Keşfet

Osmanlı Devletinde Harem

Linux

Yaşlı Kurt
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,707
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Konum
istanbul
Osmanlı Devletinde Harem

Osmanlı Devlet' inde "harem" asıl adıyla "Darüs-saade" yüzyıllar boyu merak konusu olmuştur. 16. yy. itibariyle yüksek duvarlarla çevrili bir mekân ve içerisine de belirli görevli erkeklerin dışında girişin yasak olduğu bir kurum. Bir de buna içeride bulunan yüzlerce birbirinden güzel cariyeyi de eklediğimiz zaman bu kurum tam bir sır küpüne dönüyor. Böyle gizemli bir durum karşısında da birçok yazar çoğu zaman hayal ve fantezilerin süslediği bir yer olarak lanse etmişlerdir bu kurumu.
Ülkelere hükmetmiş hükümdarların yaşadıkları sarayları görerek onların nasıl bir yaşam sürdürdüklerini öğrenmek ister insanlar . Hele ki bu 3 kıtaya hükmetmiş Osmanlı padişahlarının hareminde yüzlerce kadının bulunduğu saraylar söz konusu olduğunda merak duygusu bir kat daha artar.

Osmanlı Sarayında Harem

Harem, yani evde kadınların yaşadıkları bölüm geçmiş çağlarda da vardı. Osmanlı haremi konusunda da akla ilk olarak hakkında çok az bilgi bulunan Bursa Sarayı gelir. Böyle bir saray mevcut olmuştur fakat haremiyle ilgili hiç bir bilgi yoktur. Oysaki Bursa kütüğü ve şeriye sicillerinde, Bursa Sarayına ait pek çok bilgi vardır . Ancak görkemden uzak saraylarda yaşayan Osmanlı beylerinin haremleri bu dönemde herhangi bir Türk evindekinden pek farklı olmamalıdır .

Edirne Sarayı, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe ve Yıldız Sarayları ise haremin hem mimari hem de kuralları açısından belli olduğu yerler olarak süre gelmiş yerlerdir.
Haremde, merkezde padişah odası bulunur. Bunun etrafında ise valide sultanlar, kadınlar, şehzadeler, ustalar, kalfalar ve cariyelerin daireleri yer alır.

17. yy.da veraset sistemi değişinceye kadar harem nüfusu az olarak kayıtlara geçmiştir. Fakat şehzadelerin kafes usulüyle sarayda yaşamaya başlamalarıyla bunların ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü hizmetkâr cariyelerin de artmasıyla saray nüfusunda bir artış söz konusudur. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Hanedan'la yakın ilişkisi olan şair Leyla Saz, hatıratında, "Bazı Çerkez kadınlarının kızlarını padişah haremi olup ihtişam ve elmaslar içinde hayat süreceğine dair ninnilerle büyüttüklerini" ifade etmişti .

Belirtmek gerekir ki Osmanlı devlet teşkilâtında harem-i hümâyûn tabiri hem haremi hem de enderunu içine alır. Enderun padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak erkeklerin, harem ise ikametgâh görevinin yanında kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim müessesesidir. Bu bakımdan hareme yüksek dereceli kadınlar akademisi de denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi sistemi bulunmaktadır .

Kölelik ve Cariyelik Meselesi

Köle tabiri ile cariye tabiri arasında hukuki bir muhtevâ itibariyle hiçbir mana farklılığı yoktur . İslamiyet'te erkek köleye rakîk, abd, memlûk, kadın köleyede rakîke, memlûke ve cariye gibi isimler verilmiştir. Toplumuzda ise cariye denilmesiyle anlaşılan genel kanı Osmanlı padişahlarının cinsel münasebette bulundukları haremdeki tüm kadınlar anlaşılmaktadır. Fakat Osmanlı padişahların cariyelerinin hepsiyle böyle bir münasebet bulunması söz konusu değildir. Zira onlar aynı zamanda İslam halifeleridir ki Kur'an-ı Kerim'de "Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir " denilerek padişahların tüm cariyeleriyle cinsel münasebette bulunmadıklarına bir kaynak gösterilebilir.

o Cariyeler

Osmanlı padişahları kuruluş devresinde bir politika gereği etrafındaki beyliklerden veya hanedanlardan kız almış ve akrabalık ilişkisi kurmuştu. Genişleme dönemine gelindiğinde ise artık Osmanlı padişahlarının ve şehzadelerinin -II. Osman (1618-1622) ve Sultan Abdülmecid (1839-1861) istisna olmak üzere- eşlerini cariyelerinden seçmeleri adet haline geldi.

İlk zamanlar savaş yapılan uluslardan cariyeler saraya alınmıştır . Öyle ki genişleme döneminde çok fazla esir alınmasından dolayı güzel ve kusursuz olanları hareme alınmış diğerleri satılmıştır. Duraklama devrine geldiğimizde ise saraya esir alımında bu kaynağın kuruduğu görülmektedir. Bunun yerine çok nadir olarak komutanlar tarafından esir alınan kızlar saraya sunulmuştur. Bunların dışında saraya cariye alımında devlet görevlilerinin yetiştirdikleri veya satın aldıkları cariyeleri saraya sunmaları ve Gümrük Emini tarafından cariye alınıp saraya sunulması söz konusuydu.

Genel olarak cariyeler 3 kısma ayrılırdı. Bunlar; hizmet için alınan cariyeler ki saray hizmetlerini yerine getirmek için alınan genelde yaşları büyük ve yüzüne bakılacak güzellikte olanlardı. Bu kişiler 9 yıl hizmet gördükten sonra kalfa ve ustalar gibi isterlerse saraydan ayrılabilirler, yani azatnameleri verilirdi . İkinci olarak satılmak için alınan cariyeler vardı. Bunlar 5-7 yaşları arasındayken büyüdükçe güzelleşeceği tahmin edilen kız çocuklarıydı. Bunlar yaşları ilerledikçe güzelleşiyorlarsa bir müzik aleti çalması, güzel konuşması ve erkekleri baştan çıkarma yöntemleri öğretilir ve satışa çıkarılırlardı. Genç kadınlar sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi . Üçüncü grubu ise odalık adını verdiğimiz cariyeler oluşturuyordu ki bunlar cariyelerin en güzel ve en pahalı olanlarıydı.

Bu cariyeler saraya kontrol edilerek alınırlardı. Uykusu ağır olan, ayağı kokan, horlayan kızlar saray haremine giremezdi.

Hareme alınan cariyelere ilk olarak fiziki özellikleri göz önüne alınarak yeni isimler verilirdi. Bu isimler padişah tarafından verilir ve bu isimlerin herkes tarafından bellenmesi ve akılda tutulması için iğne ile göğüslerine iliştirilirdi. Hareme alınan cariyeler kalfalar tarafından eğitilirlerdi. Müslüman oldukları için Kur'an okumak mecburiyetinde idiler.

Hareme hizmetçi statüsünde alınan cariyeler ve görevleri ise şunlardır:

o Kalfalar, Vazifeleri ve Çırak Edilmeleri

Kalfa, saraylarda ve konaklarda hizmet veren cariyeler için kullanılan bir tabirdir . Bunlar acemiliklerini atlatmış ve gerekli tecrübeye ulaşmış kimselerdir. Güzelliklerine ve iş bilirliklerine göre hünkâr, valide sultan, ikbal, haseki ve şehzade dairelerine hizmetçi olarak verilirlerdi. Cariyelerinde eğitimleriyle ilgilendikleri için hepsi okuryazar kimselerdi. Bununla birlikte padişah eğer bir kalfanın ahlakını ve kendini beğenirse bu kalfayı kendisine haseki olarak alabilirdi.

Kalfaların önemli görevlerinden biriside oda ve aş nöbetleriydi. Büyük kalfa ağır işleri yapmazdı. Kalfalar yanındaki cariyelerle bir haftalık daire nöbeti tutarlardı. Perşembe günü daireyi komple temizlerlerdi ve buna Perşembe temizliği denilirdi. Cuma günü de nöbeti sırası gelen kalfaya devreder, kendi sırası gelinceye kadar dinlenirdi.

Yine bir hafta süre ile kalfalar aş nöbeti tutarlardı. Görevli oldukları dairelerde yemekleri getiren tablakârlardan yiyecekleri alırlar ve sofralara dağıtırlardı. Sofraları temizleme ve kapları yıkama işi ise acemi cariyelerindi.

Padişah değişimiyle birlikte kalfalarda yeni padişahın kulları olurlardı. Sadece haznedar usta ve kâtibeler saraydan ayrılırlar ve eski saraya geçerlerdi. Kalfalar arasında padişahtan yüz görmeyenlerde eski saraya gönderilirdi. Hizmet süresini tamamlayan kalfalarda eski saraya gönderilirdi ancak bunların bir kısmı isterlerse sarayda kalabilirlerdi.

Acemilikten yetişmiş kalfalar dışarıya çıkmak ve evlenmek isterlerse, onların istekleri göz önünde bulundurulurdu ve buna kalfaların çırak edilmesi denirdi. Bayramlarda veya kandillerde bir kağıda "Kulun istediği murâd, ihsân efendimizindir" diye yazar, altını imzalayıp görünecek bir yere koyarlardı. Bir daha da efendisine görünmemek için odasına kapanırdı. Bunun üzerine efendisi çeyizini yaptırır, gerekli akçeyi verir ve uygun bir kısmeti çıkınca da evlendirirdi.

o Hünkâr Kalfaları (Ustalar - Gedikli Cariyeler)

Haremin kadın personelinin yükselebileceği en yüksek makam padişahın hizmetini görme makamıdır ki buna hünkâr kalfalığı veya ustalar, gedikli cariyeler adı verilirdi. Bunlar padişahın günlük işleriyle uğraşırlardı. Bu hünkâr kalfalarının da kendi aralarında işlerine göre rütbeleri vardı. Bunları şu şekilde açıklayabiliriz.

a) Hazinedarlar ve Hazinedar Usta: Padişahın hususi ve şahsi hizmetlerini gören kadınlara hazinedar denir. Hünkâr kalfaları tabiri özellikle bunlar için kullanılır. Bunların reislerine Hazinedar Usta veya Baş Hazinedar denilmekteydi. Haremdeki hizmetçi statüsündeki kadınların başları da bu kimselerdir. Sade ve zarif giyinirlerdi . Padişah haremde olduğu sürece bunlarda Hünkâr Dairesinde bulunurlardı. Baş Hazinedar padişahın yanında oturabilirler, odaya girip çıkabilirlerdi. Ancak diğer hazinedarlar ancak çağrılmayla padişahın huzuruna gelebilirlerdi. Üçüncü, dördüncü ve beşinci hazinedarlar kalfalarla padişah dairesinin önünde nöbet tutarlardı. Baş hazinedarda haremdeki bütün hazinelerin anahtarı bulunurdu. Resmi günlerde kendilerine has olan altın kordonla mühr-i hümayunu boyunlarına takarlardı, bütün cariyelere kumanda ettiklerini ve Kurban bayramlarında adına kurban olduklarını burada belirtirlerdi. Padişahların en yakınları olması sebebiyle yeni bir padişahın gelmesiyle kendisine en yakın olanları yeniden seçer eski hazinedarlar çırak edilirler veya eski saraya gönderilirdi. Önemle belirtelim ki bazen bu haznedarlar ikballer arasından seçilirlerdi .

b) Kethüdâ Kadın: Sultanla hiçbir aile bağı olmadığı halde kethüdâ hatun da 17. Yüzyılın ikinci on yılına gelindiğinde harc-ı hassa defterlerinde aile eliti arasında yer almıştı . Haremin teşrifatçısıdır. Yani haremdeki düğünlerde ve bayramlarda yapılan bütün merasimleri o tertipler ve yer gösterir. Gümüş bir asa taşıması onun görevini belirtir. Padişah dairesindeki eşyaları mühürlemek için yanında mühr-i hümayun bulundurur.
c) Çaşnigîr Usta: Sofra hizmetlerini gören ustalara verilen addır. Emri altında çalışan cariyeler ve kalfalar vardır. Sultana ve şehzadeye hazırlanan yemeklerin zehirli olup olmadıklarını kontrol etmek için yemeği ilk olarak bunlar tadardı.

d) Çamaşır Usta: Saray çamaşır ve yatak takımlarına bakan ustaya verilen addır. Emrinde çalışan kalfa ve cariyelere de çamaşır kalfaları adı verilirdi. İlk olarak çamaşırcı kadına Yavuz Sultan Selim döneminde rastlanmıştır .
e) İbriktar Usta: Önceleri şehir suyu olmadığı için leğen ve ibrik takımlarına bakan, padişahın elini yüzünü yıkamasına, ona havlu tutulmasına ve abdest almasına yardımcı olanlara ibriktar ve reislerine ibriktar usta denilirdi.

f) Kahveci Usta: Haremde kahve işleriyle meşgul olan kişilere verilen addır. Padişah kahvecilerinin alametleri ve göğsüne taktıkları nişanları vardı.

g) Kilerci Usta: Padişahın kilerine ve kiler takımlarına bakan kalfaların reislerine denilirdi. Kilerci usta, çeşnigir usta ile padişah yemek yerken hizmet ederdi.

h) Kutucu Usta: Padişahın, ailesindeki kadınların hamamlarda yıkanmalarına yardımcı olan ustalara denilmektedir.

i) Külhancı Usta: Harem içerisinde bulunan hamamların yakılmasını ve temizlenmesini üstlenen kalfalara verilen addır.

j) Kâtibe Usta: Haremin disiplinini, düzenini sağlayan amire Kâtibe veya Kâtibe Usta denilir. Bunların sayısı beştir. Haremin eskilerinden ve gözü açıklarından seçilirlerdi.

Bütün bu ustaların yanı sıra haremde hasta olan cariyelere bakan Hastalar Ustası; bunun yardımcısı olan Hastalar Kethüdası; doğum ve çocuk düşürme işlerine bakan ebeler; Padişahın kızlarına ve şehzadelerine süt emzirmek için getirilen Dayeler ve padişahın çocuklarına bakan dadılar vardı.

Bu usta adıyla anılan kalfaların tamamı uzun entari giyerlerdi ve her birinin yeteri kadar maaşları vardı.

Padişahın Ailesi

o Valide Sultan


Haremin yöneticisi daima padişahın annesi olan valide sultandı . Valide sultanın herkesten üstün konumu harem kurumunun esasıydı . Haremde padişah ailesinin en önemli ve en güçlü kadını olan valide sultan Osmanlı Devlet tarihinde en yüksek maaşlı kişiydi. Bu konuda Nurbanu Sultan'ın yani III. Murad'ın validesinin maaşının günlük 2000 akçe olduğu hatta III. Mehmet Nurbanu sultanın gelini ve halefi Safiye Sultan için bunu günlük 3000 akçeye çıkardığı Leslie P. Peirce' nin eserinde belirtilmiştir. Aynı dönemde bir şeyhülislamın günlüğünün 750 akçe olduğu göz önüne alınırsa valide sultanın önemi biraz daha anlaşılmış olacaktır.

o Sultan Kızı ve Şehzade

Osmanlı padişahlarının kızlarına, ilk zamanlarda Selçuklu geleneğine uyularak Hatun denilmekteydi. Fatih döneminden itibaren Sultan, ismi bilinmeyenlere ise Devlet Hatun ve Sultan Hatun deniliyordu. Doğumları özel bir törenle olur ve bu vesileyle 3-5 tane hayvan kurban edilirdi. Kendilerine bir daire hizmetine kalfalar ve cariyeler verilirdi. Bunlara dadıları ve anneleri aracılığıyla dini ve ahlaki bilgiler verilirdi. Fakat sultanların haremde statüleri pek fazla değildi. Sarayda önemli bir rol oynaması ve böylelikle kabul görmesi ancak yüksek mevkide bir devlet görevlileriyle evlenmeleriyle olurdu. Evleninceye kadar sultanlar günlük 100 akçe evlendikten sonra günde 300 - 400 akçe alırlardı.

Şehzadelerin I. Ahmet dönemine kadar sancakta bulunması vesilesiyle eşleri ve anneleri onlarla birlikte sancakta bulunurlardı. Ancak kafes sistemine geçilmesiyle birlikte şehzadeler haremde kafes adı verilen odalarında yaşamaya başladılar. Bunlar da kız kardeşleri sultanlar gibi günlük 100 akçe alırlardı ve emirleri altında cariyeler vardı.

Padişahın Eşleri ve Karı - Koca Hayatı Yaşadıkları

o Gözdeler, Peykler ve Has Odalıklar


Genellikle kadın efendilerin yani hasekilerin seçildiği ikballer, has odalık, peyk veya gözde adı ile anılan cariyeler arasından seçilirlerdi. II. Mustafa döneminden önce hasekiler direk olarak bu cariyeler arasından seçilirlerdi. Padişahlar başkalarıyla evli olmayan ve istifraş yani yataklı hakkı kendinde olan cariyeleriyle karı - koca hayatı yaşayabilirlerdi ki bu İslam hukuku dâhilinde olan bir şeydir.

Padişahın odalıklarını yani cinsel münasebette bulunmak için cariye seçimi konusunda birçok görüş vardır. Ancak bu görüşler bazı tarihçiler tarafından oldukça abartılmıştır. Mesela padişahın önüne cariyelerin gelip oynadıkları ve padişahın beğendiği cariyenin önüne mendil atması gibi hayal ürünü olan şeylerdir. Ancak bunun aslı padişahın beğendiği cariyeyi haznedar ustaya söylemesidir.

o İkballer

Has odalık olarak alınan veya yetiştirilen cariyelerden padişah münasebette bulunanlar ikbal adını alırlardı. Genellikle padişahların çocuk sahibi olmadığı kişiler olan ikballer, gebe kaldıklarında, ölüm, boşanma vb sebeplerle terfi ederler kadın efendilik derecesine kadar yükselebilirlerdi. İkballer, hanım veya hanımefendi diye çağrılırlardı. Baş ikbal, ikinci ikbal, üçüncü ikbal dördüncü ikbal şeklinde giderdi. 19. yy. da ise ikballerin haremin sayılı kadınları arasına geldikleri görülmektedir. Bu ikballerin bir diğer özelliği ise padişahın tahta çıktıktan sonra aldıkları hanımları olmalarıdır.

İkballik müessesesi Osmanlı tarihinde II. Mustafa ile başlamaktadır ve ismi de Şahin Fatma Hanım'dır. Daha sonra bazı padişahlarında ikballeri olmuştur ancak bunların sayısı aynı anda 4'ü geçmemiştir. Bu ikballerin hizmetlerine bakan özel cariyeleri vardı.

o Haseki

Hasekiler yani kadın efendiler, Osmanlı padişahlarının nikâh akdi olmadan karı - koca hayatı yaşadıkları cariyeleriydi. Padişahların birden fazla hasekisi olabiliyordu. Bu hasekilerden en gözdesi genellikle en büyük erkek çocuğun yani veliahttın annesi oluyordu. Bu kişiye Baş Haseki deniyordu. Yeni kadın efendi alındığında kendisine ayrı bir oda tahsis edilir, elbiseler ısmarlanır, haznedar usta ve kalfaları tarafından saray âdetleri öğretilirdi . Maaş ölçütleri de dikkate alındığında haseki harem-i hümayunda valide sultandan sonra en büyük statüye sahipti . Haseki bir köle yani bir cariyeydi. Ancak aldığı maaş bakımından sarayda padişahın kız kardeşlerinden, halalarından ve hanedanın sultan kızlarından daha yüksek bir mevkideydi. Bunun sebebi ise potansiyel olarak bu hasekilerden birinin valide sultan adayı olmalarıydı. Bununla birlikte kural şuydu; bir kere haseki olunca hep haseki kalınırdı. Zira standart günlük 1000 akçe olan haseki maaşını II. Osman'ın hasekisi Ayşe, padişahın ölümünden sonra geçen 18 yıl boyunca bu maaşı almaya devam etmiştir. 17. yy. ortasına doğru ise hasekilerin önemini yitirdiği aldıkları maaşlardan belli olmaktadır.

Maalesef Osmanlı Devletinin duraklama ve gerilemesinde bu haseki sultanların yani kadın efendilerin rolü de hiç göz ardı edilemeyecek bir konudur. Nitekim tarih Hürrem, Safiye ve Kösem Sultanların acı ama gerçek entrikalarıyla doludur. Padişahların ordu başında sefere çıkmamasının sebepleri de bu kadın efendilerdir.

Padişahın haseki sıfatı taşımayan cariyeleri de mevcuttu. Ancak bunlar hasekilere nispeten daha az maaş alırlardı ve sarayın elit kısmı olarak görülmezlerdi. Zaten az öncede belirttiğimiz gibi hasekilik statüsü 17. yy. ortasına doğru önemini kaybetmeye başlamıştı ve bu zamandan sonra maaşlarda da bir eşitliğin tam olmasa da yaşandığını söylemek mümkündür. Bu dönemden sonra ise haremde önem kazanan kısım ikballer olacaktır.

Haremin Erkek Görevlileri

Haremin erkek personeli de mevcut idi ve bunların ortak özellikleri hadım edilmiş olmalarıydı. Hadım etmek çocuk yaşta yapılan bir şeydi ve böylece üretkenlik gibi cinsel karakterlerin ortaya çıkması engellenecekti. Hadım kelime anlamı olarak "cinsiyet bezi çıkarılmış ya da burularak erkekliği giderilmiş kişi"dir . Lakin İslam hukukunda hadım edilme konusu hiçbir şekilde caiz değildir. Hadım etme usulleri hakkında birkaç görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan birisi cinsel organın kesilmesi, bir diğeri ise cinsellik bezlerinin kesilmesidir. Fakat hayaları veya erkeklik uzuvları kesilen hadımların, tamamında olmasa bile bir kısmında, sonradan erkeklik uzvunun yeniden geliştiği ve hatta cinsi hayata hazır hale geldiği de araştırmaların ve tarihi olayların ortaya koyduğu bir gerçektir .
Osmanlı haremine alınan hadım erkek hizmetçiler iki gruba ayrılırdı.

Bunlardan:

Birincisi; Ak hadımlardır. İslam hukukunda hadımlık yasak olduğu için bunlar başka milletlerden alınan hadım esirlerden sağlanıyordu. 1582' de kara ağalar gelene kadar ak hadımlar kızlar ağası olarak görev yapmışlardır. Padişahın mâbeyn daireleri ve harem dairesini korumak ve gerekli hizmetlerini görmek asli görevleriydi.

İkicisi; Kara hadımlardır. Ak hadımların bulunmasındaki zorluk ve bunların kara hadımlara göre daha dayanıksız olmasından dolayı kara hadımlar daha fazla tercih edilmişlerdir. Bu yüzden kara hadımlar için hareme bir ocak kurulmuş ve kara ağalar ocağı adı verilmiştir.

Sarayda ki haremağalarının en büyüğü ve reisine Kızlar Ağası veya Bab'üs-Sa'âde Ağası denilirdi. Derece olarak sadrazam ve şeyhülislamdan sonra gelirdi. En önemli görevleri ise, padişahın haremini korumak, harem için gerekli olan cariyeleri temin etmek, haremde bulunan cariye ve hadımların terfi ve cezalandırma işlemlerini padişaha arz etmek ve surre alaylarını düzenlemek, haremin bütün harici ihtiyaçlarını harem ağalarına yaptırmak, kendine bağlı bulunan personelin tayinlerini yapmaktır .

Harem ağaları görevlerine göre şu şekilde aktarılabilir:

a) Saray Ağası: Ak hadım ağasıdır. Kızlar ağasının birinci yardımcısıdır. Hazinedar başı eğer ak ağa ise ondan sonra gelirdi. Sarayın temiz tutulması ve tamirinden sorumluydu.

b) Saray Kethüdası: Kapıyı bekleyen ak hadımların idare ve güvenliğinden doğrudan sorumluydu. Saray ağası ve kethüdası zenci hadım ağalarında olmayan görevlerdi.

c) Baş Kapı Gulamı: Haremde zenci hadımağalarında kızlar ağasından sonra gelen makam sahipleriydiler.

d) İkinci Baş Kapı Gulamı: Baş kapı gulamının yardımcısıdır.

e) Ortanca: Binbaşı rütbesindeki ağa demekti.

f) Nöbetçi Kalfa: Umum nefer oğlanlarının zabiti ve sorumlusu idi.

Bununla birlikte valide sultan ağaları ve şehzadelerin muhafızı olan ağalar, saray kadınlarının namaz kıldıkları mescidin imamı ve müezzini olan ağalar da itibarlı ağalardandı. Haremdeki cami ve mescitlerin imam ve müezzinleri dahi harem ağalarından seçilirdi. Haremin masraflarına bakan haznedar ağa, oda lalası, valide sultan ağa, hazine kethüdası ve vekili de ağaların ileri gelenlerindendir.

Harem ağaları arasında yer alan önemli bir grup da musahiblerdir. Baş, ikinci ve üçüncü musahibler adıyla bizzat padişahlar tarafından tayin edilen bu insanlar, padişahların odaları önünde nöbet tutarlar ve sultanın emirlerini harem halkına duyururlardı.

Sonuç olarak: Harem sadece bir ev olarak görülmemelidir. Harem bir eğitim kurumudur aynı zamanda ve bazı yazarların dediği gibi sadece cinsel muhabbete dayalı bir yer değildir.
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst