Keşfet

Mimar Sinan / Prof. Dr. Semavi Eyice

Linux

Yaşlı Kurt
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,707
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Konum
istanbul
Mimar Sinan / Prof. Dr. Semavi Eyice


Anadolu'nun kuzeybatısında küçük bir beylik halinde doğarak çok kısa bir süre içinde büyük bir devlet durumuna çıkan Osmanlı Devleti 15. yy.dan itibaren de parlak bir medeniyetin yaratıcısı olmuştu. Osmanlı Devleti ve medeniyeti bir gelişme safhasından sonra 16. yy. içinde en parlak seviyesine ulaştı. Bu döneme damgasını vuran hükümdar Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) olmuştu. Osmanlı Beyliği'nden büyük devlete geçiş aşamasında doğup, yeşeren Osmanlı dönemi Türk mimarlık sanatı da gelişiminin zirvesine 16. yy.'da Sultan Süleyman Dönemi'nde ulaştı. Türk-Osmanlı medeniyetinin yarattığı büyük yapı ustası Mimar Sinan da bu parlak siyasî dönemi, mimarlığını yaptığı eserler ile ölümsüzleştiren kişi oldu. Hakkında şimdiye kadar pek çok araştırma yapılan ve hayli çok sayıda yayın ile sanatı ve eserleri tanıtılan bu büyük yapı ustası hakkında özet halinde bazı bilgiler sunulmuştur.

Mimar Sinan'ın Hayatı

Sonraları büyük bir yapı ustası seviyesine ulaşacak olan Sinan, Kayseri'nin Ağırnas köyünde dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yaklaşık olarak 15. yy. sonralarına doğru doğduğu sanılmaktadır. Sinan, dostu şair Sa'i Çelebi'ye yazdırdığı manzum hayat hikayesinde I. Selim'in devşirmesi olduğunu "Ânın devşirmesiyim ben kemine" mısraı ile ifade eder. Devşirmeler Rumeli'deki Hıristiyan çocuklarından toplanırken ilk defa Sultan I. Selim'in cülûsunda Anadolu'dan da devşirme toplanmasına başlanmıştı. Sinan da bunlar arasında bulunuyordu. İnanmış bir Müslüman olarak yetişen Sinan'ı yoğuran ve yaratan o çağın Türk-Osmanlı medeniyetidir.

Sinan, yeniçeri ocağının çerçevesi içinde yetişti ve delikanlılık çağında Osmanlı ordusunun çeşitli ülkelerdeki seferlerine katıldı. Hayatının ilk önemli aşaması ordu içindeki askerlik dönemidir. Sinan İstanbul'a getirilen devşirme çocuklar ile birlikte At meydanındaki İbrahim Paşa Sarayı'nda ilk terbiyesini gördü. Burada birkaç yıl yetiştikten sonra onun 1514'de İran'a karşı Çaldıran seferine katıldığını görüyoruz. Bu onun Tebriz'de İran sanatını tanımasını sağladı. Yavuz Selim'in Memlüklere karşı yaptığı sefere de katılan Sinan Mercidabik ve arkasından Ridaniye zaferinden sonra 1517'de Kahire'ye girilmesi onun buradaki mimari eserleri yakından tanımasını sağladı.

Kanunî Sultan Süleyman'ın ilk yıllarında Acemi oğlanlıktan çıkmış bir yeniçeri idi. Bundan sonra Sinan'ın Osmanlı ordusunun bütün seferlerine katıldığı görülmektedir. 1522'de Rodos kuşatmasına ve fethine katılmış, burada batılı şövalyelerin yaptıkları Gotik yapı sanatını yakından tanımıştır.

Belgrad seferi sonrasında atlı sekban sınıfına ayrılan Sinan'ın 1526'da Macaristan'da Mohaç ovasındaki savaşa katıldığı bilinir. Bunun arkasından önce yaya başı sonra zenberekci başı olmuş ve Budin seferinde bulunmuştur. 1534'te yapılan Bağdat seferinde ise yapıcı olarak yeteneğini Van gölünde göstererek çevreden sağladığı malzeme ile içine toplar yerleştirdiği ye bizzat idare ettiği üç kadırga ile karşı kıyıdaki Safevîlere karşı bir keşif seferi yapmıştır. Bu, onun üstün becerisinin bir belirtisi olarak sadrazam Lütfi Paşa'nın takdirini kazanmasını sağlamıştır. Bağdat'a kadar gidişi ile Sinan İslami Arap mimarisini de yakından tanımıştır. Üç yıl sonra 1537'de onun Adriyatik kıyısındaki Korfu seferinde bulunduğu bilinir. 1538'de yapılan Boğdan seferinde Prut ırmağı üzerinde ordunun geçişini kolaylaştıran 13 günde ahşap bir köprü inşa etmesi onun bugünkü anlamda mükemmel bir istihkamcı olduğunu gösteren olaydır. Padişahın ve ileri gelenlerin bu güzel köprünün sonraları korunması için başına içinde az bir kuvvetle bir kule yapılmasını istemeleri üzerine Sinan ileride bu kulenin düşman tarafından kolayca ele geçirilebileceğini, bunun da psikolojik bir yenilgi sayılacağını öne sürerek köprünün işi bittikten sonra tahribinde ısrar etmesi dikkat çekicidir.

Boğdan seferi dönüşü Sinan'ın hayatının ikinci dönemi başlar. Kanunî'nin sadrazamlarından Ayas Paşa'nın 1539'da öldüğünde Lütfi Paşa'nın tavsiyesi ile türbesinin yapımı Sinan'a havale edildi. Daha önce Sinan Yeniçeri ağasıyla yapılan görüşme ile askerlikten ayrılarak Hassa mimarlığına geçmiş bulunuyordu. Bundan sonra ölümüne kadar Sinan büyük cami ve külliyelerden başka pekçok sayıda eserin yapımını üstlendiği gibi bir çoğunun da uygun gördüğü projelere göre yanında yetişen kalfalar tarafından uygulanmasını sağladı. Hassa başmimarlığına yükselen Sinan, her çeşit bütün yapı işlerinin en yüksek amiri durumuna girmiş bulunuyordu. Kanunî Sultan Süleyman'dan büyük bir destek gördüğünden onun istediği kamu hizmetine yararlı işleri de büyük bir başarı ile yerine getirdi. Sinan'ın durumunun çok güçlü olmasına rağmen her toplulukta olduğu gibi onun aleyhine çalışanlar da çıkmıştı. Nitekim İstanbul'daki konağına bir su yolundan su aldığına dair bir ihbar yapılmasından da kaçınılmamıştı. Büyük Usta, yakın dostu şair Sa'i Çelebi'ye hayatını ve yaptığı eserleri anlatmış, o da bunu manzum biçimde kaleme almıştı. Ayrıca inşasını tasarladığı çeşitli yapıların adlarını veren listeler de kaleme alınmıştır. Birbirine tam uymayan ve tezkire denilen bu listeler eksik veya tamam birkaç nüshası günümüze kadar gelmiştir. Çok ilerlemiş bir yaşa kadar çalışmalarını sürdüren Sinan'a bu sebeple Koca Sinan lakabı yakıştırılmıştı. Sa'i Çelebi'ye yazdırdığı hayat hikayesinde her yeniçeri gibi Hacı Bektaş Ocağı'na bağlı olduğunu belirten Sinan bir tarikat mensubu olarak hayatını sürdürmüştü. Nitekim yüzlerce eserinin adlarını verdiği listede kendi vakfı olarak inşa ettiği mescidi, "bu fakirül hakir'in mescidi" olarak tarif etmek suretiyle kendi kişiliğini mütevazı bir varlık olarak belirtmiştir. Böylece kendisini hakir (aşağı) bir derviş seviyesinde hissettiğini belirtir.

Sinan'ın soyunun devam ettiği evvelce İstanbul'dan Edirne'ye gelen yolun kenarındaki mezarlıkta iken buradan Edirne müzesine taşınan sanduka biçimindeki bir mermer mezardan anlaşılmaktadır. Çok değişik ve zarif bir biçimde işlenmiş sandukanın üzerindeki yazı bunun Ankara Mirlivası Mehmet Bey'in kızı ve "Sermimarân-ı Hassa Sinan Ağa"nın torunu, 1573 'de vefat eden Fatma Hanım'a ait olduğunu bildirir.

Çok ilerlemiş yaşına rağmen bazı önemli eserlerin yapımını sürdürdüğü bu eserlerin kitabelerindeki tarihlerden anlaşılan Sinan, ömrünü 1588 tarihinde tamamladı. İstanbul'daki en büyü eseri olan Süleymaniye Külliyesi ile evvelce yeniçeri ağalarının makamı olan Ağa kapısı arasında herhalde sağlığında iken yapmış olduğu küçük, mütevazı bir türbeye gömüldü. Bitişiğinde gösterişsiz sade bir de sebil bulunan bu türbenin cadde üzerindeki uzun manzum kitabesi hattat ve şair Sa'i Çelebi'nindir. Ölüm tarihi ebcet hesabi ile "geçti cihandan bu dem de pir'ü mimaran Sinan, ruhi içün fatiha ihsan ede pir'ü civan.(996/1588).

Eserleri

Sinan Osmanlı dönemi Türk mimarisinde birden bire ortaya çıkmış öncüleri ve devamcıları olmayan bir varlık sayılmamalıdır. Osmanlı yapı sanatı çeşitli aşamalarla onu hazırlamış ve onun engin bilgisi ve sanat zevkiyle Türk mimarisini geliştirmesine imkân vermiştir. İçinde yaşadığı çağ onun bütün verimini rahatça sergileyebilmesine yardımcı olmuştur. Böylece Sinan Osmanlı dönemi Türk mimarisinin bir yüzyıl boyunca en yüksek noktasına erişmesini sağlamıştır. Onun estetik anlayış ve yapı sanatı ustalığını benimsemiş olan arkasından gelen hassa mimarları olan Mimar Mehmet, Dalgıç Ahmet Ağa, Mimar Davut Ağalar bu klâsik akımı sürdürmüşlerdir. Ne yazık ki bu mimarların yaptıkları eserler hakkında açık bilgilerimiz yok. Nitekim Mimar Kasım Ağa'nın eserleri bilinmemekte, sadece Hassa başı mimarlığı yıllarında bazı eserler tanınmaktadır. Sinan'ın damgasını vurduğu klâsik dönem 18. yy. başlarında karakterini kaybetmiş yeni zevklerin ve estetik duyguların ortaya çıkması ile yeni bir görünüme geçmiştir. Sinan'ın yaptığı veya tasarlayarak kalfalarına inşa ettirdiği eserlerin adlarını veren tezkirelerde tam bir uyum yoktur. Bunlarda camiler, mescitler, medreseler, darülkurrâlar, türbeler, imaretler, darüşşifalar, su yolları ve kemerleri, köprüler, kervansaraylar, saraylar, mahzenler, hamamlar ve menzil külliyelerinin adları yer almaktadır. Sinan'ın listesinde adı geçen eserlerin bazılarını bir tasarı örneği vererek bir kalfasına yaptırttığı bilinmektedir. Bir kalfasını Manisa'da Muradiye Camii'ni yapması için gönderdiğini ancak bu ustanın ölmesi üzerine yerine başka bir yardımcısını yolladığını bir belgeden açık surette öğrenmekteyiz. Yalnız bir tezkirede adı geçen Van'da Hüsrev Paşa Camii'nin ise mimari üslubu Sinan'in başka eserlerine uymadığına göre onun da kalfalardan biri tarafından yapıldığına ihtimal verilebilir. Hassa başmimarı olarak Sinan Osmanlı padişahlarından Kanunî Sultan Süleyman'ın İstanbul'da iki büyük camiini kızı Mihrimah Sultan'ın Üsküdar ve Edirnekapısı'ndaki iki camiini, oğlu Sultan II. Selim'in Edirne'deki büyük camiini inşa ettiği gibi, devletin ileri gelenlerinden vezirlerin camilerini de yapmıştır. Bunlar arasında İstanbul'da Rüstem Paşa ve kardeşi Kaptan-ı Derya Sinan Paşa'nın, Sokullu Mehmet Paşa'nın, Zal Mahmut Paşa'nın camileri, Bali Paşa camii, Izmit Pertev Paşa camii, Kılıç Ali Paşa camii, Hadım İbrahim Paşa'nın camileri sayılabilir. Padişah zevcelerinden Haseki Hürrem Sultan'ın, Nurbanu Sultan'ın camilerini de yapmıştır.

İstanbul dışında da Sinan Ankara'da Cenabî Ahmet Paşa, Kayseri'de Hacı Ahmed Paşa, Van'da Hüsrev Paşa, Bolvadin'de Rüstem Paşa Camii, Halep'te Hüsrev Paşa, Kırım'da Gözleve'de Kırım Hanları, Sofya'da Bosnalı Sofu Mehmet Paşa, Teselya'da Tırhala'da Osman Şah validesi camilerini yapmış; ayrıca Şam'da Sultan Selim ve Sultan Süleyman adlarına birer büyük külliye inşa etmiştir. Sultan Selim adına ikinci bir büyük külliyeyi de Anadolu'nun ortasında Karapınar'da yapmıştır.
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst