Serzenish
Yeni Üye
- Katılım
- 1 Nis 2021
- Mesajlar
- 6,218
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
Nâbî, 17. yüzyıl Türk Edebiyatının tanınmış şairlerinden biridir. Hakimiz mevlididir hazret-i İbrahimin
Nabiya rast makamında Ruhâviyiz biz
Yukarıdaki beyite bakarak şairin Urfada (o zamanlardaki adı Ruhâ) doğduğunu söleyebiliriz. Doğum yılı 1642 dir. Nâbînin asıl adı Yusuftur. Adının Yusuf olduğunu da şu beyitinden anlıyoruz:
Keminen Yusuf-ı Nabiyi ahbab ü ekarible
Şefaat ya Habiballah şefaat ya Resulallah.
Nâbînin Urfadaki hayatı ve gençlik dönemi hakkında pek bilgi bulunmamaktadır. Bulunan az bilgi de, iyi bir eğitim aldığı ve Yusuf Kalfa adındaki bir şeyhin müridi olduğundan ibarettir. Yusuf Kalfa, Nâbînin şiir yeteneğini farketmiş ve sanatını ilerletmesi için onu İstanbula göndermiştir.
Nâbînin babasının adı Seyyid Mustafadır. Ve soyu Şeyh Ahmed-i Nakşibendiye kadar uzanır. Nâbînin İstanbula gelişi IV.Mehmetin padişahlığı zamanlarına denk gelir. Nâbî İstanbula varır varmaz hemen önemli paşalara şiirler yazmış, yardım taleplerinde bulunmuştur. Hatta Musahib Paşaya yazdığı şu şiir şairin içinde bulunduğu ruh halini görmemizi sağlar:
Gurbet-i ihtiyar edip na-çar
Eyledim himmet ile terk-i diyar
Böyle şiirlerle Muhasip Paşanın dikkatini çeken şair divan katipliğine kadar yükselir. Daha sonraları IV. Mehmedin de dikkatini çeken şair sık sık padişahın huzuruna davet edilir hatta padişahın av gezmelerine iştirak eder. Devlet büyüklerinin takdirini iyice kazanan Nâbî, Kameniçe kalesinin fethi ile sonuçlanan Lehistan seferine de katılır. Fetih üzerine yazdığı;
Tarihini felekde melek yazdı Nabiya
Düşdü Kameniçe hısnına nur-ı Muhammedî
beyiti kale kapısına yazılmıştır.
Zaman içinde Muhasip Paşaya kethüda olan şair yaptığı hac yolculuğunu anlattığı Tuhfetül Harameyn adlı ünlü eserini bu sıralarda yazmıştır. Muhasip Paşanın kaptan-ı deryalığa atanması üzerine onunla beraber Moraya gitmiştir. Anlaşılacağı gibi şair Muhasip Paşadan çok yardım görmüştür ve ona çok bağlıdır. Bu bağlılığını;
Muhasip Mustafa Paşanın olsun devlet ü efzun
Ne gördükse onun lütfuyla gördük dar-ı dünyada.
beyitiyle ifade eder.
Daha sonra Muhasip Paşa vefat edince Nâbî İstanbulda duramaz ve Halebe gider. Burada evlenip aile kurarak devletin yardımlarıyla rahat bir yaşam sürer. Şair bu dönemden sonra çok az şiir yazmıştır:. II. Mustafanın tahta çıkmasıyla ona bir kaside yazar ayrıca vezir olan dostlarının tebrik için şiirler yazar. Gerek bu durgunluğu, gerekse devletin yüksek makamlarındaki dostlarının azalması Nâbîye sıkıntılar yaşatır. Maaşı kesilir, devletin verdiği ev elinden alınır. Fakat daha sonra Baltacı Mehmed Paşanın yardımıyla maaşını ve evini geri alır. Ayrıca yine Baltacı sayesinde 20 yıl uzak kaldığı İstanbula geri döner. Nâbînin İstanbula dönüşü diğer şairler tarafından çok olumlu karşılanır. Bu durum Nâbînin o dönem diğer şairler tarafından otorite olarak kabul edildiğini, sevilip saygı duyulduğunu gösterir. Hatta Sabîtin:
Geldi bir kadri büyük zat-ı mübarek mihman sözlerinı içeren kasidede bu hayranlığın boyutlarını görebiliriz.
Şair geri kalan ömrünü İstanbulda geçirmiş, burada yaşlanmış ve dönem şairlerinin eserlerinde anlattıklarına göre 1712 yılında vefat etmiştir.
Sanatı:
Nâbî, Hikemi tarzın öncüsüdür. Hikemi tarz, hakimene söyleyişe önem veren, öğüt ve bilgi vermeyi ilke edinen, amacı okuyucuyu aydınlatmak, okuyucuya yol göstermek şiir anlayışıdır. Edebiyatımızda bu tarz Nâbî ekolü olarak da geçer. Nâbî, eşya ve eşya ve varlığı sürekli hakimane bir üslupla inceler. Prof.Dr. Mine Mengiye göre; Nâbînin ekol sahibi oluşu, onun düşünmeye ve düşündürmeye ağırlık veren sanat anlayışıyla ilgilidir. Nâbînin bu hikemi tarz şiir anlayışının oluşmasında yaşadığı dönem koşullarının etkisi vardır. Abdülkadir Karahan bu konuyu şöyle açıklar:
Denilebilir ki Nâbî, çağının huzursuzluk ve kararsızlıktan, hükümet yönetiminden başlayarak çeşitli meslek erbabı arasında yaygınlaşan zulüm, hile, yalan, rüşvet, mal ve menala aşırı rağbet, riyakarlık, her işe menfaate bağlılık gibi kötü huyların toplumu kemirmesi karşısında: fikir ve hikmetin gölgesinde rahat ve dağdağasız yaşamak iç arzusuyla dolu bir şahsiyettir.
Nâbî, Türkçe Divanının önsüzünde şiirlerini henüz tamamlanmamış olarak belirtir. Bu durumu Nâbînin kendi el yazması orijinal Divan nüshasında görülür. O nüshaya baktığımızda şairin şiirleri üzerinde düzeltmeler, eklemeler yaptığını görürüz.
Nâbî şiirlerinde anlama çok önem verir. Onun şiirlerinde mana kelimesi sık sık geçer. Nâbîye göre; şiirde ince manalar kullanılmalıdır. Ona göre şiirdeki manalar işitilmemiş, söylenmemiş, taze olmalıdır.
Bazı gazellerinde sade dil taraftarı olduğunu açıklayan Nâbînin eserlerine genel olarak bakıldığında farklı farklı dil özellikleri görülür. Divanındaki gazel ve kasidelerinde yer yer sade dil görülse de, Nâbînin fazla kullanılmayan, işitilmeyen, sözlük sayfaları arasında unutulmuş, dolayısıyla sade olmayan kelimeler kullanma taraftarlığı birbiriyle çelişir ve genel olarak Nâbî sade dil anlayışını pek uygulayamamıştır. Fakat şu da unutulmamalıdır ki Nâbî, Türkçeye büyük bir hayranlık duyar. Şair uzun süre Halepte yaşamasına ve Arapçaya çok iyi hakim olmasına rağmen Türkçeyi daima Arapçadan üstün tutar.
Nâbînin şiirlerindeki bir başka önemli husus da, onun redifli gazelleridir. Nâbî, sıklıkla redifleri gazel, suhan, mana, zahir, nazenin, dil-nişin redifli gazeller yazmıştır.
Eserleri:
Nâbînin 6 sı manzum (şiir), 4ü mensur (nesir, düz yazı) olmak üzere toplam 10 eseri vardır.
Manzum Eserleri:
* Hayri-name (oğlu Hayriye yazdığı öğütler içeren eser)
* Tercüme-i Hadis-i Erbain (hadis tercümesi)
* Hayrabat (bir hikaye)
* Sûr-name (şehzade Mustafa ve Ahmedin sünnetleri vesilesiyle yazılmış, onların sünnet törenini anlatır)
* Farsça Divan
* Türkçe Divan
Mensur Eserleri:
* Fetih-name-i Kamaniçe (Kamaniçenin fethini anlatır)
* Tuhfetül Harameyn (Hac yolculuğunu anlatır)
* Zeyl-i Siyer-i Veysi (Veysinin yarım kalmış siyerini tamamlamak için yazmıştır) (siyer: Hz. Muhammedin hayatını anlatan eser)
* Münşeat (Nâbînin mektuplarından oluşur)
Son olarak Nâbînin bir kaç şiirini paylaşalım;
Birdevle içün çarha temennâdan usandık,
bir vasl içün ağyâra mudârâdan usandık!
Hicran çekerek zevk-i mülâkat-ı unuttuk,
mahmur olarak lezzet-i sahbadan usandık!
Düştük kat-ı çoktan heves-i devlete amma,
ol dâiye-i dağdağa fermâdan usandık!
Dil gamla dahi dest-ü giribandan usanmaz,
bir yâr içün ağyâr ile gavgadan usandık!
Nabi ile ol âfetin ahvâlini nakl et,
efsane-i Mecnûn ile Leylâdan usandık!
* * *
Bana devranın âzarı kemâzar olduğumdandır
Sipihrin vaz-i mahemvarı hemvar olduğumdandır
Gubar âsâ beni böyle lekedhâr ettiği çerhın
Nigâh-i itibar-i yârde hâr olduğumdandır
Reh-i kûyünden özke rah görmez çeşnı-i hunpaşım
Dücar olmak o mest-i naze naçar olduğumdandır
Edüp küstahlık ol pence-i hurşide el sunmak
Meta-i arzuye germbazar olduğumdandır
Benim asudebal-i kayd-i pervaz olduğum Nabî
Sikenc-i zülf-i dildare griftar olduğumdandır
* * *
Bu Giryeye
Bu giryeye ey dide-i pürnem ne verürler
Bu cusiş-i bîhudeye bilmem ne verürler
Eşgim kızıl oldukta o şuh etmedi rağbet
Ey ceşm nükudun olıcak kem ne verürler
Esbab-i huzuru giderüp sen ne kalursun
Bilmem bu girancalığa ey gam ne verürler
Bin raks edersen de yine def gibi cana
Tâ etmeyicek kametini ham ne verürler
Dil farz edelim layık-i ihsan imiş amma
Halî olıcak kise-i âlem ne verürler
Arz eyleme bîhude yere zahmını ey dil
Yok hokka-i eyyamda merhem ne verürler
Yok fethe medet niyyet ederlerse de Nabî
Gencine-i ikbal mutalsem ne verürler
Nabiya rast makamında Ruhâviyiz biz
Yukarıdaki beyite bakarak şairin Urfada (o zamanlardaki adı Ruhâ) doğduğunu söleyebiliriz. Doğum yılı 1642 dir. Nâbînin asıl adı Yusuftur. Adının Yusuf olduğunu da şu beyitinden anlıyoruz:
Keminen Yusuf-ı Nabiyi ahbab ü ekarible
Şefaat ya Habiballah şefaat ya Resulallah.
Nâbînin Urfadaki hayatı ve gençlik dönemi hakkında pek bilgi bulunmamaktadır. Bulunan az bilgi de, iyi bir eğitim aldığı ve Yusuf Kalfa adındaki bir şeyhin müridi olduğundan ibarettir. Yusuf Kalfa, Nâbînin şiir yeteneğini farketmiş ve sanatını ilerletmesi için onu İstanbula göndermiştir.
Nâbînin babasının adı Seyyid Mustafadır. Ve soyu Şeyh Ahmed-i Nakşibendiye kadar uzanır. Nâbînin İstanbula gelişi IV.Mehmetin padişahlığı zamanlarına denk gelir. Nâbî İstanbula varır varmaz hemen önemli paşalara şiirler yazmış, yardım taleplerinde bulunmuştur. Hatta Musahib Paşaya yazdığı şu şiir şairin içinde bulunduğu ruh halini görmemizi sağlar:
Gurbet-i ihtiyar edip na-çar
Eyledim himmet ile terk-i diyar
Böyle şiirlerle Muhasip Paşanın dikkatini çeken şair divan katipliğine kadar yükselir. Daha sonraları IV. Mehmedin de dikkatini çeken şair sık sık padişahın huzuruna davet edilir hatta padişahın av gezmelerine iştirak eder. Devlet büyüklerinin takdirini iyice kazanan Nâbî, Kameniçe kalesinin fethi ile sonuçlanan Lehistan seferine de katılır. Fetih üzerine yazdığı;
Tarihini felekde melek yazdı Nabiya
Düşdü Kameniçe hısnına nur-ı Muhammedî
beyiti kale kapısına yazılmıştır.
Zaman içinde Muhasip Paşaya kethüda olan şair yaptığı hac yolculuğunu anlattığı Tuhfetül Harameyn adlı ünlü eserini bu sıralarda yazmıştır. Muhasip Paşanın kaptan-ı deryalığa atanması üzerine onunla beraber Moraya gitmiştir. Anlaşılacağı gibi şair Muhasip Paşadan çok yardım görmüştür ve ona çok bağlıdır. Bu bağlılığını;
Muhasip Mustafa Paşanın olsun devlet ü efzun
Ne gördükse onun lütfuyla gördük dar-ı dünyada.
beyitiyle ifade eder.
Daha sonra Muhasip Paşa vefat edince Nâbî İstanbulda duramaz ve Halebe gider. Burada evlenip aile kurarak devletin yardımlarıyla rahat bir yaşam sürer. Şair bu dönemden sonra çok az şiir yazmıştır:. II. Mustafanın tahta çıkmasıyla ona bir kaside yazar ayrıca vezir olan dostlarının tebrik için şiirler yazar. Gerek bu durgunluğu, gerekse devletin yüksek makamlarındaki dostlarının azalması Nâbîye sıkıntılar yaşatır. Maaşı kesilir, devletin verdiği ev elinden alınır. Fakat daha sonra Baltacı Mehmed Paşanın yardımıyla maaşını ve evini geri alır. Ayrıca yine Baltacı sayesinde 20 yıl uzak kaldığı İstanbula geri döner. Nâbînin İstanbula dönüşü diğer şairler tarafından çok olumlu karşılanır. Bu durum Nâbînin o dönem diğer şairler tarafından otorite olarak kabul edildiğini, sevilip saygı duyulduğunu gösterir. Hatta Sabîtin:
Geldi bir kadri büyük zat-ı mübarek mihman sözlerinı içeren kasidede bu hayranlığın boyutlarını görebiliriz.
Şair geri kalan ömrünü İstanbulda geçirmiş, burada yaşlanmış ve dönem şairlerinin eserlerinde anlattıklarına göre 1712 yılında vefat etmiştir.
Sanatı:
Nâbî, Hikemi tarzın öncüsüdür. Hikemi tarz, hakimene söyleyişe önem veren, öğüt ve bilgi vermeyi ilke edinen, amacı okuyucuyu aydınlatmak, okuyucuya yol göstermek şiir anlayışıdır. Edebiyatımızda bu tarz Nâbî ekolü olarak da geçer. Nâbî, eşya ve eşya ve varlığı sürekli hakimane bir üslupla inceler. Prof.Dr. Mine Mengiye göre; Nâbînin ekol sahibi oluşu, onun düşünmeye ve düşündürmeye ağırlık veren sanat anlayışıyla ilgilidir. Nâbînin bu hikemi tarz şiir anlayışının oluşmasında yaşadığı dönem koşullarının etkisi vardır. Abdülkadir Karahan bu konuyu şöyle açıklar:
Denilebilir ki Nâbî, çağının huzursuzluk ve kararsızlıktan, hükümet yönetiminden başlayarak çeşitli meslek erbabı arasında yaygınlaşan zulüm, hile, yalan, rüşvet, mal ve menala aşırı rağbet, riyakarlık, her işe menfaate bağlılık gibi kötü huyların toplumu kemirmesi karşısında: fikir ve hikmetin gölgesinde rahat ve dağdağasız yaşamak iç arzusuyla dolu bir şahsiyettir.
Nâbî, Türkçe Divanının önsüzünde şiirlerini henüz tamamlanmamış olarak belirtir. Bu durumu Nâbînin kendi el yazması orijinal Divan nüshasında görülür. O nüshaya baktığımızda şairin şiirleri üzerinde düzeltmeler, eklemeler yaptığını görürüz.
Nâbî şiirlerinde anlama çok önem verir. Onun şiirlerinde mana kelimesi sık sık geçer. Nâbîye göre; şiirde ince manalar kullanılmalıdır. Ona göre şiirdeki manalar işitilmemiş, söylenmemiş, taze olmalıdır.
Bazı gazellerinde sade dil taraftarı olduğunu açıklayan Nâbînin eserlerine genel olarak bakıldığında farklı farklı dil özellikleri görülür. Divanındaki gazel ve kasidelerinde yer yer sade dil görülse de, Nâbînin fazla kullanılmayan, işitilmeyen, sözlük sayfaları arasında unutulmuş, dolayısıyla sade olmayan kelimeler kullanma taraftarlığı birbiriyle çelişir ve genel olarak Nâbî sade dil anlayışını pek uygulayamamıştır. Fakat şu da unutulmamalıdır ki Nâbî, Türkçeye büyük bir hayranlık duyar. Şair uzun süre Halepte yaşamasına ve Arapçaya çok iyi hakim olmasına rağmen Türkçeyi daima Arapçadan üstün tutar.
Nâbînin şiirlerindeki bir başka önemli husus da, onun redifli gazelleridir. Nâbî, sıklıkla redifleri gazel, suhan, mana, zahir, nazenin, dil-nişin redifli gazeller yazmıştır.
Eserleri:
Nâbînin 6 sı manzum (şiir), 4ü mensur (nesir, düz yazı) olmak üzere toplam 10 eseri vardır.
Manzum Eserleri:
* Hayri-name (oğlu Hayriye yazdığı öğütler içeren eser)
* Tercüme-i Hadis-i Erbain (hadis tercümesi)
* Hayrabat (bir hikaye)
* Sûr-name (şehzade Mustafa ve Ahmedin sünnetleri vesilesiyle yazılmış, onların sünnet törenini anlatır)
* Farsça Divan
* Türkçe Divan
Mensur Eserleri:
* Fetih-name-i Kamaniçe (Kamaniçenin fethini anlatır)
* Tuhfetül Harameyn (Hac yolculuğunu anlatır)
* Zeyl-i Siyer-i Veysi (Veysinin yarım kalmış siyerini tamamlamak için yazmıştır) (siyer: Hz. Muhammedin hayatını anlatan eser)
* Münşeat (Nâbînin mektuplarından oluşur)
Son olarak Nâbînin bir kaç şiirini paylaşalım;
Birdevle içün çarha temennâdan usandık,
bir vasl içün ağyâra mudârâdan usandık!
Hicran çekerek zevk-i mülâkat-ı unuttuk,
mahmur olarak lezzet-i sahbadan usandık!
Düştük kat-ı çoktan heves-i devlete amma,
ol dâiye-i dağdağa fermâdan usandık!
Dil gamla dahi dest-ü giribandan usanmaz,
bir yâr içün ağyâr ile gavgadan usandık!
Nabi ile ol âfetin ahvâlini nakl et,
efsane-i Mecnûn ile Leylâdan usandık!
* * *
Bana devranın âzarı kemâzar olduğumdandır
Sipihrin vaz-i mahemvarı hemvar olduğumdandır
Gubar âsâ beni böyle lekedhâr ettiği çerhın
Nigâh-i itibar-i yârde hâr olduğumdandır
Reh-i kûyünden özke rah görmez çeşnı-i hunpaşım
Dücar olmak o mest-i naze naçar olduğumdandır
Edüp küstahlık ol pence-i hurşide el sunmak
Meta-i arzuye germbazar olduğumdandır
Benim asudebal-i kayd-i pervaz olduğum Nabî
Sikenc-i zülf-i dildare griftar olduğumdandır
* * *
Bu Giryeye
Bu giryeye ey dide-i pürnem ne verürler
Bu cusiş-i bîhudeye bilmem ne verürler
Eşgim kızıl oldukta o şuh etmedi rağbet
Ey ceşm nükudun olıcak kem ne verürler
Esbab-i huzuru giderüp sen ne kalursun
Bilmem bu girancalığa ey gam ne verürler
Bin raks edersen de yine def gibi cana
Tâ etmeyicek kametini ham ne verürler
Dil farz edelim layık-i ihsan imiş amma
Halî olıcak kise-i âlem ne verürler
Arz eyleme bîhude yere zahmını ey dil
Yok hokka-i eyyamda merhem ne verürler
Yok fethe medet niyyet ederlerse de Nabî
Gencine-i ikbal mutalsem ne verürler