Mısır'daki Siyasi Değişimler ve Osmanlıların Mimarî Üzerindeki Etkileri / Dr. Seif el - Rashidi
Mimarinin "tüm zamanların matbaa makinası olduğu ve inşa edildiği dönemdeki olayların ve ortamın tarihini belgelediği" söylenir. Gerçekten de, Osmanlıların 1517 yılında Memlükleri yenilgiye uğratması, özellikle Memlüklerin başkenti Kahire olmak üzere eski Memlük şehirleri üzerine damgasını vurmuştur. Osmanlılar, beraberlerinde ileri bir mimari ifade tarzı getirmişlerdir; ancak bu tarz, Memlük sarayının üç yüzyıl boyunca geliştirdiği mimariden oldukça farklı olmuştur. Özellikle dini binalar, iki mimari tarz arasındaki farkı çok iyi bir şekilde ortaya koymaktadır: Osmanlılar simetriyi kullanırken, Memlükler düzensiz bir tarz kullanmıştır ve Osmanlılar şekle dayalı ve ortada kubbe şeklinde boşluk bulunan bir tarzı yansıtırken, Memlükler ise binalarını en kaba araziler üzerinde uygun bir şekilde inşa etmeye yönelik teknikler geliştirmiştir.
Tahmin edilebileceği gibi, Kahire'deki erken Osmanlı dönemi, bir çeşit mimari geçiş dönemi olmuştur. Bazı binalarda Memlük ve Osmanlı tarzlarının unsurları birlikte bulunurken, diğerleri özgünlükten yoksun kalmış ve daha önceki örneklerinin zayıf taklitleri olmaktan öteye gidememiştir. Elbette ki, Türkiye'deki binaların yanında inşa edildiğinde sırıtmayacak olan ve tamamen Memlük ruhu ile inşa edilen yapılar da olmuştur. Bu çalışma temel olarak, Osmanlı idaresinin ilk iki yüzyılında değişen sosyal, ekonomik ve siyasi koşullar ışığında, Kahire camilerinde meydana gelen değişimleri incelemektedir.
Son Memlük sultanı Bab Züveyleli Tümenbey'in asılmasından sonra, Osmanlı fethi ile ilgili olarak akla gelen olaylardan ilki, belki de Mısırlı ustaların İstanbul'a getirilmesi ve beraberlerinde de Kahire Kalesi'ndeki El Nasır Camii'nin mermerleri gibi süsleme materyallerini getirmeleri olmuştur. Peki Kahire'nin tüm zanaatkarlarını ve ustalarını kaybettiği düşüncesi ne kadar gerçektir? İbn İyas'a göre, Sultan Selim İstanbul'a getirdiği 1800 zanaatkara karşılık olarak Mısır'a da Türk ustaları göndermiştir; açıkça görüldüğü gibi, sarayına aldığı zanaatkarlara karşılık kendi zanaatkarlarından bazılarını da oraya göndermek Sultan Selim'in bir adetiydi. Yine İbn İyas'ın belirttiğine göre, 1519 yılında Mısırlı işçi gruplarının İstanbul'dan döndüğü ve bunların arasında inşaatçılar, mermerciler ve demirciler bulunduğu yönünde bazı söylentiler dolaşmaktaydı. Sultan Selim'in Mısır'ı insan kaynaklarından mahrum bırakmak istemediği, aksine Mısırlı ve Türk işçiler arasında bir değişim sağlayıp her iki bölgedeki uzmanların etkileşim içerisine girip uzmanlıklarını paylaşmalarını istediği savunulmaktadır. Kahire'de 1527 yılında inşa edilen Süleyman Paşa Camii (Şekil 1) örneğinde de açık bir şekilde görüldüğü gibi, Osmanlı fethinden sonra da Kahire'de hala iyi ustalar mevcuttu.
Mısır'ın 1517 yılında alınmasının ardından Selim tarafından kurulan siyasi rejimi anlamak oldukça önemlidir. Temel amaç, Osmanlı sarayının çıkarları doğrultusunda hareket edecek bir divanın kurulması ile gerçek anlamda özerk bir vilayet olarak Mısır üzerinde uzaktan bir kontrol tesis etmekti.
Selim'in temel amacının Mısır'ın kaynaklarından faydalanmak olması hasebiyle, padişah mevcut Memlük elit tabakasının eskiden olduğu gibi faaliyetlerine devam etmesine izin verdi ve sarayına önemli miktarda bir gelir sağlamak için genelde tüccar olan bu insanlardan deneyimlerinden yararlandı. Ancak görülen büyük değişikliklerden bir tanesi, Memlük toprak mülkiyetlerinin Osmanlı
Devleti'ne geçmesi ve başlangıçta Memlük olmayan Osmanlı yetkilileri tarafından yönetilmesiydi. Bu, Memlüklerin "yeni rejimin maaşlı görevlileri" haline getirilmesi ve daha önce sahip oldukları toprak mülkiyetlerinin ellerinden alınması anlamına geliyordu.
Selim tarafından tesis edilen divan sistemi etkin bir sistem olarak görünmekle birlikte, 1599 yılında Kahire'yi ziyaret eden Mustafa Ali isimli bir Türk burada karşılaştığı siyasi ortamdan oldukça hoşnutsuz kalmıştı. Mustafa Ali, şehri fırsatçı, sonradan zenginleşmiş ve sahip oldukları unvan ve makamları hak etmeyen görevlilerin ellerindeki bir vilayet başkenti olarak tanımlamıştır.
Osmanlı sarayının Mısır üzerindeki kontrolünü kaybetmekten korktuğu için valilerin Mısır'da uzun süre kalmasına oldukça nadiren izin vermesi sebebiyle, Osmanlı dönemindeki Mısır'ın görev süreleri nadiren birkaç yılı geçen çok sayıda vali tarafından yönetildiğinin unutulmaması gerekir. Mısır'ın, Memlük dönemindeki prensler ve sultanlar ile aynı standarta binalarda oturma gibi hiçbir şansı olmayan bir dizi vali tarafından Kahire'den yönetilmesi ve Osmanlı hazinesine yıllık vergilerin ödenmesi zorunluluğu, Osmanlı döneminde Mısır'daki imar faaliyetleri üzerinde güçlü ve maalesef olumsuz bir etkiye sahip olmuştur. Toprak satın almak güçtü ve oldukça pahalıydı; dolayısıyla çok az sayıda Osmanlı valisi Kahire'yi uzun süre görev yapacakları ve daha önemlisi hayatlarının sonuna kadar yaşayacakları ve gömülecekleri bir yer olarak düşünmüştür. Bu sebeple, temel işlerini İstanbul'da ve başka yerlerde kurup, Mısır'da küçük binalarda hizmet vermişlerdi.
Öte yandan, siyasi gücün İstanbul'a kayması ile birlikte, Kahire İslam dünyasının merkezlerinden biri olarak çekiciliğini kaybetmiştir. Memlük döneminde, imparatorluğun merkezi olarak sahip olduğu önem, özellikle siyasi çekişmelerin yaşandığı bölgelerden biri olması hasebiyle üzere, İslam dünyasının diğer bölgelerinden yetenekli ve bilgili bireylerin Kahire'ye akışını kontrol edilemez hale getirmiştir. Bunun etkisi en iyi şekilde sanatta ve özellikle de mimaride görülmektedir: İran tipi tuğlacılık, Timur döneminden esinlenilen taş kubbeler ve bunların yanısıra, Suriye mermer işçiliği, Endülüs sıvacılığı ve tüm İslam alemindeki binalarda görülen alan kavramı, Orta Çağ Kahiresinin mimari ifadesinde kendini bulmuştur.
Ancak, bu durum Osmanlı fethinin ardından değişmiştir: Yetenekli ustalar Kahire'deki düşük düzeyli görevliler yerine Osmanlı sarayının hizmetinde çalışma fırsatı buldular. Genel olarak, "yeteneklerini yeni şaheserler yaratmak için kullanabilecekleri" bölgelere çekildiklerini varsayabileceğimiz bu "muhacir sanatçılar beraberlerinde üslup değişikliklerini de getirmişlerdi". Osmanlı döneminin ilk zamanlarında, yetenekli işçilerin yeri artık Kahire değil, İstanbul olacaktı. Bu durumda, göç eden bu zanaatkarlar mimari üslubun değişmesini başlatan etken olurken, Kahire mimarisi ise bir durgunluk dönemine giriş işaretleri gösterecekti.
Değişen Alan Kavramı
Osmanlı döneminin başlangıcında meydana gelen en önemli değişikliklerden bir tanesi, alan ve plan kavramlarındaki değişiklikti. Bu değişikliği anlamanın en iyi yollarından biri, bu dönemde Kahire'de inşa edilen camilerin zemin planlarına ve bu camiler ile bulundukları yerdeki şehir yapısı arasındaki ilişkiye bakmaktır. Elbette ki mimari alan kavramı yaklaşımını etkileyen bazı etkenler olmuştur; bunlardan ilki, camiler ile çevresindeki yapılar arasındaki ilişkiyi şekillendirmede büyük rol oynayan mevcut şehir yapısı olmuştur. İkinci etken ise, çevreden ziyade mimari bir etkendir ve mimarın ya da camiyi yaptıran haminin vermeyi amaçladığı etkiye dayanmaktadır.
Osmanlı fethinden sonraki ilk iki yüzyılda Kahire'de inşa edilen camiler üzerinde yapılan incelemeler, plan ve alan açısından eşzamanlı olarak ilerleyen birkaç mimari hareketin bulunduğunu göstermektedir. Bunlardan ilki, yaygın olarak inanılanın aksine çok daha etkisiz olmasına rağmen, bir nebzeye kadar Memlük geleneğinin bir devamıydı. Türk tarzı binalara yönelik ikinci eğilim ise ilkinden biraz daha yaygındı, ancak yine de Osmanlı dönemindeki Kahire'de genel bir uygulama olarak kabul görmemişti ve Osmanlı döneminin sadece başlangıcında hakim durumdaydı. Üçüncü ve en yaygın tipoloji ne Osmanlı ne de Memlük geleneğiydi; her iki gelenekteki fikirleri birleştirerek yansıtan bir yaklaşımdı: Bu, üç koridorlu ya da sayvanlı bir plandı.
Memlük Geleneğinin Sürekliliği: Dur kaayı çevreleyen dört eyvandan oluşan tipik Memlük kaa planını sıkı bir şekilde takip eden camileri göz önüne alacak olursak, bu dönemde plan açısından gerçek anlamda Memlük tarzı olduğunu söyleyebileceğimiz sadece bir örnek mevcuttur -Yusuf Ağa el-Hin Camii (Şekil 2). Bu caminin Memlük İmparatorluğu'nun yıkılmasından yaklaşık bir yüzyıl sonra, 1625 tarihinde inşa edilmiş olması, Memlük geleneğinin Osmanlı döneminin ilk başlarında değişmeden kalabileceği ancak daha sonra yavaş bir şekilde farklı bir mimari üsluba doğru kayması bekleneceğinden dolayı oldukça şaşırtıcıdır. Açıkça görülebileceği gibi, durum böyle olmamıştır: Mimari anlayışına uymayan camiler hemen yerini almış olmakla birlikte, tipik Memlük cami planı tamamen unutulmamıştır.
Memlük Dönemi'nde giderek artan bir şekilde yaygınlaşan dört eyvanlı plan, ilk zamanlarda, genellikle sadece dört temel Sünni düşünce okulunun (mezhebin) öğretildiği cami-medreselerde kullanılmaktaydı (Şekil 3). Bu gibi durumlar için dört eyvanlı plan en uygunuydu; çünkü her bir eyvan Sünni mezheplerden birinin medresesi olarak hizmet verebilirdi. Bu tip bir planın en iyi örneği, Memlük tarihçisi Taki el-Din el-Mekrizi'nin de tespit ettiği gibi Sünni mezheplerinin bu dört eyvandan birini kullandığı ondördüncü yüzyıl El-Nasır Muhammed Medresesi'dir.
Yukarıda belirtilene benzer durumlarda dört eyvanlı medrese tarzı, binanın işlevi açısından uygun olmakla birlikte, medrese hizmeti vermeyen ya da Sünni mezheplerinin hepsinin öğretilmediği camilerde pek kullanışlı değildi. Cami-medresenin popülaritesindeki düşüş ve Memlüklerin son dönemlerinde Kahire'de arazi sıkıntısının artması, Çerkez döneminin sonlarında camilerin boyutlarının küçülme eğilimine girdiği anlamına gelmektedir; dolayısıyla, giderek küçülmeye başlayan iki taraflı eyvanlar anlamlarını yitirmiştir. Sonuç olarak, onbeşinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, camilerde girintilerin görülmeye başlaması pek şaşırtıcı değildir. İki taraflı eyvanların işlevindeki bu düşüş, haç şeklindeki planın artık hiçbir var oluş sebebi kalmadığı ve daha işlevsel olan kaa planına dönüştüğü anlamına gelmektedir. Kaa planında, artık küçülen iki taraflı eyvan uygulamasının sadece mimari geleneklere saygı adına devam ettirildiği anlaşılmaktadır. Onbeşinci yüzyılın sonlarında inşa edilen camilerin çoğunun küçük hamiler tarafından, büyük kenar eyvanlarının uygulanmasının neredeyse imkansız olduğu küçük araziler üzerinde inşa ettirildiği göz önüne alındığında, kaa planının niçin benimsendiğini anlamak kolay olacaktır.
Yukarıda belirtilen etkenler, iki taraflı eyvanların neden sadece bir erken Osmanlı camisinde görüldüğünü çok iyi anlatmaktadır; onaltıncı yüzyıla gelindiğinde iki taraflı eyvan uygulamasının kullanışsız olarak görüldüğü ve bu sebeple Kahire mimari geleneklerine pek saygı gösterme eğiliminde olmayan bir hanedanın gelmesiyle de tamamen ortadan kalktığı oldukça açık bir şekilde
görülmektedir.
Memlüklere özgü ikinci bir özellik -kemer giriş-Osmanlı Kahiresinde çok daha uzun süreli bir rol oynamıştır. Bu özellik, tam olarak Memlük üslubunu yansıtmayan camilerde dahi yaygın olarak uygulanmıştır. Bununla birlikte, Memlük örneklerine en yakından benzeyen kemer giriş şekli, Yusuf Ağa el-Hin Camii'nde görülmektedir. Diğer Osmanlı camilerindeki kemer giriş, daha basit bir şekildedir; namaz kılınan bölüm ile giriş bölümünü tam olarak ayırmamaktadır.
Kahire'deki erken Osmanlı camilerinin iç planı Memlük mimari geleneğinden oldukça uzak olmakla birlikte, camiler ile şehir yapısı arasındaki ilişki Memlük Dönemi'nde görülen ilişki ile hemen hemen aynı olmuştur. Memlük ve daha sonra da Osmanlı döneminde Kahire'deki şehirleşme, etrafı boş kalacak bir cami yapmak zor hale gelecek bir şekilde ilerlemiştir; dolayısıyla, Memlükler mümkün olan en küçük alana dayalı bir mimari gelenek geliştirmiştir. Osmanlı döneminde de aynı sıkıntı devam etmiştir ve yine alan açısından ekonomik bir yaklaşım izlenmiştir -gerçekten de boş bulunan her alana bina yapılmış ve cami ile yol arasında hiçbir ara bölge kalmamıştır. Dolayısıyla, binalar ile çevreleri arasındaki ilişkiyi şehir yapısındaki yoğunluk yönlendirmiştir; Osmanlıların uyguladığı bir gelenek olan binaların etrafını boş bırakma eğilimi Kahire'de çok az uygulama alanı bulabilmiştir.
Kahire'deki Osmanlı Üslubu: Kahire'nin Memlük Sultanlığı'nın üç yüzyıldan daha uzun bir süre merkezi olduğu gerçeği göz önüne alındığında, Osmanlıların Mısır'ı fethinden hemen sonra Kahire'de görülen Osmanlı tarzı cami örneklerinin, Memlük mimarisinden kademeli bir şekilde uzaklaşmaktan ziyade bu tarzı kullanmaya yönelik bilinçli bir girişimin sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu mimarisinin Mimar Sinan'ın mimari dehasının hakim olacağı bir çağa girmek üzere olmasına rağmen, Osmanlı idaresinin ilk iki yüzyılında Kahire'de sadece üç Osmanlı tarzı cami inşa edilmiştir. Dolayısıyla, Kahire'deki bu üç örneğin inşasına yol açan etkenleri ve bu mimari tipolojinin niçin yaygınlaşmadığının sebeplerini incelemek gerekmektedir.
Bu camilerden ilki olan ve 1527 yılında inşa edilen Süleyman Paşa Camii hem Kahire'de inşa edilen ilk Osmanlı camilerinden biri olması bakımından, hem de bir sultanlığın uzun süre merkezi olan şehirdeki konumu açısından büyük öneme sahiptir. Sadece şehir içerisindeki uygun konumu itibariyle değil, aynı zamanda şehrin doğu sınırına bakması dolayısıyla, Mısır'ın Osmanlılaştırılması sürecinin bir simgesi olarak gösterilebilir. Planının neden Osmanlı Türkiyesindeki örneklerine benzediği bu açıdan bakıldığında anlaşılabilir (Şekil 4).
Bu cami Osmanlı mimarisinin temel ilkelerini takip etmesine rağmen, bu tip bir planın Mısır'a yabancı olduğu ve tam olarak anlaşılamadığını gösteren birkaç kayda değer unsur mevcuttur. İlk olarak, caminin iki girişinden hiçbiri mihveri değildir: Ana giriş caminin bir yanındadır ve avluyu ibadethaneye bağlayan giriş koridoru mihrap ile aynı hizada değildir. Osmanlılar, şekle dayalı mimari ifade arzuları doğrultusunda, iki tarafın simetrik olduğu bir yapı benimsemiştir ve bu özellik burada mevcut değildir. Kubbe şeklindeki kemeri ile Türk tarzı avlu bile, farklı boyutlardaki dairesel ve elips şeklindeki kubbelerin gelişigüzel bileşimi ve Sidi Sariya'nın mezarının büyük kubbesi nedeniyle farklı bir şekilde kendini göstermektedir.