Keşfet

Osman Gazi'den Mehmed Vahideddin'e Osmanlı Bilimi ve Kültürü / Doç. Dr. Melek Dosay G

Linux

Yaşlı Kurt
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,707
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Konum
istanbul
Osman Gazi'den Mehmed Vahideddin'e Osmanlı Bilimi ve Kültürü / Doç. Dr. Melek Dosay Gökdoğan


Bilim tarihi, bilim adamlarının yöneticiler tarafından desteklendiği dönemlerde bilimin ve teknolojinin hızla ilerlediğini göstermektedir. Tarih, çok eski dönemlerden günümüze kadar araştırmacıları destekleyen kral ve lider örnekleriyle doludur. Fransa Kralı XV. Louis, Buffon'u (17071788) doğa araştırmalarında desteklemiş ve onu kont yapmış; Rus Çarı Büyük Petro meşhur bilim adamlarının toplanacağı Saint Petersburg Akademisi'ni kurmuş; Prusya Kralı II. Frederick Berlin Bilimler Akademisi'nde Maupertius, d'Alembert, Lagrange, Bernouilli gibi büyük matematikçileri toplamış; İngiltere Kralı III. George, astronomi bilgini Herschel'e maaş bağlamış ve araştırmalarını sürdürebilmesi için her imkânı sağlamıştır. Sayısı artırılabilecek bu örneklere, İslâm dünyasını da eklemek gerekir. Özellikle Abbasi halifelerinden Harun Reşîd (775-809) ve Memûn'un (813-833) bilimsel etkinlikleri ve bilim adamlarını maddi ve manevi olarak desteklemiş oldukları bilinmektedir.

Bu incelemede, bilimi ve kültürü desteklemek bakımından Osmanlı padişahlarının özellikleri belirlenmeye çalışılmış ve bu yapılırken, Avrupa'daki bilimsel etkinliklere de değinilerek, Osmanlı uygarlığı ile Avrupa uygarlığının karşılaştırılması hedeflenmiştir. Böylece, Osmanlıların gittikçe gelişen Batı uygarlığı karşısındaki konumları açıkça ortaya çıkacaktır.

Osman Gazi (Padişahlığı 1281-1326)

Osmanlı Devleti'nin ilk hükümdarı olarak kabul edilen Osman Gazi (1258-1326), "Osmanoğlu" ailesinden Ertuğrul Bey'in üç çocuğunun en küçüğüdür. Ertuğrul Bey, Anadolu'nun kuzeybatısında, Selçuklu Bizans sınırının kuzey kesiminde, bugünkü Eskişehir, Bilecik, Kütahya illerinin sınırlarının kesiştiği bölgede uç beyi idi. Bizans ile yaptığı gazâlardan sonra "Gazi" diye anılan Ertuğrul Bey, Söğüt kasabasını Bizans'tan fethederek kendisine merkez yapmıştı. Babasının yerine uç beyi olan Osman Gazi ise, zekâsı ve enerjisi sayesinde uç beyliğinden bir devlet oluşturmaya doğru ilerlemiştir.

Osman Gazi için Bursa'nın alınması çok önemliydi, çünkü böylece Osmanlılar gerçek bir taht şehrine sahip olacaktı. Bu şehir on seneden fazla süren bir kuşatma altında tutulmuş, Osman Gazi şehrin alındığını göremeden ölmüştür. Oğlu Orhan Gazi babasının vasiyetini yerine getirerek lâhdini Bursa'ya naklettirmiş ve sonradan "Gümüşlü Kümbet" adı verilen türbeyi yaptırarak buraya defnettirmiştir.

Osman Gazi kişilik olarak cesur, güçlü-kuvvetli, dürüst, zeki, uzak görüşlü, cömert ve kanaatkâr bir kişi olarak tasvir edilir. Ahi reislerinden Şeyh Edebali'nin kızı ile evlenerek Anadolu'da Ahilerin nüfuzundan istifade etmiştir. Din ayırımı yapmayarak bütün tebaasına adil davranması, halk tarafından sevilmesini sağlamıştır. Germiyanlı bir Türk ile bir Rum arasındaki anlaşmazlık davasında Rum'u haklı bulduğu anlatılır.

Osman Gazi devlet teşkilâtını da kurmaya çalışmış, bu bağlamda kalelere kadı ve kumandan tayin etmiş, köyleri sipahilere tımar olarak tevcih etmiştir. İlk kanunları da o koymuştur. Öldüğü zaman bıraktıkları arasında altın ve mücevher yoktu. Birkaç kaftan, bir at ve sade bir kılıç ile üç sürü koyun bırakmıştır. Ölüm döşeğindeyken oğlu Orhan Gazi'ye şunları vasiyet etmiştir: "Tanrı buyruğundan gayri iş işlemiyesin. Bilmediğini şeriat ulemasından sorup anlıyasın. İyice bilmeyince bir işe başlamıyasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Ve askerine iyiliği, ihsanı eksik etmiyesin ki, insan insanın kulcağızıdır. Zalim olma. Alemi adaletle şenlendir ve cihadı terk etmeyerek beni şad et. Ulemaya riayet eyle ki şeriat işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet, ikbal ve yumuşaklık göster. Askerine ve malına gurur getirip şeriat ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah'ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun. Memleket işlerini noksansız gör."1 Bu vasiyet, Osmanlı padişahlarının bilime ve âlimlere hürmet gösterme ve himaye geleneğinin daha Osman Gazi'den itibaren başladığını göstermektedir.

Osman Gazi'nin devlet kurma uğraşını verdiği sıralarda Avrupa Ortaçağ'ın klasik dönemini yaşıyordu. İleride Avrupa devletlerini oluşturacak olan monarşiler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Fransa Krallığı, İngiliz Krallığı, Alman İmparatorluğu gibi devletlerin yanı sıra, tüm Hıristiyan dünyasına hükmetmeye çalışan Roma Kilisesi vardır. Ancak, Kilise'nin disiplinine karşı çıkışlar da vardır. Özellikle 12. yüzyılda başlayan Arapça'dan Latinceye çevirilerle uyanmaya başlayan aydınlar, eski Hellen felsefesinin yöntemlerini ilâhiyat problemlerine uygulamaya başlamışlardır. Gücünü kaybetmek istemeyen ruhbanlar ise yeni kurulan üniversitelerdeki ders programlarını ve kitaplarını denetim altında tutmaya çalışmışlar, 1231 yılında Engizisyon'u kurmuşlardır. Ama üniversitelerdeki lâik hocalar Kilise'nin baskısına rağmen, dogmaya karşı rasyonel düşünceyi savunmuşlar ve bilginin kaynağı olarak otoriteleri değil, deneyi kabul etmişlerdir. Bunlar içinde özellikle Roger Bacon (12141294) skolastik düşünce karşısında deneyi savunmasıyla ünlüdür. O, "Deneysel bilim, bilimlerin efendisidir, öteki bilimler de onun hizmetçisi"2 demiştir. Öte yandan, Ortaçağ'ın son ve modern çağların ilk şairi olarak kabul edilen Dante'de (1265-1321) İtalya'da adeta Rönesans'ın habercisi olarak edebî eserlerini ortaya koymuştur. Hem Roger Bacon hem de Dante görüşleri yüzünden sürgüne gönderilerek cezalandırılmışlardır. Bizans'ta Yunanca öğrenmiş olan Albanolu Peter (12501318) Paris'te tıp dersleri verirken, Yunancadan da eserler çevirerek bilim Rönesansının habercisi olmuştur.3

Orhan Gazi (Padişahlığı 1324-1362)

Babası hayatta iken askerî idareyi eline alan Orhan Bey (1288-1362), devletin sınırlarını genişletmiş, 1335'de İlhanlıların yıkılmasıyla istiklâlini ilan etmiştir. Onun zamanında Bursa ve İznik'in yanı sıra Marmara bölgesinin Anadolu tarafındaki bütün Bizans toprakları alınarak Rumeli'ye yerleşmenin ilk temelleri atılmıştır. Sınırları genişleyen beyliğin yavaş yavaş aşiret usûl ve ilkelerinden çıkarak bir devlet olmaya başlamasıyla idarî, adlî, askerî teşkilâtın oluşturulması gereği ortaya çıkmıştır. Böylece Orhan Bey Osmanlı Devleti'nin ilk teşkilâtını yapmıştır. Anadolu Selçukluları ile İlhanlılar örnek alınarak bir hükümet mekanizması oluşturulmuş, Divan kurulmuştur. İlk defa onun zamanında yaya ve atlılardan oluşan ordu teşkilâtı kurulmuştur. Bu teşkilât Kapıkulu Ocağı'nın kuruluşuna kadar önemli hizmetler görmüştür.4

İlk ilmî ve ictimaî tesisler de Orhan Gazi zamanında kurulmuştur. Bir süre merkez olan İznik'te cami, medrese ve imaret inşa ettirmiştir. Osmanlıların ilk üniversitesi olan İznik medresesine devrin büyük âlim ve mütefekkirlerinden Davud-ı Kayserî'yi müderris olarak tayin etmiş ve ona zamanın en yüksek ücreti olan 30 akçe yevmiye bağlamıştır.

Orhan Gazi Bursa'da da camiler, hastaneler, çarşılar yaptırarak burayı Doğu'nun en güzel şehirlerinden biri haline getirmiştir. Bursa hisarındaki kiliseyi medreseye çevirterek, talebeler için odalar yaptırmış ve vakfiyesini tertip ettirmiştir.5

Orhan Gazi ulemayı ve din adamlarını sever ve himaye ederdi. Örneklerinden bahsedildiği gibi, onlara ûlûfeler bağlar, rahat yaşamalarını sağlardı. Kadılara ilk defa ûlûfe tayin eden odur. Devlet idaresinden ve muharebelerden artan zamanını ulemaya ve marifet erbabına ayırmış, onlarla görüşmeler yapmıştır.6

Kişilik olarak Orhan Gazi, teşkilâtçı, uyanık, azimli, siyasi hadiselerden istifade etmesini bilen bir devlet adamı olarak tanınır. Nitekim, saltanat kavgası ile uğraşan Bizans imparatorlarının içinde bulunduğu durumdan yararlanarak, ilk defa kitleler halinde Rumeli'ye geçişi başlatmıştır.

Aynı dönemde Avrupa'da ise üniversitelerin sayısı artmıştır. Ancak kıtlık, savaş ve veba salgını gibi âfetler bu yüzyılda Batı toplumunu ciddi ölçüde tehdit etmiştir. Kilise'nin saygınlığı kalmamış ve reform ihtiyacı kendini hissettirmeye başlamıştır. İlk hümanizma hareketi de 14. yüzyılda Petrarca (1302-1374) ile başlamıştır. Bilimsel gelişmenin ilk habercisi olarak Occamlı William (1280-1347) gözlem ve deneyi yöntem olarak savunmuştur. Böylece artık Aristo'nun otoritesi sarsılmaya başlamıştır.7 Mantıkçı ve filozof Occamlı William Papa'nın gücüne karşı çıkarak, dini inançların akıl yoluyla açıklanamayacağını ve kanıtlanamayacağını ileri sürmüştür. Ona göre, bilimin uğraşı konuları tek tek şeyler, bireylerdir ve bunların bilgisi ancak duyuların sağladığı algılarla elde edilir. Kilise'nin hoşuna gitmeyen bu görüşlerinden dolayı Occamlı William'ın öğretisi Paris Üniversitesi'nde yasaklanmış, ancak yayılması önlenememiştir.8 Occam'ın 14. yüzyıl düşünürleri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Doğru bilginin ulaşılabilir olmasının temeli deneyciliğe dayanmak olarak benimsenmiştir.

Bu dönemin John Buridan, Saksonyalı Albert, Nicole Oresme gibi ünlü skolastikleri deneyciliğe verilen önemi kabul etmişlerdir.9 Galileo, Orta Çağ'daki bu öncellerinin hareket konusuyla ilgili kavram ve teoremlerinden yararlanarak yeni mekanik bilimini şekillendirmiştir.

Bu dönemde astronomi alanında Fransalı Musevi Levy ben Gerson (1288-1344) yeryüzünün evrenin merkezi olamayacağını iddia ederek, Kopernik'e yol açmıştır.10

Birinci Murad (Padişahlığı 1362-1389)

Gazi Hünkâr ve Hüdavendigâr diye de anılan Sultan I. Murad (1326-1389), babasından devraldığı Osmanlı Devleti'ni bilhassa Rumeli'de çok büyüterek imparatorluk temellerini hazırlamıştır. Edirne ve Filibe'nin alınışı onun devrinin en önemli başarılarıdır.

Birinci Murad sadece bir asker-komutan değildi. Ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara göre devletin idarî, askerî ve adlî teşkilâtını da yeniden düzenlemiştir.

Sultan I. Murad zamanında ortaya konan yeni teşkilât arasında en önemlisi Yeniçeri Ocağının kurulmasıdır. Bu yeni askerî teşkilâtın ilk temeli 1362'de atılmış ve zamanla ihtiyaca göre genişletilmiştir.

I. Murad irade ve azim sahibi, tebaasına karşı âdil, vicdan özgürlüğünü herkese tanıyan, kanunlara uyan bir kişi olarak tasvir edilir.

I. Murad imar ve kültür işlerine de önem vermiştir. Bursa hisarında ve Çekirge'de iki cami yaptırmıştır. Bursa'da imareti de vardır. Bursa kaplıca hamamlarını tamir ettirmiş, hanlar yaptırmıştır. Kendisinin hususi kütüphanesi olduğu, bu kütüphane için yazılmış eserlerden anlaşılmaktadır.11 Kara Hoca Alâüddin Ali tarafından Künûzü'l-Envar isimli şerh (Rumuzu'l-Esrar'ın şerhidir) ve Mecmau'l-Fuad adlı özet Miftah şerhi adına ithaf olunmuştur.12

Bu dönemde Avrupa için en önemli düşünsel olaylar Rönesans'ı hazırlayan etkinliklerdir. Özellikle İtalya'da ortaya çıkan, unutulmuş Eskiçağ eserlerini tanıma arzusu, aydınları Yunanca öğrenmeye sevk etmiştir. 14. yüzyılda Bizans'tan İtalya'ya gelen bilginler Yunan dilini öğretmişler ve böylece Platon, Aristoteles gibi Yunan filozoflarının orijinal eserlerinin okunması mümkün olmuştur. Eskiçağ eserlerine bu yeniden dönüş hareketiyle birlikte bir yeniden doğuş atılımı başlamıştır. Edebiyat, bilim, sanat alanlarında ortaya çıkan bu gelişme hümanizm denilen, insana gerçek değerini kazandırma çabasını içinde barındırmıştır. Salutati (1331-1406), Leonardo Bruni (1369-1444), Bracciolini (1380-1459) gibi hümanistler ve Giotto (1266-1337), Donatello (1368-1466) gibi sanatkârlar Rönesans'a geçiş döneminin ünlü adlarıdır.13

Bu dönemde yalnızca Hıristiyan Batıda değil, Müslüman Batıda da dikkati çeken düşünsel faaliyetler vardı. Bunlardan özellikle Mağribli iki kişi önemlidir: İbn Battuta (1304-1374) ve İbn Haldûn (1332-1406). İbn Battuta Ortaçağ'ın en ünlü İslâm gezginidir. Gezilerini anlattığı Seyahatnâme'si ile Müslümanların Marco Polo'su olarak kabul edilmiştir.14 İbn Haldûn ise Mukaddime'si ile ilk defa toplumların bilimsel olarak incelenebileceğini göstermiştir. Ancak, yaşadığı dönemde kimsenin ilgisini çekmemiş, değerini takdir edenler ilk defa Osmanlı tarihçileri olmuştur.

Yıldırım Bâyezîd (Padişahlığı 1389-1403)

Muharebe alanında hükümdar ilan edilen Bâyezîd, Sultan Murad'ın büyük oğludur. Fevkalâde atak ve süratli olması sebebiyle, daha babasının sağlığında, 1387 Karaman Seferi'nden itibaren "Yıldırım" lâkabıyla anılmaya başlamıştır. Yıldırım Bâyezîd için Rumeli'den ziyade Anadolu'da Türk birliğini gerçekleştirmek önemliydi. Bunun için de Batı Anadolu beyliklerini Osmanlı bayrağı altında toplamayı başarmıştır. Amasya, Samsun, Sivas ve Malatya'yı alarak sınırları Erzincan'a kadar genişletmiştir. 15 Gerçek anlamda İstanbul'u kuşatan ilk Osmanlı padişahı Yıldırım Bâyezîd'dir. İlki 1391 yılında gerçekleşen kuşatma dört defa tekrarlanmıştır.

Osmanlı hükümdarları arasında ilk defa "Sultan" unvanını kullanan Yıldırım Bâyezîd, büyük bir kumandan ve askerî deha sahibiydi, ancak lüzumsuz inadı ve kumandanlarının tavsiyelerine önem vermemesi yüzünden Ankara Savaşı'nı (1402) Timur'a karşı kaybetmiş ve sınırlarını çok genişlettiği devletinin parçalandığını gördükten sonra, esir hayatı sürerken ölmüştür.

Yıldırım Bâyezîd de diğer Osmanlı padişahları gibi âdil ve hayır sever, âlim ve şairleri himaye eden bir padişahtı. Onun zamanında Osmanlılarda hayır kurumları, bilim müesseseleri ve imar faaliyetleri gelişmiştir.16 Hükümdarlığı zamanında Yıldırım Bâyezîd adına Ali ibn Hibetullah tarafından yazılmış olan Arapça Hulâsatü'l-Minhac fî Ehli'l-Hisâb ve Şeyh Hasan'ın Arapça ve Farsça eserlerden tercüme ederek yazdığı Fütuvvetnâme adlı kitap ve İbn Melekoğlu Mehmed'in Arapça ahlâk kitabı Bedrü'l-Vâızin ve Zahrü'l-âbîdîn Yıldırım Bâyezîd'e takdim edilmiştir. Bursalı Niyazi de divanını ona ithaf etmiştir.17

Yıldırım Bursa'da Murad Hüdavendîgâr'dan sonra ikinci medreseyi kurmuştur. İznik medresesinin yetiştirdiği ulemadan Molla Fenâri burada müderrislik ve sonra da Bursa kadılığını yapmış, Yıldırım ona iltifat göstermiş, devlet işlerinde fikirlerinden istifade etmiştir.18

Niğbolu Zaferi'nden elde edilen ganimetlerden padişahın hissesine düşenlerin önemli kısmı imar ve hayır işlerine harcanmıştır. Bunlarla Yıldırım Edirne'de bir imaret yaptırmış, buna vakıf tahsis etmiştir. Bursa'da da medreye ilave olarak imaret, bimaristan, tekke ve Ulu camiyi yaptırmıştır.

Yıldırım Bâyezid'in tarikat ehline de hürmet gösterdiği söylenir. Buna delil olarak Emir Buharî'ye kızını nikahlaması ve Şeyh Hamîd'e Bursa'da yaptırdığı camide ilk vaazi verdirmesi gösterilir.

İlk hastaneyi yaptıran Osmanlı padişahı Yıldırım Bâyezîd'dir. Bursa'da, Uludağ eteklerinde yaptırdığı hastanenin (1399) vakıflarını tesis edince, Memlûk hükümdarı Berkuk'dan iyi bir hekim istemiş, o da Şemsüddinî Sagir adında birini yollamıştır.19

Bu dönemde Doğuda Semerkand'ta dikkati çeken bilimsel etkinlikler yapılıyordu. Bursa'da doğan Kadızade-i Rumî (1337-1412), bilgisini arttırmak amacıyla Semerkant'e gitmiş ve Timur'un torunu Uluğ Bey'in kurduğu Semerkant Rasathanesi müdürlüğüne tayin edilmiştir. Aynı zamanda Semerkant medresesi baş müderrisliği de yapmıştır. Zamanının en önemli astronomlarından olan Kadızade'nin astroloji ile hiç ilgisinin bulunmayışı, onun bilimsel yanını daha da belirginleştirmektedir. Kadızade'nin eğer Semerkant'tan memleketine dönmüş olsaydı, Osmanlı Devleti'nde matematik bilimlerinin gelişmesini hızlandıracağına inanılmıştır.20

Bu dönemde Batıda deniz yolculuklarına devam edilmiştir, çünkü kara yolları tıkanmış ve her yere ulaşım için deniz yolları araştırılıyordu. Denizcilerin gereksinimleri haritacılığın gelişmesine yol açmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Batlamyus hatırlanmış ve onun çalışmaları Latince'ye çevrilmiştir. Coğrafya'sı Avrupa'da elden ele dolaşmaya başlamış, bu kitaptaki yeryüzünün çevresiyle ilgili ölçümün gerçekte olduğundan çok daha az olması ve Asya'nın doğuya doğru uzanarak batıdaki okyanusun hemen ötesinde bulunduğu gibi yanlış fikirler, Kolomb'un batıya doğru yola çıkmasına neden olmuştur.21

Çelebi Mehmet (Padişahlığı 1413-1421)

Yıldırım Bâyezîd'in birçok oğlu vardı. Bu oğullar arasında taht kavgasıyla geçen yıllara "Fetret Devri" (1402-1413) denir. Fetret devrinden başarıyla çıkıp Osmanlı birliğini sağlayan, Şehzade Çelebi Mehmet (1387-1421) olmuştur. Bu yüzden bazı Osmanlı tarihçileri Çelebi Mehmet'i Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu olarak kabul ederler.

Çelebi Mehmet tam bir anarşi döneminde padişah olmuş, ancak Fetret Devri'ndeki tecrübelerinden yararlanarak hem devletin birliğini tekrar sağlamış, hem de Ankara Savaşı'ndan sonra kaybedilen yerlerin bir kısmını tekrar ele geçirmiştir.22

Çelebi Mehmet, zamanının en tanınmış silahşörlerindendi. Savaşlara bizzat katılmış, 24 savaş yapmış ve bu savaşlarda 40'a yakın yara almıştır. Çelebi Mehmet, azimve metanet sahibi, faziletli, siyasetten anlayan bir padişah olarak tanınır.

Osmanlılar ilk defa onun zamanında Avrupa'ya elçi göndermişlerdir. Çelebi Mehmet de birçok imar işi yapmıştır. Özellikle Bursa'yı imar etmiştir. Meşhur Yeşil Cami'yi, medrese, imaret ve türbesini yaptırmış; Edirne'de bitmemiş olan Eski Cami'yi tamamlatmış ve Eski Bedesten'i ona vakıf yapmıştır.23

14. yüzyıl sonlarında İznik medresesi artık önemini kaybetmeye başlamış, yerini Bursa medreseleri almıştır. İznik medresesindeki 30 akçe yevmiyeye karşılık, Bursa'da Çelebi Mehmet'e ait Sultaniye Medresesi müderrisine 50 akçe verilmiştir.24

Çelebi Mehmet'in kısa süren hükümdarlığı zamanında, Rükneddin Ahmet, Zekeriya bin Mehmet Kazvîni'nin Acaibü'l-Mahlûkat isimli eserini Padişahın adına Türkçeye çevirmiştir. Bu eser, astronomi, coğrafya, tıp, bitkiler, ilaçlar, meşhur şehir ve kasabalardan bahseden ansiklopedik bir çalışmadır. Burada Yer'in yuvarlak olduğu bilgisi de vardır. Yine, Çelebi Mehmet'in hazinesi için Abdülvehhab ibn Yusuf ibn Ahmet el-Mardanî Kitâbü'l-Müntehab fî't-tıb adlı eseri yazmıştır.25 Çelebi Mehmet'in hususi kütüphanesi olduğu da söylenmektedir.26

Avrupa ise bu dönemde, 1336'da çıkan Yüzyıl Savaşı ile siyasi istikrardan uzak günler geçiriyordu. Savaşın yanı sıra yangın, sel, kıtlık, bulaşıcı hastalıklar gibi âfetlerle de uğraşıyorlardı. Ancak açık denizlere açılma girişimleri artarak devam etmiştir. Özellikle Portekizlilerin bilimsel temellere dayalı deniz yolculuklarını başlatan ve destekleyen Prens Denizci Henry (1394-1460), bu sıralarda faaliyetlerine başlamıştır. Avrupa'nın güneybatı ucunda bir araştırma merkezi kurmuştur. Burada hem seferlerin plânları yapılmış, hem de açık denizlere dayanıklı yeni gemiler inşa edilmiştir.27

İkinci Murat (Padişahlığı 1421-1443, 1443 ve 1444-1451)

Çelebi Mehmet'in oğlu olan İkinci Murat (1402-1451) on sekiz yaşında tahta çıkmıştır. Saltanat iddiasıyla ortaya çıkarılan amcasıyla giriştiği mücadeleyi, etrafındaki kıymetli ve tecrübeli beylerin ve vezirlerin yardımıyla kazanmıştır. Zamanında devletin sınırları genişlemiş, Osmanlı Devleti'nin gittikçe güçlenmesi Avrupa'yı endişelendirdiğinden, Türklere karşı Haçlı Seferi ilan edilmiştir (1439). Bu savaşı kaybeden İkinci Murat, Anadolu'da ve Rumeli'de barışı sağladıktan sonra tahttan oğlu lehine ferâgat etmiştir. Oğlu İkinci Mehmet 12,5 yaşındaydı, Osmanlı padişahları içinde saltanattan vazgeçerek tahtı oğluna veren tek padişahtır.

Osmanlı Devleti'nin idaresinin bir çocuğun eline geçtiğini haber alan Avrupalılar, bundan ümitlenerek V. Haçlı Seferi'ne başlamışlardır. Bu durumda İkinci Murat tekrar tahta çağırılmış, kabul etmeyince oğul babaya şu mektubu göndermiştir: "Eğer padişah biz isek size emrediyoruz, gelip ordumuzun başına geçin; yok siz iseniz, gelip devletinizi müdafaa edin".28 İkinci Murat Varna'da Haçlı ordusunu yenmiş (1444), 1445 yılında yeniden tahttan ferâgat etmiş, fakat devlet adamlarının ısrarıyla 1446'da tekrar tahta çıkmıştır. Avrupalıların Türkleri Balkanlar'dan çıkarmak için son girişimleri olan İkinci Kosova Savaşı'nı kazanmıştır (1448). 1451 yılında hastalanarak ölmüştür.

İkinci Murat da bilim adamlarını ve sanatçıları himaye etmiş, adeta bir Osmanlı Rönesansının müjdecisi olmuştur. Bunun için gerekli donanıma sahipti. İyi bir eğitim almış, İbn-i Arap Şâh hocası olmuştur. Kendisiyle bizzat görüşen Bizans tarihçisi Chalcondylas onun dürüst ve adil bir kimse olduğunu söyler. Genellikle barış sever, harpten hoşlanmayan bir kimse olarak tanınır.29 Bu nitelikleri, zamanında Osmanlı Devleti'nde bilim ve sanat etkinliklerinin çok zenginleşmesine zemin hazırlamıştır. Daha önceleri Mısır, Suriye, İran ve Maveraünnehir bilim ve kültür bakımından Anadolu'dan üstündü. Ama İkinci Murat devrinde artık bu üstünlük Osmanlı topraklarına geçmeye başlamıştır. Bu devirde hem Osmanlı medreselerinde âlimler yetişmeye başlamış, hem de Osmanlı'ya dışarıdan gelenler olmuştur. İkinci Murat zamanında Edirne'deki medreseler önem kazanmış, buradaki müderrislere zamanın en yüksek maaşları ödenmiştir. Edirne medresesi, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'da yaptırmış olduğu Sahn-ı Semân medreselerine kadar Osmanlı Devleti'nin en önemli medresesi olmuştur.

Bütün bu olumlu koşulların neticesi olarak, İkinci Murat zamanında bilim ve sanat adamlarının sayısı çoğalmaya başlamıştır. Öncelikle dinî bilimlerde yetişenler meşhur olmuştur. Bunlardan Molla Yegân, Fatih'in hocası Molla Gürânî ve Molla Hızır'ı yetiştirmiştir. Kazasker Molla Hüsrev de zamanın önemli bilginlerindendir. Yazıcıoğlu adıyla tanınan Ahmet Bican ve Mehmet Bican kardeşler birçok eser yazarak dönemin kültürüne katkıda bulunmuşlardır. İbn Melek ibn Mehmet Bahrü'l-Hikem adlı ahlâk kitabıyla, Balıkesir'li Devletoğlu Yusuf Hidâye ve Vikâye tercümeleriyle meşhurdur.

Müspet bilimlerde de önemli kimseler vardır. İkinci Murat zamanında yaşamış, Fatih zamanının başlarında ölmüş olan Fethullah Şirvanî Osmanlıya dışarıdan gelen bilginlerdendir. Semenkant merkezinden Kastamonu'ya gelmiş, matematik ve astronomi çalışmalarıyla burada bilimsel bir canlanma başlatmıştır. Meşhur hekim Mukbilzâde Mümin Zahîre-i Muradiye ve Miftah el-Nur ve Hazain el-Sürur adlı eserlerini İkinci Murat'a ithaf etmiştir. Zahire-i Muradiye'de dimağ, baş, göz, kulak, burun, mide hastalıkları incelenmiştir. Eserde Arapça bilim terimlerinin yanı sıra Türkçe terimlerin de bol bol kullanılmış olması dikkat çekicidir.30 Bu özelliğin, İkinci Murat'ın Türkçenin ve Türk edebiyatının gelişmesi için gayret gösteren bir padişah olmasıyla yakından ilgisi olsa gerek. Şair ve ediplere yıllık tahsisat ayırmış, bu usul Kanûnî Sultan Süleyman zamanına kadar devam etmiştir. Ahmedî, Şeyhî Sinan, Ahmet Dâî, Atayî, Cemalî himaye ettiği başlıca şairlerdir. Ahmedî'nin yetiştirdiği Şeyhî Sinan İkinci Murat'ın emriyle Gencelî Nizâmî'nin Hüsrev ve Şirin manzumesini Türkçeye çevirmiştir. Şair Seyfî İkinci Murat'ın fetihlerini manzum olarak kaleme almıştır. Hatipoğlu Ferahnâme adındaki 100 hadis ve 100 hikâyeden oluşan Arapçadan tercüme bir mesneviyi 1426'da bitirerek padişaha takdim etmiştir.31 Manyas kadısı Mehmet padişah adına Gülistan tercümesini yapmıştır.32

İkinci Murat musikiye de meraklıydı, ilk musiki eseri kendisine takdim edilmiştir. Hızır ibn Abdullah isminde bir Türk sanatkârı Edvâr-ı Musîkî adlı eserini ona sunmuştur.33

İkinci Murat'ın hususi kütüphanesi olduğu söylenir.34 Bilimsel konularda görüşmeler yapmayı sever, belirli zamanlarda bilginlerle toplanırdı.

İkinci Murat imar hareketlerine önem veren bir padişah olarak cami, okul, imaret, köprü ve saraylar yaptırarak da ülkeye çeşitli eserler kazandırmıştır. Yaptırdığı camilerin en güzeli olarak Edirne'deki üç şerefeli cami gösterilir. Dört minaresinden birinde üç şerefe bulunan bu cami, Osmanlı padişahlarının yaptırdıkları camiler için üç şerefeye ilk örnek olmuştur. Edirne'de yaptırdığı camilerden bir diğeri, Muradiye Camii'dir. Üç şerefeli caminin avlusunda inşa ettirdiği ve Saatli Medrese diye tanınan medrese ve bit pazarında yaptırdığı eski bedesten Edirne'deki diğer önemli eserleridir. Edirne sarayının inşasını başlatmış, oğlu Fatih tamamlamıştır. Manisa'da da bir saray yaptırmıştır. Bursa'da cami, medrese, imaret yaptırmıştır. Osmanlı padişahları arasında ilk defa büyük köprüler yaptıran padişahtır. Ergene üzerine yaptırdığı Uzun Köprü bunların en meşhurudur.

İkinci Murat zamanında Avrupa kültürü Rönesans sürecine girmişti. Rönesans ruhuna uygun düşünürler ve sanatkârlar bu kültürü oluşturmaya başlamışlardır. Örneğin, İtalya'da Leonardo Bruni (1369-1444) ahlâk üzerine düşünmüş ve yazmıştır, arkadaşı Poggio Bracciolini (1380-1459) klasik eserleri incelemiş ve Roma tarihini yazmıştır. Lorenzo Valla (1405-1457) Epikuros'un hazcılığını benimseyerek, bunu hümanizma ile uyuşturmuştur.35 Mimar Alberti 1449-1450 yıllarında yazdığı De Re Aedificatoria (Yapı Üzerine) adlı kitabında estetiği incelemiş ve sanatı bir bilim gibi değerlendirmiştir.36 Van Eyk (1384-1441) resim sanatının ilerlemesine katkıda bulunmuştur. İkinci Murat'tan bir yaş büyük olan Cusalı Nicolas (1401-1464) astronomi ile ilgilenmiş ve Batlamyus'un yer merkezli sistemine karşı çıkarak, Yer'in Güneş etrafında döndüğünü söylemiş, böylece Kopernik'i öncelemiştir.37

Avrupa uygarlığı için büyük yenilikleri başlatacak bir gelişme olan matbaanın Johann Gutenberg (1394-1468) tarafından kitap basımına uygulanması 15. yüzyılın belki de en önemli olayıdır. Avrupa'da 1440 yılından itibaren artık kitaplar matbaada basılmaya başlamış, böylece bilginin topluma yayılması büyük hız kazanmıştır.

İkinci Murat Dönemi'nde hem Osmanlıların hem de Avrupa devletlerinin kültürel bir canlanma yaşamaya yönelik gelişmelere sahne oldukları anlaşılmaktadır. Osmanlı topraklarında aydınlar büyük rağbet görüp, incelemelerinde desteklenirken, Avrupa'da Gutenberg, matbaasının kuruluşunda karşılaştığı ekonomik kökenli davalar yüzünden zamanının bir bölümünü mahkemelerde geçirmiştir.38

Fâtih Sultan Mehmet (Padişahlığı 1444, 1451-1481)

Sultan İkinci Mehmet (1432-1481) 21 yaşında üçüncü defa tahta çıkmış, İstanbul'u fethederek 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu'na son verdiğinden Fâtih unvanıyla anılmıştır. 30 yıllık padişahlığı süresince 25 sefere bizzat katılmış, Anadolu'da Hıristiyan hiçbir devlet bırakmamış, Balkan'ları tamamen ele geçirmiştir.

Osmanlı Devleti'nin imparatorluk haline gelişini simgeleyen İstanbul'un fethi Ortaçağ'ın sonu ve Yeni Çağın başlangıcı olarak kabul edilir. Bu şekilde dünya tarihinin en mühim olaylarından birini gerçekleştiren İkinci Mehmet birçok tarihçi tarafından Türklerin yetiştirdiği en büyük şahsiyet olarak kabul edilir.39 Fâtih Sultan Mehmet'in diğer askerî başarıları arasında önemlilerini Akkoyunlulara karşı kazandığı Otlukbeli Meydan Muhârebesi (1473), Kırım Hanlığı'nın ilhâkı, İtalya'da Otranto çevresinin fethi, Trabzon'un alınması oluşturur. İki imparatorluk, dört krallık, on bir prenslik ve dukalık olmak üzere on yedi devlet fethetmiştir.40

Fâtih, Molla Güranî, Hocazâde, Molla İlyas, Siraceddin Halebî, Hasan Samsunî Molla Abdülkadir, Molla Hayrettin gibi seçkin hocalardan ders alarak yetişmiş, bilmediğini her zaman öğrenmek istemiştir. Askerî ve siyasî alandaki üstün yeteneklerinin yanı sıra, zamanındaki taassuptan sıyrılacak kadar da açık fikirlidir. Bunun en güzel örneği, İtalyan ressamı Bellini'ye resmini yaptırması ve sarayının duvarlarını fresklerle süsletmesidir. Venedikli meşhur ressam Bellini 1479-1480 yıllarında İstanbul'da yaşamış ve Fâtih'in resimlerini yapmıştır. Şeriatça yasaklanmış olmasına rağmen, Fâtih'in böyle bir girişimde bulunmaya cesâret edebilmiş olması zihniyeti hakkında önemli bir ipucu vermektedir.

18. yüzyılın sonlarına kadar ki Osmanlı padişahlarının en taassuptan kurtulmuş olanı Fâtih'tir. Bunda, onun hem Doğu hem Batı kültürünü yakından tanımasının rolü olduğunda tarihçiler hem fikirdir. Türkçenin dışında Yunanca, Slavca, Arapça, Farsça ve Latince bildiği söylenir. Bu dil bilgisi Batı kültürüyle temasını kolaylaştırmıştır. Latin ve Yunan bilginleri sarayında bulunmuş, onlar vasıtasıyla Batıyı anlamaya çalışmıştır. Ciriaco d'Ancona, Angelo Vadio ve Stefano Emiliano adındaki hümanistlerin Fâtih'in sarayında bulundukları, Fâtih'in onlardan Roma tarihini ve Batı kültürünü öğrendiği bilinmektedir. Bu kimselerin de Fâtih'e derin duygularla bağlanmış oldukları anlaşılmaktadır. Stefano Emiliano Fâtih'in ölümü üzerine bir mersiye yazmıştır.41

Bir savaş adamı gibi görünen Fâtih, faaliyetleriyle bir kültür adamı olduğunu da kanıtlar. İstanbul'u fetheden Fâtih, burasının bir kültür merkezi olması için büyük gayret sarf etmiştir. Kültürün temeli olan eğitimin önemini bilen Fâtih, bu işe önce eğitim kurumları kurmakla başlamış, İstanbul'u alınca, buradaki sekiz büyük kiliseyi camiye dönüştürmüş, bunların papaz odalarını da medrese haline getirmiştir. Meydana gelen bu medreselere devrin meşhur bilginlerini müderris olarak atamıştır. Bu müderrisler arasında Mevlâna Alâüddin Tûsî, Bursalı Hocazâde Muslihiddün Mustafa, Mevlâna Abdülkerim başta gelir. Yapımına 1462 yılında başlanan ve 1470'de tamamlanan meşhur Fâtih Külliyesi'nde cami, imaret, tabhâne, kütüphane, kervansaray, dârüşşifâ ve türbenin yanı sıra medrese de vardır. Bu medrese "Sahn-ı Semân" adıyla tanınır. Yüksek eğitim kurumu olan bu medreselerde, tefsir, hadis, fıkıh dersleri okutulmuştur. Bu nedenle bugünkü ilâhiyat, hukuk ve edebiyat fakültelerine karşılık gelir. Fâtih, medrese öğrencilerinin yararlanması için kütüphane de yaptırmış, buraya günde 6 akçe ile bir kütüphaneci tayin etmiş, müderris ve öğrencilerin emanet alacakları kitapların listesini tutması için bir de kâtip koymuştur.42 Ancak, İstanbul'un fethinden hemen sonra ilk medrese eğitimi Ayasofya'da başlamıştır. Buranın baş müderrisliğine Molla Hüsrev tayin edilmiştir.

Ali Kuşçu da Ayasofya'da müderrislik yapmıştır.43 Ali Kuşçu'nun dinî ilimlerin yanında matematik ve astronomi gibi aklî ilimlerde de uzman olmasına dayanarak, Medâris-i Semâniyye'de aklî ilimlerin eğitim ve öğretimine ağırlık verildiği neticesi çıkarılamaz. Çünkü, Ortaçağ Hıristiyan Dünyası'ndaki Kilise veya Katedral okullarına benzeyen medreseler, bilginler yetiştirmek için değil, Osmanlı devlet düzenini ayakta tutacak din âlimleri ve hâkimler yetiştirmek için kurulmuş eğitim kuruluşlarıdır ve dolayısıyla buralarda eğitim gören öğrencilerin, aklî ilimleri, görevlerini yaparken karşılaştıkları pratik gereksinimleri giderecek düzeyde öğrenmeleri yeterliydi; nitekim medreselerde okutulmuş olan bilim yapıtlarına bakıldığında bunların bilimsel kavramları ve konuları ana hatlarıyla tanıtan ders kitapları oldukları görülmektedir.

Fâtih Külliyesi'nin Selçuklularda başlayan medrese geleneğimizin meyvelerinden birisi olarak değerlendirilmesi uygun olacaktır. Fâtih, İstanbul'u bir kültür merkezi haline getirmek için meşhur bilginleri İstanbul'a davet etmiş, bu hususta hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Ali Kuşçu, Alâüddin Tûsî ve İdris-i Bitlisi onun gayretleriyle İstanbul'a gelmişlerdir. Fâtih Devri'nin matematik bilimlerdeki en önemli kişisi Ali Kuşçu'dur. Ali Kuşçu, Uluğ Bey Rasathanesi'nin meşhur müdürü Kadızâde-î Rumî öldükten sonra bir süre bu görevi sürdürmüş, Uluğ Bey ölünce Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitmiştir. Uzun Hasan, Ali Kuşçu'yu Fâtih'e elçi olarak göndermiş, böylece Fâtih Sultan Mehmet bu bilgini tanıma fırsatı bulmuş ve elçilik görevi bittikten sonra onu İstanbul'a çağırmıştır.

Bu çağrıyı kabul eden Ali Kuşçu İstanbul'a gelmiş ve günde 200 akça maaşla Ayasofya Medresesi'ne müderris tayin edilmiştir. Burada matematik dersleri vermiş, medreselerde matematik öğretiminin kurucusu olmuştur. Risâle fî el-Hey'e adlı astronomi eserini zafer günü bitirdiği için Fethiye adıyla padişaha sunmuştur. Muhammediye adlı hesap kitabını da Fâtih'e takdim etmiştir.

Fâtih, Osmanlı Devleti'nde kültürün gelişmesi için bilim adamlarını himaye etmiş, onların bilgilerinden istifade etmeyi prensip edinmiştir. Bu amaçla onları zaman zaman bir araya toplamış, fikirlerini tartışmalarına imkân tanımış, kendisi de bu fikir alış verişlerine bizzat katılmıştır. Bilimin evrenselliğini bildiği, bilim adamları arasında din ayırımı yapmamış olmasından anlaşılmaktadır. İstanbul Patriği Gennadios'tan Hıristiyanlık hakkında bilgi edinmiştir.

Fâtih'in ilimlerle yakından ilgilendiği, Bizanslı âlim Amirutzes'in Fâtih için yazdığı kasîdelerden birinin bir kısmında açık bir dille ifâde edilmiştir:

Öyle bir hükümdar ki bir eliyle silahını tutuyor ve öteki eli ilimle meşgul oluyor.
Yaşa, ey parlayan yıldız.

Ey ışıklar dünyası Güneş, ey ilimler âşığı Pâdişâh.44

Bazı ilmî eserleri şahsî kütüphanesi için tercüme ettirmiştir; bunlar arasında en önemlisi ünlü Yunan bilginlerinden Ptolemaios'un (Batlamyus) Coğrafya'sıdır. Fâtih, 1465 yazında Amirutzes'le birlikte bu eseri incelemiş ve Arapça'ya tercüme edilmesini emretmiştir. Bunun üzerine Amirutzes ve oğlu bu eseri tercüme ederek, Padişah'tan büyük ihsanlar almışlardır.45 Bu çeviriden başka, Plutarkos'un Meşhur Adamların Hayatı adlı kitabını Yunancadan Türkçeye çevirtmiştir.

Fâtih devri matematikçilerinden Sinan Paşa bir ara padişahın gazabına uğramış ve hapse atılmıştır. Ama diğer bilginler bu durumu protesto ederek, Sinan Paşa hapisten çıkarılmazsa, kendi eserlerini yakıp memleketi terk edeceklerini Fâtih'e bildirmişler, bunun üzerine Sinan Paşa hapisten çıkarılmıştır.

Fâtih zamanının önemli hekimlerinden Şerefeddin Sabuncuoğlu Cerrahnâme-i İlhânî adlı eserinin önsözünde, Fâtih Sultan Mehmet Devri'nde yükselmek ve padişahın gözüne girmek için, bilimsel eserler yazmak gerektiğini belirtmiştir.46 Fâtih zamanının öteki kıymetli hekimleri Akşemseddin, Altıncızâde, Yakup Hekim, Hekim Lâri-i Acemîdir.

Fâtih'in meraklı bir tabiata sahip olması ve dönemin seçkin şahsiyetlerinin edebî, dinî, felsefî ve ilmî sohbet ve münâkaşalarını dinlemekten ve bunlara iştirak etmekten büyük bir zevk alması nedeniyle, bu dönemde, söz konusu alanlara ilişkin sorunların siyasî, iktisâdî ve askerî alanlara ilişkin sorunlar kadar popüler olduğu görülmektedir. Bu münâkaşalardan bir tanesi, Türk düşünce tarihi açısından çok önemlidir. Devrin iki önemli kelâm bilgini arasında yazılı olarak cereyan eden bu münâkaşa, Osmanlı düşünürlerinin ve dolayısıyla Osmanlı düşüncesinin, İmam Gazalî'nin felsefe ve ilim anlayışının etkisi altında bulunduğunu kanıtlamaktadır.

Fâtih Sultan Mehmed, gerek Hocazâde adıyla tanınmış olan Mustafa Müslihüddin Bursevî'ye (1420? -1488) ve gerekse Molla Ali Tûsî'ye (? -1482) İmam Gazalî'nin Tehâfüt'ü biçiminde birer kitap yazmalarını ve bu kitaplarda, Gazalî ile filozofların görüşlerini karşılaştırmalarını buyurmuştu. Bilginler bu buyruğa uyarak çalışmaya başlamışlar ve Hocazâde dört ayda ve Ali Tûsî ise altı ayda eserlerini bitirerek Fâtih'e takdim etmişlerdir. Hocazâde'nin eseri biraz daha fazla beğenildiği için, Ali Tûsî kırılmış ve Anadolu'yu terk ederek İran'a gitmiştir.47

Fâtih'in, Gazalî ile Fârâbî, İbn Sinâ ve İbn Rüşd gibi filozofların görüşlerinin mukâyese edilmesini istemesinin, Osmanlı ülkesinde bir "Tehâfüt Geleneği"nin doğuşuna48 ve Gazalî'nin yaklaşımlarının akıllarda iyiden iyiye yerleşmesine yardımcı olduğu anlaşılmaktadır.

Fâtih'in felsefî konulara duyduğu ilgi, felsefenin, kısa süreli de olsa, Osmanlı düşünürlerinin gündemine gelmesine neden olmuştur. Saray'da Rumca kâtibi gibi yaşayan İmrozlu Kritovulos'un bildirdiğine göre, Fâtih felsefe ile ciddî bir şekilde meşgul olmuş ve özellikle Aristoteles ve Stoa felsefelerini incelemiştir.49

Fâtih şiir ve edebiyata da meraklıydı, hattâ kendisi de Avnî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Devrinde iki kadın şair de ortaya çıkmıştır. Zeynep ve Mihrî hanımlardan Zeynep Hanım divanını Fatih'e takdim etmiş ve padişahtan iltifat görmüştür. Fatih'in hocası Molla Güranî de bir şairdir.

Fâtih'in teknik alanda da faal olduğu bilinmektedir. Topun meydan savaşlarında ön önemli silah olduğunu ispatlamıştır.50

Fâtih, başta İstanbul olmak üzere birçok önemli şehri imar etmiştir. İstanbul'da hem tamir yaptırmış, hem de yeni binalar inşa ettirmiştir. Tamir ettirdikleri arasında surlar başta gelir. Eski sarayı, Yedikule'deki kuleyi, Kapalı Çarşıyı, Çinili köşkü yaptırmıştır.

Fâtih'in kişiliği, İstanbul'u kültür merkezi haline getirme çabaları, bilim adamlarını himaye etmesi, külliyesini kurması Osmanlılarda bilim ve kültürün gelişmesinde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Ancak, İslâm ve Osmanlı uygarlığını biçimlendiren genel eğilimlerin direncini kıramadığı ve insan aklını merkeze alan rasyonel eğilimlerden oluşan yeni bir uygarlık yapısının temellerini atamadığı için, yeterince başarılı olamamıştır.

Batı'da ise, Rönesans süreci tüm hızıyla yaşanmaktaydı. Ressam Boticelli (1444-1510), heykeltraş Donatello (1368-1466), Mimar Alberti gibi Rönesans'ın parlak temsilcileri vardır. Alberti 1449-1450'de yazdığı De re Aedificatoria (Yapı Üzerine) adlı eserinde estetiğin temeline uyum ve oranı koymuştur.51 Özellikle resimde perspektif kanunlarının bulunması gibi teknik ilerlemeler gerçekleşmiş, böylece 16. yüzyılın büyük ressam ve sanatçılarının yolu açılmıştır. Platon'un yorumcusu Marsilius Ficinus (1431-1499), Medici ailesinden destek görmüştür.

Bu arada 1460 yılından itibaren özellikle Orta Avrupa'da madencilikle ilgili yeni teknik ilerlemeler gerçekleşmiştir. Bunun, modern Avrupa ekonomisinin ortaya çıkışında etkisi olacaktır. Matbaa ise hızla yayılmaya başlamıştır. 1470'de Paris'te ilk basımevi kurulmuş, bunu diğerleri izlemiştir. Kilise başlangıçta matbaaya olumlu bakmıştır. Nitekim, 1487'de Ausburg Piskoposu, matbaanın bu yüzyılı aydınlattığını, Kilise'nin ise ona özel olarak borçlu olduğunu, çünkü matbaa sayesinde kutsal kitabın yaygınlaştığını söylemiştir.52 Matematik bilimlerinde Regiomontanus (1436-1476) ve Peurbach (1423-1461) trigonometriye katkıda bulunmuşlardır.

İkinci Bâyezîd (Padişahlığı 1481-1512)

İkinci Bâyezîd (1452-1512) padişah olur olmaz, önce kardeşi Cem ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Esasen yumuşak huylu, sükuneti seven İkinci Bâyezîd bu tip mücadelelere, ancak zorunlu olursa katlanıyordu. Sükunet yanlısı olduğundan, babası gibi büyük fetihler yapmamış, karada büyük çaplı seferler olmamış, ancak denizlerde önemli hareketler olmuştur. Bunun alt yapısı babası Fâtih zamanında hazırlanmıştır. O zamanlar donanmadaki gemi sayısı, devrin en büyük denizci devleti olan Venediklilerin gemi sayısına yetişmişti. Ancak gemiler Venediklilerinkinden küçüktü, deniz kumandanları da o kadar usta değildi. İkinci Bâyezîd zamanında ise bu fark kapanmıştır. Osmanlı donanmasındaki gelişme, önce gemilerin inşasında gerçekleşmiştir. Bu devirde artık büyük deniz kumandanları da yetişmeye başlamıştır. Kemal ve Burak reisler sadece o zamanın değil, bütün Türk tarihinin meşhur denizcilerindendir.53

İkinci Bâyezîd kişilik olarak sakin tabiatlı, müşfik, iyi ahlâk ve fazilet sahibi, okumayı ve mütalaayı seven, şâir, âlim, bestekâr ve hattât bir padişahtı. Değerli hocalar tarafından yetiştirilmiş, Doğu dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiştir. Uygur alfabesini de bildiği söylenir. Bunların yanı sıra, matematik, astronomi, felsefe ve dinî bilimler eğitimi almıştır. "Adlî" takma adıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır.

Bilim adamlarını ve sanatkârları korumuş, böylece Osmanlı memleketinde kültürün gelişmesi devam etmiştir. Kendisine en çok kitap ithaf edilen padişahtır, bu eserleri mutlaka okumuş, eser sahiplerini ödüllendirmiş, âlim ve şâirlere maaş bağlamıştır. 1503 yılında bu işler için 86 bin akça harcamıştır.

İkinci Bâyezîd zamanında matematik bilimlerde çalışan en meşhur bilginler arasında Molla Lütfi, Sinan Paşa, Mirim Çelebi, Muzafferüddin Şirazî, Muslihiddin ibn Sinan, Hayreddin ve öğrencisi Pir Mahmud Sıtkı sayılabilir. Bunlardan Şirazî İran'daki karışıklıklardan kaçarak İstanbul'a gelmiş, Sahn-ı Semân medreselerinde müderris olmuş, Euclid geometrisine bir şerh yazmıştır. Mirim Çelebî, İkinci Bâyezîd'in emrinde Uluğ Bey Zic'ine Düstur el-Amel ve Tashih el-Cedvel adıyla Farsça bir şerh yazmıştır.54 Muslihüddin ibn Sinan fizik konularını incelediği Risâle-i Eflâtuniye isimli eserini padişaha takdim etmiştir. Bu eserde belki de ilk defa Arşimet'in çalışmaları Osmanlılara tanıtılmıştır.55

İkinci Bâyezîd zamanında tıp ile ilgili önemli gelişmeler olmuştur. Kendisi 1485 yılında Edirne'de Tunca kenarında bir hastane yaptırmıştır. Bu hastanede akıl hastalarının müzik ile tedavi edildiğinden bahsedilmektedir. Zamanın meşhur hekimleri İzmitli Muhyiddin Mehmed, Hacı Hekim, Kaysunizâde Bedreddîn, Ahi Çelebî, Amasyalı Tabip Mehmed ibn Lütfullah'dır. Ahî Çelebî Edirne Hastanesi baş hekimliği yapmış, tercüme ve telif tıp eserleri ortaya koymuştur.

Tarih alanında da İkinci Bâyezîd zamanında ciddi ilerleme kaydedilmiştir. Onun emriyle Osmanlı kroniklerinin bazıları kaleme alınmıştır. Âşıkpaşazâde'nin Tarih'i, İdrisî Bitlisî'nin Heşt Bihişt'i, Mehmet Neşrî'nin Neşrî Tarih'i, Kemal Paşazâde'nin Tevârih-i Âlî Osman'ı onun devrinde onun isteğiyle yazılmış meşhur eserlerdir.

Yine İkinci Bâyezîd'in isteğiyle isimleri bilinmeyen iki kişi el kimya ile ilgili iki manzume yazmışlardır.56

Fâtih ve İkinci Bâyezîd Devri'nin meşhur matematikçilerinden Molla Lütfi dinsizlikle suçlanarak yargılanmış ve katline fetva verilmiştir. İkinci Bâyezîd bu kararı onaylamamış, ancak Hatipzâde'nin ısrarı karşısında onaylamaya mecbur kalmıştır. Bu olay hem o devrin bilim adamlarını olumsuz etkilemiş, hem de Osmanlı İmparatorluğu'nda var olduğuna inanılan düşünce özgürlüğünü yaralamıştır.

İkinci Bâyezîd'in imar işleri arasında İstanbul'da yaptırdığı kendi adıyla anılan cami, medrese, imaret ve mektebi; Edirne'de yaptırdığı cami, medrese, imaret ve hastane; Amasya'da yaptırdığı cami, medrese, imaret ve mektep sayılabilir. Ayrıca, çeşitli yerlerde köprüler yaptırmıştır.57

Bazı Yeniçeri taburlarına tüfek vererek ilk tüfekli piyadeyi kurmuştur. Bütün İslâm ülkelerinde itibar görmüş, herkes tarafından sevilmiş ve saygı gösterilmiştir.

Bu tarihlerde Batı dünyasına gelince, Bartholomeu Dias 1488'de Afrika'nın en güneyindeki Ümit Burnu'nu dönüp Hint Okyanusu'na çıkmıştır. Buraya "Fırtınalar Burnu" adını vermiştir. Böylece Portekiz'e Hindistan yolu açılmış olur. Başka bir Portekizli, Vasco de Gama 1497'de Lizbon'dan aynı sefere çıkmış ve Hindistan'a ulaşmıştır. Böylece Avrupa ile Hindistan arasında doğrudan deniz yoluyla ilk yolculuk yapılmıştır.

İspanya'nın hizmetinde olan Cenovalı Kristof Kolomb (1446-) ise batıya doğru yola çıkmış ve 1492'de Asya zannettiği Amerika kıtasına varmıştır. Burasının yeni bir kıta olduğunu Floransalı Amerigo Vespucci (1454-1512) ileri sürmüş, onun onuruna 1507 yılında yayınlanan bir kitapta bu kıta Amerika olarak adlandırılmıştır.58 Avrupalıların bu deniz yolculukları ve yeni topraklar bulmaları sömürgeciliğin başlangıcı olmuştur. İtalya'daki denizci devletler artık önemlerini kaybetmiş, ticarette ve zenginlikte onların yerini öncelikle Portekiz ve İspanya almıştır.

Bu dönemin en büyük dehası olarak Leonardo da Vinci (1452-1519) kabul edilir. Bilim ve sanat arasında sağlam bir köprü kuran Leonardo, hem anatomi, fizik, geometri, teknoloji gibi değişik alanlarda orijinal fikirler ileri süren ansiklopedik bir bilgin, hem de deneysel yöntemin önemini kavramış bir filozoftur.

Avrupa'da ticaretin canlanması matematiğin gelişimini hızlandırmıştır. İkinci Bâyezîd zamanında yetişen matematikçilerden Nicolas Chuquet (ölümü 1500) ilk defa olarak bir cebir denkleminde negatif sayıya yer vermiştir. İtalyan Luca Pacioli (1445-1509) de cebir üzerine kitap yazmıştır.

Görüldüğü gibi İkinci Bâyezîd zamanında Avrupalılar Akdeniz yolunu tamamen bir tarafa bırakarak Hindistan'a ulaşmışlar, ayrıca daha sonraları çok önemli değişimlere yol açacak olan yeni bir kıtayı bulmuşlardı. Ancak Osmanlı topraklarında da hem Fâtih'in ektiği tohumların yeşermesi, hem de İkinci Bâyezîd'in üstün kişiliği sayesinde bilim ve felsefe küçümsenemeyecek durumdaydı.

Yavuz Sultan Selim (Padişahlığı 1512-1520)

Babası İkinci Bâyezîd'den tahtı zorla elde etmiş olan Selim (1470-1520), babasının zıttı bir karaktere sahipti. Sert ve mücadeleci olduğu için "Yavuz" unvanıyla anılmıştır. Tahta geçtikten sonra sertliğiyle, babasının son zamanlarında gevşemiş olan devlet otoritesini kuvvetlendirmiş, kardeşlerini ve yeğenlerini öldürerek içeride istikrarı sağladıktan sonra, İran seferine çıkmıştır. Çaldıran'da yapılan savaşı kazanmış ve Şâh'ın tahtı, hazinesi ve taht şehri Tebriz Osmanlıların eline geçmiştir. Bu savaşta Osmanlı ordusu tüfek ve top kullanmıştır. Halbuki bu tarihlerde top savaş silahı olarak değil, kale ve muhasara silahı olarak kabul ediliyordu. Sultan Selim İran Seferi'nden iki yıl sonra Mısır Seferi'ne çıkmış ve Merc-i Dâbık'da Memlûkları yenmiştir. Yoluna devam ederek Mısır'a girmiş, bu arada Halep'te Cuma namazı hutbesi Sultan Selim adına okunmuş ve hilâfet Abbâsiler'den Yavus Sultan Selim'e geçmiştir.

Daha sonra Kahire ve Mekke'de bulunan mukaddes emanetler İstanbul'da Topkapı Sarayı'na taşınmış, bunlar için Hırka-i Şerîf Dâiresi yaptırılmıştır. Ridâniye Savaşı kazanılarak Kahire'ye girilmiş, bu savaşta Osmanlılar ilk defa içi yivli toplar da kullanmışlardır.

Avrupa'da ise yivli toplar ilk olarak 1868'de Prusya ordusunda görülmüştür. Bu seferlerle

Osmanlı Devleti Kuzey ve Doğu Afrika'ya ayak basmış, Hint Okyanusu'na açılmıştır. Bu başarılar Batıyı da etkilemiş, Avrupa devletleri Osmanlı gücü karşısında sinmişlerdir.59

Yavuz'un kısa süren padişahlığı zamanında, Osmanlı İmparatorluğu bir dünya devleti haline gelmiştir. Devlet adamı, politikacı, yönetici olarak dedesi Fâtih ve oğlu Kanûnî Süleymân'dan sonra, âlim olarak ise yine dedesi Fâtih ve babası İkinci Bâyezîd'den sonra geldiği söylenir.60

Yavuz zamanında deniz seferi yapılmamıştır, ancak donanmaya önem verilmiş, yeni gemiler yaptırılarak donanma güçlendirilmiştir. Yavuz İstanbul'da büyük bir tersane yaptırmıştır. Bu, İstanbul'daki ilk tersane değil, ama ilk büyük tersanedir.61

Yavuz Selim, bütün sertliğine ve şiddetine rağmen, kadirşinas bir insandı. Devlet adamlarının seçiminde titizlik göstermiş, yeni kanunlar düzenlemiştir. Manisa Sancağı olan oğlu şehzâde Süleyman'a bir "siyasetnâme" göndermiştir. Kanûnî Süleyman Kanunnâmesi'ndeki cezai hükümler büyük ölçüde Yavuz'un bu siyasetnâme'sinden alınmıştır. Yani, Sultan Süleyman'ın "Kanûnî" unvanını almasında, babası Yavuz Sultan Selim'in rolü olduğu anlaşılmaktadır.62

Yavuz matematik, felsefe, edebiyat, Doğu dilleri ve İslâmi bilimleri tahsil etmiş, âlim ve şâir bir padişahtı. Farsça yazılmış birçok şiiri vardır. Farsçayı en iyi kullanan Osmanlı şairlerinden gösterilir. Farsça divanı 1809'da İstanbul'da basılmıştır. Alman İmparatoru II. Wilhelm bu divanı 1894'de Berlin'de tezhipli olarak bastırmıştır. Boş zamanlarını okuyarak değerlendiren Yavuz'un vahdet-i vücut felsefesini benimsediği, bu felsefenin Anadolu'da yayılmasını sağlayan Muhyiddin-i Arabî'ye hürmetinin ve seferleri esnasında Mevlana Celâleddin Rumî'nin türbesini ziyaretinin bunu gösterdiği söylenir.63

Yavuz Sultan Selim sert bir hükümdar olmasına rağmen, bilim adamlarına büyük değer vermiş, onları meclisinde bulundurmuştur. Devlet adamlarının söylemeye cesaret edemedikleri konuları bilim adamları korkmadan ona söyleyebilmişlerdir. Örneğin, Yavuz'un kızgınlıkla idam ettirmek istediği Hazine-i Hassa memurlarından 150 kişiyi meşhur müftü Zembilli Ali Cemâlî Efendi kurtarmıştır. Padişah Ali Efendi'nin bu işe karışmasını, devlet işlerine müdahale olarak kabul ettiğini söyleyince, Zembilli Ali Efendi şu cevabı vermiştir: "Filhakika padişahların işlerinde müstakil olmaları ve müdahaleden azâde kalmaları lâzımdır, fakat işlerinde tedbirli, tecrübeli, kemal ehli olanlarla müşavere etmeleri zaruridir, aksi ise memleketin zararınadır, benim müracaatım saltanatınız işine müdahale değildir, belki umur-u ahiretinize hizmet olup bunu böyle söylemek bana lâzımdır ve benim vazifemdir, bunların kanından vazgeçerseniz ne alâ, geçmezseniz Allah indinde mesulsünüz". Neticede Yavuz bu 150 kişinin idamından vazgeçmiştir.64

Yavuz, Mısır Sefri'ne katılan İbn-i Kemal'e yolda İbn Tagrıberdi'nin Nücumü'z-Zâhire adlı eserini tercüme ettirerek, menzillerde parça parça okumuştur. Mısır'dan İstanbul'a dönüş yolculuğunda İbn-i Kemal'in atının ayağından sıçrayan çamurlar padişahın kaftanını kirletince, Yavuz "ulemâ ayağından sıçrayan çamurlar medâr-ı ziynet ve ba'is-i mefharet olacaktır" demiş, çamurlu kaftanın ölümünden sonra sandukasının üzerine örtülmesini vasiyet etmiştir.65 Bu da Yavuz'un bilginlere verdiği değerin bir göstergesidir. Mısır'da bulunduğu sırada Hint ve Çin haritalarını yaptırmıştır. Burada Piri Reis kendisine haritasını takdim etmiştir. O da Piri Reis'in dünya haritasını yanından ayırmamıştır.

Matrakçı Nasuh, Cemal el Kitap ve Kemal el Hisap ile Umdet el Hisâb adlı matematik eserlerini Yavuz'a takdim etmiştir.66 Ali Kuşçu'nun torunu olan astronomi ve matematik bilgini Mirim Çelebî'yi (? -1525) çok takdir eden Yavuz için, bu bilgin Ali Kuşçu'nun Fethiye adlı kitabına şerh yazmıştır.67

Yavuz Sultan Selim ihtişama önem vermeyen, sadelikten hoşlanan bir padişahtı. Para harcamayı sevmediğinden, fazla imar işleri yapmamıştır. Zamanının çoğu savaş meydanlarında geçtiği için de buna pek fırsat bulamamıştır. Sadece Şam'da Muhyiddin-i Arabî'nin mezarının yanına cami, imaret, türbe yaptırmış ve Konya'da Mevlevi tekkesine su getirmiştir. Kendi camiinin yalnız temellerini attırabilmiş, oğlu tamamlamıştır.68

Yavuz zamanında Avrupa'daki deniz seyahatleri olanca hızıyla devam etmiştir. Magellan (14801521) ilk defa dünya çevresini denizden dolaşmayı başarmış, böylece dünyanın yuvarlak olduğu kanıtlanmıştır.

Felsefede "skolastiklerin sonuncusu, Aydınlıklar çağının ilki"69 olarak kabul edilen Pomponazzi (1462-1525), doğayı anlamak için sadece aklı kullanmayı önermiştir.

Machiavelli'de (1469-1527) devlet ile ilgili görüşlerini otoritelerden değil, akıl ve deneyimden almıştır.

Sanatçı Raffaello (1483-1520) resimlerinde hümanistlerin düşüncelerini yansıtmıştır. Albrecht Dürer'de (1471 -1528) bu dönemin büyük ressamlarındandır. Bunlar, sanata olan gereksinim sonucu ortaya çıkmışlardır.

Kanûnî Sultan Süleymân (Padişahlığı 1520-1566)

Osmanlı padişahları arasında saltanat süresi en uzun olan Kanûnî Süleymân (1495-1566) zamanında, karada ve denizde sınırlar en geniş noktasına ulaşmıştır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında birçok savaşlar yapılmış, kazanılan topraklarla imparatorluğun sınırları çok genişlemiştir.

Orta Avrupa'da dengeler değişmiş, Osmanlı Devleti artık Orta Avrupa devletleri arasına girmiştir.70 Ordunun düzeni ve askerin gelişmesiyle ilgili önemli kanunlar koymuştur. Yalnız kendi zamanında değil, kendisinden sonra da ordu gelişmesini sürdürmüş, kanunlara uyulduğu sürece disiplin devam etmiştir. Ordunun sevgisini ve saygısını en çok kazanan padişahtır. Kanûnî Süleymân zamanında idarî, hukukî, ilmî, iktisadî bakımlardan Osmanlı Devleti en parlak devrini yaşadığından, bu çağ Osmanlı'nın "altın devri" olarak kabul edilir.71

Kanûnî devri, Türk denizciliğinin de altın devri olmuştur. Sadece bu devirde donanmaya, ordu ile aynı ölçüde önem verilmiştir. Sultan Süleymân deniz politikasını desteklemiş, hattâ zaman zaman donanma politikasına öncelik tanımıştır. Bu uygulamasının meyvelerini de almıştır.72 Preveze Zaferi (1538), Cezayir Zaferi (1541), Fransa Seferi (1543-44), Cerbe Zaferi (1560), Malta Seferi (1565), Hindistan Seferi (1538) gibi başarılarda donanmanın gelişmesinin ve başta Barbaros Hayreddin olmak üzere değerli deniz kumandanlarının büyük rolü olmuştur.

Kişilik olarak Kanûnî, sakin tabiatlı, temkinli, kararlarını düşünerek veren bir kimseydi. Bu nitelikleri onun halk ve ordu tarafından çok sevilen bir padişah olmasını sağlamıştır. Çok iyi bir eğitim almış, büyük bir devlet idarecisi olması için pratik şekilde yetiştirilmiştir. Doğu dillerini ve Sırpçayı bilirdi, hattât, şâir ve değerli taşlar uzmanıydı. "Muhibbî" mahlasıyla şiirleri ve divanı vardır. Hukuk ve edebiyat alanlarında âlimdi. Şeyhülislâm Ebus'suud Efendi ile birlikte hazırladığı kanunlar uzun yıllar yürürlükte kalmıştır. Kanûn-Nâme-î Sultân Süleymân, Fâtih Kanunlarını tamamlayan bir anayasadır. Bu kanunlar titizlikle uygulanmış, bu yüzden millet Sultan Süleymân'a "Kanûnî" adını vermiştir. Bütün tebaanın eşit olduğu ve aynı suçun cezasının herkes için aynı olacağı gibi maddeleriyle bu kanunnâme zamanın en ileri anayasasıydı.73

Kanûnî zamanında sınırlar genişledikçe, idarî, iktisadî, kültürel hayatta da gelişmeler olmuş, kurumlar en ileri düzeylerine ulaşmıştır. Kanûnî Süleymân bilime ve bilim adamlarına değer vermiş, zamanı bilgin ve sanatkârların en bol olduğu devir olmuştur. Ordunun mühendis, cerrah ve tabip ihtiyacını göz önüne alarak, bu alanlarda adam yetiştirmek üzere Süleymâniye Medresesi'ni yaptırmıştır. İnşaat 1550'de başlamış, 1556'da tamamlanmıştır. Bu medreseler, Süleymâniye Camii'nin etrafındaki dört medrese ile caminin kıble tarafında bir Dârülhadîs ve tıp medresesinden oluşan külliye şeklindedir. Külliye Mimar Sinan'ın eseridir. Süleymâniye Medresesi'nde meşhur müderrisler 60 akçe yevmiye ile ders vermişlerdir.74

Kanûnî zamanının meşhur âlimleri arasında Celâlzâde Mustafa Çelebi, Taşköprülüzâde Ahmet İsamüddin Efendi, Kınalızâde Ali Efendi ve Ebussuud Efendi bulunur. Celâlzâde Mustafa Çelebi'nin eserleri ahlâk ve tarihle ilgilidir. Taşköprülüzâde biyografi, kelâm, mantık, tefsir, hadis, metafizik ve gramer üzerine eserler yazmıştır. Altı yüz kadar önemli şahsiyetin biyografilerini verdiği Şakayık-ı Numaniyye en önemli eserlerinden biridir. Çeşitli bilimleri tanıttığı Miftahu's-Saâde ve Misbahu's-Seyâde adlı eseriyle Nevâdirü'l-Ahbar fî Menakıbü'l-Ahyar adlı kitabı da önemlidir. Ebussuud Efendi (1490-1574) tefsir ve fıkıh alanında eserler yazmıştır. Kanûnî Süleymân ölünce, ona çok güzel bir mersiye yazmıştır.75

Kanûnî, meşhur şâir Bâkî'nin yeteneğini anlayarak onu himaye etmiş, şiirlerini bir Divan halinde toplamasını istemiştir. Fevzi Ahmet Efendi (ölümü 1570) onun adına Ahlâk-ı Süleymânî adında bir kitap yazmıştır.76

İlk defa Kanûnî zamanında Türk dilinin grameri yazılmıştır. Bergamalı Kadri Müyessirâtu'l-Ulûm adındaki gramer eserini 1527'de Vezîr-i Âzam İbrahim Paşa'ya takdim etmiştir.77

Piri Reis (1470? -1553) Kitab-ı Bahriye'sini sadrazam İbrahim Paşa vasıtasıyla Kanûnî'ye takdim etmiştir. Bu dönemde yaşamış önemli matematikçiler arasında Yusuf ibn Kemal ve Hacı Atmaca sayılabilir.

Kanûnî imar işlerine de önem vermiştir. Başta İstanbul olmak üzere birçok yerde cami, medrese, imaret, mektep, han, hamam ve köprüler yaptırmıştır. En çok bina onun zamanında yapılmıştır. Süleymâniye Külliyesi içinde yaptırmış olduğu hastane, tıp medresesiyle bir bütün olması açısından önemlidir. Burada bir baş hekim, iki cerrah, iki göz hekimi, bir eczacı olduğu bildirilmektedir.78

Seydi Ali Reis (ölümü 1562), coğrafya ile ilgilenmiş bir denizci olup, Mir'at-ül Memalik adlı eserini Edirne'de Kanûnî Süleymân'a takdim etmiş, 80 akçe maaşla müteferrikalığa ve sonra da Diyarbakır tımar defterdarlığına atanmıştır. Mir'at-ül Memalik daha ziyade bir seyahatnamedir, Seydî Ali Reis gittiği yerler hakkında bilgi vermiştir. Muhit adlı eseri ise deniz astronomisi ve coğrafya açısından önemlidir.

Sultan Selim Camisi muvakkiti Mustafa ibn Aliyü'l-Muvakkit, İlâmü'l-İbad fî A'lâmü'l-Bilâd isimli coğrafya kitabını Kanûnî Süleymân'a sunmuştur. Bu kitapta Çin ile Fas arasındaki 100 kadar önemli şehrin İstanbul'dan uzaklıkları gösterilmiştir.

Dişçilikle ilgili dünyadaki en eski eserlerden biri Kanûnî zamanında, onun saray hekimi Mûsâ ibn Hâmûn (ölümü 1554) tarafından yazılmıştır. Hâmûn Yahudi olup, dil bilgisi sayesinde Batı ve Osmanlı tıp kaynaklarından yararlanmıştır.

Kanûnî zamanının önemli matematikçi, coğrafyacı, mühendis, tarihçi, hattât ve ressamlarından Matrakçı Nasuh, padişahın oğullarının 1529 yılında yapılan sünnet düğününde iki tane kâğıt hisar kurmuş ve düğün şenliklerinde silahşörlük gösterisi yapmıştır. Başarısını padişah bir berat vererek kutlamıştır.

Kanûnî, tıpla ilgili bir medrese kurmuş olmasına rağmen, zamanında tıbbın beklenen gelişmeyi göstermediği söylenir. Kanûnî Süleyman'ın hekimbaşısı Kaysunîzâde, onun öldüğü sırada yanında bulunmuş ve cesedini tahnit etmiştir. II. Selim ve III. Murat zamanında yaşayan hekim Davud ibn Ömer el-Antakî'nin tıpla ilgili önemli eserleri vardır.79

Kanûnî zamanında henüz matbaa gelmemişti, basılı kitapların memlekete sokulması da izne bağlıydı.

Kanûnî zamanında düşüncelerinden dolayı idam edilenler de olmuştur. Kabız-ı Acemî isimli bir düşünür İsa'nın Peygamber'e üstün kabul edilmesi gerektiğini söylemiş ve müftü İbn-i Kemal ile İstanbul Kadısı Sadî Çelebi'nin yargılamasıyla idama mahkum edilmiş, padişah da onaylamıştır.

Kanûnî Devri'nde Avrupa'daki gelişmelerin en önemlisi Kopernik'in (1473-1 543) getirdiği yeni evren düzenidir. Kopernik 1543 yılında basılan Gök Kürelerinin Hareketi adlı kitabında Yer merkezli evren modelinin yerine Güneş merkezli evren sistemini önermiştir. Bu modelde artık Yer de bir gezegen gibi Güneş'in çevresinde dönmektedir. Böylece Kopernik Ortaçağ bilimine en büyük darbeyi indirmiş, modern astronomi ve fiziğe giden yolu açmıştır.80

Rönesans'taki bilim-sanat yakınlaşmasının temsilcilerinden birisi olan Albrecht Dürer (14711528), insan teşrihi üzerinde çalışmıştır.

Tıp alanında, ilginç bir kişiliği olan Paracelsus (1493-1541), daha sonraki yüzyıllarda Osmanlıları çok etkilemiştir. Otoritelerin tıp kuramlarına karşı çıkan Paracelsus modern farmakolojinin de kurucusu kabul edilir. Tıbbın Don Kişot'u olarak tanıtılan Paracelsus, hastalıkların o zamana kadar ki inancın aksine bedenin dışından kaynaklandığını ileri sürmüş, simyacıların metalleri ve mineralleri ilaca dönüştürmelerini önermiştir.81

Bu dönemin en önemli hekimi Belçikalı Vesalius (1514-1564), modern anatominin kurucusudur. Fabrica adlı kitabında kendi gözlem ve araştırmalarına dayalı sonuçları vermiştir. Galenos'un otoritesine karşı çıkarak, anatomik incelemelerini disseksiyon yaparak yürütmüştür.

16. yüzyılın en önemli biyologu Conrad Gesner (1516-1565), Hayvanlar Tarihi (Historia Animalium) adlı dört ciltlik eserinde canlı sınıflaması yapmıştır.82 Botanikçi Leonard Fuchs (15011566) da botaniği geliştirmiş, fuchsia çiçeklerine onun adı verilmiştir.

16. yüzyılda üçüncü ve dördüncü derece denklemleri çözülerek cebirde önemli bir başarı elde edilmiştir. Bu konuda özellikle İtalyan matematikçileri faal olmuşlardır. Topçulukla ilgili problemleri çözmeye çalışan Tartaglia (1506-1537), Venedik'te düzenlenen bir matematik yarışmasında x3+mx2=n kübik denklemini çözmüştür. Bu çözümü öğrenen Cardano (1501-1576), Ars Magna adlı kitabında yayınlamış, onun çalışmaları sayesinde dördüncü dereceden genel bir denklemin çözümünü cebirsel bir formülle bulmak mümkün hale gelmiştir. Ferrari (1522-1560) de bu denklem çözümleri üzerinde çalışan matematikçilerdendir.

İkinci Selim (Padişahlığı 1566-1574)

Kırk dört yaşında hükümdar olan Sultan Selim (1524-1574) bizzat sefere çıkmayan ilk padişahtır. Devlet işlerini daha çok veziriâzam Sokullu Mehmet Paşa'ya bırakmıştı. Saltanatı devrinde Kıbrıs ve Tunus fetihleri, İnebahtı Harbi ve Don-Volga kanalı teşebbüsü gibi önemil olaylar olmuştur. Onun zamanında da Osmanlı donanması güçlü durumunu korumuştur. Bu durum, hem usta denizcilerin iş başında bulunması, hem de deniz kuvvetlerinin önemini takdir eden Sokullu Mehmet Paşa gibi bir kimsenin hükümetin başında olması sayesindeydi.83

İkinci Selim içkiye düşkünlüğü sebebiyle bazı tarihçiler tarafından "Sarhoş Selim" diye, sarışınlığı dolayısıyla da zaman zaman "Sarı Selim" diye anılmıştır. Onun içki ve zevk âlemlerine düşkünlüğü, Sokullu sayesinde, devletin idaresi bakımından bir mesele haline gelmemiştir. İçki meclislerinde zamanın önde gelen şairleri bulunmuştur. Fazlı, Sami, Ferdî, Raî, Firakî, Nigarî, Hatemî gibi şairler, Nihanî, Durak Bey, Gülâbî Bey gibi musikîşinaslar, Mirek Çelebi, Kasapzâde Nâbî gibi hanendeler Selim'in meclisinde hazır bulunmuşlardır.84

İkinci Selim, Kanûnî'nin bütün şehzadeleri gibi iyi tahsil görmüş, geniş kültür sahibi bir kimsey
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst