İmad, Şezeratu'z-zeheb, I-VIII, Beyrut ty, VII/256.
20 Sahavi, I/242.
21 Gül, s. 171.
22 Spandouyn Cantazassın, L'Origine de Turcqz (Nakl. Uzunçarşılı, "Bayezid II", İ. A, M. E. B. Y, II/396).

23 Uzunçarşılı, a.g.y.
24 Turan, Şerafettin, "Bayezid II", DİA, II/237.
25 Uzunçarşılı, a.g.y; Bu mektebin yapımıyla ilgili bir hikaye için bkz. Pala, İskender, Kırklar Meclisi, Ötüken-2000, s. 53-54.
26 Molla Câmi'ye hayranlık duyan sultanlardan birisi de Fatih'tir. Onu İstanbul'a getirebilmek için kendisine beş bin altın hediye ile özel bir elçi göndermiştir. Ayvazoğlu, Beşir, Geleneğin Direnişi, Ötüken-İstanbul 2000, s. 10-11.
27 Okumuş, Ömer, "Câmi Abdurrahman", DİA, VII/94-97.
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst