Klâsik Dönemde Osmanlı Hukuk Düşüncesi: Belli Başlı Hukukçular ve Çalışmaları / Yrd. Doç. Dr. Recep Cici
Osmanlı Devleti'nde kuruluş yıllarından itibaren yönetimin her kademesinde İslâm hukuku benimsenmiştir. Bu yüzden ilmî çalışmalar, daha ziyade Temel İslâm Bilimleri'nde özellikle de pratik hayattaki problemlerin çözümü bakımından İslâm hukuku/fıkıh alanında yoğunlaşmıştır. Başka bir deyişle Osmanlı âlimleri ilmî çalışmalarını sadece belli bir alanda değil, Temel İslâm Bilimleri başta olmak üzere naklî ve aklî ilimlerin hemen her dalında yapmış olmakla birlikte, önceliği İslâm hukukuna vermişlerdir. Ancak Osmanlı hukuk düşüncesine katkıda bulunanlar, sadece hukuk alanında eser vermiş bilginler değildir. Şeyh Edebâli, Dursun Fakih ve Taceddin Kürdî gibileri başta olmak üzere nice Osmanlı âlimi eser kaleme almadığı halde kadılık, müftülük, müderrislik ve fetva danışmanlığı yaparak hukuka katkı sağlamıştır. Bu çalışmada, onlar da gözardı edilmemekle birlikte daha ziyade fıkıhla ilgili eser kaleme almış "Belli Başlı Hukukçular" belirlenip eserleri üzerinde durulacak ve böylece Osmanlı hukuk düşüncesi hakkında fikir verilecektir.
Buna göre fıkıhla ilgili iki veya daha fazla eseri bulunan, eseri diğer âlimler tarafından çeşitli yönlerden takdir/tenkid edilen, daha sonra yazılan eserlerde esas alınan, üzerinde şerh, haşiye, talîk, reddiye ve tercüme türünde çalışmalar yapılan ve medreselerde ders kitabı olarak okutulan eserlerin müellifleri, "Belli Başlı Hukukçular" diye kabul edilmiştir. Bunlar da Alâeddin Esved, Kutbuddin İznikî, Bedreddin Simavî, Molla Fenârî, Musannifek ve Molla Hüsrev olup her birinin hayatı ve sadece fıkıhla ilgili eserleri üzerinde kısaca durulacaktır. Eserlerin ikiden fazla olması durumunda en önemli iki veya üç eser tanıtılarak, diğer eserlerin sadece ismi ve yazma ise kütüphanesi zikredilecek; ancak bunlar da değerlendirme ve sonuç bölümünde dikkate alınacaktır.
Hukukçuların Hayatı ve Çalışmaları
1. Alâeddin Esved (1397)
Alâeddin Esved veya Kara Hoca diye bilinen Alâeddin b. Ömer, aslen Afyonkarahisarlı olup Orhan Bey, Sultan I. Murad ve Yıldırım devri âlimlerindendir. İlk tahsiline memleketinde başlayıp İran'da tamamlayan Esved, Anadolu'ya döndüğünde Orhan Bey tarafından Tâceddin Kürdî'nin vefatı üzerine boşalan İznik Medresesi müderrisliğine atandı ve bu görevini uzun süre devam ettirdi.1
Anadolu'da Cemâleddin Aksarâyî'den (1389) ders alan Alâeddin Esved, başta oğlu Hasan Paşa olmak üzere Çandarlı Kara Halil (1386) ve Molla Fenârî'yi (1431) okuttu. Orhan Gazi'ye hatiplik yapan Esved,2 onun kendisinden fetva işlerinde yardımcı olacak birini istemesi üzerine talebelerinden Kara Halil'i almasına müsaade etti.3 Kara Hoca devrinin bütün yöneticileriyle güzel münasebetlerde bulundu ve hatta I. Murad'a ithafen Künûzü'l-envâr adlı bir eser yazdı.
26 Muharrem 800/1397'de vefat eden Alâeddin, İznik'te Şerefzâde mahallesinde bulunan türbede medfundur.4
Eserleri
Kara Hoca'nın ikisi usûl, biri furû ile ilgili olmak üzere üç eseri vardır. Bunlardan Şerhu'l-Muğnî fi'l-usûl, Künûzü'l-envâr fî şerhi Rumûzi'l-esrâr usûle, el-'İnâye fî şerhi'l-Vikâye de furûa dairdir. Birinci eser günümüze ulaşmamıştır.
Künûzü'l-envâr fî şerhi Rumûzi'l-esrâr
Eser; 334 varak (27 satır), 11 fasıl ve 30 konudan meydana gelmektedir.5 Esved, Ebû Bekir İbrahim'in Rumûzu'l-esrâr adlı usûl eserine6 Künûzü'l-envâr adıyla bir şerh yazdığını ve bunu, Şehinşah Melik'in gönlünü yapmak üzere7 I. Murad'a ithaf ettiğini belirttikten sonra meliklerin ve ekâbirin töhmet ve kudretinden emin olmak için insanlar arasında âdet olan bir duaya yer verdiğini ifade etmiştir.8
Usûl-i fıkıhla ilgili tezhib ve tertibe riâyet ederek, aklî ve naklî delilleri kullanarak, usûl ile furûu tatbik ederek muhtasar bir eser tasnif ettiğini kaydeden ve usûl-i fıkıh,9 fıkıh10 ve fakihin11 tanımlarını vererek usûl-i fıkhın gayesi, konusu ve faydası üzerinde duran Esved,12 "Aksâmu'l-meâhiz" başlığının Kitab bölümünde Kur'ân'ın tanımını vererek Ebû Hanîfe'nin, namaz kılanın-nazm gayri lazımdır gerekçesiyle-Farsça da okuyabileceği şeklindeki görüşünden İmameyn'in kanaatine döndüğü rivayetinin bulunduğunu zikrettikten sonra, "...tercihe şayan olan Ebû Hanîfe'nin görüşüdür"13 diyerek fikrini ortaya koymuştur.
Birçok Hanefî fakihi, Ebû Hanîfe'nin rucûunu isabetli bulup İmameyn'in kanaatinde hemfikir olduğu halde,14 Esved onlara muhalefet ederek onun rücûunu ihtiyatla karşılamış ve mezhebin ilk imamı ile aynı görüşü paylaşmıştır. Abdest-niyet ilişkisi ile ilgili düşüncesini aktarırken, nassların kat'î ve zannîliğine dikkat çeken müellif, "mezheb (imiz) e mahalefet eden (biri hâssın derecesini âhad haber seviyesine indirmek, diğeri de âhad haberin derecesini nassın konumuna yükseltmek gibi) iki yönden yanılmıştır" demektedir.15
Şâfiî ve Mâlikîlerin görüşlerine de yer verip; harflerin manaları,16 istidlâlin sahih ve fasid kısımları,17 ictihadın tanımı ve müctehidde aranan şartlar,18 sebep, illet, şart, alâmet19 ve ehliyet20 üzerinde durarak eserini tamamlamış olan Esved, müellifin verdiği bilgilere ilâvelerde bulunmakta, diğer mezheplerin görüşlerine delillere değinmeksizin işaret etmekte, mezhebe-özellikle Ebû Hanîfe'ye-bağlı kalarak karşı çıkanları reddetmekte ve furûdan örnekler vermektedir. Bu haliyle çalışmanın, telif niteliğinde bir eser olduğu ifade edilebilir.
el-'İnâye fî şerhi'l-Vikâye
Eser 2 cilt, 51 kitap, 95 bab, 16 fasıldan meydana gelmektedir.21 Eserin birinci cildi 364 varak (23 satır) olup Kitâbu't-tahâre'den Kitâbu'l-vakfa, ikinci cildi 368 varak olup Kitâbu'l-buyû'dan Kitâbu'l-hünsa'ya kadardır.
Alâeddin Esved, İznik Medresesi'ndeki müderrisliği esnasında Vikâye'ye yazdığı şerhe, el-'İnâye fî şerhi'l-Vikâye ismini vermiş22 ve şerh, Vikâye ile birlikte furû eseri olarak Osmanlı medreselerinde kendisi ve başkaları tarafından okutulmuştur.23 Taşköprîzâde, eseri iki cilt halinde görüp okuduğunu, ondan istifade ettiğini ve onun Vikâye'deki müşkilleri çözmeyi hedefleyen bir kitap olduğunu belirtmiştir.24
Tahâret-namaz ilişkisi üzerinde durup bazı görüşlerin tenkidini yapan ve ardından başın meshi konusunda Şâfiî, Mâlikî ve Hasan-i Basrî'nin görüşlerine değinen Esved, mezhep görüşü olarak rub'u'r-re's'in delili üzerinde durmuş ve bu konuda karşı çıkanlara, "hadis, ta'yin ve miktarın beyanını içermekte olup ihtimalli bir nasstır. Onu ta'yine hamletmek nesih, miktara hamletmek beyandır. Haberi vâhid ise neshe değil, beyana uygundur."25 diyerek cevap vermiştir. Müellif burada diğer mezheplerin sadece görüşlerine yer vermiştir. Esved, eserinde âyet (1b), hadis (2a), icmâ (2a), tevîl (2b), umûm-i belvâ (14b, II, 368b), zarûret (14b) ve taharrî (II, 368b) gibi delil ve prensiplere sıkça müracaat etmiştir.
2. Kutbuddin İznikî (1418)
Kutbuddin İznikî, Yıldırım Bayezid ve I. Mehmed devri âlimlerinden olup İznik doğumludur.Tahsilini memleketinde tamamlayan İznikî, başta üstad-ı kâmil diye övdüğü ve 1393'te ondan tahsilini tamamladığını ifade ettiği Hasan Paşa b. Alâeddin Esved olmak üzere Molla Fenârî gibi devrin âlimlerinden ders aldı ve Eşrefoğlu Rûmî'nin sohbetlerinde bulundu. Aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi olan Kutbuddin, İznik'te Orhan Gazi Medresesi'nde hocalık yaptı.26
Devrin dirayetli âlimî Kutbuddin, Anadolu'ya gelen Timur ile görüştüğünde "haram olan kanı döküp Allah'ın kullarını öldürmekten vazgeçmen gerekir" deyip onu sert bir dille uyarmış, buna karşılık huzurunda övünmeye devam eden Timur'a "sen akıllı değil, cahil birisin, çünkü sende şeytanın niteliklerinden olan gurur bulunmaktadır" diyerek çekinmeden onu azarlamıştır.27 Kutbuddin, iyi bir tahsil görüp Arapça'yı bilmesine rağmen eserlerinin28 bazılarını Türkçe kaleme alarak Türkçe'nin konuşma dilinin yanı sıra yazma dili haline gelmesine öncülük etti. Zira onun Mukaddime'si, Osmanlılar'da Türkçe yazılan ilk eserlerdendir.
1418'de vefat ettiği29 kaydedilen İznikî'nin türbesi, İznik'te Yeşil Cami ile Nilüfer Hatun imâreti arasında olup hala İznik sakinlerince bazı menkıbelerle bilinmektedir.30
Eserleri
İznikî'nin fıkha dair eserleri Mukaddime, Zâdu'l-me'âd fi'l-furû ve'l-ahlâk ve Mürşidü'l-mute'ehhilîn'dir. Eserler kaynaklarda farklı isimlerle de kaydedilmiş, ayrıca Kutbuddinzâde diye bilinen oğluna ait eserlerle kendi eserleri karıştırılmıştır.31
Kitâbu'l-Mukaddime
Kaynaklarda ve kütüphane tasnif fişlerinde farklı isimlerle kaydedilen, İznikî'nin eserleri içinde en çok istinsah edilen; iman, ibadet ve ahlâk konularını kapsayan eser; iman, namaz, oruç, zekât, hac ve iyi ve kötü sıfatlar şeklinde 175 varak (19 satır) ve 7 baptan oluşmakta olup Türkçe'dir.32 Taşköprîzâde, İznikî'nin, namazla ilgili meseleler bulunan Mukaddime adlı faydalı bir eser telif ettiğini,33 Mecdî de, onun, enbiya varisi olan ulemaya faydalı bir eser bıraktığını söylemektedir.34
Aslında İznikî'nin eseri, Hanefî fakihlerinden Ebu'l-Leys es-Semerkandî'nin (983)35 el-Mukaddimetü fi's-salât36 adlı Arapça eseri esas alınarak meydana getirilmiştir. Zaten incelemeye esas aldığımız nüshanın kenarında Mukaddime Ebu'l-Leys Tercümesi kaydı bulunmaktadır. Mukaddime'nin mukaddimesinde "halkı dikkate alarak Türkçe yazdım" diyen müellif, eserini yazma sebebini şöyle ifade eder:
"Ve dahi bu zayıf gördü ki, farz-ı ayn olan ilim için de kitablar düzmüşlerdir. Ama ol kitapların kimisi Arabî, kimisi Fârisî. Her kişi onları okuyarak istifade edemez ve öğrenemez. Hal böyle olunca bu miskin de ister ki, o farz-ı ayn olan ilimde bir Türkçe Mukaddime düzeceğim. Mübtedi olan oğlanlara baliğ oluncaya yakın olunca onlara bu Mukaddime'yi tâlim edip öğreteler. Taki onların itikadına ve gönlüne evvel emirde şerîat emrini ve Müslümanlık kaydını gerek düze. Baliğ olduktan sonra bunun içindeki ilim ile amel ede ve saadet ve devlet bula."37
Farz-ı ayn ilmi'ni, Müslümanlığın temel direği38 kabul ederek zâhir-bâtın39, makam-ı fetva-makam-ı takva40, halk katında Müslümanlar-halk ve hak katında Müslümanlar41 gibi ifadelere sıkça yer veren42 ve zahir uleması'na43 saldırmaktan geri durmayan İznikî, iman konusunu işlerken itikadî mezheplere de değinmiş ve "Cebrî, Kaderî, Mu'tezilî'ler kâfir oldular. Kur'ân ve hadis hükmüne muhalefet idüp nefislerinin arzularına uydular" diyerek onları küfürle itham etmiştir.44
İznikî, Osmanlı Devleti'nin resmi mezhebi olan Hanefî'ye bağlı kalmış, fakat mezhebin üç imamına ait görüşleri zikrettikten sonra "ihtiyâten,45 sahîh olan budur"46 tarzında ifadelerle tercihlerde bulunmuştur. Böylece İznikî, bu eseriyle Türkçe ilmihâl geleneğini başlatmış ve Türkçe'nin ilim dili olmasına katkıda bulunmuştur.
Mürşidü'l - Müte'ehhilîn
Ailevî konuları, karı-koca hukukunu konu edinmekte olup bir vaaz kitabı niteliğinde sayılan eser; 35 varak (19 satır) ve 9 fasıldan meydana gelmektedir.47 İznikî, eserini yazma sebebini şöyle ifade etmektedir:
"Kadınların ahvâlini, nikâhın adâbını ve ilgili konuları, zinanın ne olduğunu ve çeşitlerini anlatan bir risâle yazmayı istiyordum. Bu esnada kalbim bana şöyle seslendi: Böyle bir risâle yazarsan, zamane insanları senin hakkında iftiralar uydurmaya, hakaretler yağdırmaya başlarlar. Çünkü onlara göre lâşe yemek, nasihat dinlemekten daha makbuldür. Ben de kalbime; Ey kalbim, kimseden korkma. İnsanlar ne derse dersin, sen hayırlı yoldasın, kitabı yazmakta acele et dedim ve sonra Allah'ın inayetiyle risâleyi yazmaya başladım.".48
İznikî, risâlesinin önsözünde o günkü kadınların genel olarak olumsuz hareketlerine dikkat çekip bunlara karşı erkeklerin duyarsızlığından yakınarak Allah'ın emirlerinin hiçe sayıldığını ifade etmiştir.49
Nikâha teşvik ve terhib (2a), nikâhın faydaları (4b), nikâhın zararları (8a), hayırlı ve hayırlı olmayan evlilikler (11b), akdin âdâbı (9a), kadının hakları (13a), kocanın hakları (16b), düğün âdâbı (24a) ve çocuk terbiyesi (30a) gibi konulardan oluşan eser, 14 ve 15. asırdaki kadınların davranışlarına ilişkin bilgileri, erkeklerin bunlara karşı tutumlarını ve yazarın olaya yaklaşımını içermesi yönüyle tarihi vesika niteliği taşımaktadır.
3. Bedreddin Simâvî (1420)
Şeyh Bedreddin Mahmud b. İsrâîl b. Abdilazîz,50 İbn Kâdî-i Simavne51 diye tanınmış olup Edirne yakınlarında, bugün Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında 1359 yılında Murad Hüdavendigar devrinde dünyaya geldi.52
İlk tahsiline memleketinde babasından başlayan Bedreddin, Şâhidî, Bursa kadısı Şeyh Mahmud ile oğlu Mûsâ Çelebi, Mevlâna Feyzullah, İbnu'l-Askalânî ve Mübarek Şâh el-Mantıkî gibi âlimlerden aklî ve naklî ilimleri sırasıyla Edirne, Bursa, Konya ve Mısır'da tamamladı. Özellikle fıkıh ilmini Mevlânâ Yusuf'tan ve Bâbertî'den okudu. Mısır'da Sultan Berkuk tarafından oğlu Ferec'i okutmak üzere saraya alındı ve cariyelerinden Câzibe ile evlendirildi. Önceleri tasavvufun aleyhinde olan Şeyh, Mısır'da hocası Ahlatlı Şeyh Hüseyin'e intisab etti ve onun vefatından sonra tâlimatı üzere şeyhlik makamına geçti. Altı ay sonra Edirne'ye dönmeye karar verdi. Dönüşte Tire'de isyan hareketlerinin başı Börklüce Mustafa ile tanıştı ve daha sonra Edirne'ye geldi.53 Fetret devri diye bilinen şehzadeler mücadelesinde Edirne'yi ele geçiren Mûsâ Çelebi onu kazasker olarak atadı (1411). Çelebi Mehmed'in Mûsâ Çelebi'yi yenmesi üzerine Şeyh Bedreddin ailesiyle birlikte İznik'e sürülerek göz hapsine alındı. Ancak o bunu kabullenemedi ve göz hapsinde iken kaçmayı başardı ve Deliorman'a gidip burayı karargah merkezi yaptı. Şeyh'in üzerine büyük bir kuvvet göndererek onu ele geçirmeye muvaffak olan I. Mehmed, onun hakkında hüküm vermek üzere Haydar el-Herevî ve Fahreddin el-Acemî'den oluşturduğu fetva komisyonu, malına dokunmamak şartıyla idamına hüküm verdi.54 Bu fetva üzerine Bedreddin 1420'de Serez'de idam edildi ve aynı yere defnedildi.55
Birçok kaynakta Simâvî'nin ilmî yönü üzerinde fazla durulmayıp, daha çok siyasî faaliyetlerdeki rolü ve tasavvufî görüşleri üzerinde durulmuştur. Halbuki o, tefsir ve fıkıhta otorite sayılabilecek bir mevkiye sahiptir. Nitekim Mecdî, İbn Arapşah yoluyla Bedreddin'in "Benim el-Hidâye sahibine 99 yerde, henüz cevabı verilememiş sorum bulunmaktadır" sözünü nakletmektedir.56 Oysa o, hep Vâridât'ıyla yargılanmış, bazıları tarafından hakkında taraflı yorumlar yapılmış, hatta onun sünnî İslâm düşüncelerini reddettiği ileri sürülmüş, diğer eserleri karıştırma yoluna gidilmemiştir.57
Eserleri
Tefsir,58 tasavvuf59 ve diğer ili"mlere dair eserleri olan Simâvî'nin üçü furû, biri de fetva olmak üzere fıkıhla ilgili dört eseri bulunmaktadır. Eserlerin üçü metin/telif, biri şerhtir. Şerh, bizzat kendisi tarafından eserine yazılmıştı. Eserlerin isimleri şöyledir: Letâifu'l-işârât, Câmi'u'l-fusûleyn, Câmi'u'l-fetâvâ, et-Teshîl fî şerhi Letâifi'l-işârât.
Letâifu'l-İşârât
Furûa dair olan eser; 235 varak (21 satır) olup kitap, fasıl ve tekmilelerden oluşmaktadır.60 Mukaddimede eserini, rivayet konusunda bir hatırlatma olsun diye telif ettiğini, usûl ve furûu topladığını, icâz ve itnâbtan uzak kaldığını, hilâfiyâta dair kaideleri dercettiğini ve Mecma', Muhtâr, Kenz ve Vikâye'deki mesâili ortaya koyduğunu belirten Bedreddin, daha sonra eserde izlediği metodu şöyle ifade eder:
"...Mecma'u'l-bahreyn tertibine göre düzenledim. Meselelerin tamamını verdim. Ayrıca her fasılda Kudûrî (Muhtasar), Manzûme ve Mecma'da zikredilmeyen hususlara tekmile, müteferrika ve şettâ gibi başlıklar altında değindim. Arzu edenlere kolaylık olsun diye bazı meseleleri tekrar ettim. Ayrıca esah, akva ve aleyhi'l-fetâvâ olanlara işaret ettim."
Yazar, başta Hanefî mezhebinin ilk dört imamı olmak üzere Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel gibi imamların herbiri için farklı bir yöntem kullandığını belirtmektedir. Yine de bu konuda doğabilecek karışıklığın önlenmesi amacıyla cümlenin ya da kelimenin üstünde, görüş kime aitse onun rumuzu kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Eserde, Ebû Hanîfe "H", Ebû Yûsuf "S", Muhammed "M", Züfer "Z", Şâfiî "A", Mâlik "K" ve Ahmed b. Hanbel "E" rumuzlarıyla verilmekte, başka âlimler ise ya kendi ya da eser isimleriyle zikredilmektedir.
Kitâb'larda belli ölçüde ilgili mezhep görüşlerini kaydeden Bedreddin, "müteferrika" (48a) ve "tekmile" (68a, 92b) gibi başlıklarda ilâve bilgiler vermekte ve eserinde teferruata girmediği konuları et-Teshîl fî şerhi Letâifi'l-işârât adlı şerhinde geniş olarak ele almaktadır.61
Simâvî'nin Câmi'u'l-fusûleyn adlı eserinden sonra tekrar ilk telif eserine yazdığı et-Teshîl, 338 varaktan (25 satır) meydana gelmektedir.62
1413-1415 arasında İznik'te hapis belası, sıkıntı, gurbet ve hüzün dolu günlerden oluşan yıllarda tamamladığı eserinin mukaddimesinde, Allah'ın kendisine Letâifu'l-işârât'ını yazmayı lutfettiğini belirten Bedreddin, talebelere yardımcı olmak için bunda her nükteyi zikrettiğini ve karine hariç tüm "ekûlü" ifadesi ile söylenenlerin kendine ait olduğunu kaydetmektedir. Bu ilmin diğer ilimlerden daha önemli olduğunu, ancak daha çok ihtilâfın bulunduğunu söyleyen müellif, diğer dallarda katkıları bulunan birçok âlimin bu dalda âdeta sağır ve dilsiz kesildiğini, taklidin elinde esir olduğunu zikretmektedir.
Şerhte yaklaşık 7670 meseleye değinen Simâvî, metin ifadelerini aynen nakletmekte, şerhte daha çok ayrıntıya inmekte, meseleleri tartışmakta, delillerini serdetmekte, özellikle Hanefî mezhebinin ilk dört imamı arasındaki farklı görüşlerin delillerine varıncaya kadar teferruata girmekte, başka âlimlere de yer vermekte ve tercihlerde bulunmaktadır.
Câmi'u'l-Fusûleyn Bedreddin'in, Fetret devrinde Edirne'de saltanatını ilan eden Musa Çelebi'nin kazaskeri iken kaleme aldığı ve 1410-1411 arasında on ayda tamamladığı eseri olup hakim ve mûftülerin ellerinde dolaşan bir kitaptır. el-Fusûlu'l-İmâdiyye ile el-Fusûlu'l-Usrüşeniyye adlı eserlerin cemedilmesiyle telif edilmiştir. Mükerrer konular ve el-İmâdî'nin Ferâiz bölümü esere alınmamıştır. Ayrıca bu iki esere, Hülâsâ, Kâfî ve kendi eseri Letâifu'l-işârât'tan da bazı ilâveler yapılmıştır. 40 fasıldan meydana gelen eserin ilk 16 faslı kaza ve muhâkemeye, geriye kalanı muâmelâta dairdir.63
Bey'u'l-vefa hakkında, "zamanımız âlimleri tarafından 'ribâ hîlesi' olarak örfleştirilen bir bey'dir ki, ona 'bey'u'l-vefâ' ismini vermişlerdir" diyen Simavî, bunun hakikatte rehin olduğunu kaydederek başka âlimlerin görüşlerini eleştirmektedir.64 Bedreddin gerek Câmi'de ve gerekse Teshîl'de65 talak konusu başta olmak üzere çeşitli meselelerle ilgili farklı içtihatların temelinde müctehitlerin "örfe itibar"larındaki ihtilafın bulunduğunu belirterek örnekler üzerinde durmaktadır.66 Bu örneklerde de görüldüğü üzere yazar, önce konuyu ortaya koymakta, özellikle Hanefî imamlarının67 konu ile ilgili ihtilâflarına dikkat çekmekte, görüşlerin delillerini vermekte, ihtilâfın kaynağını tespit edip farklı gibi görünen görüşleri uzlaştırmaya çalışmakta, gerektiğinde başka hukukçuları eleştirmekte ve bütün eserlerinde aynı konuyu genişleterek kendi kanaatını belirtmektedir.
Simavî'nin anılan eserdeki soru ve itirazlarına cevap teşkil etmek üzere bazı eserler kaleme alınmıştır. Nitekim Osmanlı âlimlerinden Fahreddin er-Rûmî (1460), Ferâidu'l-leâlî adlı eserini bu amaçla yazdığını belirtmektedir.68 Yine aynı maksadla Süleyman b. Ali (1518), 380 civarında cevap içeren bir eser, Zeyneddin b. Necmeddin (1553) bir ta'lîk ve Muhammed b. Ahmed (1622) tekrar ve ziyadeleri çıkararak Nûru'l-'ayn fî ıslâhı Câmi'i'l-fusûleyn adlı birer kitap yazmışlardır.69
Ahîzâde'nin (1604) Câmi'u'l-fusûleyn'e hâşiyesi vardır. Ayrıca, Kırk Emre el-Humeydî'nin Câmi'u'l-fetâvâ adlı eserinde esas aldığı,70 Molla Hüsrev'in Dürerü'l-hükkâm fî şerhi Gureri'l-ahkâm adlı eserinde referans olarak kullandığı71 eser, son dönemde Bulgaristan'da l920-l950 arasında faaliyet gösteren Medresetü'n-Nuvvâb72 müderrislerinden Yusuf Ziyâeddin el-Ezherî'nin (1961),73 usûl-i muhakemeye dair yazdığı Usûlü'l-mer'iyye fi'l-murâfaâti'ş-şer'iyye adlı (Şumnu 1937 basımlı, 199 sayfa) Osmanlıca eserinde esas aldığı başlıca kaynaklardan biridir.
Câmi'u'l-Fetâvâ
Eser; 201 varak (17 satır) olup mesâil ve fasıllar'dan meydana gelmektedir.74 Bedreddin, himmetlerin uzun metinlerden muhtasarlara kaydığını, bu sebeple kendisinin güvenilir fetva kaynaklarından önem arzeden meseleleri topladığını, Munye, Kunye, Hâniyye, Ğunye, Tuhfe, el-Fetâva'l-Bezzâziyye, el-Fetâva'l-Hâsiriyye, Câmi'u'l-fusûleyn gibi kaynaklardan ve diğer muteber şerhlerden yararlanarak bu eseri hazırladığını kaydetmektedir. Eserden bir örnek:
Bey'u'l-vefa ile ilgili bilgileri diğer eserlerinde olduğu gibi burada da aynen aktaran müellif, insanların, çoğu zaman ihtiyaç duymalarından dolayı bu çeşit hîlelerden menedilemeyeceklerini ilâve etmektedir.75
4. Molla Fenârî (1431)
Daha çok Molla Fenârî diye meşhur olan Şemseddin Muhammed b. Hamza Fenârî, Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi büyük âlim ve müctehidlerinden olup ilk Osmanlı şeyhulislâmıdır. Orhan Gâzî, I. Murad, I. Bayezid, I. Mehmed ve II. Murad gibi Osmanlı sultanlarının beşinin döneminde yaşamıştır.76
İlk tahsiline Anadolu'da başlayan Fenârî, Cemâleddin Aksarâyî (1388),77 Alâeddin Esved gibi Türk âlimlerinden ders aldı. Sadreddin Konevî'nin talebe ve halifesi olan babasından tasavvuf öğrendi. Yüksek tahsil için Mısır'a giden Fenârî, burada Babertî'den şer'î ilimleri okudu.78 Yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Mısır'dan döndü ve Yıldırım Bayezid tarafından Bursa kadılığına ve Manastır Medresesi müderrisliğine tayin edildi.79 Molla Fenârî kadılık ve müderrislik görevlerini yürütürken usûl ve furû konusunda Saferşah'dan, tasavvuf konusunda da Şeyh Hâmid-i Kayserî'den (1412) istifade etti. Bursa Manastır Medresesi'nde müderrislik yapan Fenârî'nin bilinen talebeleri Kâfiyeci (1474),80 İbn Hacer el-Askalânî (1449), Abdurrahman b. Muhammed (1454), Emir Sultan (1430), Sarı Ya'kub, Kara Ya'kub (1430) ve Molla Yegan'dır.
Molla Fenârî, Osmanlı Devleti'nde medrese kolunun reisi olduğu gibi aynı zamanda Ekberiyye, Erdebiliyye (Bistamiyye) ve Zeyniyye gibi üç tarikatın Osmanlı ülkesinde yayılmasında birinci derecede amil olmuştur.81 Fahreddin Razi kolunun Osmanlı ülkesindeki temsilcisi durumunda olan82 Fenârî'nin görüşünü, Çivizade (1547) "kîle" ifadesiyle verdiğinden imtihanda başarılı sayılmamıştır.83 Fenârî, bazı bilginler tarafından ilim ve felsefede sorgulayan bilgin olarak kabul edilir.84 Molla Fenârî'nin çocukları Muhammed Şâh,85 Yusuf Bâlî,86 Hasan Paşa, Ahî Yusuf, Halil Paşa ve Ümmügülsüm'dür.87 İki kez hacca giden Fenârî'nin, Bursa'da cami ve medresesi, Kudüs'te de medrese ile bir mescidi vardır.88
Fenârî, 834/1431'de Bursa'da vefat etti ve yaptırdığı câmiin haziresine defnedildi. Ölümüne cennetü'l-firdevs terkibi tarih düşürüldü.89
Eserleri
Fenârî, şeyhulislâmlık ve müderrislik görevlerinin yanı sıra naklî ve aklî ilimlere dair toplam yüzden fazla eser kaleme almıştır.90 En çok eser verdiği alan fıkıh ve tasavvuf olmuştur. Tasavvuf'a dair dokuz, fıkha dair de dokuzu furû, ikisi usûl ile ilgili olmak üzere onbir eseri vardır. Furû eserlerinin dördü şerh, beşi risâle, usûle dair olanların biri telif, diğeri de hâşiyedir. Molla Fenârî, Türk olmasına ve Türkçe bilmesine rağmen eserlerinin hepsini Arapça kaleme almıştır. Eserlerini şöyle sıralayabiliriz:
Hâşiye-i Dibace-i Usûl-i Pezdevî,91 Fusûlü'l-bedâyi' fî usûli'ş-şerâyi, Risâletü's-salâtiyye, Şurûtü's-salât, Risâle fî beyâni'l-meşrû'i ve gayri'l-meşrû'i mine'l-efâl fi's-salât, Mürşidü'l-musallî, Risâle fi'l-istincâ, Şerhu'l-Mukaddimeti's-salât92, Şerhu's-Sirâciyye,93 Şerhu Telhîs-i Câmi'i'l-kebîr fi'l-furû',94 Şerhu Fıkhi'l-Keydânî.95
Fusûlü'l-Bedâyi' fî Usûli'ş-Şerâyi'
Bir giriş, iki matlab ve bir sonuçtan meydana gelen eserin giriş kısmında, fıkıh usûlünün mahiyeti, faydası, mevzûu ve bu ilmin faydalandığı diğer ilim dalları, matlab kısmında ana ve tali delillerin mahiyeti, temel bilgiler, kelâmî ve mantikî bilgiler, lafzî bilgiler ve şer'î hüküm ve kısımlarına dair bilgiler ve sonuçta ictihat, fetva ve taklit ele alınmaktadır.
Eserini, "Hanefî ve Şâfiî usûlüne göre ortaya konmuş olan esas ve kaideleri bir araya toplamak"96 amacıyla yazdığını belirten ve fer'î delilleri dört aslî delile irca eden Fenârî, bunlardan sadece şer'u men kablena97 ve sahâbe kavlîni98 genişçe ele almış, diğerlerinin isimlerini saymış, ayrıca fasid deliller başlığı altında da istıshâbu'l-hâl, nefyu'l-medarik (ihticâc bilâ delil), taklid ve ilham99 gibi konulara yer vermiştir.
Hanefî mezhebine son derece bağlı olan Fenârî, bir konuda kendi mezhebi içerisindeki farklı görüşlerin yanı sıra diğer mezheplerin de değişik görüşlerini delilleriyle kaydettikten sonra kendi mezhebinin delillerinin daha kuvvetli olduğunu isbat etmeye çalışan bir hukukçudur.100
Başka fakihlerin de görüşlerine çokça yer veren Fenârî, zayıf bulduklarını "kîle"101 ile zikretmiş, tercihlerini de "ben diyorum ki (I, 26, 29), biz diyoruz ki (I, 36), bana-bize göre (I, 108, 164), mezheb (II, 46), zâhir (II, 36), hak (I, 14, 29), sahih-esah (I, 22, 82), hayırlı (I, 165), hakikat olan (I, 8, 18), tercih edilen (II, 52, 68) " gibi ifadelerle yapmıştır.102 Çalışmasında tefsir, hadis, fıkıh, fıkıh usülü, kelâm, Arap dili ve edebiyatı ve mantık gibi pek çok bilim dalına ait kaynakları kullanan müellif, özellikle fıkıh usûlünden başta Hanefî olmak üzere Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî, Mutezilî usûl kaynaklarına ve Şia, Evzâî, Sevrî ve Zahirî gibi diğer mezheplerin görüşlerine de yer vermiştir.103
Fusûl; şerh, hâşiye, ihtisar ve doktora gibi çalışmalara konu olmuştur. Bunlardan Fenârî'nin oğlu Muhammed Şâh'ın ihtisarı ve hâşiyesi, Yusuf b. İbrahim el-Hanefî'nin ihtisarı104 ve Hakkı Aydın'nın 1992'de basılan doktora çalışması zikre değer.
Risâletü's-Salâtiyye105
Akıl-baliğ olan herkesin inanç konusunda iman esasları (âmentû) ile, amel hususunda da namaz, oruç, zekât ve hac106 ile mükellef olduğunu kaydeden Fenârî, Cibrîl hadisini vererek konuya giriş yapmakta, namazın farziyetini ve farzların (aynî, kifâî) kısımlarını belirtip namazın şartlarından abdesti ele almakta ve mevzuyu abdestin farzları, sünnetleri, müstehabları, edebleri, nevâfili, mekruhları, nehiyleri (suyu fazla kullanmak gibi107) ve bozanları şeklinde bir sıra içersinde işlemektedir.
Namazın şartlarını, necasetten tahareti (elbise, mekân ve beden temizliği olmak üzere) üç sayarak sekize108 çıkaran Fenârî, namazın rükünlerinin de sekiz olduğunu, ancak bunlardan ikisinde yani kendi iradesiyle çıkma ve ta'dil-i erkânda ihtilâf bulunduğunu ifade eder.109 Fenârî bu risâlesinde cuma ve bayram namazları ile oruç, itikâf, sadaka-i fıtır ve kerâhiye gibi konulara da yer vermiştir.110
5. Musannifek (1470)
Sultan Fatih devri âlimlerinden biri olan ve Soyu Fahreddîn Râzî'ye dayanan Şeyh Ali b. Muhyiddin b. Mes'ûd, 804/1401'de Bistâm'ın Şahrûd köyünde doğdu. Ali b. Muhyiddin, küçüklüğünden beri telif ve tasnif ile meşgul olduğundan küçük yazar manasına Farsça Musannifek lâkabıyla anıldı.111
Musannifek, 1410'da öğrenimini tamamlamak için kardeşiyle birlikte Herat'a gitti ve orada edebî ilimleri Celâleddin Yusuf Evbehî'den ve Kutbuddin Amed b. Muhammed el-Herevî'den okudu. Şâfiî fıkhını Abdülazîz Ebherî'den, Hanefî fıkhını Fesîhuddîn Muhammed'den aldı. Horasan'dan Herat'a gelerek tahsilini burada tamamlayan, 1438'de Rûm'a (Anadolu) gelerek Konya'da ve Bursa Sultaniye Medresesi'nde hocalık yapan Şeyh Ali, Mahmud Paşa'nın daveti üzerine İstanbul'a gelmiş, Fatih'in takdirini kazanmış ve onun talebi üzerine, sadrazam Mahmud Paşa tarafından Bosna Kralı'na bahşedilen kapütülasyonun ilgasına dair bir fetva vermiştir.112
Musannifek, 1470'de İstanbul'da vefat etti. Kabri, Eyüp mezarlığındadır.113
Eserleri
Şeyh Ali'nin tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, nahiv ve edebiyat gibi hemen her bilim dalında 25'ten fazla Farsça114 ve Arapça eseri vardır.115 Fıkıh eserlerinin sayısı 6 olup; 2'si telif, 3'ü şerh ve 1'i de hâşiyedir. Bunlardan biri kamu hukukuna, ikisi usûle, üçü de furûa dairdir. Ona nispet edilen Istılâhât-ı fukahâ ise onun değildir. 116 Hidâye ve Vikâye117 (1435'de) şerhleri ile Telvîh (1431'de) hâşiyesi118 Herat'ta, Tuhfetü'l-mulûk, Kitâbu'l-hudûd ve'l-ahkâm ve Şerhu'l-Pezdevî119 ise İstanbul'da yazılmıştır.
Tuhfetü'l-Mulûk
Kütüphane kayıtlarında Tuhfetu's-selâtin adıyla geçen eser,120 kaynaklarda ise Nasîhatu'l-vüzerâ veya Kitâbu Tuhfeti'l-Mahmûdiyye şeklinde geçmektedir.121 Doğrusu Tuhfetü'l-mulûk'tür.122
Fatih'in veziri Mahmud Paşa'ya (1474) ithafen yazılmış olup Farsça'dır. Nasihatları içerdiği ve bir vezire ithafen yazıldığından Uzunçarşılı, esere Siyasetname demektedir.123
Vezir ve sultanlara yapılan tavsiyeleri içeren ve kamu hukuku eseri olarak değerlendirilen çalışma, 42 bab ve her bapta 4 adet olmak üzere tamamı 168 nasihattan oluşmaktadır.
Birinci bap padişahlara dair dört şey; ikinci bap ikisini bir arada tutmak mümkün olmayan dört şey; üçüncü bap dört şey için şart olan dört şey; kırkıncı bap ömrü kısaltan ve ölüm korkusu veren dört şey ve sonuncu bap iki cihan saadetini sağlayan dört şey hakkındadır. Burada birinci ve sonuncu baplarda zikredilen dört husus aktarılacaktır.
Birinci bap (Padişahlara dair dört şey): Dine riayet ve onu muhafaza, temkinli vezir, kararlılık (azmin korunması), ileri görüşlülük.
Sonuncu bap (İki cihan saadetini sağlayacak dört şey): Allah ve Resûlü'nün emirlerine itaat, ana-babanın rızası, ulemâ ve hükemâya hizmet, Allah'ın yarattıklarına şefkat.
Kitâbu'l-hudûd ve'l-ahkâm
Eserini 34 varak (37 satır) olarak 1468'de Hidâye ve Vikâye'yi şerhettikten sonra kaleme aldığını belirten Musannifek, özellikle zühd ve takva ehline yardımcı olmak için onu yazdığını ve...ona Kitâbü'l-hudûd ve'l-ahkâm adını verdiğini kaydetmekte124 ve yaşadığı dönemle ilgili gözlemlerini şöyle dile getirmektedir:
"Zamane insanlarında genel olarak şer'î ilimlerde, özellikle de fıkıhla ilgili gayretlerinin azaldığını ve dedikodunun alıp yürüdüğünü müşahede ettim. Asrın fukahasını ilmi kaybetmiş ve 'lime lime' (niçin niçin) ile meşgul olan bir topluluk olarak gördüm. Münazarada bulunduğumda da, onlarda 'lime'den başka bir şey görmedim. Hatta bunlar, kendilerini ulemadan saymakta ve birçok büyük hocayı da cahil kabul edip kendileri nefse, şehvete ve hevaya göre fetva vermektedirler. Üstelik bunlar fıkıhtan zıhar, mülk ve akit şirketleri, mufavada, inan, vücuh ve adil hükümet vs. nedir bilmeden fetva veriyorlar. Onlar, devlet başkanının kabulüyle kendilerini ulemadan sayan kişilerdir."125
Bu genel bilgilerden sonra, Kitâbu't-tahâre'den başlayan müellif, tahâretin lügat ve dini tanımlarını verdikten sonra, fukahanın tahâreti genel ve özel diye, nahivcilerin de hakiki ve mecaz şeklinde iki anlamda kullandıklarını kaydedip abdestin farzlarının Hidâye'deki rivayete göre dört, Hülâsa ve Vikâye'deki rivayete göre de beş (incisinin sakalın meshi) olduğunu belirterek, bunların vechin güzel bir tanımını yapamamalarından dolayı taaccub ettiğini ilâve etmekte ve daha geniş bilgi için Vikâye ve Hidâye şerhlerini önermektedir.126
Niyet ve meshin miktarı konusunda da kapalılık bulunduğunu vurgulayan ve Şâfiî ve Hanefî arasındaki tartışmalara yer veren müellif, abdest âyetindeki ".namaza kalktığınız zaman" ifadesinin, "namaza kalkmayı murat ettiğiniz zaman" şeklinde anlaşılması gerektiğini ve bunda ittifakın bulunduğunu söyleyerek niyetin farz olduğunu belirtmiş, buna rağmen bir kapalılığın bulunduğunu, bu sebeple de Şâfiî ve Hanefîlerce farklı görüşler serdedildiğini kaydetmiştir.127 Eserde en geniş yer verilen bahis şirketlerdir.
Sonuç olarak eserde, genel olarak ihtilâflı konular ele alınmakla beraber mukayesenin diğer mezheplerden ziyade Hanefî ve Şâfiî arasında yapıldığı görülmektedir.
Şerhu'l-Hidâye128
Eser; 148 varak (17 satır) olarak Kostantiniyye'de istinsah edilmiştir.
Musannifek, eserinin girişinde hayatını fıkıh kitaplarını mütalâaya ve şer'î fetvaları düşünmeye hasrettiğini, özellikle Hanefî mezhebinin resmî statü kazanmasını sağlayan Merğînânî'nin Hidâye'sini seçerek konularını eksiksiz anlamak için olanca gayretini ortaya koyduğunu, kalemini özellikle niza, hilâf ve taassubun vuku bulduğu yerlerde (Şâfiî ve Hanefîler arasında cereyan eden ihtilâflarda) kullanarak meseleleri delilleriyle birlikte açıkladığını belitmektedir.129 Şerîat,130 fıkıh131 ve ictihâd'ın132 tanımlarını kaydeden ve müctehidlerin musîb ve muhtî oluşlarına dair tartışmalara değinen Musannifek, hata ve savab ifadelerinin ictihadî konularda, hak ve bâtıl ifadelerinin de itikadî mevzularda kullanıldığını belirterek furû ve itikâd hakkında mezhep ve meşayihin görüşlerini şöyle özetler:
"Mezhebimiz doğrudur, hataya ihtimali vardır. Muhaliflerin mezhebi hatadır, doğruya ihtimali vardır. İtikad konusunda hak, üzerinde bulunduğumuz şeydir. Batıl, üzerinde bulunmadığımız şeydir. Herkes böyle söyler."133
6. Molla Hüsrev (1480)
Molla Hüsrev diye tanınan Muhammed b. Ferâmûz b. Ali, II.Murad ve Fatih devri âlim ve hukukçularından olup Osmanlı Devleti'nin üçüncü şeyhulislâmıdır. Sivas ile Tokat arasında Yerköy'e yakın Kargın köyünde doğdu. Bu yörede yerleşik Türkmenlerden Ersak (Varsak) kabilesindendir.134
Yüksek öğrenim dahil bütün tahsilini memleketinde yapan Hüsrev, Bursa'da Yusuf Bâlî'den (1436) ve Edirne'de Burhaneddin Haydar el-Herevî'den (1427) ders aldı. Edirne'de Şâh Melek ve Halebiye (Çelebi) medreselerinde müderrislik yaptı.135
II.Murad zamanında 1428'de kazasker olan Hüsrev, Sultan Fatih devrinde de bu göreve devam etti. İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in (1458) vefatı üzerine İstanbul kadılığına atandı. Buna ilâveten Galata, Üsküdar ve Eyüp kadılıkları ile Ayasofya müderrisliğini de yürüttü. Şeyhulislâm Fahreddin Acemî'nin 1460'da vefatı üzerine o şeyhulislâm oldu. Vefatına kadar bu vazifesini yürüten ve Fatih'ten zamanımızın Ebû Hanîfe'si diye iltifat gören, Sultan huzurunda yapılan ilmî tartışmalarda reîsu'l-ulemâ sıfatıyla oturumu yöneten Hüsrev, Fatih'in talebiyle Ali Kuşçu (1471) ile medreselerdeki ders programı hazırladı.136
Hasan Çelebi (1481), Hasan b. es-Samsûnî (1486), Yusuf b. Cüneyd (1499), Karamânî (1514), Zembilli Ali Cemâli (1525) ve Molla Manisaoğlu137 onun talebelerinden bazılarıdır. Molla Hüsrev'in Celâleddin adında bir oğlu ve Mustafa Efendi (1501) isimli bir torunu vardır.138
Molla Hüsrev, 885/1480'de İstanbul'da vefat etti. Kabri, Bursa'da Zeynîler semtinde medresesinin haziresindedir.139
Eserleri
Tefsir, kelâm, mantık ve Arap dili ve Edebiyatına dair eserleri bulunan140 Molla Hüsrev'in fıkıhla ilgili-Vasiyetnâme ile-onüç eseri vardır. Bunlardan altısı usûle, yedisi furûa dairdir. Usûl eserlerinin biri metin, üçü şerh ve ikisi hâşiye, furû eserlerinin biri metin, biri şerh, dördü risâle, diğeri de vasiyetnâmedir. Usûle dair Pezdevî ve Tavdîh şerhleri ile Risale fî beyti'l-mal adlı furû eseri günümüze ulaşmamıştır. Diğer eserleri şunlardır:
Mir'âtu'l-usûl fî şerhi Mirkâti'l-vusûl, Hâşiye 'ale't-Telvîh,141 Hâşiye 'alâ Hâşiyeti'l-Muhtasar li's-Seyyid Şerîf,142 Düreru'l-hukkâm fî şerhi Gureri'l-ahkâm, Risâle fi'l-velâ, Ecvibe 'alâ Molla Gürânî,143 Ecvibe 'alâ Es'ileti Alâeddin er-Rûmî,144 Vasiyetnâme.145
Mir'âtu'l-Usûl fî Şerhi Mirkâti'l-Usûl
Molla Hüsrev, Mirkâtu'l-vusûl ilâ 'ilmi'l-usûl adlı usûl metnine, bizzat kendisi izaha muhtaç yerlerin giderilmesi için 1446 yılında bitirdiği 146 Mir'âtu'l-usûl fî şerhi Mirkâti'l-vusûl isimli bir şerh yazarak Fatih'e takdim etmiştir.147
Mukaddimede, öncekilerin fikirlerini özetleyerek sonrakilere yardımcı olacak temel bilgileri toplayan bir mecelle yazdığını kaydeden Hüsrev, bunu zamanın hasetçi ve inatçı âlimlerinden dolayı yıllarca yastık altında sakladığını, daha sonra görüşlerini delillendirerek Mir'âtu'l-usûl fî şerhi Mirkâti'l-vusûl adlı bu şerhi yazdığını belirtmektedir. Yazar, Pezdevî'nin metodunu esas alarak iki maksad ve bir hatime'den oluşturduğu eserinin başında yararlandığı kaynakları şöyle sıralar:
"Bihâr, Dürer, Burhân, Mîzân, Takvîm, Mahsûl, Hakâik, Mustasfâ, Hâfi, İhkâm, Tenkîh, Muğnî, Tebyîn, Gâye, Keşfu'l-esrâr, Tavdîh, Menâr, Takrîr, Tahkîk, 'İnâye, Hidâye, Kenz, Kifâye, Bidâye, Nihâye, Vikâye."
Birinci marsad'in "deliller" bölümünde "Kitab" başlığı altında âyetin üzerinde duran müellif, metinde, Kitâb'ı; "mana üzerine delâlet eden nazmın ismidir" şeklinde tarif etmekte, şerhte ise ayrıntıya inerek tanımla ilgili tartışmalara değinmektedir. Mesela, Ebû Hanîfe'nin Kitâb'ı "Kur'ân, hassaten mana için bir isimdir" tarzında tanımından ve namazda Farsça kıraatın caiz olacağı görüşünden kaynaklanan vehmi gidermek için çoğu fakihlerin "Kur'ân, nazım ve manaya birlikte şamil olan bir isimdir" tanımını benimsediklerini ifade etmektedir. Ancak bu tutumu olumlu bulmayan Hüsrev, onun sözünün namazda Kur'ân okumanın farz olduğu gerçeğinden, farz olmadığı sonucuna götürdüğü tarzındaki bir düşüncenin, Ebû Hanîfe'nin asıl gayesine uygun düşmediğini belirtip şöyle açıklar:
"Onların, Ebû Hanîfe'nin sözünün namazda Kur'ân okumayı bütünüyle kaldıracağı şeklindeki korkularını kabul etmeyiz. Çünkü onun sözü Farsça kıraata yöneliktir. Daha doğrusu o, manaya ilişkindir. Ebû Hanîfe, 'Allah'ın Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyunuz (el-Müzzemmil, 73/20) âyetini, kendine göre delil kabul ederek lâfza değil de, manaya riayetin vücûbuna hamletmiştir. Bununla birlikte Pevdevî onun, İmameyn'in görüşüne döndüğünü Nûh b. Meryem'den naklettikten sonra, bunu en sahih görüş diye nitelendirmiştir". 148
Eserinin hâtime bölümünde de, ictihad konusuna yer verip müctehidin muhtî ve musîb durumuna işaret eden149 Hüsrev, Peygamberimizin ictihadı konusunda ihtilâflar bulunduğunu, vahiy geciktiğinde ictihatta hata ihtimali bulunmakla beraber onun ictihat ettiğini, hata yaptığında vahiy ile düzeltildiğini, yapılan ictihatlarda vahyî müdahele söz konusu değilse, o ictihadın isabetli olduğunu ifade etmektedir.150
Molla Hüsrev, metni açıklarken ya normal ya da "ya'nî (s. 5), ey (s. 5) e'nî" (s. 19) tarzında ifadeler kullanmakta, şerhte yer verdiği uzun tartışmaların sonunda "hâzâ yecib (s. 11) telhîsu'l-makâm (s. 16), telhîsu'l-cevâb (s. 18), cevâbu ennehû" (s. 31) gibi ifalerle değerlendirmesini yapmakta, "fein kîle-kulnâ, ücîbu" (s. 10, 18, 19, 367) tarzında muhtemel sorulara cevaplar vermekte, "leyse kezâlik (s.15), lâ yehfâ fesâdüh (s. 19), lâ nüsellimu (s. 20), hüve bâtıl" (s. 368) tarzında görüşleri reddetmekte ve "efsah (s. 18), muhtâr (s. 19), huve'l-esah" (s. 20) tarzında da tercihlerde bulunmaktadır.
Bütün bu bilgilerin ışığında Mir'ât'ın da Mirkât gibi, telif eser niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira Mir'ât'ta farklı görüşler ve bu görüşlerin sahipleri zikredilmekte, görüşlerin dayandığı deliller verilmekte, daha çok Şâfiî olmak üzere diğer mezheplere yer verilmekte, bazı görüşlerin tenkidi yapılmakta ve tercihlerde bulunulmaktadır. Bu yüzden Mir'ât'ın özgün bir çalışma olduğunu söylemek kanaatimizce yanlış olmayacaktır.
Mirkât ve Mir'ât, gerek istinsah, gerek basım ve gerekse başka çalışmalara konu olma bakımından birinci sırada yer almış ve üzerinde hâşiye, ta'lîk, tercüme ve yüksek lisans gibi birçok çalışma yapılmıştır. 151 Bunların içinde Süleyman Efendi el-İzmirî'nin (1690) iki ciltlik haşiyesi, Şakir Ahmed Efendi'nin (1912) ta'lîkı, Büyük Haydar Efendi (1904) ve Sava Paşa'nın tercümeleri, Yusuf Ziyâuddin el-Ezherî'nin ed-Düreru'l-muntekâh fî şerhi'l-Mirkât adlı şerhi (1940 Sofya-Bulgaria basımlı, 152 sayfa) ve Hasan Özket'in Molla Hüsrev ve Mir'âtu'l-Usûl Adlı Eserinin Kaynakları isimli (Erzurum 1992, basılmamış) yüksek lisans tezi zikredilmeye değer. Özellikle Şava Paşa, Batı'da İslâm Hukukunun tanıtılması için yazdığı Etude Sur La The orıe Du Droit Musulman adlı eserinde Mir'âtü'l-usûl'ü hülâsa ettiğini ifade etmektedir. 152
Düreru'l-Hukkâm fî Şerhi Gureri'l-Ahkâm
Hanefî fıkhını esas alan153 ve kısaca Dürer diye bilinen154 eser, bütün Osmanlı medreselerinde şerh ve hâşiyeleriyle birlikte ders kitabı olarak okutulmuş,155 Osmanlı mahkemelerinde en çok müracaat edilen bir kaynak olmuş ve çoğu hukuk dallarında Osmanlı Devleti'nin resmî hukuk kodu olarak görülmüştür.156 Molla Hüsrev, şerhe 1472'de başladığını ve 1478'de 6 yıllık bir emekle bitirdiğini belirtmektedir.157
Eserin mukaddimesinde, fıkıh ilminin önemi üzerinde duran ve mezheb büyüklerinin bu ilmin erkânını belirtmek için bütün gücünü harcadığını, bununla beraber bugünkü hadiselerin onlardan farklı olduğunu vurgulayan Hüsrev, nassların zahirinin onları çözmeye yetmediğini, bu itibarla onları halletmeye yetecek bir yol gerektiğini, kadim ulemanın -özellikle İmam Azam'ın- müşkilleri açıkladığını ve pek çok müctehidin onun mezhebine tabi olduğunu belirtmektedir. İstemediği halde kendisine kadılık verildiğini kaydeden Hüsrev, bunun faydadan hâli olmadığını, meselelerin hükümlerini tetebbuya ve kendisini bunları kapsayan bir metin yazmaya sevkettiğini söylemektedir. Nihayet Allah'ın onu bu görevden ve taun hastalığından kurtardığını zikreden Hüsrev, bu iki nimete şükür amacıyla Gurer'i, Düreru'l-hukkâm fî şerhi Gureri'l-ahkâm adıyla şerhettiğini kaydetmektedir.158
Metinde, "Cuma namazının şehirin her hangi bir yerinde kılmanın caiz olduğunu" kaydeden yazar, şerhde "bunun Ebû Hanîfe ile Muhammed'in görüşü olduğunu" belirttikten sonra şu şekilde izaha devam eder:
"Sahih olan görüş budur. Çünkü büyük bir şehrin bir yerinde, insanları bir araya getirmekte sıkıntı (harac) söz konusudur ki bu da giderilmiştir."159
Molla Hüsrev metin ifadesini parantez içinde kısa ya da uzun bir şekilde naklettikten sonra şerhe geçerek metindeki ifadeleri izah etmekte, görüşlerin kimlere ait olduğunu zikretmekte, konuları daha çok Hanefî mezhebi içinde özellikle ilk dört imam arasında tartışmakta, delillerini vermekte ve bunların arasından birini, özellikle Ebû Hanîfe'yi (Muhammed ile beraber ise öncelikle) tercih etmekte,160 başka mezheplere karşı mezhep görüşünü savunmakta, deliller serdederken önce naklî, sonra aklî delillere yer vermekte, diğer mezheplere fazla yer vermemekte, verdiği zamanda da genel olarak "hilâfen li'ş-Şâfiî, 'inde'ş-Şâfiî" şeklinde mukayese sadedinde temas etmektedir. Tercihlerinde genel olarak örf-âdet, zaman, sosyal şartlar, harac, ruhsat ve teâmülü (II, 297) gibi esasları dikkate alan müellif, eserinde yüze yakın kaynağa müracaat etmiştir.161
Dürer, üzerinde şerh, haşiye, talîk vb. çalışmalar yapıldığı gibi nazma da çevrilmiştir. Bunlardan İsmail en-Nablûsî'nin (1651) şerhi, Muhammed el-Vânî'nin (1591) hâşiyesi, İbn Kemâl Paşa'nın (1533) talîkı, Ahmed el-Halebî'nin (1594) manzum çevirisi,162 Kadı Süleyman el-Ankaravî'nin (1633) tercümesi163 ve nihayet Mehmet Şener'in Dürer'in Kaynakları adlı eseri164 zikredilmeğe değer.
Risâle Fi'l-Velâ
Dürer'den önce kaleme alınan risâle; 17b-19b varak (21 satır), mukaddime, maksad, fasıl ve teznîb'den meydana gelmektedir.165 Molla Hüsrev risâleyi yazma amacını, cumhur ve icmâ anlayışını ve eski ulemaya bakışını şöyle ortaya koyar:
"Bu memleketin melikleri; -selefleri gibi- kâfir, fâcir, şaki ve inatçılarla cihat edip diğer ülkelerin yöneticilerinden bu farızanın düşmesini sağlamışlardır....Savaş; esir alma, köleleştirme ve bunun sonucu olarak da velâ gibi problemlerle onları karşı karşıya getirdi....Meşhur kaynaklarda bu konu (velâ) ele alınmakla birlikte, diğer mevzular gibi tafsılatlı değildir. Özellikle hür (asil) ve atîk (azad edilen köle) den doğan çocuk meselesi. Bu, günümüzde çok vuku bulan bir olay haline gelmiştir. Buna rağmen azı hariç, diğerleri konunun hakkını veremedi. Bunların çocukları da gerçeği göremedi. Çünkü onlar hep baba tarafına baktılar. Onu dikkate aldılar. Anne tarafını ise ihmalden dolayı meydana gelecek zararın farkına varamadılar. İtâk'ın sübûtunda şehadeti ve semâyı kâfi gördüler. Bunu, cumhura, daha doğrusu icmâa muhalefet olur düşüncesiyle terketmediler. Kaldı ki, büyük âlimlerin umumi menfaatı dikkate alarak kanaatlerini ortaya koydukları bir gerçektir."
Molla Hüsrev'in, içinde bulunduğu zaman ve şartları dikkate alarak eski hukukçuların görüşlerine aykırı olarak yazdığı risâlesi, onun kölelik konusundaki ictihadı sayılır. Bu yüzden Hızır Şâh Menteşevî ve Molla Gürânî gibi çağdaşı bazı âlimlerin hücumuna uğramış ve karşılıklı reddiye yazmalarına neden olmuştur.166
Sonuç ve Değerlendirme
Bu araştırmada, altı fakih ve bunların eserleri üzerinde durulmuştur. Fakihlerden ikisi bütün tahsilini Anadolu'da, üçü ilk tahsilini Anadolu'da, yüksek tahsilini yurt dışında Suriye, Mısır ve İran gibi ülkelerde tamamlamış, biri de kendi memleketi olan Horasan ve Herat'ta tamamlayarak Anadolu'ya gelmiştir. Osmanlı'da güzel bir mozaik oluşturmuş olan bu fakihler başta müderrislik olmak üzere kadılık, müftülük ve şeyhulislamlık gibi çeşitli görevler almışlardır. İlme önem verip âlimleri himaye eden Osmanlı yöneticileri, birçok konuda onların verdikleri fetvalar doğrultusunda hareket etmişlerse de, siyasî konulara girmelerine sıcak bakmamışlar; hatta Şeyh Bedreddin örneğinde olduğu gibi onları cezalandırma yoluna da gitmişlerdir.
Anılan fakihler usul (12), furû (17), ilmihal (8), kamu hukuku (1), feraiz (1) ve fetva (1) ile ilgili olarak telif/metin (12), şerh (15), haşiye (4), risale (7) ve reddiye (2) türünde toplam 40 eser kaleme almışlardır. Bu rakam, yaklaşık iki asırlık zaman diliminde 105 fakih tarafından kaleme alınan 150 eserin167 neredeyse 1/3'üne tekabül etmektedir. Bu durum, söz konusu hukukçuların Osmanlı'nın ilk dönemindeki etkisini göstermektedir. İncelemede kırk eserden on yedisi üzerinde durulmuştur. Eserlerin çoğu yazma ve Arapça olup sadece biri Farsça, ikisi de Türkçedir.168 Farsça olan eser kamu hukukuna dair, Türkçe eserlerden biri ilmihal, diğeri de vasiyetnamedir. İlmihaller İznikî ile Fenârî'ye ait olup, her iki âlim de mutasavvıftır. Böylece Osmanlı'nın ilk yıllarında hem ilmihal geleneği başlamış, fıkıh ile tasavvuf mezcedilmiş ve hem de bu, sonraki dönemler için iyi bir başlangıç olmuştur.169 Eserlerin büyük bir kısmını şerh ve haşiyeler oluşturmaktadır.
Usul şerh ve haşiyeleri Pezdevî ve Telvîh üzerine, furû şerh ve haşiyeleri ise Hidâye ve Vikâye üzerine yazılmıştır. Şerh ve haşiyelere konu olan ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak da okutulan bu eserler,170 ilk dönem Osmanlı hukuk düşüncesini etkileyen/besleyen başlıca kaynaklardır.171Ancak daha sonraki dönemlerde onların yerini Molla Hüsrev'in eserleri almış ve bunlar, Balkanlar dahil olmak üzere tüm Osmanlı medreselerinde okutulmuştur.172
Bu dönem telifler/metinlerde, Hanefî mezhebinde benimsenmiş görüşler esas alınmış ve görüşlerin delilleri verilmiştir. 173 Diğer mezheplere ise daha ziyade ihtilâflı konularda yer verilmiş, ancak bunlara ait görüşlerin nadiren delilleri zikredilmiştir. Telifler içinde bütünüyle mezhep savunmasına hasredilenler olduğu gibi, Hanefî ve Şâfiî mezhebi esas alınarak yazılanlar da bulunmaktadır.174 Genel olarak "talebeye yardımcı olmak"175 amacıyla yazılan şerhlerin bir kısmı telif niteliğindedir. Zira bunlarda, kelime tahlillerinin yanı sıra prensipler ve kaideler verilmekte, aklî ve naklî delillere müracaat edilmekte, örf-âdet, bölge/zaman farkı, sıkıntı (belvâ), harac ve ihtiyaç gibi faktörler göz önünde bulundurularak tercihler yapılmaktadır. Hatta Alâeddin Esved ile Molla Hüsrev'in şerhleri, içerikleri bakımından metinlerden daha ileri seviyede eserlerdir. Şerh ve hâşiyelerin, daha önce yazılmış orijinal eserlerin unutulmasına sebep olduğu söylenebilirse de, esasen anlaşılması zor olan pek çok kıymetli eserin, şerh ve hâşiyeler vasıtasıyla hem anlaşılması, hem de sonraki nesillere ulaştırılması sağlanmıştır denilebilir.
Hanefî mezhebine mensup bu fakihlerce yazılan eserlerde mezheb imamlarının görüşleri savunulmuş, delilleri zikredilmiş veya görüşlerin dayandığı illet ve hikmetler tespit edilmeye çalışılmış; bunlara uymayan görüşlere cephe alınmıştıır. Nitekim Alâeddin Esved, "mezhebimize muhalefet eden yanılmıştır"176 demekte; Molla Fenârî de, eserini, Hanefî âlimlerinin görüşlerini daha iyi açıklamak,177 Hanefî ve Şâfiî usûlüne göre ortaya konmuş olan esas ve kaideleri bir araya toplamak için yazdığını178 belirtmektedir.
Fakihler, kaleme aldıkları bütün eserlerde ve yaptıkları tercihlerde, başta Ebû Hanîfe olmak üzere mezhebin dört imamına öncelik vermişler, aynı mezhebi benimsemiş olan diğer fakihlere itirazlarda bulunmuşlardır. Nitekim Molla Fenârî, Kerhî'nin (340/951), "âmm bir lâfız, tahsis edildikten sonra, artık mutlak surette kesin delil olamaz" görüşünü reddetmiş;179 Alâeddin Esved, tahâretin vacip oluş sebebinin bazı Hanefîlere göre hades olduğunu belirttikten sonra bunu fasit kabul etmiş;180 velâ konusunda yeni görüşler serdeden Molla Hüsrev ise, Hızır Şâh Menteşevî ile Molla Gürânî tarafından eleştirilmiştir.
Mezhep görüşüne ve Ehl-i sünnet düşüncesine bağlı olduklarından bu âlimlerin eserlerine müracaat etmek hususunda özel ihtimam gösteren fakihler, yeni fikir ve ictihatlarla yeni hükümler ortaya koyan hukukçulara fazla temâyül etmemişler; bu yüzden, müşahede edildiği kadarıyla kendi çağdaşları sayılan İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyım gibi bilginlerin isim ve eserlerine pek yer vermemişlerdir. Bu durum, Osmanlı fakihlerinin yeni düşüncelere açık bulunmadıklarını ve felsefeyi dışladıklarını göstermektedir. Nitekim Musannifek, Pezdevî'nin felsefeye dalmadığını belirtmekte ve bunu bir övünç vesilesi saymaktadır. 181
Araştırma konusu fakihler, fıkha dair kaleme aldıkları risâle ve ilmihâllere varıncaya kadar hemen bütün eserlerinde ihtilâflı konularda bilgi verirken kendi mezheplerini savunmak amacıyla hilâfiyâta yer vermişlerdir. Meselâ Molla Fenârî, eserinde Hanefî ve Şâfiî usûlüne göre ortaya konmuş esasları topladığını182 ifade ederek hem mezhep içi ihtilâflara yer verip tercihlerde bulunmakta, hem de diğer mezheplerin görüşlerine yer verip delillerini de kaydettikten sonra Hanefî mezhebinin delillerinin daha kuvvetli olduğunu ispata çalışmaktadır.183 Diğer fakihler de,184 eserlerinde hem diğer fıkhî mezheplere hem de itikâdî mezheplere yer vermişlerdir. Nitekim ilk devir ilmihâl yazarlarından İznikî, itikadî mezheplere şu ifadeleriyle temas eder:
"Ehl-i sünnet mezhebinin gereklisini tafsil ederiz. Ta kim, âlimlerin itikadları onun üzerine olup hatadan saklana. Zira fukahanın ekserisi bunun üzerinedir. Cebrî, Kaderî, Mu'tezilî'ler kâfir oldular..." 185
Osmanlı âlimlerinin büyük bir kısmı ictihada olumlu bakmadığından, adı geçen fakihler ictihadın gerekli olduğunu açık bir şekilde değil, dolaylı olarak ifade etmeye çalışmışlardır. Mesela Bedreddin Simâvî, bazı âlimlerin taklidin elinde esir olduklarını;186 Molla Hüsrev ise, Hanefî büyüklerinin prensipler koyduğunu, ancak gelişen hâdiselerin bunların dışında kaldığını, yeni problemlerin çözümü için bir yol gerektiğini187 ve büyük âlimlerin umûmi menfaatı dikkate alarak görüşlerini ortaya koyduklarını belirterek ictihat ve taklit konusundaki kanaatlerini dile getirmişlerdir. 188 Onların taklit ve avamın mezhebi konusundaki ortak kanaatleri şöyle özetlenebilir:
Taklit caizdir. Ümmetin ihtilâfı rahmettir. Âlimlerin farklı görüşleri bulunmaktadır. Avam bunlardan birinin görüşüyle amel etmek zorundadır. Ancak her konuda aynı mezhep veya âlimi taklit etmek zorunda değildir. Bu hususta aslolan, başka meselelerde diğer mezhep veya müctehidlerin de taklit edilebilmesidir.189
Açık bir şekilde ictihada cesaret edemeyen fakihler, örtülü ictihad diye ifade edebileceğimiz tercihlere ve yeni görüşlere yer vermişlerdir. Tercihler, genel olarak mezhep içinde ve ilk Hanefî imamlarından birinin kanaatının seçilmesi şeklindedir. Özellikle Bedreddin Simâvî, Musannifek ve Molla Hüsrev gibi fakihlerin çalışmalarında tercihlere daha çok rastlanmaktadır. Ancak bu yüzden Simâvî ve Molla Hüsrev şiddetli eleştiri almışlardır.190
Simâvî, Letâifu'1-işârât adlı eserinde esas aldığı kaynaklarda bulunmayan bilgileri tekmile, müteferrika ve şettâ gibi başlıklar altında zikrettiğini; ayrıca görüşlerin esah ve akvâ olanlarına işaret ettiğini191 ve "ekûlü" ifadesiyle verdiği bilgi ve yaptığı tercihlerin kendisine ait olduğunu kaydetmektedir.192 Nitekim bey' bi'1-vefâ'yı, ribâ hîlesi şeklinde örfleştirilen bir uygulama olarak kabul eden Simâvî, buna rağmen insanların, ihtiyaca binaen bu muameleyi alışkanlık haline getirmelerinden dolayı menedilmeyeceğini ifade etmekte;193 Musannifek abdestte niyetin farz olduğu yönünde,194 Molla Hüsrev de velâ konusunda tercihte bulunmaktadır.
Tercihlerinde daha ziyade zaman, örf-âdet, sosyal şartlar, zorluğun kaldırılması ve kolaylığın sağlanması, ruhsatın gerçekleşmesi, umûmi menfaat ve teâmül gibi faktörleri dikkate alan fakihler, tercihlerini evlâ, esah, sahîh, zâhir, bihî yüftâ, ihtiyâten, 'indî, 'aleyhi'l-fetvâ, 'aleyhi'l-i'timad gibi ifadelerle; tenkitlerini de hatâ, bâtıl, fâsid, leyse bi savâb, muhâlif li'l-Kur'ân gibi ifadelerle yapmışlardır.
Sonuç olarak; diğer mezheplerden tercihlerin yapılması, Hanefî fakihlerinin görüşlerine itiraz edilmesi, zaman zaman tamamen yeni görüşlerin ortaya konulması, ictihada sıcak bakılmadığı halde avamın diğer mezheplerin görüşleriyle de gerektiğinde amel edebilecekleri hususuna olumlu bakılması, bu dönemde en azından katı bir taassubun olmadığının kanıtı sayılır. Bütün bu bilgiler ışığında araştırmamıza konu olan klâsik dönem, zaman dilimi itibariyle fıkhın duraklama devri içinde yer almakla birlikte, İslâm hukuk tarihçilerinin bu devirle ilgili kaydettikleri özelliklerin tamamını taşımadığı belirtilmelidir.195
1 Şakâik, s. 9-10; Mecdî, s. 29-30; NMPş., s. 110; Keşf, II, 1749; Kefevî, Ketâib, vr. 121.
2 Âşıkpaşazâde, s. 42, 47.
3 Şakâik, s. 10; Uzunçarşılı, Vezir Ailesi, s. 5.
4 OM, I, 351.
5 Nuruosmaniye Ktp., nr. 1334 (nesih, müst. Muhammed b. Necib el-Karahisârî, ist. tarihi 769/1367).
6 Esved, Künûz, vr. 1b.
7 A.g.e., vr. 3a.
8 A.g.e., ay.
9 A.g.e., vr. 3b.
10 A.g.e., vr. 4a.
11 A.g.e, vr. 4b.
12 A.g.e., vr. 5a vd.
13 A.g.e., vr. 7b.
14 bk. Karahisârî, Manzûme, vr. 13a.
15 Esved, a.g.e., 9b.
16 A.g.e., vr. 106a.
17 A.g.e., vr. 130.
18 A.g.e., vr. 251 vd.
19 A.g.e., vr. 284 vd.
20 A.g.e., vr. 296 vd.
21 Sülm. Ktp., Fatih, nr. 1383, 1384 (talîk, müst. Muhammed b. Halil, istinsah tarihi 841/1437).
22 Keşf, II, s. 2021; Bilmen, a.g.e., I, 342.
23 bk. Bilge, a.g.e., s. 49.
24 Şakâik, s. 9.
25 Esved, Inâye, I, 2b.
26 Şakâik, s. 34; Mecdî, s. 58; Keşf, I, 547; Kefevî, Ketâib, vr. 129; Bağdâdî, I, 184; Bilge, a.g.e., s. 70.
27 Şakâik, s. 34, Mecdî, s. 59.
28 Hadis, kelâm ve tasavvuf eserleri için bk. Sülm. Ktp., Fatih, nr. 1125; Hacı Mahmd Ef., nr. 4223/2, 3, 6.
29 Mecdî, 58; OM, I, 144. Oğlunun vefat tarihini (885/1480) babasına nisbet edenler vardır (Bilge, s. 70).
30 Öksüz, Yusuf Ziya, "Kutbuddin İznikî", AÜİFD, M. Tayyib Okiç Armağanı, s. 225.
31 Şakâik, s. 34; Mecdî, s. 58; OM, I, 144; GAL, II, 225; Öksüz, a.g.m, s. 228-242; Cici, a.g.e., s. 89.
32 Sülm. Ktp., Fatih, nr. 1927 (nesih).
33 Şakâik, s. 34.
34 Mecdî, s. 58.
35 Semerkandî'nin hayatı için bk. Leknevî, s. 220; Bilmen, a.g.e., I, 357.
36 Serkîs, I, 1045.
37 İznikî, Mukaddime, vr. 2a.
38 A.g.e., vr. 2b.
39 A.g.e., vr. 3a.
40 A.g.e., vr. 3b.
41 A.g.e., vr. 3a.
43 A.g.e., vr. 3b.
44 A.g.e., vr. 15b.
45 A.g.e., vr. 34a.
46 A.g.e., vr. 39b.
47 Sülm. Ktp., Lâleli, nr. 930 (nesih, müst. Yahya b. Ahmed, ist. tarh. 1092/1681). Kitap, Bedir Yayınevi tarafından İstanbul'da 1991'de yeni harflerle basılmıştır.
48 İznikî, Mürşid, vr. 1a.
49 A.g.e., vr. 1b-2a.
50 Bedreddin, Letâîf, vr. 1a.
51 Bedreddin'in babasının mesleği ile ilgili farklı bilgiler için bk. Gökyay, Orhan Şaik, "Şeyh Bedreddin'in Babası Kadı mı? ", Tarih ve Toplum, sy. 2, 1984, s. 16.
52 Şakâik, s. 50; Mecdî, s. 71; Sadeddin, II, 421; Leknevî, s. 127; OM, I, 39; Bilmen, Kamus, I, 406; Yaltkaya, Şeyh Bedreddin, s. 52; a. mlf., "Bedreddin Simâvî", İA, II, 444 vd; Uzunçarşılı, OT, I, 360-367; GAL, II, 291, 573; Suppl., II, 314; Kissling, H. J., "Bedr al-Din b. Kadı Simawna", EI, I, 869; Zirikli, VIII, 40; Karaman, Hukuk Tarihi, s. 160; Kaygusuz, N., Şeyh Bedreddin, s. 33; Gölpınarlı, A., Simavna Kadısı Oğlu, s. 40.
53 Şakâik, s. 50; Mecdî, s. 71; OM, I, 39; Dindar, B., "Bedreddin Simâvî", DİA, V, 332.
54 Rivayete göre Bedreddin, kendisi de bu fetvayı onaylamıştır. bk. Uzunçarşılı, OT, I, 365. İdamın hukuki yönü ve tahlili için bk. Mumcu, A., Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, s. 125-126.
55 Uzunçarşılı, OT, I, 365; Vefatı Şakâik'te (s. 51) 818/1415, Mecdî'de (s. 73) 820/1417 olarak verilmektedir.
56 bk. Mecdî (tezyîl), s. 73.
57 bk. Yediyıldız, B., "Tarih Kaynağı Olarak İbn Kemal", Şeyhulislâm İbn Kemal Sempozyumu, s. 69.
58 Tefsiri ile ilgili bilgi için bk. Demir, Z., Osmanlı Müfessirleri, s. 166 vd.
59 Şeyh Bedreddin'in tasavvufî görüşü ve faaliyetleri için bk. Yaltkaya, "Bedreddin Simâvî", İA, II, 445 vd; Dindar, a.g.m., DİA, V, 333 vd.
60 Sülm. Ktp., Yeni Cami, nr. 540 (nesih, istinsah trh. 825/1422).
61 Bedreddin, Teshîl, vr. 1a-b, 65a-b. Eserin tanıtımı için bk. Cici, a.g.e., s. 104-106.
62 Sülm. Ktp., Rşd, nr. 213 (ta'lîk, müst. Sinan Bekir b. Abdillah, ist. tarihi 846/1442).
63 Keşf, I, 566.
64 bk. Bedreddin, Câmi', I, 234.
65 bk. Bedreddin, Teshîl, vr. 65a vd.
66 Bedreddin, Câmi', II, 7, 9 vd.; Bedreddin, Teshîl, vr. 65a.
67 Ebû Hanîfe "H", Ebû Yûsuf "S", Muhammed "M", Ebû Yûsuf ve Muhammed "SM" rumuzlarıyla, Züfer ise bizzat ismiyle verilmektedir.
68 bk. Fahreddin Rûmî, Ferâid, (mukaddime).
69 bk. Keşf, I, 566-567.
70 Bedreddin, Câmi', I, 565.
71 Mukayese için Mehmet Şener'in, Dürer'in Kaynakları (s. 83) adlı eserine bakılabilir.
72 Keskioğlu, Osman, Bulgaristan'da Türkler, s. 84, İst. 1985.
73 Hayatı için bk. Haşim Ertürk-Rasim Eminoğlu, Bulgaristan'da Türk-İslâm Eğitim ve Kültür Müesseleri ve Medresetü'n-Nüvvab, Editör: Ekmeleddin İhsanoğlu, İst. 1993.
74 Sülm. Ktp., Hekimoğlu, nr. 400, talîk. Mesl. Kitâbu't-tahâre, 1 mesâil, 7 fasıl; Kitâbu's-salât, 22 fasıldır.
75 Bedreddin, Fetâvâ, vr. 81a-b.
76 Şakâik, s. 22; Mecdî, s. 47; NMPş., s. 124; Şevkânî, II, 266; Leknevî, 166-168; OM, I, 390392; Salname, s. 322; Serkîs, II, 1460; GAL, II, 303-304; Suppl., II, 328-329; Ziriklî, VI, 342; Davha, s. 3; Danışmend, OTK, I, 141, 433; Adıvar, a.g.e., s. 17 vd.; Uzunçarşılı, İlmiye, s. 229; a. mlf., OT, I, 397; Altunsu, Abdulkadir, Osmanlı Şeyhulislâmları, s. 1.
77 Hayatı ve eseri hakkında bilgi için bk. Cici, a.g.e., s. 65-69.
78 Leknevî, s. 127; Davha, s. 4; OM, I, 350.
79 Şakâik, s. 23; Salname, s. 322; Davha, s. 4.
80 Hayatı için bk. Cici, a.g.e., s. 185-191.
81 OM, I, 390.
82 Uzunçarşılı, İlmiye, s. 76.
83 Şakâik, s. 64.
84 bk. Adıvar, a.g.e., s. 17.
85 Geniş bilgi için bk. Cici, a.g.e., s. 123.
86 Hayatı için bk. Şakâik, s. 33; Mevzûatü'l-ulûm, I, 574; Leknevî, s. 231; OM, I, 392.
87 bk. OM, I, 392; SO, III, 159.
88 bk. Bilge, a.g.e., s. 30 vd.
89 OM, I, 390.
90 OM, I, 390; Eserleri hakkında geniş bilgi için bk. Aydın, a.g.e., s. 68-82.
91 Keşf, I, 113; OM, I, 391.
92 İ. Ü. Merkez Ktp., Arapça, nr. 6829 (nesih, 54 varak). Eserin ilk beş varağında farz, vacib, sünnet, müstehab gibi hükümler ele alınmakta, 5-54 arasında da bu sayılan hükümler; farzlar (5b), vacipler (13a), mekruhlar (39a), haramlar ve namazı bazanlar (52b) şeklinde beş baba ayrılmaktadır.
93 Sülm. Ktp., Giresun, nr. 117 (105 varak, 19 satır, Arap neshi). Eser; Sirâcuddîn es-Secâvendî'nin (ö. 596/1200 yıllar) el-Ferâîz adlı eserine yazılan şerhlerin en güzellerinden biri ve en meşhuru olarak kabul edilmiştir.
94 Sülm. Ktp., Cârullah, nr. 656 (76 varak, 35 satır, talîk). Eser, Kemâleddin Muhammed b. Ubbad el-Hanefî'nin (652/1254) Telhîsu Câmi'i'l-kebîr adlı eseri üzerine yazılmıştır.
95 VSülm. Ktp., Darûlmesnevi, nr. 512/22 (182-192 varak, 17 satır, nesih). Eser, Lutfullah en-Nesefî el-Keydânî'nin (750/1343) eserine yazılmıştır.
96 Fusûl, I, 2.
97 Fusûl, II, 382.
98 A.g.e., II, 384.
99 A.g.e., II, 388-391.
100 A.g.e., s. 124.
101 Fusûl, I, 24.
102 bk. Aydın, a.g.e., s. 125 vd.
103 Geniş bilgi için bk. Aydın, a.g.e., s. 83-97.
104 Suppl., II, 328.
105 Sülm. Ktp., İzmir, nr. 832/2 (7 varak, talîk).
106 Fenârî, Risâle, vr. 29b.
107 A.g.e, vr. 30a-31b.
108 A.g.e., vr. 34b.
109 A.g.e. vr. 35a.
110 A.g.e., vr. 41b.
111 Şakâik, s. 163; Mecdî, s. 185; NMPş., s. 147; Uzunçarşılı, OT, II, 82.
112 Sadeddin, I, 496; Herzfeld, a.g.m., İA, II, 650.
113 Şakâik, s. 165; Mecdî, s. 186. Vefat tarihi 871/1466 olarak da gösterilmektedir. bk. Keşf, I, 497.
114 858/1454'den sonra Farsça eser yazmıyacağını belirten Musannifek, Fatih'in teklifi üzerine Mülteka'l-bahreyn isimli tefsirini 1469'da Edirne'de Sultan Fatih'e ithafen Farsça kaleme almış, fakat memur mazurdur diyerek gerekçeyi zikretmeyi ihmal etmemiştir (bk. Şakâik, s. 164; Mecdî, s. 186).
115 Eserler için bk. Keşf, I, 113; Kehhâle, VII, 192; GAL, II, 234; Suppl., II, 329.
116 Kasım el-Konevî'nin (1570) Enîsu'l-fukahâ adlı eserinin tahkikini yapan Ahmed b. Abdurrazzak el-Kubeysî, Konevî'ye ait bu eserin yanlışlıkla Musnannifek'e nisbet edildiğini belirtmektedir. bk. Kasım el-Konevî (1570), Enîsü'l-fukahâ (th