Osmanlı Arşiv Belgelerinde Şairlere Verilen Câize ve İhsanlar / Yrd. Doç. Dr. Cevdet Dadaş
Şiir ve edebiyat, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan çöküş yıllarına kadar bütün dönemlerinde kendisine bir itibar ortamı bulmuştur. Bu itibar ortamının, şair ile hükümdar arasında kurduğu yakınlık derecesinin yüksek bir seviyede yaşandığı XVI. yüzyılda bir cazibe merkezi haline gelen saray,1 sonraki asırlarda da bu muhtevasını, içinde bulunduğu dönemin şartlarına göre birinci derecede koruduğu (korumaya çalıştığı) görülür. Bu bakımdan hemen her asırda Şark dünyasının çeşitli bölgelerinden, hatta yabancı diyarlardan ilim ve sanat erbabı Osmanlı'daki bu iltifata muhatap olmak için, İstanbul'a gelerek saraya şiir sunmanın çabası içinde olmuşlardır.
Osmanlı'daki bu zengin kültür hayatı, sadece İstanbul'da kalmayıp, taşraya da uzanmıştır. Mesela; Manisa, Kütahya ve Amasya gibi şehzadelerin bulundukları sancaklar, stratejik ve yönetim açısından önemli birer merkez olmalarının yanı sıra, şiir ve edebiyatın da yaşandığı birer kültür muhitleridir. İstanbul'da ilim ve sanat adına yapılan çalışmalar, kısa zamanda buralarda yankısını buluyor, şehzadelerin çevresinde ilmi ve edebi bir mahfil, aydın bir kadro teşekkül ediyordu.
İlim ve sanat erbabını el üstünde tutma geleneği, merkezden taşraya kadar aynı hassasiyetle uzanıyordu. Bu yaygın itibar ortamının temelinde; hükümdar ailesinden başka, vezirler, valiler, sancak beyleri, keza şeyhülislam, kazasker ve kadılara varıncaya kadar yüksek tabakanın muhatap olması yatıyordu.
İstanbul'dan taşraya doğru esen bu iklim, aynı zamanda kabiliyetli gençlerin ileride meşhur birer şahsiyet olmalarına da ortam hazırlamış oluyordu. Bunlara, önce bulundukları bölgenin devlet erkanı iltifat ediyor, daha sonra İstanbul'a gelip, sarayda görev almaları için referans oluyorlardı.
Osmanlı Devleti'nde bir göreve gelebilmenin ya da dünyevi bir talebin karşılanmasının yollarından biri olan bu usul, idari ve kültürel açıdan da taşra merkez ilişkisini geleneksel bir biçimde sürdürüyordu. Gerek büyük şairlerin, gerekse genç şairlerin kaleme aldıkları kasideler ya da telif ve tercüme gibi çeşitli konularda yazılan eserler, saraya takdim edildiğinde, karşılık görmeleri bu geleneğin bir sonucuydu. Bu yolla şairlerin, devletin herhangi bir kaleminde memuriyete başlamaları ya da bulundukları görevlerden terfi etmeleri de mümkündü. Ayrıca, devlet büyüklerinden gördükleri çeşitli ihsanlar karşısında şükranlarını dile getirmek için kaside yazdıkları gibi, devletin cürüm saydığı herhangi bir hareketten dolayı da kaside ile af talep edilirdi.
Konuyla ilgili arşiv belgelerinde iki temel husus dikkati çeker: Birincisi, şiirin makama, yukarıda ifade ettiğimiz çeşitli vesilelerle ulaştırılması (Takdim), diğeri şiirin kabul görüp ödüllendirilmesi (Takdir)'dir. Osmanlı Devleti'nde her dönem uygulanan bu usulün, belgeler tarandıkça bu yüzyılda daha çok yaygınlaştığı görülür. Herhangi bir vesileyle, özellikle cülus dönemlerinde, şehzade ve sultanların düğün ve doğumlarında, sarayın yaptığı ikram ve iltifat, devlet kademelerinde bulunan pek çok kişiyi bile şiir yazmaya sevk etmiştir.
Aşağıya verdiğimiz arşiv belgesi, şiirin bu yoldaki nüfuz ve itibar ölçüsünü şu şekilde yansıtmaktadır.
Örnek belgelere geçmeden önce, hatt-ı hümayunlu belgelerle ilgili şu teknik bilgiyi vermek yerinde olacaktır. Padişaha arz edilen ve padişahın kendi hattıyla görüşlerini (emirlerini) bildirdiği bu belgelerin orijinal metni üzerinde iki farklı yazı bulunmaktadır: Bunlardan biri, sadrazamın konuyu özet olarak padişaha sunduğu, şevketlü, kerametlü,... padişahım şeklindeki elkap ile başlayan telhis yazısıdır. Padişahım kelimesiyle biten elkap cümlesindeki padişahım kelimesi, boşluk bırakılarak belgenin sol üst köşesine yazılmıştır. Hatt-ı humayunlu belgelerin, genelde bu şekilde kompoze edildiği dikkati çekmektedir. Özellikle bırakılan boşluk, padişahın daha sonra konu hakkındaki görüşlerini bildirmesi içindir. Padişah bu kısma, kendi el yazısı ile konuyu, önemine binaen ya birkaç cümle içinde cevaplandırmakta ya da; "mûcebince amel oluna, pesendîde-i hümâyunum olmuştur, uygun görmüşümdür." şeklinde sadrazama bildirmektedir.
Belge No: 1
B.O.A. HH.229192
Tarih: 1229 (II. Mahmut)
a. Şevketlü kerametlü mehabetlü kudretlü veliyy-i ni'metim efendim padişahım
Bu defa Amedi odasına memuriyetle çirâğ buyurulan Muhammed Akif Efendi kullarına birkaç satır yazı yazdırılıp hak-i pâ-yı ekseriyâ-yı şahânelerine arz ve takdîm olunması muktezâ-yı irâde-i seniyye-i mülûkânelerinden olduğuna mebni efendi-i mumâileyh kullarına çend satır yazı yazdırılıp teşekkür-i a'la vü ihsân-ı şehr-i yârileri zımnında inşâd etmiş olduğu kasîdesiyle me'an manzûr-ı hüsrâveneleri buyurulmak içün mekârim neşûr-i kişver-küşâyileri kılındığı muhât-ı ilm-i 'âlileri buyuruldukda emr ü fermân şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü veliyy-i ni'metim efendim padişah hazretlerinindir.
a. Benim vezirim
Mumâileyhin yazısı ve kasîdesi güzeldir. Bu makûlelere i'tibâr ve istihdâm olundukça aklamda erbâb-ı hüner çoğalmağa başlar. Buna müceddeden bir ta'yin veresin.
Belgede, talep edilen konu ile buna cevap veren makamın bir üst yazısının yer aldığı iki bölüm vardır. II. Mahmut'a arz edilen birinci bölümde, padişaha yazdığı kasidesiyle bir memuriyet talebinde bulunan Mehmet Akif adında bir gence, ayrıca yazı yazmadaki kabiliyetini de görmek için, birkaç satır yazı yazdırılır ve kasidesiyle birlikte padişaha arz edilir. Belgenin ikinci bölümünde, padişahın kendi hattıyla konu hakkındaki görüşleri yer almıştır. Bu bölümü, sadeleştirerek şu şekilde ifade edebiliriz: Adı gecenin kasidesi ve yazısı pek güzel. Bu tip kabiliyetli kişiler itibar ve teşvik edildikçe, devlet kademelerinde nitelik artacaktır. Bunun için kendisine uygun bir görev verilsin.
Bu belgede de görüldüğü gibi, devletin çalışanlarında aranan nitelik ölçülerinden biri de şiir ve güzel yazı olmuştur. Bu bakımdan belgede şiirin itibarı ve bu alanda kabiliyetli gençlerin teşvik edilip korunması vurgulanmıştır.
Herhangi bir vesileyle, özellikle cülus dönemlerinde, şehzade ve sultanların düğün ve doğumlarında, sarayın yaptığı ikram ve iltifat, devlet kademelerinde bulunan pek çok kişiyi bile şiir yazmaya sevk etmiştir.
Şiirin, Osmanlı'da hakim olduğu ya da itibar gördüğü sahanın ana hatlarına kısaca değindikten sonra, Osmanlı Arşivi'nden3 ağırlıklı olarak XIX. yüzyıl dönemine ait taradığımız örnek belgelerden yola çıkarak konuyu yazımız çerçevesinde ele almaya çalışacağız. Osmanlı Devleti'nde her döneme ait belgelerde geçerli olan yukarıda ifade ettiğimiz, bu iki hususu kasidenin muhtevasındaki niteliği de göz önünde bulundurarak şöyle açabiliriz:
1. Takdim
Şairler kasidelerini, başta sultanlar olmak üzere, diğer devlet büyüklerine takdim ederken muhtevasındaki niteliklere bağlı olarak genelde şu üç esas üzerinde durdukları görülür.
A. Amaç: Divan şiirinin nazım şekillerini muhteva bakımından birbirinden ayıran fark, yazılışlarındaki temleridir. Bu fark, şiirin muhtevasında bulunan unsurlardan ileri gelmektedir. Mesela; gazelde hakim olan tema; sevgilinin, işvesinden, cefasına kadar gittikçe artan tavırlarıdır. Şair, gazelde sevgilisine ait bu unsurları işlerken, onun umarsız hallerinden de şikayet eder. Fakat bu şikayetin devamından şikayetçi olmadığı görülür. Hatta şikayette bulunmak onun için ideal bir zevk haline gelmiştir. Bu bakımdan gazel, sevgilinin bin bir türlü nazıyla, aşığına çektirdiği hallerin terennüm edile geldiği bir muhtevaya sahiptir.
Kasidede ise durum daha farklıdır; muhtevasında rahm, lütuf ve himmet gibi unsurlar hakimdir. Bunların altında şairin acziyetini dile getirmesi ve dünyevi ihtiyaçlarının karşılanması talebi yatmaktadır. Kasidenin bu ve benzeri unsurlardan meydana gelen kelime kadrosu, estetik biçimi, şairin ihtiyacını talep etmesindeki maharetine göre örülür ve der-medh-i., der-sitayiş-i. şeklindeki başlık cümleleriyle formüle edilir. Bu başlıklar, kasidenin muhtevasında yer alan sosyo-ekonomik, bazen de psikolojik açıdan dile getirilen konuların hal merciine ulaştırılmasındaki makamı belirler.
Bu bakımdan kaside, niyet ve çözüm arasındaki taleplerin manzum bir şekilde dizayn edilmesidir. Bu dizayn, şairin niyet ve talebi, memduhun himmet ve ihsanı şeklinde tasnif edilmiş olarak karşımıza çıkar.
Bu iki husus, kasidenin, diğer nazım şekillerinden farklı bir amaçla kaleme alındığını ortaya koyar. Gazelde genelde ideal sevgiliyi hayal etme, soyut veya somut olarak ona ulaşma arzusundan doğan hicran, hüzün ve göz yaşı gibi haller şaire derin bir haz verirken, kasidede daha dünyevi bir arzunun, otorite tarafından -bu da bir sevgilidir- karşılanması dile getirilir.
Böylece kaside sahibini, çeşitli caize ve ihsanlarla nimetlendirmek de, başta padişah olmak üzere, diğer devlet büyüklerine ödenmesi gerekli olan bir yükümlülük haline gelmiştir. Hatta şairler bu yükümlülüğü, biraz da mecburi bir gelenek olduğunu vurgulamak için, dini bir vecibeye4 bağlama ihtiyacını hissetmişler ve bunu teşvik etmenin sevap, ihmal etmenin de bir vebal olduğu düşüncesinden yola çıkarak caize ve ihsanda bulunmayanları hicv etmenin caiz olabileceğini vurgulamışlardır.5 Her iki açıdan da baktığımızda kaside, şairin geleneksel sosyal gücünü ve etki alanını belirlediğini görürüz.6
b. Zaman: Kasidenin takdiminde ikinci husus, zamanlamadır: Bunlar: Padişahın cülus dönemlerinde, sefere çıktığında, savaş dönüşlerinde, saray, çeşme ve benzeri eserlerin inşasında kaleme alınan şiirlerdir.
Saraya bağlı bu zamanlamanın dışında; ramazaniyye, ıydiyye, bahariyye, temmuziye şitaiyye gibi belli zamanlarda kaleme alınan kasideler de mevcuttur. Zamanın devlet adamlarına bu ad altında kasidelerin yazılması yanı sıra, bunların derece terfi hatta sakal bırakma ve ev inşası gibi daha özel konularına kadar da indirilmiştir.7
Şiir, Osmanlı toplumunda bu müstesna günlerin nağmelerini oluştururken, estetik zevkin arka planında sosyo-ekonomik yapıya, kültür ve sanat hayatına da yeni bir canlılık ve zenginlik katmış oluyordu. Kasidenin, belirli zamanlar gözetilerek yazılması da ayrıca bu tarihi süreci tekrar ediyordu. Mesela: Cülus şenliklerinde cülusiye yazılması, Ramazan ve bayramlarda ramazaniye ve ıydiyelerin tekrar yazılmasına ya da başka şairlerce ilk defa yazılmasına sebep oluyordu. Bu tekrar, geleneğin unutulmamasını, yeni şairlerin tanınmasını; şiir ve şaire verilen itibarın da bu vesileyle ortaya çıkmasını sağlıyordu.
b. Makam: Kasidenin memduhuna ulaşmasındaki üçüncü aşaması, takdimi esnasında takip edilen usul ve erkandır. Kaside, hangi sebeple yazılırsa yazılsın, bir makamı temsil eden kişiye arz edilme amacı taşımasından dolayı resmi bir işleme muhatap olması söz konusudur.
Bu üçüncü boyut, kasidenin kimden kime, niçin ve nasıl takdim edildiği ve şaire ne tür bir caize verildiği şeklinde soruların cevaplanmasına ışık tutacaktır. Başta padişah olmak üzere, diğer devlet büyüklerine yazılan kasidelerin takdimiyle ilgili bu ve benzeri soruların araştırılması ve bunlara verilen cevaplar, en ince ayrıntıların bile göz ardı edilmediği Osmanlı Devleti'nin teşrifat geleneğinde, kasidenin itibari değerini, estetik ve sanat ölçüsünü belirleyen yeni bilgi ve belgeleri de beraberinde getirecektir.
Arşivin çeşitli kalemlerinde mevcut olan bu belgeler; berat, nişan, takrir, şukka gibi türü ne olursa olsun kasidenin resmi makamlarda iltifatını, şairin şahsi ve sosyal çevresindeki değişimini gösterir. Bir başka ifadeyle kasidenin bölümlerinde, şair ile memduhu arasındaki mücerret bağ, bu tip belgelerle müşahhas boyut kazandığı görülür.
Çeşitli sebeplerle yazılan şiirin takdim edilmesi hususunda Abdülaziz Bey'in konuyla ilgili şu cümleleri belgelerin muhtevasını da yansıtmaktadır: ".Şairlerin ileri gelenlerinden pek çoğu, padişahların tahta çıkışında, sultan ve şehzade doğumlarında, sefere çıktıkları zamanlarda ve savaşlarda muzaffer olmaları için kasideler yazar, tarihler düşürür ya saraydaki bir aracıyla padişaha takdim ettirirler ya da usul üzere Bab-i Ali vasıtasıyla, yani vezir-i azama verirlerdi. Bab-ı Ali vasıtasıyla takdim olunmak daha da önemli bir şöhret yolu idi. Bu manzumelerden padişaha sunulmaya layık olanlar seçilir, sadrazamın öven yazısıyla saraya, huzur-ı hümayuna sunulurdu.8
XVIII ve XIX. yüzyıl edebiyatla ilgili arşiv belgelerinde, daha çok cülus törenleri, şehzadelerin ve sultan hanımların doğum ve düğünleri üzerine kasidelerin yazılmış olması dikkati çeker. Şairler arasında, takdime önce münasip görülenlerin isim ve unvanları surhla (kırmızı yazı) yazılarak şiirleri bir defter halinde sunulurdu. Bunun dışında kalanlar ise, şairlerin isimleri ve bazı örnek beyitleriyle birlikte bir defter haline getirilir ve yine padişahın takdirine arz edilirdi. Buradaki işlemlerden de anlaşıldığı üzere, saraya sunulan şiirler, makama ulaştırılmadan önce bir değerlendirmeye tabi tutulmuş olmasıdır. Fakat tasnif edilen bu şiirlerin tamamı yine padişahın ihsanına nail olma ümidiyle huzura arz edilirdi. Takdim edilen bütün şiirlerin değer ölçülerine göre, padişah uygun gördüğü ihsanının taksim edilmesi hususunu kendi hattıyla aynı belge üzerinde bildirirdi.9
Aynı konuda bir başka belge özeti de şöyledir: Padişahın Rumeli'nden dönmesi üzerine kaside ve tarih yazan şairlerden bazılarının şiirleri seçilerek huzura gönderilmiştir. Ayrıca pek çok ihtiyaç sahibi olan katip ve talebelerin yazmağa denediği şiir ve dua nameler de takdim olunmuştur. Bunlara padişahın ihsanı olarak hazine-i Amire'den münasip buyurulursa otuz bin kuruşun verilmesi arz edilmiştir. Arz edilen bu teklifi, padişah uygun gördükten sonra paranın hazineden alınarak gereği gibi taksim edilmesine başlanmıştır.10
Bu gelenek, bir anlamda saraya sunulan hiçbir şiirin karşılıksız kalmadığını da göstermektedir. Şairlerin daha çok bu konulara meyl etmelerini, Osmanlı'nın çöküş yıllarında bile devlet adamlarının lütuf ve ihsanları besliyordu.
Konuya, bir başka açıdan değindiğimizde, belki de her alanda oldukça cömert davranmış olmaları bu çöküş yıllarını hızlandıran nedenlerdendi. Sefer dönüşü verilen caize ve ihsanlar yerini, bu yıllarda daha çok cülus dönemlerine, şehzade ve sultan hanımların doğum ve düğünlerine bırakmıştı. Saray gecelerinde yaşanan zevk ü sefanın, konaklardaki helva sohbetlerinin şiire yansıması, bu dönemin genel karakterini de sergilemektedir.
2. Takdir
Kasidenin, huzurda kabul görme biçimi, bir anlamda şairin nail olacağı iltifatı da belirlemektedir. Bu şiirin geleneğinde, memduhu tarafından beğenilme ve karşılığında maddi-manevi iyilik görme ümidi yatmaktadır. Şiirin yöneldiği ve takdir gördüğü makam sadece sultanlar ve onların ailelerine ait olmadığı, hem divanlardaki kasidelerden, hem de arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Bu zengin şiir ortamında sadrazamlar, vezirler, defterdarlar, valiler, sancak beyleri keza şeyhülislam, kazasker ve kadılara varıncaya kadar ilmiye mensupları da hem takdim hem de takdire muhatap olmuşlardır. Dolayısıyla şiir, sunulan her makamdan iltifat görmüştür. Osmanlı Devleti'nde aynı hassasiyet şiirin dışında tarihi, dini ve diğer alanlarda takdim edilen eserlere de gösterilmiştir. Devlet adamları kendilerine eser sunan ilim ve sanat erbabına bol ihsanlarda bulunmuşlardır. Hatta bu konuda ulema ve şüaradan başka, devlet hizmetinde yararlılık gösteren vazifelilere de çeşitli caize ve ihsanların verildiğini gösteren atiyye, in'amat, caizat ve hediye defterleri mevcuttur.11
Burada takdirin karşılığı olarak verilen caize ve ihsanlar üç kategoride ele alınabilir. Bir başka ifadeyle bu konu ile ilgili belgeler üç aşamalı olarak değerlendirmeye tabi tutulabilir:
a. Atiyye (kuruş, akçe veya karşılığında verilen altın)
b. Mevki, mansıp, rütbe ve nişan,
c. Affa nail olma. a. Atiyye Örnekleri
XVIII. ve XIX. yüzyıl belgeleri üzerinde yapabildiğimiz araştırmalarda, ülke dışından veya ülkenin uzak yerlerinden gelen şairlere, ihsanların bazen daha bol olduğu dikkati çekmiştir. Yerli şairlere, kasidelerine karşılık bin beş yüz kuruş verilirken, bu rakamın dışardan gelen şairler için yedi bin beş yüz kuruşa kadar çıktığı da görülmektedir. Bu fark, şiirin muhtevasından, huzurda okunmasından ya da siyaseten devletin, dışardan gelenlere misafir gözüyle bakmasından kaynaklanmış olması şeklinde düşünülebilir. Ancak, özetleriyle birlikte aşağıya verdiğimiz örnek belgelerle böyle bir farkın temel nedenlerini, konuyla ilgili devam eden araştırmalarımızın ileri safhalarında tespit etmeye çalışacağız.
Belge No: 2 A.MKT.MHM.92/46
Özet: Sultan Abdülmecid'e sunduğu kasidesinden dolayı, İranlı Şeyh Niyazi Efendi'ye yazdığı hilye ile kasidesinden dolayı, yedi bin beş yüz kuruş verilmesini, ancak kendisi Bağdat taraflarında bulunduğundan paranın Bağdat Valiliği tarafından ödenmesine emir verildiğini ifade eder.
Mâliye Nezâret-i Celîlesine ve Bağdâd Vâlisi Hazretlerine
İranlı Şeyh Niyâzi Efendiye hilye-i şerîfe ve medâyih-i celîle-i hazret-i şehinşâhi'yi mutazammın kasîde tanzîm ve inşâd eylemesinden dolayı yedi bin beş yüz guruş "atiyye-i seniyye îtâsı husûsunda bi'l-istîzân irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî müte'allik ve şeref-südûr buyrulmuş ve efendî-i mûmâ-ileyh Bağdad cânibinde bulunduğundan, meblâğ-ı mezbûrun emr-i âlî eyâletden îtâsı zımnında Bağdad Vâlisi Devletlü Paşa Hazretlerine bildirilmiş olmağla hazinece dahi îcâbının icrâsiyle taraf-ı vâlâlarından dahi ber-mûceb-i irâde-i seniyye meblâğ-ı mezbûrun emvâl-i eyâletden tesviyesi zımnında lâzım gelen havâle mektubunun tastîr ve tesyîrine tahrîrât-ı senâverî tastîr kılınmış buyrulması siyâkında himmet buyrulması.
Vâli-i Müşârün-İleyh Hazretlerine
Meblâğ-ı mezbûrun emvâl -i eyâletden tesviyesi suhûleti muâf görünerek hazînece icrâ-yı icâbı Maliye Nezâreti Celîlesine havâle olunmuş olmağla meblâğ-ı mezbûrun ol vechile tesviye ve îtâsı husûsuna himmet buyrulması siyâkında şukka. 1272.Za.21
Belge No: 3 A.MKT.UM.92/46
Özet: Cülûs dolayısıyla Sultan Abdülaziz'e culûsiye yazan Şeyh Salih Efendi'ye, mal sandığından bin beş yüz kuruş verilmesi için Şehrizor Kaymakamı Takıyyüddin Paşa'ya Babıali'den gönderilen yazı ile culûsiye şu şekildedir.
Şehrizor Kâimmakâmı Takiyyüddîn Paşa Hazretleri
Saâdetlü Efendim Hazretleri
Şeyh Salih Efendi'nin cülûs-i hümâyun-ı Cenâb-ı tâcdâriye dâir inşâd etmiş olduğu târihlerin gönderildiğini mutazammın tevârüd eden tahrîrât-ı şerîfeleri meâli ma'lûm-ı muhibbî olarak mezkûr yazıcılar dahi bi'l-vusûl mevki-i tahsîne mevsûl olmağla keyfiyetin efendî-i mumâ-ileyhe tebliği ile beraber kendüsüne atiyye-i seniyye olmak üzre mahallî mâl sandığından bin beş yüz guruş îtâsı husûsuna himmet eylemeleri siyâkında şukka-i muhibbî terkîmine ibtidâr kılındı.
Maliye
Şehr-i zor ulemasından şeyh Salih Efendiye cülûs-ı humâyun-ı pâdişâhiye dâir inşâd etmiş olduğu tarihten dolayı mahallî mâl sandığından bin beş yüz guruş îtâsı tensîb olunarak keyfiyet Şehrizor kâim-makâmına yazılmış olmağla hazinece dahi iktizâsının icrâsına himmet buyrula. 1278 C.29
Cülus bahşişi: Padişahın ölümü ya da hal'i üzerine, tahta çıkan yeni hükümdar tarafından askerlere, memurlara verilen atiyyenin adıdır. Cülusiye ise, edebiyatta, padişahların tahta çıkmaları münasebetiyle kaleme alınmış manzume veya yazılmış makaleler hakkında kullanılan bir tabirdir.12
Aşağıdaki cülusiye mütekerrir müseddes (altı, altılık mısra) halinde yazılmış bir nazım şeklidir. Genellikle 5 ila 8 bend arasında değişen uzunluklarda yazılır. Her konuda müseddes yazılmakla birlikte, felsefe ve tasavvuf konularının anlatıldığı müseddesler çoğunluktadır.13 Burada şair, Sultan Abdülaziz'in tahta çıkışıyla, alemin sevinç içinde olduğunu, devletin yeniden kuvvet bulacağını dile getirmiştir. Padişahın adaletinden, cömertliğinden dolayı gönlü viran hiçbir kimsenin kalmadığını bu yüzden insanlar ve melekler birbirlerini tebrik ettiklerini dile getirir.
Cülûsiye
I 1-Bugün ser-tâ-be-pâ halk-ı cihân mesrûr-ı şâdândır
Zemîn ü âsumândan nûr-i şâdi pertev-efşândır.
2-Furûg-ı şevkı arzın encûm-ı eflâke handândır
Cihânı kaplamış envâr-ı behcet özge seyrândır.
X Felek şâd ü melek şâd u cihân-ı mesrûr u şâdândır
Bugün îd-i culüs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
I 1-Fülk-i tak-ı bülend-i âsmânı eylemiş tezyîn
Münevver eylemişler âlem - i ulvîyi kerrûbîn
2-Zemîni halk-ı âlem eylemişler reşk-i illiyyîn
Zemîn ü âsumân görmüş değildir böyle şehr-âyin
x Felek şâd ü mülk-i şâd ü cihânı mesrûr u
şâdândır Bugün îd-i culûs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
I 1-Bugündür mebde-i târih-i sa'd-i tâli'-i âlem
Bugündür ki oldı devletin bünyânı mustahkem
2-Bugün gayret-keşânı devlet ü dînin olur hurrem
Bugün zira culûs itmişdi ol şâhen şeh-ı a'zam
x Felek şâd ü mülk-i şâd ü cihân-ı mesrûr u şâdândır
Bugün îd-i culüs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
VI 1-Nice şâd olmasın âlem ki ol şâh-ı cihân-ârâ
Kuvâ-yı devlete lutfıyle tâze cân eder i'tâ
2-Culûsundan beri köhne cihânı eyledi ihyâ
Aceb mi îd-i ekber eylese bugün bütün dünyâ
x Felek şâd ü melek şâd ü cihân mesrûr u şâdândır
Bugün ûd-i culûs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
V 1-Anın adliyle câridir mesâlih hep devâire
Hele bilhassa ikdâmı zâhirdir asâkirde
2-Nümâyândır hulâsa himmeti bâtında zâhirde
Umûmidir ânınçün şevk ekâbirde esâgirde
x Felek şâd ü melek şâd u cihân-ı mesrûr u şâdândır
Bugün îd-i culûs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
V 1-Ederler sûr-i şâdi halk-ı âlem ser-te-ser şimdi
N'ola fart-ı ferahdan olsalar şûride ser şimdi
2-Gam u endûh etmez hâtır-ı zâre eser şimdi
Bütün ins ü melek yek diğerin tebrîk eder şimdi.
x Felek şâd ü melek-i şâd ü cihân-ı mesrûr u şâdândır
Bugün îd-i culûs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
V 1-Bugün nevrûz-ı îd-i şâdmânidir cihân handân
Harâb-abâd olan diller bu günde oldu âbâdân
2-Cihânda kalmadı şâd olmadık bir hatır-ı vîrân
Kulu kemter Ziyâ mümkün müdür ki olmaya şâdân
x Felek şâd ü melek-i şâd ü cihân-ı mesrûr u şâdândır
Bugün îd-i culûs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
V 1-O sultan-ı cihânın yâveri Rabbül-enâm olsun
Felek durdukça taht-ı şevketinde ber-devâm olsun
2-Kim olmazsa anâ kul yediği etmek harâm olsun
Cihânı şâd-kâm etdi İlâhî şâd-kâm olsun
x Felek şâd ü melek-i şâd ü cihân-ı mesrûr u şâdândır
Bugün îd-i culûs-i Hazret-i Abdulazîz Hândır.
b. Mevki, Rütbe ve Nişanlar
Osmanlı Devleti'nde mevki, rütbe ve nişanlar,14 devlet hizmetinde gösterilen liyakat ve sadakatten dolayı, verildiği gibi, bu makam ve payelerin elde edilmesinde de şiirin payı yüksek oluyordu. Bazen de şairler, verilen bu paye ve nişanlar karşısında şükranlarını arz etmek amacıyla kaside yazarlardı. Bu konu, arşivin çeşitli fonlarında, özellikle padişahın kendi yazısının bulunduğu hatt-ı hümâyun kataloglarında yer almaktadır. Biri özet olmak üzere aşağıya aldığımız iki belge şu şekildedir.Özet: Kıbrıs Muhassılı (vergi görevlisi) Tahsin Bey, kendisine verilen nişana II. Mahmut'a şükranlarını arz etmek için bir kaside yazmıştır. Kasidesinde Anadolu kadı askerliği payesinin verilmesini dile getirmiştir. Ancak, Tahsin Bey'in uhdesinde İstanbul kadılığı payesi yeni olduğu için, bu payeye terfi etmesinin erken olduğu bildirilmiştir (Belge tarihi: 1250).15 Belge No: Kod: A.DVN.MHM 19/96
Özet: Sultan Abdülmecid'in Osmanlı Devleti adına ve menfaatleri uğruna gayret, hamiyyet ve sadakat gösterenlere karşı ihsanda bulmak, saltanatının gereği olduğundan hareketle Arap şairlerinden Zeynelabidin'e dördüncü dereceden mecîd-i nişân verilmesini emir buyurmuştur.
Nişân-ı Hümâyûnum oldur ki
Saltanat-ı seniyyem hakkında izhâr-ı gayret ve hamiyyet ve sadâkat eden ve menâfî-i devlet-i aliyyem içün ibrâz-ı âsâr-ı hayrhâhî ve istikâmet eyleyenlerin ta'attüfât-ı seniyye-i şâhâneye nâiliyyet-i şân-i meâl-i ünvân-ı padişâhânem iktizâsından bulunduğuna ve meşâhîr-i şuarâ-yı Arabdan ve rütbe-i seniyye sınıf-ı sânîsi ashâbından Zeynelâbidin zîde uluvvûhunun der-kâr olan ehliyet ve liyâkatı icâbınca tanzîm ve takdîm etmiş olduğu kasîdesi nezd-i şahânemde rehîn-i tahsîn olarak devlet-i aliyyem hakkında ibrâz eylediği mesâî-i makbûlesi cihetiyle âtıfet-i seniyyeme kesb-i istihkâk eylediğine binâen bu def'a mecîdiye nişân-ı hümâyûnumun dördüncü rütbesinden bir kıt'ası kendüsüne inâyet ve ihsân kılınmış olmağla iş bu berât-ı mekârim-simât-ı şehr-i yârânem dahî takdîr ve îta kılına.
Şevval 1273
b. Affa Nail Olma
Şairler, sultanlar tarafından caize ve ihsanlarla taltif edildikleri gibi, hicivlerinden ya da olumsuz tavırlarından dolayı suçlu bulundukları zaman affedilmeleri için kaside yazarlardı. Bir şairin bu iki durumla da karşılaşması mümkün hallerdendi.
Rütbe ve nişanlar bölümünde örnek verdiğimiz belgede, Sultan Abdülmecid tarafından dördüncü dereceden nişanla taltif edilen Zeynelabidin'in16 kendisine nişan verilmeden önce, halka okuduğu çeşitli hicivlerinden dolayı pişman olduğunu bildirmesi üzerine padişah tarafından affedilerek memleketi Mekke'ye gitmesine izin verildiğini aşağıda transkribesini verdiğimiz belgede görmekteyiz.
Belge No: Kod: A.MTK. UM. 76/56
Cidde Valisine
Özet: Mekkeli şair Zeynelabidin'in hicivlerinden ahalinin rahatsız olması ve dedikoduların büyümesi nedeniyle, Mekke'de ikameti men edilmiştir. Ancak, ailesinin kimsesiz ve perişan olduğunu dile getirerek pişman olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine şair affedilerek memleketine dönmesine izin verilmiştir.
Mekke-i Mükerreme ahâlisinden Zeynelabidin Efendi'nin bazı hicviyata dâir şiir söylemesinden nâşi ahâli kendüsinden müteneffir olarak bu tarafta bulunduğı halde hakkında bazı mertebe kîl ü kâl vuku' bularak bundan böyle Mekke-i Mükerreme'de ikâmet itdirmemek dâ'iyesiyle 'avratına mumâna'ât olunmuş ve ol tarafda bulunan evlâd ü 'iyâli bakacak kimesne olmadığından bî-kes kalmış ve kendüsi ise iş bu hicviyâtından dolayı nâdîm ü pişmân olub bundan böyle o mâkûle hareketde bulunmayacağından vuku' bulan müdahalenin men'iyle avdet ü azimetine ruhsat verilmesini efendi-i mumâ-ileyh tarafından inhâ ve istidâ kılınmış olmakdan nâşî keyfiyet Meclis-i Vâlâ'ya lede'l-havâle sûret-i istid'âya nazaran hakikat-i hâlin savb-i vâlâlarından isti'lâmı tezekkür kılınmış olmağla ber-minvâl-i muharrer keyfiyetin bâ-tahkîk iş'ârı husûsunda himmet buyurmaları siyâkında şukka 1267
Kasîdenin Osmanlı Devleti'nde büyük suçların affedilmesine vesile olduğunu da belgelerde görmekteyiz.
Tayyar Mahmut Paşa,17 Nizâm-ı Cedîd fikrine karşı olmasından dolayı Çorum, Yozgat ve çevresinde devletin aleyhinde hareketlerde bulunmuştu. Ancak kendisi dîvan tertip etmiş olan bir şairdi. III. Selim'e sunduğu kasidesiyle, pişman olup af talebinde bulunmuştur. Şair affa uğradıktan sonra, ayrıca kendisine, isteklerinin yerine getirileceği de bildirilmiştir.
Belge No: 7 H H. 19O1
Tarih. 1215
Tayyar Paşa'nın takriri18 bu günkü dille şu şekilde ifade edilebilir:
"Ben kullarınızın dileğidir ki; eskiden beri Devlet-i Aliyye'nin hizmetçisiyim. Bu hizmete başladığım günden itibaren, Halife hazretlerinin coşkun merhamet denizinin dalgaları, ümit yolundaki acizliğime güç ve cesaret kaynağı olmuştur. Allah'ın gölgesi olan halifenin karşılıksız inayeti, dünyayı aydınlatan güneş ışığının küçücük pencereme yansıması gibi bana ulaşmıştır. Şüphesiz ki, kabiliyetimin üstünde, anlayış ve düşüncemin ötesinde şahlar şahının o ulu nimetlerine ve sonsuz iltifatlarına gark olduğum için ne kadar teşekkür etsem, yine de teşekkür borcumu hiçbir zaman eda edemem. Şayet mümkün olaydı da saçlarımın her bir teli bin ağız, her ağız bin dil olsaydı ve şu fani ömrümün son anına kadar bu dillerle şükr etseydim, yine de padişahımın hak şükrünü eda etmem mümkün olamazdı.
Kudretli, kusurları bağışlayan, cömert, yegane koruyucum ve alemin velisi, Allah'ın gölgesinin ve sıfatlarının nuru olan, feleğin çetin kederlerine karşı koruyan efendimiz hazretlerinin ve Devlet-i Aliyye'nin çöküşünü ve yok olmasını isteyen uğursuz düşmanlarını Allah hezimete uğratsın, kahr u perişan eylesin. Padişahımızın ilham ve feyz yeri olan ve cihanı içine alabilecek genişlikte bulunan gönlünü de ulu fetihler, sunuhatlar ve bütün aşk ve şevklerin çeşidiyle şad ve mesûd eylesin. Amin.
Yüce padişahımızın ulu şükrünün ifası her ne kadar beşer gücünün üstünde ise de, "İnsan, kendi gücüne göre emr edilir." sözü gereğince bu yüce padişahımızın uğrunda en kıymetli varlık olan ömür sermayemi feda etmeye yemin etmişim. Hizmetinde bulunmak için, altı binden fazla mahiyetimle birlikte emirlerinize her zaman amadeyiz. Bu fakirin ahdine bir işaret ve bir delil olmak üzere nur saçan huzurunuza ve sonsuz affınıza sığınarak bir kasîde arz ve takdime cesaret edebildim. Her zaman inayetini gören bu kölenize yeniden hayat bağışlama babında kasîdemin kabûl görmesi, yine sizin emirleriniz iledir.
Belge No: H H. 1901b
Tayyar Paşa kullarının takrîridir:
"Ma'rûz-ı bendeleridir ki ez-kadîm bende ve bendezâde-i Devlet-i âliyye-i dâimü'l-karâr olduğumdan mâ'ada bahr-i zehhâr-ı merhamet hazret-i hilâfet penâhi rahl-i ümîd-i kem-terâneme mevce-zen ve âfitâb-ı cihân-tâb-ı inâyet-i cenâb-ı zıllu'llâhi revzene-i amâl-i übeydâneme pertev-efken olup sad-der-sad hâric-i kadr-i isti dât-ı çâkerânem ve nice mertebe zâid-i havsala-i resşâd-ı bendegânem olarak müstağrak olduğum ni'âm-ı celîle-i pâdişâh ve eltâf-ı bi-nihâye-i şehin-şâhinin icrâ-yı teşekküri be-her cihet 'add-i muhâl ve ilâ ahiri 'z-zemân müsâ'ade-i hayât-ı müste'âr olup her ser-i mûyum bin dehân ve her dehân bin zebân olsa ifâ-yı teşekküri 'adimü 'l-ihtimâl olmağın cenâb-ı kâdir ve gafûr şevketlü kerâmetlü kudretlü azimetlü veliyyü'n-ni'âm-ı âlem nigâh-dârâmım efendimiz hazretlerinin zât-ı 'ayn-ı nûr-ı sıfat-ı zıllu'llahilerin mahfûz-ı mükedderât-ı çerh-i düşver ve ada-yı şe'met-edâ-yı devlet-i hilâfetpenâhilerim münhezim ve makhûr eyleyüp futûhât-ı celîle ve sunûhât-ı ihsâniyle mahall-i feyz-i ilhâm-ı ileyhiyye olan dil-i cihân-dârilerin envâ'-ı şevk u vecd-i surûri ile mesrûr eyleye amin. Teşekkür-i nâm-ı celîle-i 'aliyye-i pâdişâhi her ne kadar vüs'-i beşer ise de el-insân yu'meru 'alâ kudretihi fehvâsınca uğûr-ı meyâmin-mevfûr hazret-i kîti sitâyende nakd-ı hayât-ı cânı fedâ etmek üzre ahd ü nezr-i huzûr-ı âlemü's-serâir ve'l-hafâ olunup mevcûd ma'iyyet-i çâkeri olan altı binden tecâvüz asker ile mâdâmel-hayât hidmet-i dîn ü devlet olan iş bu me'mûriyet-i cihâdiyyede isbât-ı vücûd ile terk ü bezl-i iktidâr-ı nukûd olunacağı karîn-i 'ilm-i âlem edâ-yı inâyet-nümûdları buyuruldukda bu vechile azimet-i kibriyâ hakkı nezr ü taahhüd-ı übeydânemi îmâ zemîninde 'avf ü 'inâyet-i hazret-i cihân-bâniye ittikâen leffen irsâle ictisâr olunan kasîde-i kem terânemi huzûr-ı fâizü'n-nûr-ı şahâneye 'arz u takdîm ile bu bende-i 'inâyet dîdeleri müceddeden çerâğ ve ihyâ buyurulmak bâbında emr ü fermân hazret-i men-lehü'l-emrindir."
Takrirde yer alan bilgiler ile, beraberinde sunulan ve kırk sekiz beyitten oluşan kasîdenin muhtevasına baktığımızda her ikisinin de birbirini bütünleyici ya da farklı taraflarını açıklayıcı özellikler taşıdığını görmekteyiz. Bir başka ifadeyle bu yazı, kasîdenin nesir halinde özetlenerek takdim edilmiş şeklidir diyebiliriz. Muhteva bakımından kasîde ile takririn arasındaki benzerlikleri beyitlerinden de örnek vererek üç bölümde ele alabiliriz. Bunlar, kasîde ile arşiv belgelerinin buluştuğu temel konulardır.
1. Medh: Şair, Allah'ın gölgesi ve yeryüzünün halifesi olarak nitelendirdiği padişahın merhamet ve adaletini coşkun bir denize, inayet ve cömertliğini ise, cihanı aydınlatan bir güneşe benzetmektedir. Bununla birlikte padişahı övme hususunda yetersiz kaldığını da dile getirmektedir. Takrirde yer alan bu ve benzeri ifadeler, kasîdenin şu beyitlerinde de vurgulandığını görmekteyiz
Cenâb-ı Hazret-i Sultân Selîm Hân-ı sâlis kim
Habâb olmaz yem-i lutfuna nisbet seb^a-i deryâ
B. 6
Efendimiz Sultan Üçüncü Selim Han'ın bu büyük iyiliği ve cömertliği karşısında yedi deniz (dünyada bulunan bütün denizlerin kapladığı alan) bu engin lütuf ve ihsanına göre, bir kabarcık hükmünde bile olamaz.
Degil ta'dât-ı vasf-ı medh-i pakin kabil-i ta'bir
Şumâr olmak olur mu hiç mümkün mevce-i deryâ
B. 27
Denizin dalgalarını saymak mümkün olmadığı gibi, sende var olan soylu vasıfları sıralayabilmek de öyle imkân haricindedir.
Şeh-i deryâ-yı lutfa pâdişâh-ı lücce-i Rahmâ
Muhit-i bahr-i adlin olmasa turmaz idi dünyâ
B. 26
Ey lütuf deryasının şahı ve ey merhamet denizinin padişahı, şayet, her tarafı kaplayan adaletin olmasaydı dünya harab olurdu.
Tasih etdim çok iskandiller atdım bahr-ı alemde
Efendim devletin-veş bulmadım bir devlet-i vâlâ
B. 28
Efendim çok seyahat ettim çok araştırdım ama senin devletin gibi yüce bir devlet görmedim. Ümid-i sâhil-i medhinle düşdüm kaar-ı acz içre Re'is-i fülk erbâb-ı suhen şimdi benim ammâ B. 31
Geminin reisi ve söz ustası şu anda benim. Ama seni övme ümidiyle sahile yaklaşırken acz çukuruna düştüm, seni övmekten aciz kaldım.
Nice kerte-füzûn pusula-i kadrim iken kıldın
Vezâret sancağıyla fülk-i hâlim pâyesin ailâ
B. 39
Pusulam birçok yeri gösterirken, (nereye gideceği belirsiz, hedefi belli olmayan gemi gibi) vezaret sancağı ile rütbemi yükselttin.
2. Dua: Tayyar Paşa kasîdesinin bu bölümünde, padişahın inayetine her zaman muhtaç olup buna nail olduğunu ifade eder. Padişaha, uzun ömürlü, talihinin açık, gönlünü mağrur ve mesrur edecek ulu fetihler ve daha pek çok güzel işler nasib olması yolunda duada bulunur. Bunun yanında Osmanlı Devleti'nin yıkılması ve padişahın yok olmasına çalışan düşmanların kahr ü perişan olmasını da diler. Bilindiği üzere dua kasîdenin son bölümüdür. Birkaç beyitten oluşan bu bölüme şair uygun bir sözle geçtiğini belirtir. Belgede ise dua bölümünden sonra, şair kasîdesini takdim etme cesaretinde bulunduğunu ve takdirin padişaha ait olduğunu bildiren cümleler yer almıştır. Her hangi bir konuda bir talebin olduğu belli olan arşiv belgelerinde genel olarak dua cümleleri dikkat çeker. Belgenin devam eden cümlesi sonucun padişahın emir ve takdirlerinde olduğunu ifade eder. T. Paşa, kasîdesinin dua bölümüne şu beytiyle geçer.
Bi-hamdilillâh yetişdik şimdi mersâ-yı ^inâyâta
Bi-hamdilillâh olduk fülk-i ümmide meserret-câ
B. 44
Hamd olsun (padişahın) inayet ve lütuf limanına yetiştik. Yine hamd olsunki ümit gemisiyle sevinç ve mutluluk ülkesine geldik.
Dua-yı padişâh-ı din ederler bahr u berde hep
Yeter Tayyâr açıldık yelken-i tasdiai istinkâ B. 45
Her zaman denizde ve karada din için, padişah için ve devlet için dua ederler. Ey Tayyar artık açıldığımız yeter. Baş ağrıtan ve rahatsız eden yelkenleri topla.
Güşâd olsun hemîşe şevk ile tâc-ı hümâyunu
Güşâde eyledikçe yelkenin keşti-i nüh-deryâ
B. 46
Dokuz denizin gemilerinin yelkenleri açıldıkça, padişahın tacı da devamlı aşk ve şevk ile açılsın. (yani fertihler devam etsin.)
Cihânda c'ömr-i Nuh olsun karîn-i ömr ü ikbâli
Felekde feyz-i lutfi med ola İlyâs u Hızr-âsâ
B. 47
Cihanda ömür ve ikbalin Hz. Nuh'un ömrü gibi uzun olsun. Alemde lütuf ve iyiliğin kaynağı Hızır ve İlyas gibi daim (ölümsüz) olsun.
Adû-yi dîn-i bed-hâhın be hakk-ı mefhar-i âlem
Garîk-i kulzüm-i kahr ü mezemmet eylesin Mevlâ
B. 48
Allah, din düşmanlarını, fenalığı isteyenleri ve dünyada böbürlenenleri Kızıldeniz'de kahr ve lanete uğratarak (Firavun gibi) gark eylesin.
3. Takdim: Bu son bölümde ise Şair Tayyar Paşa, başta kendisi olmak üzere askeri kuvvetiyle birlikte, padişah ve devlet uğrunda hizmete devam edeceklerine dair söz verdiğini, yemin ettiğini ve bunun bir işareti olarak da bir kasîde sunduğunu beyan etmektedir. Belgelerde yer alan bu bilgilerin, kasîdedeki şu beyitlerde de ifade edildiğini görmekteyiz.
Uğrunda efendim nezr etdim ki verem cânı
Poca etmem bu yolda pîş-i a^dâda bilir Mevlâ
B. 40
Allah şahit olsun ki, eğer senin yolunda, düşman karşısında canımı feda edersem, asla yalpalamam.
Tüvâna on sekiz bin müntehab asker kılıp ihzâr
Güşâd etdim hem-ân-dem bâd-bân-ı şevkı dilden tâ
B. 43
Güçlü kuvvetli on sekiz bin seçilmiş askeri hazırlayıp gönülden hemen aşk ve şevk ille yelkenleri açtım.
Belge ile, tamamını yazımızın sonuna eklediğimiz kasîde19 muhteva bakımından benzerlikler göstermesinin yanı sıra yazı karakteri ya da türü bakımından da birbirini açıklayabileceğini söylemek mümkündür. Şöyle ki; bir divanın müellif nüshasını tespit etmekte çeşitli usûller takip edilir. Şairin kasîdesini veya divanını memduhuna takdim ettiğini bildiren bir arşiv belgesi de nüshanın tespitinde yeni bir kolaylık sağlayabilir.
Belge No: 10 H H. 1901b
Özet: Belgede, Tayyar Paşa'nın gördüğü ihsanlar dolayısiyle özellikle Trabzon ve Amasya Sancaklarının kendisine tevcihinden dolayı20 kasîde yazdığından ayrıca padişahtan, yakın mahiyetinden İbrahim Ağa'nın silaşör olmasını ve Cündi Selim'in saraya alınması talebinden bahsedilmektedir.
Belgenin hatt-ı humayun kısmında ise III. Selim, paşanın, şiiri güzel yazdığını ve çok beğendiğini ifade etmektedir. İbrahim Ağa için silahşörlük talebinin kabul edildiği ve Silahşör Cündi Selim'in ise, saraya imkan olduğu zaman alınacağını bildirmektedir. Ayrıca Padişah, verdiği sözün Tayyar Paşa'ya da iletilmesini emretmektedir.
Kâimakâm paşa kasîdeyi pek a'lâ inşâd eylemiş gâyet begendim. İbrahim Ağa silahşör olsun. Hâne-i hâssa'da yer olmadığından şimdi imkânı yoktur. İnşâallah alurum. Sen mahsûs tezkîre yazub va'd eylediğimi bildiresin.
Şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü veliyy-i ni'metim efendim pâdişahım
Tayyar Paşa kulları hakkında zuhûra gelen inâyât-ı âliyye-i şâhânelerinin teşekküri ma'razında inşâd eylediği kasîdeyi bir kıt a takrîriyle takdîm itmekden nâşî huzûr-ı faizü'n-nûr-ı şahânelerine arz olunduğundan başka ma'iyyetinde mevcûd asâkire başbuğ nasbetmiş olduğu Hacı Ahmed Ağa-zâde İbrahim Ağa kullarının silahşorân-ı hassa tarikıne idhâli ve Hazîne-i Hümâyun ağalarından müteveffa Halil Paşa çırağı Cündi Selim Ağa kullarının dahi Hâne-i hassa'ya nakli istid âsını şâmil diger iki kıt'a takrîr-i tesyîr itmek hasebiyle anlar dahi takdîm-i huzûr-ı feyz-i gencûr-ı mülûkâneleri kılınmağla mûmâileyh İbrahim Ağa Şile canibinde kaza-zede olan asker sefinesinde bulunup emvâl ü eşyâsı telef olmuş olduğundan levâzım ve eşyâsını müşârun-ileyh kendü tarafından tanzîm itmek üzre olup zâtında dahi şâyeste-i 'âtifet olduğunu ihbar itmek hasebiyle mûmâ-ileyhin hidmet-i me'mûresinde bâis-i şevk ü gayreti olmak içün iltimâsı üzre silahşörluk ile çırağlığı ve müşârun-ileyh el-yevm hıdemât-ı mühimmeye me'mûr olduğundan is'âf-ı mes'ulâtı muktezâ-yı şân ve'l efşân saltanat-ı seniyyelerinden olmak cihetiyle mûmâ-ileyh Selim Ağa kullarının dahi Hâne-i hassa'ya nakli hususlarına musâ'ade-i behiyye-i tacdârîleri erzâni buyurulur ise emr ü fermân şevketlü kerâmetlü mehâbetlü kudretlü velyy-i ni'metim efendim pâdişahım hazretlerinindir. Tarih: 1215
Osmanlı devrinde şiirin geçtiği yolları gösteren bu ve benzeri pek çok belgeler, bize şairlerin, şiirleri vasıtasıyla hükümdarların ve diğer devlet büyüklerinin câize ve ihsanlarına nail olduklarını gösterir. Bu edebi geleneğin sosyal, iktisadi, kültürel, psikolojik vb. açılardan geniş bir şekilde tahlil edilip değerlendirilmesi bu konuda bize yol gösterici olacaktır.
Der-Sitayiş-i Sultan Selim Han
M efâîlün/Mefâîlün/Mefâîlün/M efaîl ün
Bugün olduk süvâr-ı mânka-i zevrakç-i deryâ
Selâmet bâd-ı "bismillâhi mecrâhâ vü mersâhâ"
Yetişsin kuvve-i rûh-i Neciyullâh imdâda
Hudâvendâ bi-hakk-ı kevneyn ü mâfihâ
İki bürhândır fevz ü necâta togru bu yolda
Bu iki maanî-i ruşen delil-i râst u müstesnâ
Biri emr-i şerif-i "câhidu"dur fi-sebîl-illâh
Biri enzâr-ı hüsn-i himmet-i sultân-ı mülk-ârâ
Ne sultân-ı muhît-i cud ki zât-ı hümâyunu
Sebât-ı lenger-i temkîn-i fülk-i devlet-i aulyâ
Muhit-i vasfının bulmak ne mümkin sâhilin oldu
Nice girdâb-ı acze fülk-i erbâb-ı sühan ilkâ
Olursa katre-i lutfuna mazhar hut-ı bahr eyler
Şikâr-ı maksadı cevv-i semâda bî-ser ü bî-pâ
Ederse furtuna ger bâd-ı kahrı kaâr-ı deryâda
Neheng-i yemm hem-ân-dem âteş-i dil-suzı eyler câ
Görünce bâd-ı kahr-ı şevketin deryâ-yı âlemde
Çıkardı âbluyı tedbîr ü fikri destden âdâ
Gümâna eylemekdi kehkeşânı maksadı çarhın
Görüp kalyon-ı lutf u şevketin âr eyledi ammâ
Rikâb-ı şevketine sandal etse zevrak-ı mâhı
Ederdi zîr-i yelken mihr-i âlemde sehâb-âsâ
Gam-ı mevci çeker yok şimdi bu deryâ-yı ©'âlemde
Hevâ-yı feyz-i ikbâl ile südlimânıdır guyâ
Suyuna girdi el-hak havz-ı tedbîr-i musibetde
Donanmâ-yı nizâm-ı intizâm-ı devlet-i ulyâ
Nesîm-i medh-i şâhîden açıldı yelken-i tabâım
Yol alsın bu gazelle fülk-i tabâım Çamlıca-âsâ
Bugün ol kıç levendi mevc-i fitne eylemiş peydâ
Ne çare kumda oyna var yürü sen ey dil-i şeydâ
Hevâ-yı âaşk-ı cânâna düşenler sâhil-i vaslın
Ümîdin kerte-i hülyâya almazsa n'ola aslâ
Gelen zevrakçe-i tabâ-ı dile mevc-i keseldir hep
Deniz altı imiş liman-ı şevkın var ise cânâ
Nesîm-i feyz-i tevfik-i Hudâya ihtiyâcız kim
Miyân - ı lücce - i firkatde kaldı fülk - i dil hayfâ
Esince semt-i cânândan sabâ gün doğrusı vârı
Palamarlar kırar fülk-i dil-i ©uşşâk-ı mihnetzâ
Hevâ-yı fikr ile girdâb-ı gamdan bahr-i gurbetde
Dümen almaz ne çâre keşti-i dil şimdiden hayfâ
Olur mu ruzigar-ı âşk ile orsâ edip turmak
Açıldı çâk çâk-i zahm-i sine bâd-bân-âsâ
Çekildi âb ü tâb-ı hüsnü oldu kâreler zâhir
Meger izhâr-ı cezr ü med edermiş gâhice deryâ
Bizi saldı yem-i firkatde şimdi firkate Tayyâr
Hevâ-yı aşk ile bir kıç levendi şuh-ı müstesnâ
Çekip bu ruzigârdan nice envâ©-ı belâ oldum
Ugurunda giriftâr-ı esir-i mihnet-i aâdâ
Bu takrib ile aldım kerteye bi'l-cümle efrenci
Kamu muhtâc-ı lutf-ı devletindir bildiğim ser-pâ
Donanmâ-yı hünerde tug u sancâg-ı teferrüd kim
Çekildi keşti-i maânâ-yı hüsn-i tab©ıma hâlâ
Benim enfâs-ı kudsi-i sabâ-yı feyz-i âirfânım
Ne mümkin harta-i imkân u taâbire ola imlâ
Bu deryâ-yı ma©ârifde ne mümkin mânka-dâş olmak
Muhiti olsa bâki ruzigâr- ı çarhda farzâ
Açıkdan anda bin mil yol alırdım bahr-ı vasfında
Sığışmaz kâbye-i ta©bire bâd feyz-i dil aslâ
Hevâ-yı ma©rifetde bir suhenle iftihâr etmem
Benim ol mazhar-ı sarr-ı tecelli-i ezel zirâ
Sen ol sultân-ı bahr-i cud-ı eltâf u keremsin kim
Eder bâd-ı ©ınâyâtın kemine katre-i deryâ
Olurken pâyimâl-i mevc-i fam girdâb-ı hayretde
Yetişdi himmet-i lutfun bana İlyâs u Hızr-âsâ
Puya yelken gider keşti-i dil şevk ile bu yolda
Ne denli hâli-i sofrâ-yı kudret ise de şâha
Çıkıp yelken kürek Canik'den arzu-yı sitanınla
Efendim on sekiz gün olmuşuz mâv (ü) tıyn-i yem-âsâ
Tüvâna on sekiz bin müntehab ©asker kılıp ihzâr
Güşâd etdim hem-ân-dem bâd-bân-ı şevkı dilden tâ
Bi-hamdilillâh yetişdik şimdi mersâ-yı ©inâyâta
Bi-hamdilillâh olduk fülk-i ümmide meserret-câ
Duâ-yı padişâh-ı din ederler bahr u berde hep
Yeter Tayyâr açıldık yelken-i tasdii istinkâ
Güşâd olsun hemişe şevk ile tâc-ı hümâyunu
Güşâde eyledikçe yelkenin keşti-i nüh-deryâ
Cihânda ©ömr-i Nuh olsun karin-i ömr ü ikbâli
Felekde feyz-i lutfi med ola İlyâs u Hızr-âsâ
Adû-yi dîn-i bed-hâhın be hakk-ı mefhar-i âlem
Garîk-i kulzüm-i kahr ü mezemmet eylesin Mevlâ
1 Bunun en güzel örneklerinden biri de Kanuni'nin, Şair Baki hakkında takdirle ifade ettiği şu sözleridir: "Padişahlığımın birkaç yerinde hazz-ı vâfirim vardır. Biri de Abdulbâkî gibi bir tâb-i pâk ve cevâhir zâtı bulup kadr ü kıymet verdiğimdir." (Mustafa Efendi, Tarih-i Selânik, Haz: Mehmet İpşirli, I. /858; Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, I. /450).
2 Belge no'dan sonraki harfler (Başbakanlık Osmanlı. Arşivi. Hatt-ı Humayun. ) belgenin kodunu, rakamlar ise, sırasıyla dosya ve gömlek numarasını ifade eder. Belge numaraları ise bu yazıdaki belgelerin sırasını göstermektedir.
3 Osmanlı Arşivi, tahmini olarak yüz elli milyonu aşkın vesikası ve üç yüz binden fazla defteriyle dünyanın en zengin arşivlerinden biridir. Kaynak teşkil edecek önemli bir araştırma merkezi olduğu görülmüştür. Tasnif çalışmaları, 8.11.1932 tarihli icra vekilleri kararıyla teşkil olunan Resmi ve Tarihi Evrak Tetkik ve Tasnif Hey'eti Muallim Cevdet başkanlığında başlamış, 1936 yılında Macar Arşiv uzmanı ve Osmanlı tarihçisi Dr. Lajos Fekete "Arşiv Tasnif Talimatnamesi" hazırlayarak 4500 vesikadan oluşan bir katalog çıkarmıştır. 1995 yılı itibariyle bu sayı yaklaşık 40 milyon belge tasnifine ulaşmıştır. Özellikle 1987 tarihinden itibaren yoğun tasnif çalışmaları sonucu hazırlanan katalogları ve yayınları ile, tarihin dışında sosyal bilimlerin diğer sahalarına da ilk elden kaynak teşkil edecek önemli bir araştırma merkezi olduğu görülmüştür. (Geniş bilgi için bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kataloglar Rehberi. Komisyon, Ankara. 1995).
4 Bu geleneğin, dini bir anlayış içinde devam etmesini sağlayan ölçü, Hz. Muhammed'in Ka'b b. Züheyr'e Kside-i bürde adıyla yazmış olduğu kasidesine karşılık hırkasını hediye etmiş olmasıdır. Hz. Muhammed'in bu jestiyle şairlere gösterdiği yakın ilgi ve teşvik edici sözleri de bu geleneğe daha hassas bir bakış açısı kazandırmıştır. Osmanlı Devleti'nde Kasîde-i Bürde'ye, korunması ve saygı açısından özel bir ilgi gösterilmiştir. Bu kasîde başta olmak üzere Harem-i Şerif'te bulunan Hz. Peygamber'le ilgili diğer kasîdelerin birer suretinin sarayda tutulmasına (A. MKT. MHM. 148/65), ayrıca bu kasîdenin bir terekeden çıktığında hediyesinin ödenerek Beytülmale iade edilmesine dair padişah tarafından yazılı emrin olduğunu şu belgede görüyoruz:. Belge no: 2. Y. A. Hus. 526/106 Bab-ı Ali Daire-i Sadaret.
Müteveffa İbrahim Hakkı Efendi'nin Hazîne-i Celîle-i Mâliye Beytü'l-mâl İdâresince takrîr olunan terekesi meyânında zuhûr idüb Sofular çarşısında satılmak üzere iken şeref-müta'allik buyrulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilâfet-penâhî mantûk-ı âlîsine tevfîkan 24 Nisan 1323 tarihinde Abdülcelil Efendi Hazretleri tarafından bi'l-mubâyaa huzûr-ı humâyûn-ı mülûkâneye ref' ve i'lâ ve 150 kuruş bedeli tediye ve îfâ kılındığı anlaşılan yazma Kasîde-i Bürde nâmındaki kitabın 150 liraya tâlibi mevcut olduğundan bahisle bedel-i mezkûrun yahut aynen kitabın tarafına îtası müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin veresesinden Gülsüm Hanım tarafından istid'â olunmakta olunmasına ve sûret-i cereyân-ı hâle nazaran zikr olunan kitâbın Beytü'l-mâl İdâresince aynen iâde edilmek üzere celbi lüzumuna dâir Mâliye Nezâret-i Aliyyesinin tezkiresi leffen savb-ı valâlarına irsâl kılınmağla bi't-tedkîk iktizâ-yı hâlin îfâ ve inbâsı ve melfûfunun iâdesi mütevakkıf himem-i aliyyeleridir efendim. Sadr-ı azam 21 Safer 1327/1 Mart 1325. Hüseyin Hilmi Paşa.
5 Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı, Ankara 1985, s. 46.
6 Şairin, Hz. Peygamber'le birlikte, başka bir deyişle İslam dininin gelmesiyle diyalog ve sosyal barışı sağlayacak bir eylem olarak değerlendirilmesi ve böyle bir form kazanması, dinin tebliğ edilmesi esasına dayanır. Bu konudaki temel kaynaklara baktığımızda, İslam öncesi cahiliyye çağında psikolojik ve sosyolojik açıdan etkili bir gücü olan şairlerin pek çoğu İslamiyet'in ilk yıllarında, Hz. Peygamberi hicv etseler bile, daha sonra destekledikleri görülmektedir. Şairlerin bu vadideki hizmetleri Kuran'da amel-i saliha olarak (bkz. Şuara suresi, 225-227) olarak değerlendirildiği gibi, Hz. Peygamber'in bu konudaki sözleriyle de şiirin gücüne işaret edilmiştir: "Allah'ın elçisine, dilleriyle yardım edenler, silahlarıyla yardım edenler kadar önemlidir. Yemin olsun ki şiir, yağmur gibi oklardan daha şiddetlidir. Söyle Hasan söyle Cebrail'de seninle beraberdir. " (Corci Zeydan, Tarihü'l-Edebi'l-Lügati'l-Arabiyye, Kahire 1801, I/194-195) Bu ünlü şairlerin İslamı kabul etmesi, özellikle Hasan b. Sabit'in Hz. Muhammed'e yakınlığı ve O'nun bu konularda sözcülüğünü yapması, şiirin İslamiyet döneminde de toplumsal nüfuzunu gösteriyordu. Fakat bu nüfusun, cahiliyye dönemindeki kadar sınırsız olmadığı ayet ve hadisler çerçevesinde munis bir iklime çekildiği görülür. Geniş bilgi için bkz: Nihat Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 17-18; Ebu Zeyd Muhammed b. Ebi'l-hattab, Cemheretü'l-Eşari'l-Arab, Mısır 1967, s. 29.
7 Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet Merasim ve Tabirleri, İstanbul 1995, s. 450.
8 Abdülaziz Bey, a.g.e, s. 450.
9 B.O.A., H. H. 33424.; 32382.; 32526.
10 33428.
11 Bu defterlere ulaşmak için numaralarını, Maliyeden Müdevver defter kataloglarından tespit etmek gerekmektedir. Bu defterlerde genel olarak şu bilgiler bulunmaktadır: Atiyye defterleri: Cülus, düğün ve doğum şenliklerinde, başta Yeniçeriler olmak üzere Divan-ı Hümayun görevlilerine, şairlere, duaguyana ve Haremeyn (Mekke-Medine) ahalisine gönderilen hediyelerin kayıtlı olduğu defterlerdir. İn'amat defterleri: Padişah tarafından devlete özellikle fiili destekte bulunan kimselere verilen hediyeler, seferlerde veya iç isyanlarda kelle getirenlere giydirilen hilatlar. Sadrazam, Şeyhülislam, hanım ve cariyelere verilen hediyeler. Bkz. II. Mahmut'un İn'amat defteri. (Genel sıra no: 1804) Caizat defteri: Bayramlarda ve bilhassa Ramazan ayında çeşitli yerlere gönderilen paraların miktarlarını gösteren defterlerdir. Başta Haremeyn olmak üzere talebeye, fukaraya ve bakıma muhtaç herkese yapılan karşılıksız yardımların kayıtlı olduğu defterlerdir. (Genel sıra no: 8518) Bunların dışında düğün ve doğumlarda yapılan harcamaları gösteren Hediye, Rüznamçe ve İcmal defterleri bulunur.
12 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I/316.
13 İskender Pla, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, II/206.
14 Nişan, devlet tarafından hizmet mükafatı olarak muhtelif derecelerde verilen ve göğse takılan alametin adıdır. İlk defa 1832'de II Mahmut tarafından ihdas olunmuştur. Herhangi bir konu ile ilgili olarak birinci dereceden, ikinci dereceden, üçüncü dereceden ve dördüncü dereceden olmak üzere nişanlar verilirdi (Geniş bilgi için bkz. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II/694).
15 B.O.A. H. H. 22808.
16 Ulaşabildiğimiz kaynaklarda şairle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanamadı.
17 Trabzon Valisi Canikli Battal Hüseyin Paşa'nın oğludur. Çorum, Yozgat ve çevresine hakim olan Çapanoğulları ve Süleyman Bey ile mücadelede, devletin zaafından yararlanarak devletin aleyhinde yer aldı. Devletin aldığı tedbirler üzerine Rusya'ya iltica etti. 1799 tarihinde Rusya ile yapılan anlaşma sonucu, kendisine Canik Mutasarrıflığı ve Amasya Muhassıllığı verildi. B. O. A HH. No: 53809, III. Selim ve IV. Mustafa zamanında valilik ve sadrazam kaymakamlığı yapan ve III. Selim'in icraatına özellikle Nizam-ı Cedid'e karşı olan T. Paşa, yenilik taraftarı olmayan Veliaht Şehzade Mustafa ile de irtibat kurarak Amasya, Tokat ve Zile'yi işgal etti. Bunun üzerine asi ilan edilerek III. Selim devrinde idama mahküm edilen Paşa Kırım'a kaçtı. IV. Mustafa tarafından affedilerek İstanbul'a çağrıldı. Tekrar Sadaret Kaymakamlığı'na getirilen Paşa, Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin etkisiyle azledildi. Önce Dimetoka'ya, sonra Hacıoğlu Pazarcığına sürüldü. (B. O. A. H. H. No: 54039) Kesilen başı Eyub'e getirilerek gömüldü. (1223h. 1808m) B. O. A. H H. No: 51734. Ölümüyle ilgili şu mısra düşürülmüştür. "Ankâ-yı rûh-ı Tayyar ukbâya kıldı pervâz." (Bursalı M. Tâhir, Osmanlı Müellifleri II. 419. İst. 1972) Kaynaklar, devlet adamı ve şair olan T. Paşa'nın akıllı, bilgili bir şahsiyet olduğu hususunda ortak görüş belirtir. Ancak Nizâm-ı Cedîd fikrine karşı gelenlerin başında yer aldığından yenileşme yanlısı tarihçiler tarafından eleştirilmekte ve modernleşmeyi engelleyici biri olarak değerlendirilmektedir (T. A. XXXI/12). Paşanın oldukça maceralı bir hayat geçirdiğini arşiv belgelerinde görmekteyiz. Osmanlı Devleti kendisini bazen ödüllendirmiş, bazen sürgün etmiştir. Bu durumlar defalarca tekrar edilmiştir (Geniş bilgi için B. O. A. H. H. Katalogları).
18 Takrir: Sadrazamlar tarafından padişahlara bir mesele hakkında geniş bir şekilde yazılı bilgi sunulması. Kısaca yazılanlara ise Telhis denir. M. Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı; İstanbul 1986, s. 329.
19 Divan-ı Tayyar, Süleymaniye Kütüphanesi. Hüsrev Paşa, No: 541, vr. 4b-6a.
20 B. O. A., HH., No: 2048.