Klasik Dönem Osmanlı Külliyelerinde Personel Sistemi / Yrd. Doç. Dr. Salih Pay
Dâmi merkez olmak üzere, onun içinde veya etrafında ibadet, eğitim-öğretim, tedavi, barınma, ticaret gibi birçok fonksiyonu karşılamak üzere kurulan müesseselere külliye denilmektedir.1 Külliyeler câmi, medrese, mektep, kütüphâne, muvakkıthâne, türbe, dâruşşifâ, imâret, tabhâne (misafirhâne), çarşı, han, hamam, çeşme ve tuvalet gibi yapıların bir veya birkaçının bir araya gelmesinden oluşmuştur.2 Kısaca, külliyeyi çeşitli fonksiyonları olan birkaç eserden meydana gelen bir mimarî kompozisyon olarak da tanımlamak mümkündür.3 Hilmi Ziya Ülken, kurşun veya mum dökümhâneleri ile su bentlerini de külliye kavramı içinde değerlendirmiştir.4 Gerek hayır eserleri ve gerekse gelir getiren müesseseleriyle birlikte ele alındığında, külliyelerin ne sadece hizmet üretilen, ne de gelir getiren binalardan oluştuğu söylenebilir. Külliye; gelir kaynaklarını temsil ettiği kadar, hizmet üretilen ve bu hizmetin sunulduğu kişiler itibariyle, toplumun çeşitli kesimleriyle farklı derecelerde ilişkileri bulunan müessesedir.
Külliyelerin en gelişmiş şekilleri Osmanlıların Yükselme Devrinde yapılmış olanlarıdır.5 Planlanmış bir kompozisyon, kısmen Bursa Yıldırım Külliyesi ile ortaya çıkmıştır. Bursa'daki Yeşil Külliyesi serbest olarak yerleştirilmiş yapılardan meydana gelmiştir. Anıtsal ölçüdeki ilk külliye ise Fatih Külliyesidir. Ondan sonra II.Bayezid'in Amasya ve Edirne'deki külliyeleriyle devam etmiştir.6 Klasik Dönem Osmanlı külliyeleri arasında en gelişmişi ise câmi, dört büyük medrese, dârulhadîs, dârulkurrâ, dâruttıp, mülâzımlar medresesi, sıbyan mektebi, türbeler, bimarhâne, imârethâne, tabhâne, hamâm ve dükkânlardan oluşmuş olan Süleymaniye Külliyesi'dir.7 Bu sebeple, külliyelerin bir mimarî kompleks olarak, yani bir şehircilik manzûmesi olarak ele alınmasını, Osmanlı Devleti'nin Edirne'ye ve İstanbul'a yerleşmesiyle başlatmak mümkündür. Osmanlı Devleti'nin, siyasi ve sosyal gelişmesine paralel olarak, XV. yüzyılın sonlarından 18. yüzyılın ortasına kadar, İstanbul ve Edirne ile İmparatorluğun daha bir çok yerinde mükemmel mimarî kompleksler meydana getirilmiştir.8
Külliyeler fizikî, mimarî, şehirleşme, sosyal, ekonomik, personel gibi çok farklı açılardan değerlendirilebilir. Ancak, bunların tamamının bir arada ele alınması bir makale çerçevesinde mümkün değildir. Dolayısıyla bu çalışmada külliyeler sadece bir açıdan incelenmiştir. O da külliyelerin personel sistemidir. Ancak, şu hususu da belirtmekte fayda vardır: Külliyeler ile ilgili vakfiye veya diğer belgelerde personel ifadesi yer almaz. Belgelerde personel kavramı yerine mürtezika veya ehl-i vezâyif tabiri kullanılmıştır. Mürtezika, vakıf bütçesinden maaş, yiyecek vb. gelir sağlayanlara verilen genel bir isimdir.9 Ehl-i vezâyif de aynı anlama gelir. 10 Bu tabirlerin içinde, fakir ve ihtiyaç sahiplerine, mühtedîlere, vâkıfın kendi aile bireylerine, Haremeyn gibi bazı önemli yerlerde bulunan ve çeşitli hizmet gören vs. kişilere yapılan yardımlar da yer almaktadır. Ayrıca, külliyelerin denetim mekanizmasında yer alan ve külliye ile ilgili her türlü davaya bakan şehir kadı ve nâibleri11 ile Hz.Peygamber'in ailesi mensuplarının işleriyle meşgul olan nakîbu'l-eşrâflar12 da bu hizmetleri karşılığında ücret aldıkları için, külliyelere ait muhasebe defterlerinde mürtezika olarak değerlendirilmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, külliyelerin giderlerini ortaya koymak değildir. Bu sebeple, külliyeye bir hizmet yapmadan para alan kişiler ile, bir hizmet karşılığında para alan şehir kadısı veya nâibleri külliye personeli içinde değerlendirilmeyecektir. Buna karşılık, maaşını görev yaptığı külliye dışındaki kaynaklardan sağlayan kişiler ise personel kapsamında ele alınacaktır. Ayrıca bir konuya daha açıklık getirmekte yarar vardır. Bu çalışmada, personel kavramı çerçevesinde onlarca farklı meslek ve hizmet sıralanmıştır. Nasıl ki külliyelerde bulunabilecek birimlerin tamamı bütün külliyelerde yer almıyorsa; burada tanıttığımız personelin tamamı da her külliyede olmayabilir.
Külliyelerde hizmetlerin görüleceği yerler, bu hizmetleri yerine getirecek olan kişiler, bunların vasıfları, sayıları vb. hususların tamamı, bütün açıklığıyla, külliyelerin kuruluş bildirgesi olan vakfiyelerinde yer almıştır. Zamanla şartların değişmesi, ihtiyaç duyulması vb. sebeplerle gerek personel çeşidi ve sayısında, gerekse personel ücretlerinde bazı değişiklikler olmuştur. Meselâ, ilk dönemlerde 53 tekke, zaviye ve hângâhda 127 personel bulunurken; XVIII. yüzyılda aynı türdeki 26 kuruluşta 178 personel görev yapmaktaydı. Yine ilk dönemlerde 41 mescit ve câmide 195 personel varken, XVIII. yüzyılda aynı türdeki 33 müessesede 632 kişi görev yapmıştır.13 Bu artışı sadece bir külliye örneğinden de takip etmek mümkündür. Meselâ, Fatih Câmii'ndeki personel sayısı kuruluş aşamasında 82 olarak belirlenmişken, bu sayı XVI. yüzyılın ikinci yarısında 97'ye, XVII. yüzyılın başlarında ise 165'e ulaşmıştır.14 Daha somut bir örneği de İvaz Paşa Külliyesi'nden verebiliriz. Adı geçen külliyeye ait ibadet yeri, kuruluş aşamasında bir mescit olarak planlanmıştı. Bu sebeple, ilk dönemlerde, külliye personeli arasında bir vaiz veya hatibe rastlanmaz. Fakat, XVII. yüzyılda mescidin câmiye dönüştürülmesiyle birlikte her iki personele de ihtiyaç duyulmuş; hatta XVIII. yüzyılda bir de dersiâm görevlendirilmiştir.15 Külliyelerdeki personel sayısının artmasında, en fazla duâhân ve cüzhânların rolünün bulunduğunu söylemek mümkündür. Çünkü ilk dönemlerde, külliyelerde bu tür görevlilerin sayısı oldukça sınırlıydı. Konuyla ilgili olarak yapılmış olan bir araştırma bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Meselâ, XVIII. yüzyılda düzenlenmiş olan 330 vakfiyede 561 duâhâna rastlanmıştır.16
A. Hizmet Alanlarına Göre Personel
Külliyeler ile ilgili belgeler incelendiğinde, personelin genellikle görev yapılan kurumlar esas alınarak tasnif edildiği görülecektir. Fakat, bu çalışmada personel, hizmet alanlarına göre değerlendirilecektir. Çünkü, cüzhânlarda olduğu gibi, aynı hizmeti gören personel külliyenin farklı birimlerinde çalışabilmekteydi. Ayrıca, bu araştırmada çoğunlukla İvaz Paşa Külliyesi ile Fatih ve Süleymaniye külliyeleri örnek olarak alındığı için diğer külliyelerde burada zikredilenlerin dışında ve daha farklı isimlerle anılan görevlilere de rastlamak mümkündür.
1. İdarî Hizmet Elemanları
Külliyelerdeki asgarî idarî kadrosunda mütevellî, kâtip ve câbî vardır. Ancak külliyelerin büyüklüğü ve külliyeyi oluşturan birimlerin özel durumları bu kadronun zaman zaman artmasına sebep olmuştur.
Külliyelerin birinci derecedeki yöneticisi, mahkeme vb. yerlerdeki temsilcisi mütevellîdir. Ve ilk mütevellî, genellikle külliyeyi vakfeden kişiler olmakta17; bu hususta sultan, vezir veya diğerleri arasında büyük bir fark bulunmamaktadır.18 Mütevellî olacak kişide genellikle halk arasında güvenilirliği ve dindarlığı ile tanınma, itibar sahibi ve isabetli kararlar alabilme yeteneğine sahip olma gibi vasıflar aranmıştır.19 Bu sebeple bazı vâkıflar, yönetim görevini halk arasında tanınmış ve itibar sahibi olan kişilere şart koşmuşlardır.20
Bununla beraber, vâkıftan sonraki mütevellîler çoğunlukla vâkıfın nesli arasından belirlenmiştir. Dolayısıyla bazı külliyelerde zaman zaman iki veya daha fazla kişi aynı anda mütevellî olabilmiştir.21 Külliye yöneticiliği konusunda cinsiyet ayırımına da gidilmemiş; özellikle, tevliyet görevinin vâkıfın neslinden kimselerin elinde olması şart koşulan külliyelerde, kadın mütevellîler de görev yapmışlardır.22 Mütevellînin en önemli görevi kuruluşun devamlılığını sağlamaktır. Bunun başında da vakfa ait binaların bakım ve onarımı gelmektedir. Bu iş için gerekli harcamaların yapılması, mütevellîlerin yetkisi dahilindedir. Mütevellî, külliyenin kasasında tamir için yeterli paranın bulunmaması durumunda, personele maaşlarını vermeme, hatta, külliyenin onarımına harcanmak kaydıyla vakıf adına borçlanma gibi yollara başvurabilmiştir.23 Mütevellînin ikinci görevi, vakfiyede belirtilmiş olan kişilere ücretlerini eksiksiz olarak vermektir. Bunun tek istisnası vakfın rakabe yani tamir dönemidir.
Ancak, mütevellîlerin bu görevlerini her zaman sağlıklı bir şekilde yerine getirdiklerini söyleyebilmek zordur.24 Ücretlerin ödenmesi konusunda mütevellîye düşen bir görev de ilgililerin maaş almaya hak kazanıp kazanmadıklarını tespit etmektir.25 Mütevellînin diğer görevleri arasında, külliyenin gelir kaynaklarının işletilmesi ve herhangi bir şekilde zarar görmelerinin önlenmesi ile külliyeye yeni personel alımı zikredilebilir.26
Külliyeler ile ilgili bütün yazışmaların yapılması, muhasebe defterlerinin ve kiraya verilen yerlerin tutanaklarının tutulmasından sorumlu olan kâtipler, külliyelerin gelirlerini toplamaktan sorumlu olan câbîlerle birlikte âdeta mütevellîlerin sağ kolu durumundadırlar.27 Dolayısıyla bunlar da idarî hizmet elemanları arasında yer alırlar. Kâtiplerin yazı işlerinde yetenekli, hesap işlemlerinde güçlü, güvenilir, dindar ve istikrarlı kişiler olması şart koşulmuştur.28 Kâtiplik hizmeti külliyelerin büyüklüğüne ve ihtiyacına göre kâtib-i vakf, kâtib-i müşâhere, kâtib-i câbî, kâtib-i kilâr, kâtib-i anbâr, kâtib-i kütüb veya kâtib-i hâfız-ı kütüb vb. adlar verilen bir ya da daha fazla kişi tarafından yerine getirilmiştir. Bunların her birinde, hizmet ettiği alana göre farklı meziyetler aranmıştır. Meselâ, bir kütüphânede görev yapan kâtibin kitapları tanıması gerekiyordu. Vakıf kâtibi, mütevellînin yardımcısı olduğu gibi diğer kâtipler de, birlikte görev yaptıkları kişilerin yardımcısı kabul edilebilirler. Bu çerçevede, kütüphânelerdeki kitaplarla ilgili kayıtların tutulmasından sorumlu olan kâtib-i kütüb, hâfız-ı kütübün yardımcısı sayılır.
Tahsildar anlamına gelen câbî ise, vakıf gelirlerini toplayan kişidir.29 Câbilerin dindar, güvenilir, hesap görme dönemlerinde hesap verebilecek gücü olan kişiler olması gerekiyordu.30 Kâtiplik gibi câbîlik hizmeti de, külliyelerin büyüklüğüne ve ihtiyacına göre câbî-yi vakf, câbî-yi müşâhere vb. isimlerle adlandırılan bir ya da daha fazla kişi tarafından yürütülmüştür.31 Câbîler gelir kaynaklarından topladıkları paraları mütevellîye teslim etmekle yükümlüdür. Mütevellî ya da câbînin görev değişikliği söz konusu olduğunda câbî, üzerinde ne kadar para olduğunu, nerelerden tahsilât yapıp, nerelerden yapamadığını mahkemede tespit ettirmek zorundaydı.32 Ancak bütün câbîlerin aynı hassasiyeti gösterdiklerini varsaymak iyimserlik olur. Hatta, külliye gelirleriyle ilgili yolsuzlukların önemli bir kısmının câbîlerden kaynaklandığı söylenebilir. Câbîler, genellikle görevli oldukları külliyelere ait gelirleri gereksizce ellerinde tutarak usulsüzlükler yapmışlardır.33
Külliyelerin hastane, tekke, zaviye, imâret gibi tesislerinde, mütevellîye bağlı olarak çalışan ve sadece görev yaptıkları kuruluşlardan sorumlu olan yöneticiler de vardır. Bunlara şeyh, yardımcılarına da nakîb denir. Şeyhler, görev yaptıkları tesislerin işletme müdürleri olarak da kabul edilebilir. Tekke ve zaviyelerdeki şeyhlerin sâlih, muttakî, açık kalpli, temiz, ibadetine düşkün, kanaatkâr, Allah'ın takdir ve taksimine razı olan, herkes hakkında iyilik düşünen, herkese doğru yolu gösteren, ilmiyle âmil, nasihat ve irşad kabiliyetine sahip kişiler olması isteniyordu.34 İmâretlerdeki şeyhlerin ise güvenilir, dindar, sâlih, takva sahibi, güzel huylu, güler yüzlü, mütevazı, kanaatkâr, uysal, kalp kırmaktan çekinen ve geniş kalpli kişiler olması gerekiyordu.35
Kitaplığı veya kütüphânesi bulunan külliyelerde, o müesseseye ait olan kitapların muhafazasından sorumlu kişiler bulunmaktaydı. Bunlara hâfız-ı kütüb denilmiştir. Bu kişileri de şeyhlerde olduğu gibi görev yaptıkları kurumun müdürü olarak tanımlamak mümkündür.
Külliyelerde, mütevellî gibi bütün külliyenin veya şeyh gibi sadece bir tesisin sorumluluğunu taşıyanların dışında da yöneticilik görevi olan kişiler vardır. Noktacı ve baş sorumluları bu şekilde değerlendirmek mümkündür. Özellikle hastane, imâret, câmi ve medrese gibi fazla sayıda ve farklı personeli bulunan birimlerde, personelin görevlerine gelip gelmediğini, gelenlerin de üzerlerine düşen hizmetleri yapıp yapmadıklarını takip edip mütevellîye bildirmekle görevli olan kişilere noktaî ya da noktacı denir. Ayrıca sayıları çoğunlukla kabarık, görev yapacakları yer ve zamanlar ile okuyacakları âyet ve süreler çok farklı olan cüzhânlar arasında da noktacılar bulunmaktaydı. Bu sebeple personel sayısı fazla olan külliyelerde, hizmet yerleri ve sorumluluk alanları farklı birden çok noktacının da görev yaptığı olmuştur.36 Bunlardan başka, bir de cüzhân vb. okuyucular grubu arasında yer alan ve kendilerine, görev yaptıkları hizmet çeşidiyle ilgili sorumluluk verilen kişiler vardır. Bunlara, çalıştıkları grubun baş sorumluları da denilebilir. Meselâ, cüzhânlar veya hâfızlar ser-mahfil, ser-huffâz, ser-eczâhân veya reîs-i cüzhân denilen kişilere; tespih çekmekle görevli olanlar ser-müsebbihe; salâvât getirmekle görevli olanlar ise reîs-i salâvâthâna karşı sorumluydular.
Dolayısıyla, bu şekildeki baş sorumluları da hizmet alanları çerçevesinde bir idareci olarak nitelendirmek mümkündür. Çünkü, külliyelerin yönetiminden birinci derecede sorumlu olan mütevellîler, okuyucu gruplarından herhangi birinde bir atama veya azil yapacaklarında bu başkanların görüşlerine itibar etmekteydiler. 37
Külliyelerde idarî sınıf arasında yer alabilecek diğer bir kişi de, külliyenin denetiminden sorumlu olan nâzırlardır. Muhasebe defterlerinin kontrolü, mütevellînin yapacağı harcamaların izlenmesi, külliyeye ait gelir kaynaklarının işletilmesinin ve personel atamalarının takibi nâzırların başlıca görevleri arasında sayılabilir.38 Gelirinin bir kısmı külliye kurucusunun nesline şart koşulmuş olan vakıflarda, bu hisseyi takip etmekle görevli olan ve nâzır-ı evlâd denilen kişiler de yönetim kademesi içinde yer almaktadır.
2. Eğitim-Öğretim Hizmetleri Elemanları
Külliyelerin en önemli hizmet alanını eğitim-öğretim faaliyetleri oluşturmaktadır. Bu faaliyet, genellikle örgün ve yaygın olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Mektep ve medreseler örgün; câmi, mescit, tekke ve zaviyeler ise yaygın eğitim mekanları olarak kabul edilir. Bilindiği gibi, eğitim-öğretim faaliyetlerinin bir tarafını öğretim elemanları, diğer tarafını da öğrenciler oluşturmaktadır.
Örgün eğitimin en önemli kuruluşları olan medreselerde ders veren öğretim elemanlarına müderris denir. Müderrisler, belirli bir tahsil hayatından sonra icâzet, mülâzemet ve beratla göreve başlamaktaydılar.39 Müderrisin, her şeyden önce takva sahibi, sâlih ve zeki bir kişi olması gerekmekteydi. Belirtilen ahlâkî nitelikler yanında o tefsîr, hadîs, usûl, furû' gibi dinî ilimlere; lügât, sarf, nahiv, meânî, beyân vs. edebî ilimlere, bunları öğretebilecek derecede vâkıf olmalıydı.40 Müderrisler ilk göreve 20'li medreselerde başlamakta, sonra sırasıyla 30'lu, 40'lı, 50'li ve 60'lı medreselere tayin olmaktaydılar. Tek dershâneli medreselerde bir, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye gibi birden fazla dershânesi bulunan medreselerde ise her dershâne için birer müderris olurdu.41 Medreselerde, müderrislerden ayrı olarak, onların okuttuğu dersleri ders bitiminde öğrencilere tekrarlamak ve açıklamakla görevli yardımcı elemanlar da vardı. Bunlara muid denilmektedir.42 Muidin, sâlih, takva sahibi, zeki ve dersleri müzakere edebilecek yeteneğe sahip bir kişi olması gerekmekteydi.43 Muidler, genellikle medresedeki kıdemli öğrenciler arasından seçilir44; müderris herhangi bir mazereti sebebiyle göreve gelmediğinde, onun yerine derse girebilirdi.45 Dolayısıyla muid, bir anlamda öğretim görevini yürüttüğünden öğrencilerin üstünde bir statüye sahipti.46 Bu sebeple kendisine müderris yardımcısı adı da verilen muidin47, genellikle, günümüzdeki araştırma görevliliğine denk bir konumda bulunduğu kabul edilmektedir.48
Zamanla talebelerin çoğalması, medreselerde güçlü hocaların bulunamaması vb. sebeplerle geniş kitlelere ders veren yeni bir müderris çeşidi ortaya çıkmıştır. Medrese ya da câmilerde talebelere ders veren bu tür müderrislere dersiâm denilmiştir. Dersiâm olabilmek için, gerekli ilimleri okuyup icazet almış ve imtihan olarak ehliyetini ispat etmiş olmak gerekmekteydi.49 Bu derslere aynı kitabı takip eden her medresenin talebesi devam edebilmiştir.50
Külliyelerde genellikle her câmin bünyesinde veya yanında hizmet veren ilköğretim kuruluşları vardır. Muallimhâne, sıbyan mektebi vb. isimlerle anılan bu okullardaki öğretim elemanlarına muallim denilmiştir. Kelime olarak öğreten, öğretici gibi anlamlara gelen muallim51, terim olarak mekteplerde ders veren kişi demektir.52 Muallimlerin şefkatli ve yumuşak huylu olmaları, eğitim-öğretim metotlarını bilmeleri gerekiyordu.53 Müderris-muid ikilisinde olduğu gibi, muallimin de halife ya da kalfa denilen bir yardımcısı bulunmaktaydı.54 Halifenin sâlih, dindar, zühd ve takvasıyla tanınmış Kur'an ehli bir kimse olması gerekiyordu.55 Halife çocuklarla meşgul olurken, muallim, halifenin öğrettiklerini iyice bellemiş ve yetişmiş öğrencilerle ilgilenirdi. Bu öğrenciler arasından çok iyi yetişmiş olan birkaçı da bizzat muallim tarafından halifeye yardımcı olarak seçilirdi.56
Eğitim-öğretim faaliyetlerinin öğrenci tarafında medrese ve mektep öğrencileri vardı. Medrese öğrencileri için tâlib, fakîh ve mülâzım, talebe, danişmend ve suhte gibi tabirler kullanmıştır.57 Medresede tahsil görecek öğrencilerin, sıbyan mektebini bitirmiş ve medrese derslerini takip edebilecek bir bilgi düzeyine ulaşmış58, sâlih ve ilim tahsiliyle meşgul olacak59 kişiler olması gerekmekteydi. Ayrıca, bu öğrencilerin gerek zekâ, gerekse bedenî yapılarının sağlamlığına özel dikkat gösterilmiş; hatta kendilerine hocalar tarafından bazı zekâ testleri bile uygulanmıştır.60 Medreselerde öğretim, vakıfların sağladığı imkânlar sayesinde parasızdı. Öğrencilerin yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanmış; yemeklerini genellikle aşevlerinde yemişler61, medreselerinin bağlı bulunduğu külliyelerden günlük 2 ile 5 akçe arasında burs almışlardır.62 Sağlanan burs genellikle öğrenci sayısına göre hesaplanmış; ancak, bazen medresedeki oda sayısı, bazen de öğrencilerin medreseye devam durumu63 ölçü alınmıştır. Medrese öğrencilerine bunların dışında da yaylakiye ve bahariye gibi isimler altında mevsimlik destekler sağlanmıştır.64 Medrese eğitimi her yıl üç aylık bir tatil dönemine sahipti. Bu dönemde, talebeler ülkenin çeşitli bölgelerine dağılmakta ve gittikleri yerlerdeki câmilerde medresedeki bilgiyi ülkenin en uç noktalarına kadar yaymakta idiler.65 Medreseden mezun olan bir öğrenci; kadılık, müftülük ve müderrislik görevlerinden herhangi birini tercih etme imkânına sahipti.66
Mekteb öğrencileri için genellikle eytâm tabiri kullanılmış ve bunlar da çoğunlukla fakir ve yetim çocuklardan oluşmuştur. Mektebe başlamanın genellikle 5-6 yaşlarında gerçekleştiği kabul edilmektedir.67 Ancak mektebe başlama yaşını 4-5'e indirenler yanında68, 5-10 yaş grubu gibi geniş bir döneme yayanlar da bulunmaktadır.69 Öğrenci sayısı ise 9 ile 60 arasında değişmektedir.70 Öğrenci kayıtları, gelenekselleşmiş bir tören eşliğinde gerçekleştirilirdi. Ancak yılın herhangi bir günü de kayıt yapılabilmekteydi. Bed'i besmele cemiyeti71 ya da amin alayı72 denilen bu törene varlıklı aileler daha fazla önem vermişlerdir.73 Mektep öğrencilerine verilen eğitim-öğretim programı başlangıçta sadece Kur'an okuma, namaz kılma usûlleri ve namazda okunacak ayet ve duaların öğretilmesiyle sınırlı iken programa, zamanla yazı dersi de ilâve edilmiştir.74 Mektep öğrencilerinin eğitimi, okuldaki yeme ve içmeleri medrese öğrencilerinde olduğu gibi parasız olup75 ayrıca kendilerine çeşitli isimler altında yardımlar da yapılmış; bayramlarda kaftan, don, gömlek, takke, ayakkabı, kuşak vb. çeşitli hediyeler ve harçlık verilmiştir.76
3. Dinî Hizmet Elemanları
Dinî hizmet elemanları başlığıyla, öncelikli olarak câmi ve türbe gibi yerlerde namaz kıldırma, vaaz, irşad vb. dinî nitelikli hizmetleri yerine getiren imam, hatip, vaiz ve müezzin gibi görevliler kastedilmiş; ancak Kur'ân'dan süre veya ayet okuyanlar, dua edenler, zikir ve tesbih ile uğraşanlar, şiir okuyanlar vb. de bu grup arasında gösterilmiştir.
Câmi, mescit, tekke, zaviye, dâruşşifâ, han vb. yerlerde namaz kıldırma görevini yerine getiren kişilere imam; ezan okuma vb. görevleri yerine getirenlere de müezzin denilmiştir. Görev yapılan yerin büyüklüğüne göre birden fazla kişi imam ya da müezzin olabilmiş; bu durumda imamlara birinci imam, ikinci imam anlamlarına gelen imâm-ı evvel, imâm-ı sânî; müezzinlere de devirhân müezzini, Cuma müezzini, salâ müezzini vb. anlamlara gelen müezzin-i devirhân, müezzin-i cuma, müezzin-i salâ, mükebbir gibi isimler verilmiştir. Birden fazla imam ya da müezzin görevlendirildiğinde bunlar nöbetleşe görev yapmışlardır. İmamların sâlih, takva sahibi, namazın gereklerini bilen, fıkıh ilmine vâkıf, iffetli, kötü ve çirkin işlere meyletmeyen temiz kişiler olması, müezzinlerin ise benzer ahlâkî nitelikler yanında güzel sesli olmaları istenmiştir. İmamlar arasında müderrisliğe geçenler, şeyhulkurrâlığa yükselenler ve dersiâmlıkta bulunanlar da olmuştur.77 Bu örnekler, imamların eğitim seviyelerini göstermesi bakımından gerçekten dikkat çekicidir.
Cuma ve bayram günlerinde günün mana ve önemini belirten bir hutbe okumak ve ardından da namaz kıldırmakla görevli olan kişilere hatip denilmiştir. Hatiplerin edîb, zeki, âlim, takva sahibi olması, güzel konuşabilmesi şart koşulmuştu.78 Câmilerde haftanın belirli gün ve vakitlerinde cemaata vaaz ve nasihat etme görevi vâizlerin üzerinde idi. Vâizlerin bir kısmı, Fatih Câmii vâizlerinde olduğu gibi Halvetî, Celvetî, Gülşenî ve Nakşibendî gibi çeşitli tarikatlara mensup kişilerdi. Aralarında tekke şeyhliği yapan kişiler olduğu gibi bir kısmı da şâirdi.79 Vâizlerin Cuma günleri büyük câmilerde Cuma namazından sonra cemaata vaaz edenlerine kürsü şeyhi denilmekteydi. Bunun halk arasındaki ismi ise Cuma vaiziydi. Bir de, tekke ve zaviyelere yakın olan câmilerde Cuma günleri vaaz eden kişiler vardı. Bunlara genellikle derviş denilmekteydi. Dervişler aynı zamanda bulundukları yerlerdeki müritlerin terbiyesiyle de meşgul oluyorlardı.
Gerek Kur'an'ın tamamını veya bir kısmını, gerekse çeşitli tesbih ya da duaları okuyanların hepsine birden okuyucular demek mümkündür. Külliyelerde en yüksek sayıdaki görevliler kadrosunu bu hizmet grubu oluşturmuş; okudukları dua, süre veya kitaba göre çeşitli isimlerle anılmışlardır. Kur'an'dan belirli süreleri okuyan kişiye cüzhân ya da eczâhân denilmiştir. Cüzhânlar, Kur'an'ı tecvid üzere okuyabilen kişiler arasından seçilmiştir. Cüzhânlar arasında müderrislere de rastlanması, en azından bir kısmının yüksek tahsil yaptıklarını göstermektedir.80 Câmi, mescit, tekke, zaviye, medrese, mektep, türbe, hazîre vb. yerlerin birinde veya birkaçında görev yapmışlardır. Özellikle Pazartesi ve Perşembe günleri ile Cuma geceleri en fazla cüz okudukları zamanlardır. Cüzhânların aşırhân denilen bir kısmı, Kur'ân'dan seçilmiş aşır denilen onar ayetlik bölümleri okurken; Yâsinhân, En'âmhân, Fetihhân, Tebârekehân, 'Ammehân ve İhlâshân denilen diğer bir kısmı da sadece adı geçen süreleri okurlardı. Cuma veya haftanın belirli günlerinde sadece bir süre okuyanlara devirhân; Kur'ân'ın tamamını okumakla görevli olanlara ise hatimhân denirdi. Kur'ân'ın tamamını ezberlemiş olanlar huffâz veya hâfızlar olarak da anılmışlardır. Özellikle cüzhân veya hâfız sayısı fazla olduğunda, okuma öncesinde cüzlerin dağıtılıp okuma bittiğinde tekrar toplanması müferrik ismi verilen görevlilerin işiydi.
Okuyucuların bir kısmını çeşitli kitapları okuyanlar oluşturmuştur. Hz. Peygamber'in hadîslerini içeren ve Buhârî tarafından tertiplenmiş olan meşhur hadîs kitabından seçilmiş metinleri okuyanlara Buhârîhân, Mevlânâ'nın Mesnevî isimli kitabını okuyanlara Mesnevîhân, Delâil-i Hayrât isimli kitabı okuyanlara da Delâil-i Hayrâthân denilmiştir.
Okuyucuların diğer bir kısmı da duâ ve çeşitli tesbih okuyucularıdır. Mevlid, hatim veya hafız cemiyetleri gibi özel günlerdeki toplantılarda duâ okuyanlara du'âgû; genellikle tekkelerde zikir sonunda duâ okuyanlara ise du'âhân denilmiştir. Allah'ın isimlerini tekrarlamakla görevli olan kişiye müsebbih, Tevhîd kelimesini (Lâ ilâhe illâllâh) okumakla görevli olan kişiye tevhîdhân ya da mühellil; Hz.Peygamber'e salât ve selâm getiren kişiye salâvâthân; Hz.Peygamber'in övüldüğü manzûm ve mensûr metinleri okuyan kişiye na'athân; mevlid okuyan kişiye de mevlidhân; zikir esnasında zikre uygun şiirler okuyan kişiye de şiirhân denilmiştir.
Cüz okuyan hafızları açık cüzden takip ederek, yapılan okuma hatalarını düzelten cüzhânlara mu'arrif denirdi.81 Ayrıca, câmi, tekke, zaviye, türbe vb. yerlerde hayır sahiplerinin adlarını hayır ile yad eden müezzin, derviş vb. kişilere de mu'arrif ya da meddâh denilmiştir.82 Bunlar, Cuma ve bayram günlerinde okunan 'aşırlardan sonra bütün peygamberleri ve özellikle de Hz. Peygamber'i, ehl-i beytini ve ashabını, devlet yöneticilerini, külliye kurucusunu hayır dua ile anar ve içinde Arapça, Farsça ifadeler de geçen kasideler okurlardı.
Câmi ve mescitlerde, bu ibadethânelerin cemaatsız kalmasını önlemek için cemaate devam etmekle görevli olan kişiler vardı. Bunlara musallîyân denilmiştir. Ayrıca, külliye kurucusunun kılamadığı namazları, nafile namaz kılmanın caiz olduğu vakitlerde kılan kişilere de aynı isim verilmiştir.83
4. Sağlık Hizmeti Elemanları
Dâruşşifâlarda görev yapan doktorlara tabip, birden fazla doktorun görev yaptığı hastanelerde birinci doktora tabîb-i evvel, ikinci doktora tabîb-i sânî, doktorların başında bulunan ve sorumluluğu daha fazla olana reîsü'l-etıbbâ, doktorların yardımcısı konumunda olan kişiye ise şâkird-i tabîb denilmiştir. Doktorların tıp ilminde yetkili, hastalıkları teşhis ve tedavide yetenekli, kendisine saygı duyulan, bilgilerini tecrübe ve ameliyat ile sağlamlaştırmış, tababet ve hikmetin bütün inceliklerine vâkıf, psikolojik durumları çok iyi anlayan, ilaç verirken tatlılıkla ve yumuşaklıkla hareket eden, ilaç yapımı ve kullanılmasında tecrübeli, gerektiğinde hastanın bulunduğu yere gidebilecek kişiler olması gerekiyordu.84
Hastanelerde yara bakımı ve tedavilerinde bulunan ve gerektiğinde ameliyat yapan doktorlara cerrâh, birden fazla cerrâhın görev yaptığı hastanelerde birinci cerrâha cerrâh-ı evvel, ikinci cerrâha cerrâh-ı sânî, cerrâhların başında bulunan ve sorumluluğu daha fazla olana ise reîsü'l-cerrâhîn denilmiştir.
Hastanelerde göz hastalıklarıyla ilgilenen doktorlara kehhâl denilmiş; tabip ve cerrâhta olduğu üzere, birden fazla göz doktoru bulunduğunda bunlar kehhâl-i evvel ve kehhâl-ı sânî olarak anılmıştır.
Hastanelerde ilaç hazırlayan kişiye tabbâh-ı ilaç; ilaç yapmak için lâzım olan ot, kök ve çiçekleri toplayan ve gerektiğinde satın alan kişiye aşşâb; bu maddeleri döverek ilaç hazırlayanlara edviye-kûb; bunlardan şurup yaparak ilaç hazırlayanlara eşribe-kûb; ilaç vb. malzemenin muhafazasından sorumlu olan kişiye de kilârî denirdi.
Hastanelerde hastaların bakımıyla ilgilenen kişiler de bulunmaktaydı. Bunlara hasta bakıcı anlamına gelen hâdim-i merzâ denilmiştir.
5. Sosyal Hizmet Elemanları
A. Bakım-Onarım Hizmeti Elemanları
Bakım-onarım ifadesiyle, bina vb. yerler ile temiz ve atık sulara ait yol ve kanalların bakım, onarım, tamir ve gerektiğinde yeniden inşası kastedilmiştir. Külliyelerin bakım ve onarımıyla ilgilenen kadrolu elemanına mimâr, meremmetî ya da meremmetçi gibi isimler verilmiştir. Külliye müştemilatı arasında yer alan çatılı binaların kurşunlarını değiştirme ve tamir etme görevi kurşuncu veya üsrübîlerin uhdesinde bulunmaktaydı. Bazı külliyelerde personel arasında yer alan nakkâşların görevi ise yağlı boya ile duvar nakışları yapmaktı. Külliyelere ait su yollarının ve çeşmelerin bakım ve onarımıyla ilgilenen, su miktarını düzenleyen kişilere kâidu'l-ma, râh-ı âbî, çeşmeci veya su yolcu denilmiştir. Çeşmecilerin sayısı külliyenin ihtiyacına göre değişmiştir. Ayrıca tuvalet, hamam vb. yerlerdeki lağım kanallarının bakımından sorumlu olan kişiler de vardı. Bunlara kârizî denilmiştir.
Külliyedeki bütün tamir işlerinin kadrolu personelce yürütüldüğü söylenemez. Özellikle geniş çaplı onarımlarda marangoz, duvarcı, sıvacı ve amele gibi çok sayıda inşaat ustası ya da işçisi geçici olarak istihdam edilmiştir.85
B. Koruma ve Temizlik Hizmeti Elemanları
Külliyenin çeşitli birimlerinde görev yapan temizlik elemanları kayyım, bevvâb, ferrâş, kennâs gibi farklı isimlerle anılmıştır. Câmi, mescit, medrese, mektep ve türbe gibi yerlerin iç temizliğinden, açılıp-kapatılmasından sorumlu kişiye kayyım denilmiştir. Kayyım sayısı, görev yapılan yerin büyüklüğüne ve ihtiyaca göre; kayyımın görevi de yine hizmet edilecek alana göre belirlenirdi. Meselâ, misâfirhânelerdeki kayyımların görevi her gün odaları silip, süpürüp temizlemek, misâfirleri konumlarına göre karşılayıp odalara yerleştirmek, yemeklerini yemeleri vb. hususlarda onlara yardımcı olmak86; hastanelerdeki kayyımların görevi ise yemek ve ilaç verme dahil hastalara hizmet etmekti.87 Türbelerde kayyımların dışında da benzer hizmetleri yerine getirmekle görevli bazı kişiler vardı. Meselâ, sanduka üzerindeki örtülerin ve kavuğun temizliği ve bakımından kavukçu denilen destârîler sorumluydu.
Kapıcı anlamına gelen bevvâb külliyenin muhtelif birimlerinde çalışırdı. Çalıştığı birime göre me'kel bevvâbı, matbah bevvâbı, ahır bevvâbı vb. isimler aldığı gibi; hizmetinde de bir miktar farklılıklar olur, sayısı da değişebilirdi. Sözgelimi, mektepte çalışan bevvâb oranın temizliğine ve çocukların davranış ve hareketlerine nezaret eder; hastanede çalışan bevvâb belirli zamanlarda hastane kapısını açıp kapama yanında, hasta ziyaretçilerinin kontrolünü yapar, sağlıksız ve temiz olmayan yiyeceklerin hastaların yanlarına sokulmasını engeller88; bevvâb-ı me'kel denilen imâret kapıcısı aşevinin önünde durarak içeri girip çıkanları gözetir, haklarından fazlasına uzananları engeller, özellikle de gürültü ve karışıklık çıkaranları uyarır89; ahır bevvâbı da ahıra veya imârete giren çıkan hayvanları görüp gözetir, ahırın kapısını akşam namazından önce kilitler sabah namazından sonra açardı.90 Kapıcının görev yaptığı yer bir hamam ise bu takdirde ona hammâmî veya külhânî denirdi.
Câmi, medrese, misafirhâne, han ve çarşı vb. yelerdeki külliyeye ait bütün tuvalet ve abdesthânelerin süpürülmesi ve temizliğiyle uğraşan kişiye kennâs veya abhâne ferrâşı; temizliği su ile yapanlara ise mutahhir-i helâ; bunların tamamına ise hâdim-i kenîf denilmiştir. Bir de hastanelerde pislik kabı vb.'lerini döken kişi vardır, ona da âb-rîzî denilmiştir.
Câmi ve medrese gibi yerlerin iç düzenlemesiyle uğraşan, hasırlarını yayıp kaldıran kişilere ferrâş veya hasırî denilmişir.91 Ferrâş, görev yapılan yere göre abhâne ferrâşı, tâbhâne ferrâşı, dâruşşifâ ferrâşı vb. farklı isimlerle de anılmış ve görevi de az çok değişmiştir. Ferrâşlar arasında ferrâş-ı çınar gibi sadece bir hizmet için görevlendirilenler de vardır. Ayrıca bevvâb ve ferrâşların çırakları da bulunabilmekteydi. Onlara da bevvâb çırağı ve ferrâş çırağı denilmiştir.
Hastane, medrese vb. yerlerde gerek öğrencilerin, gerekse hastaların elbise, çarşaf vb. çamaşırlarını yıkayan kişilere câme-şûy denilmiştir.
Hastanelerde hastaları tıraş etmekle görevli dellâklar ile câmi, mescit ve türbe gibi yerlerdeki kötü kokuları gidermek üzere günlük ve tütsü yakmakla görevli olan ve kendilerine buhûrî denilen kişileri de temizlik hizmeti görenler arasında değerlendirmek mümkündür.
Külliyelerde bütün bunlardan ayrı olarak mâhi'n-nukûş isimli temizlik elemanları da vardır. Bunların görevi de külliyeye ait kuruluşların duvarlarındaki yazı, resim vb. karalamaları usulüne uygun olarak temizlemekti.
C. Muhafaza Hizmeti Elemanları
Külliyelerdeki muhafaza hizmeti, bir çeşme başındaki su tasından han veya çarşıların korunmasına kadar çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Külliyelerin çeşitli birimlerinde bekçilik yapan kişiye genel bir ifadeyle mustahfız denilmiştir. Ancak, han ve çarşı gibi yerleri geceleyin bekleyen kişiye gece bekçisi anlamında pasbân, hâris veya hâris-i bedesten; tarla, bağ, bahçe, koruluk vb. yerleri, buralara gelebilecek her türlü zarardan korumakla görevli kişiye ise korucu anlamında deşt-bân; türbeleri bekleyenlere ise türbedâr ismi verilmiştir. Şu kadar var ki bazı türbelerde bekçi olarak görev yapanların aynı zamanda Kur'an okuma görevleri de bulunmaktaydı.92 Câmi, medrese, mektep, türbe gibi tesislerin duvarlarının yazı, resim vb.'leriyle kirletilmesini önlemekle görevli kişiler de bir çeşit koruma görevlisi olarak nitelendirilebilir. Bunlara mâni'u'n-nukûş ya da nâzıru'l-cudrân denilmiştir.
Sebil ve çeşme gibi yerlerdeki tasları muhafaza eden kişiye hâfız-ı tas, câmi, türbe vb. yerlerde bulunan Mushafları korumakla görevli olan kişiye hâfız-ı Mushaf denilmiştir. Mücellitleri de bir çeşit koruma hizmeti gören personel olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü onlar gerek kütüphânelerde, gerekse câmi, mescit, medrese veya türbelerdeki kitap, defter, Mushaf ya da cüzleri ciltliyor veya ciltlerini tamir ediyorlardı.
D. İmâret Hizmeti Elemanları
İmâret, hastane vb. yerlerde yemek pişiren aşçıya aşpez ya da tabbâh; bulaşıkları yıkayan bulaşıkçılara kâşe-şûyân, yıkanan tabak ve çanakları taşıyarak servise hazır hale getiren ve yemek sonrasında ise toplayıp bulaşıkçılara teslim eden garsonlara kâse-keşân, pişirilen yemekleri dağıtanlara da nakîb-i nân denilmiştir. Birden fazla aşçı bulunduğunda, başkanlarına reîs-i aşpez denilmiştir. Bünyesinde hem hastane, hem de imâret bulunan külliyelerde hastane aşçılarıyla imâret aşçıları ayrı kişilerdi. Mevsimin veya günün gerektirdiği bütün yemek çeşitlerini en lezzetli bir şekilde pişirebilmeleri aşçılarda aranan en önemli özellikti.93
İmâretlerde buğdayı ayıklayıp temizleyen nekkâd-ı gendüm, pirinci ayıklayıp temizleyen nekkâd-ı ürz, buğdayı dövüp yemek pişirilecek hale getiren gendüm kûb gibi elemanlar aşçıların işlerini kolaylaştırmak için görevlendirilmiş yardımcılar olarak kabul edilebilir. İmâretlerde ekmek yapmak da başlı başına bir görev olarak ele alınmış ve bu iş için habbâz ismi verilen kişiler görevlendirilmiştir.
E. Satın Alma ve Depo Hizmeti Elemanları
İmâret ya da hastane gibi tesislerde, buralar için gerekli olan malzemelerin satın alınmasından vekîl-i harc sorumlu tutulmuştur. Ancak, vekîl-i harclar bu konuda tamamen serbest değillerdi. Onlar, külliye ile ilgili alış-verişleri mütevellî ve görev yaptığı kurumdaki şeyhin onayıyla yapmakta; satın aldığı malzemenin tamamını da kilerciye teslim etmekteydiler. Vekîl-i harc, yaptığı bütün işlemlerde kâtib-i kilâr denilen kiler kâtibini de yanında bulundurmak zorundaydı. Kiler kâtibinin, yazı, hesap, ölçü ve tartı işlerinden iyi anlayan birisi olması gerekiyordu.94 Bazı külliyelerde sadece ölçme ve tartma işlerinden sorumlu olan kişiler de bulunmaktaydı. Onlara da kileci anlamında keyyâl denilmiştir.
İmâret için gerekli olan etin satın alınması, muhtemelen ayrı bir ihtisas konusu olması sebebiyle vekîl-i harcın sorumluluk alanı dışına çıkartılarak hammâl-ı gûştun uhdesine verilmişti. O, gerekli olan etin, günlük olarak kasap veya mezbahalardan satın alınıp taşınması ve mutfağa tesliminden sorumluydu. Vekîl-i harcda oluğu üzere hammâl-ı gûşt ta, faaliyetlerinde imâret şeyhinin onayını almak zorundaydı. Onun güvenilir, hizmetkâr, güçlü kuvvetli, koyun etine keçi eti katmayacak ve eti zamanında teslim edecek bir kişi olması gerekiyordu.95
İmâret ya da hastane gibi tesislerde muhafaza altına alınmış olan malzemelerin günlük sarfiyatını düzenlemekle görevli kişiye emîn-i sarf, kilârdâr, kilârî ya da kilerci denilmiştir. Bunların, görev yaptıkları birime göre işinin uzmanı olması gerekiyordu. Bu sebeple imâretteki kilerci ile eczâneden sorumlu kilercide aranan nitelikler de farklıydı. Birinin yiyecek malzemelerinde, diğerinin ise ilaç ve ilaç yapılacak malzemelerde uzman olması gerekiyordu. Ayrıca her ikisi de imâret şeyhinin ya da hastane doktorunun onayı olmadan depodan malzeme çıkaramazdı. Mahzen ve kiler gibi yerlerde buraların kapı kilitlerini mühürleyip açmakla görevli kişiler de vardı. Bunlara da mühürdâr denilmiştir.
İmâretlerdeki un ambarından sorumlu olan kişiye anbârî-i dakîk, un taşımaktan sorumlu olana da hammâl-ı dakîk denilmiştir.
Külliyelerin misafirhâne gibi yerlerinde misafirlere ait hayvanlarının ihtiyacı olan arpayı temin eden kişiye arpa emîni, arpa vb. hayvan yiyeceklerinin konulduğu ambarın sorumlusuna da anbarî denilmiştir.
Külliyenin çeşitli birimleri için satın alınmış olan odunların mutfak ve fırın gibi yerlere taşınmasından ve dağıtılmasından hammâl-ı hatab, kırılmasından hîme-şiken, muhafazasından anbârî-i hatab veya anbârî-i hîme denilen kişiler sorumluydu.
F. Muhtelif Hizmetlerdeki Elemanlar
Külliyelerde yukarıdaki sınıflandırmanın dışında kalan ve muhtelif hizmetleri yerine getiren elemanlar da bulunmaktaydı. Meselâ, çeşitli birimlerdeki su ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuyu ya da çeşmelerden su çeken veya getiren kişilere âb-keş; câmi, tekke, zaviye ve türbe gibi okuyucuların ve ziyaretçilerin bol bulunduğu yerlerde gerek el yüz yıkama ve içme, gerekse abdest sularını getirmek veya dökmekle görevli olan kişilere ibrikdâr veya saka denilmiştir.
Külliyelerin câmi, medrese, misâfirhâne vb. birimlerindeki aydınlatma işlerinden sirâcî, kandilî, çerâğdâr veya çerâğcı denilen kişiler sorumluydu. Kandillerin bakımı, temizlenmesi, yakılması ve her an hizmete hazır halde tutulması kandilcilerin başlıca görevleri arasında bulunmaktaydı. Aydınlatma görevlileri arasında kendisine mahyacı ismi verilen bir görevli daha vardır. Ancak o, sıradan bir aydınlatma görevlisi olmayıp, önemli gecelerde minareler arasına kandillerle yazı ve şekiller yapan bir sanatkâr olarak da kabul edilebilir.
Özellikle büyük külliyelerdeki görevliler arasında rastlanan ve namaz vakitlerini tespit etmekle görevli olan kişiye muvakkit denilmiştir. Astronomi ve kozmoğrafya bilmeleri gereken muvakkitler, muvakkithâne denilen yerlerde çalışırlardı.
Câmi, mescit, medrese, hastane veya imâret gibi yerlerdeki bahçelerin bakımından sorumlu olan kişiye bağbân ya da bağçevân denilmiştir. Bunların ağaç budama ve bahçe işlerinden anlayan kimseler olması gerekmekteydi.
Misafirhâne, han ve kervansaraylarda misafirlerin hayvanlarına yem verilmesi gibi ahır işlerini gören kişiye ahırcı anlamında ahûrî denilmiştir. Ahırcı, bu işleri ahır bevvâbının gözetiminde ve bilgisi dahilinde yerine getirirdi. Ahır vb. yerlerin temizliğinden, imâretlerde biriken çöplerin taşınmasından sorumlu olan kişiye de mezbele-keş denilmiştir.
B. Personelin Tayin Ve Azilleri
1. Atama Sistemi
Bir göreve atama yapılabilmesi için öncelikle o kadronun boş olması gerekir. Her ne kadar bazen bir kadroda görevli varken "bir yolunu bularak" ikinci bir atama yapıldığına rastlamak mümkünse de, bu tür uygulamalar, atama sistemini etkileyecek derecede yaygın değildir. Ayrıca, bu tür ihtilaflı durumlar mahkemeye intikal ettirildiğinde atama beratlarının kaydedildiği defterlere bakılarak işin aslını ortaya çıkartma imkânı da bulunmaktaydı.
Herhangi bir göreve atanmanın üç yolu vardı. Bunlar: Adayın kendi müracaatı, görevlinin aday göstermesi veya külliye yönetiminin tercihidir.
a. Adayın Kendi Müracaatı: Bu tür atamada, göreve gelme şartlarını taşıyan bir aday atanmak istediği kadroyu takip eder, boşaldığı zaman başvurusunu yapardı. 1764 tarihli bir atama belgesi buna örnek teşkil etmektedir. Belgeye göre, günlük 1,5 akçe ücretle cüzhân olan Mehmed Said b. Hacı Ahmed vefat etmiş; geride çocuğu da olmadığı için yeri boşalmıştı. Bunun üzerine Seyyid Mehmed isimli bir şahıs mahkemeye başvurarak, cüzhânlık şartlarını taşıdığını ve Mehmed Said'in vefatıyla boşalan cüzhânlık kadrosuna kendisinin atanmak istediğini bildirmiştir.96 Başka bir örnek de, 1769 tarihli bir belgede kayıtlıdır. Buna göre, aylık 20 akçe ile kayyım ve günlük 1 akçe ile cüzhân olan İbrahim vefat etmiş; yukarıdaki örnekte olduğu gibi çocuğu da bulunmadığı için görev yeri boşalmıştı. Derviş Mustafa b. Ahmed, söz konusu görev için gerekli olan şartları taşıdığını bildirerek bu kadroya başvurmuş ve ataması yapılmıştır.97
b. Görevlinin Aday Göstermesi: Bu tür örneklere çoğunlukla ferâgat olaylarında rastlanmaktadır. Çünkü, ihtiyarlık veya başka yerde görevli olma gibi çeşitli gerekçelere bağlı olarak kendi isteğiyle görevinden ayrılan bir kişi, görev yaptığı kadroyu istediği kişiye devretme hakkına sahip olmaktadır.98 Meselâ, İvaz Paşa Câmii'ne günlük 4 akçe ücretle hatip olan Seyyid Mehmed Salih, bu görevinden kendi istek ve rızasıyla Feyzullah Efendi lehine ferâgat etmiştir.99 Başka bir örnek de, yine aynı külliyede günlük 1,5 akçe ücretle cüzhân olan Mustafa b. Mehmed'in ferâgat olayıdır. Belgeye göre Mustafa b. Mehmed, kendi rızasıyla görevi bırakmış ve Süleyman Halife'nin bu göreve uygun olduğunu belirtmiş; ayrıca, gösterdiği adayın "tilâvetinin güzel olduğunu" hatırlatmayı da ihmâl etmemiştir.100
c. Yönetimin Tercihi: Herhangi bir kadroya atanacak şahsı belirlemek, yöneticinin en tabiî haklarındandır. Bu yetki, genellikle külliye yönetiminin en üst seviyedeki sorumlusu olan mütevellî tarafından kullanılmıştır. Fakat bazen müderris ve imam gibi, görev yaptıkları medrese ve câmiin birinci derecede sorumluları olmaları sebebiyle birer yöneticisi konumunda olanlar da mütevellîyle beraber tercihlerini bildirebilmişlerdir. Meselâ, 1525 yılına ait bir belgeye göre İvaz Paşa Külliyesi mütevellîsi ve Câmii imamı, görevini lâyıkıyla yerine getirmemesi sebebiyle müezzini ref' ettirmiş ve yerine gelecek şahsı da beraberce belirlemişlerdir.101 Mütevellîler gibi külliye nâzırları da, aday gösterme hakkına sahiptiler. Bu haklarını müstakil olarak kullanabildikleri gibi, mütevellî ile birlikte kullandıkları da olmuştur. Yine cüzhân atamasıyla ilgili bir belgeden anlaşıldığına göre aynı külliyenin nâzırı olan Ahmed, vefat eden Mehmed'in yerine atanmak üzere bir kişiyi aday göstermiş ve o kişi de cüzhân olarak atanmıştır.102
2. Atama Kriterleri
Külliyelerin pek çok fonksiyonu arasında, Osmanlı toplumuna yön verme özelliği de bulunmaktadır. Bu sebeple, aynı zamanda birer hayır kuruluşu olan külliyelerde görev yapacak kişilerin, her yönüyle vasıflı insanlar olması çok tabiidir. Bu husus, külliyelerin anayasası konumunda olan vakfiyelerinde, hiçbir şüpheye düşülmeyecek şekilde ifade edilmiştir. Buna göre, atamalarda göz önünde bulundurulan en önemli vasfın liyâkat ve ehliyet olduğu söylenebilir. Personelde bulunması gereken vasıf ve meziyetler öncelikle, külliye bünyesinde görev yapılacak yer ve kuruluşa göre farklılık göstermiştir. Külliyeler arasındaki farklar ise, genellikle vâkıfların tercih ettikleri üsluptan kaynaklanmıştır. Bununla beraber, görev yapılacak mekânın büyüklüğü veya külliye sahibinin şöhreti sebebiyle, bazen bir takım özel şartların da istendiği olmuştur.
Birer ihtisas kuruluşu olan dâruttıb, dârulkurrâ ya da dârulhadîste görev yapacak olan müderrisin, genel medrese müderrisinden daha farklı özelliklere sahip olması istenmiştir. Meselâ, bir dârulhadîs müderrisinin, ilmiyle âmil bir kişi olması yanında, Kur'ân'ı anlaşılır bir şekilde tefsir edebilen, Buhârî ve Müslim'deki hadisleri rahatlıkla rivayet edebilen bir kişi olması gerekmektedir.103
Diğer görevlilerde de konumlarının gerektirdiği benzer nitelikler aranmıştır. Meselâ, ilk okul seviyesindeki öğrencilerin öğretmeni olan muallimin şefkatli ve yumuşak huylu olması104; imamın ilm*i fıkha vâkıf, afîf, temiz ve "münkerâta meyilden mâsûn"105, hâfız, tecvid bilen, sesi güzel, namaz meselelerini bilen bir kişi olması; müezzinin mûsikî bilen, makamları uygulayabilen, güzel sesli bir kişi olması106 gibi. Dâruşşifâda çalışan mahzen emini, kilârî veya emîn-i sarf ile imârette çalışan aynı isimdeki görevlilerin her birinin görev yapılacak tesisin gerektirdiği bilgi ve tecrübe birikimine sahip olmaları gerekmekteydi. Hatta kapıcı ve süpürgeci gibi vasıfsız elemanlarda bile bazı hasletler aranmıştır. Meselâ, bevvâbın sâdık, ferrâşın temiz, kennâsın sabırlı107 kişiler arasından belirlenmesi istenmiştir.
Bütün bunlar gösteriyor müderris, mu'îd ve talebe gibi ilimle uğraşan; imam ve müezzin gibi din hizmeti gören kişilerde, muhtemelen toplumun örnek aldığı şahsiyetler olmaları sebebiyle, diğer görevliler için üzerinde önemle durulmayan bazı temel meziyetler aranmış ve bunların dindar, sâlih, temiz ve ilmiyle âmil kimseler olması istenmiştir.
Bazı külliye kurucuları, görevlendirecekleri personelin neredeyse tamamına yakınının, şayet diğer nitelikleri uyuyorsa, kendi aile üyeleri arasından olmasını şart koşmuşlardır. Hatta biraz daha ileri gitmişler, şayet nesilleri kesilirse, atanacak personelin kardeşlerinin neslinden, onların da nesillerinin kesilmesinden sonra azatlı kölelerinin neslinden olmasını istemişlerdir. Bu tür örneklere genellikle zürrî vakıflarda rastlanmaktadır.108
Vakfiyelerde yer alan atama kriterleri arasında cinsiyet konusu gündeme getirilmemiştir. Ancak, cinsiyet ayırımı konusuna açıklık getirebilecek yaygınlıkta olmasa da, nâzırlık ve mütevellîlik gibi çok önemli ve büyük sorumluluk isteyen bazı görevler, zaman zaman kadın personel tarafından üstlenilmiştir. Meselâ, İvaz Paşa Külliyesi'nin 1484-1905 yılları arasında mütevellîliğini yapan 65 kişiden 4'ü kadındır. İlk kadın mütevellî, XVI. yüzyılda, 1592 yılında görev yapan Fatma Hâtûn'dur. Onun vefatından sonra Şahnisa ve Devran hâtûnlar aynı görevi devam ettirmişlerdir. Diğer kadın mütevellî ise 1851 yılında göreve başlayan Fatımatuzzehra Hanım'dır.109 Yine aynı külliyenin nâzırlık görevi 1577 yılında iki kadın tarafından yürütülmüştür.110
3. Görevden Ayrılma
Personelin görevden ayrılması başlıca üç şekilde olmuştur. Bunların başında, doğal bir durum olan ölüm vardır ki bunu açıklamaya gerek yoktur. Diğer ikisi ise görevden kendi isteğiyle ayrılma veya görevden el çektirmedir.
a. Kendi İsteğiyle Ayrılma: Görevden kendi isteğiyle ayrılma ferâgat, istifâ ve istibdâl yollarından biriyle olmuştur.
aa. Ferâgat Yoluyla Ayrılma: Ferâgat, bulunduğu görevi kendi isteğiyle boşaltmak anlamına gelmektedir.111 Ferâgatın geçerli sayılabilmesi için külliye yönetimi tarafından da onaylanması gerekmektedir. Aksi takdirde, istifâ etmiş sayılır. Acaba, bir görevli hangi gerekçe veya beklentilerle kadrosunu boşaltır? Bunun avantajları nelerdir? Üzerine aldığı görevi yerine getirme konusunda ihtiyarlık, hastalık vs. sebeplerle acze düştüğünü, görevde yetersiz kaldığını anlayan personel, azledilmeyi beklemeden, ilgili makama başvurarak görevi bırakacağını bildirmektedir. Ferâgatın en önemli getirisi, yukarıda ifade edildiği gibi, kişiye, kendisinden sonraki görevliyi belirleme hakkı kazandırmasıdır.112 Aslında bu hak, kadroyu boşaltmaya, daha doğrusu kadroyu tazelemeye ve gençleştirmeye yönelik bir teşvik olarak da kabul edilebilir. Bu tarz ayrılmanın, personel açısından başka avantajları da vardır. Her şeyden önce, yıllarca görev yaptığı bir yerden hiçbir şekilde onuru zedelenmeden ayrılmaktadır. Ayrıca, ferâgat edenlerin, kendisinden sonraki görevliyi belirleme haklarını, dostları, yakın akrabaları ve çoğunlukla da çocukları için kullanmış olmaları, bu yolun personel tarafından da cazip karşılandığını göstermektedir. Meselâ, 1573 tarihli bir belgeye göre, İvaz Paşa Türbesi'nde cüzhânlık yapan Hüseyin kendi arzusuyla ferâgat etmiş, yerine de öz oğlu Hacı Mehmed'in getirilmesini istemiştir.113
ab. İstifâ Yoluyla Ayrılma: İstifâ, görevi terk etme anlamına gelir. Kendilerine daha iyi şartlarda yeni kadro bulabilen personel, ilk görevinden ayrılıp bu kadroya geçebilmiştir. Aslında istifâ, bir yönüyle ferâgat yoluyla ayrılmaya benzemekte ise de ondan ayrıdır. Çünkü ferâgat yoluyla ayrılmada, görevden ayrılma teklifi külliye yönetimine sunularak yönetimin onayı beklenmekte; istifâ yoluyla ayrılmada ise personel, bulunduğu görevi terk ederek boşaltmaktadır. Meselâ, Şeyh Taceddin Zâviyesi'nde cüzhân olan Hibetullah, başka bir yerde görev aldığından yeri boş kalmıştır. 114 Bu şekil ayrılmalarda personel, ferâgattakine benzer haklara sahip olamamaktadır.
ac. İstibdâl Yoluyla Ayrılma: İstibdâl, günümüzdeki becayişin karşılığı olup, farklı yerlerde görev yapan iki kişinin kendi rızalarıyla birbirlerinin yerine atanmasıdır. Ancak, istibdâlin geçerli olabilmesi için külliye yönetimlerinin onaylarının da alınması gerekmektedir. Meselâ, 1555 tarihli bir belgeye göre, Hacı İvaz Paşa Külliyesi'nde günlük 2 akçe ücretle câbî olan Mehmed b. Veli ve Mihaliç Kazası'nda Medine Evkafı'na bağlı Mümineli köyünün günlük 4 akçe ile câbîsi olan Mustafa, kendi rızalarıyla görev yerlerini değiştirmişlerdir.115
b. Görevden El Çektirme: Görevden ayrılmanın diğer bir şekli de görevden el çektirmedir. Buna ref edilme de denilmiştir. Ref edilme sebeplerinin başında, geçerli bir mazereti olmaksızın uzun süre vazifeye gelmeme vardır. Ref'in diğer sebepleri arasında görev şartlarını taşımama, göreve layık olmama, üzerine düşen görevi yapmama, görevde ihmâl ve tembellik gösterme, vakıf malını kendi zimmetine geçirme, yönetimin bilgisi dışında atanma vb. sayılabilir. Görevliler bir hata yaptıklarında öncelikle kendilerine nasihat ediliyor, sonra kesin bir şekilde uyarılıyor, en sonunda ise ref ediliyorlardı.116
ba. Görev Şartlarını Taşımama: Daha önce de belirtildiği üzere, vakfiyelerde görevliler için bazı özel şartlar öngörülmüştü. Bunlardan biri noksansa ve bu da tespit edilmişse, personelin görevine son verilirdi. Meselâ, bazı külliyelerde müderris, imam, müezzin gibi kimi personelin vâkıfın evlâdından olma şartı bulunmaktaydı. Dolayısıyla vâkıfın nesli arasında, gerekli şartları taşıyan bir kişi bulunduğunda, dışarıdan birinin kadroya atanması geçersiz sayılmıştır. 1542 tarihli bir belgeye göre, İvaz Paşa Medresesi'ne günlük 5 akçe ücretle mu'îd olan Abdullah, vâkıfın neslinden olmadığı için ref' edilerek, yerine bu şartı taşıyan Mevlâna Mehmed atanmıştır.117 Benzer bir hâdise müderrisle ilgili olarak da meydana gelmiş ve medreseye, yine vâkıfın neslinden olma şartını taşıyan Mevlânâ Muhyiddin tayin edilmiştir. 118 Prensip olarak bütün görevlilerin, atandıkları görevin üstesinden gelebilecek bilgi ve beceriye sahip olmaları gerekmektedir. Aksi halde atama iptal edilmekte ve görevden el çektirilme işlemi uygulanmaktadır. Buna dair bir örneği 1620 yılına ait bir belgede müşahade etmekteyiz. Örneğe göre, İvaz Paşa Külliyesi'nin kâtiplik görevine atanmış olan Yusuf, "nâ-ehil" olması ve "hizmet-i kitâbet"i yerine getirememesi sebebiyle ref' edilmiş, yerine de Osman isimli yeni bir kâtip atanmıştır.119
bb. Görev Yapmama: Her görevlinin hangi hizmetleri yerine getirmek üzere atandığı hem vakfiyelerde, hem de atama beratlarında açıkça belirtilmiştir. Bu görevleri yapmamak, belgelerde, "eda-i hizmet etmeme" şeklinde nitelendirilmiş ve ref' sebebi sayılmıştır. Meselâ, İvaz Paşa Câmii'nde müezzin olan Pîri, "vazife eylemez"liği gerekçe gösterilerek ref' edilmiştir.120 Diğer bir örnek ise, külliyenin mütevellîsi ve köyün ileri gelenleri tarafından görev yapmadığı tespit edilen Fidye Kızık Köyü câbîsinin görevinden uzaklaştırılması hakkındadır. 121
bc. Görevde İhmal ve Tembellik Gösterme: Görevine devam eder gözüktüğü halde lâyıkıyla hizmet etmeme, vazifesinde ihmalkâr davranma veya tembellik gösterme de ref' sebepleri arasında yer almıştır. Meselâ, İvaz Paşa Külliyesi'nde günlük 3 akçe ücretle câbî olan Ebûbekir Bey, hizmetindeki ihmali ve tembelliği sebebiyle mütevellî tarafından ref' edilmiş, yerine Ömer getirilmiştir.122 Bu çerçevede, yine mütevellînin tespit ve şikâyetiyle 1514 yılında Piri adlı bir görevliye123; 994/1586 yılında ise bir başkasına görevden el çektirilmiştir. 124
bd. Vakıf Malını Kendi Zimmetine Geçirme: Genellikle câbîler arasında görülen bir ref' sebebidir. Ancak, mütevellîlerin de, zaman zaman vakıf malını zimmetlerine geçirmeleri sebebiyle azledildikleri olmuştur. Meselâ, 963/1556 tarihli bir belgeye göre, İvaz Paşa Külliyesi'nin müşahere câbîsi Mehmed b. Mahmud'un zimmetinde vakfa ait para çıkmış, bunu ödeyemeyince de ref' olunarak hapse atılmıştır.125 Diğer belgede ise, külliyenin daha önceki câbîsi Hacızâde'nin vakfa ait 2936 akçeyi ödeyememesi sebebiyle hapis edildiği belirtilmektedir. 126 Başka bir örnekten, mütevellîlik görevini uzun yıllar üzerinde bulunduran Abdullah b. Abdulgafur ve Mustafa b. Ahmed isimli kişilerin 10 yılı aşkın bir süre içinde muhasebe defterlerini kontrol ettirmek istemedikleri anlaşılmaktadır. Aynı belgeye göre adı geçen mütevellîler, külliyeye ait 1500 kuruştan daha fazla miktardaki bir parayı kendi adlarına murabahaya vermişler, ayrıca personele de ücretlerini ödememişlerdir. Her iki mütevellî de, personelin mahkemeye müracaatları neticesinde azledilmiştir.127 Fakat, bu kişiler, bir yolunu bularak yönetimi tekrar ellerine geçirmişler; 1218/1803 yılında, personelin, yine benzer şikâyetlerine konu olmuşlardır. Mürtezika, mahkemede, adı geçen mütevellîlerin, "vakfın a'şâr-ı şer'iyye ve mukataât ve icârâtını kendi umuruna sarf ve istihlâk ettikleri, vakfın tamire muhtaç yerlerini tamir ettirmeyip vakfı tamamen harap hale çevirdikleri"ni ifade ederek azillerini talep etmiştir.128
be. Yönetimin Bilgisi Dışında Atanma: Bir kadroya atamanın gerçekleşebilmesi için külliye yönetimini temsil eden mütevellînin onayı gerekmekteydi. Bu onay alınmadan yapılan atamalar ise eksik kabul edilmiş ve ref' sebepleri arasında yer almıştır. 1570 tarihli bir belge, mütevellî veya nâzırdan birisinin bilgisi dışında gerçekleştirilen bir atamanın iptali hakkındadır. Buna göre, İvaz Paşa Külliyesi'nin meremmetçisi Ahmed b. Davud vefat ettikten sonra, yerine Hacı Piri b. Mustafa atanmıştı. Bu arada, Veli b. Mehmed isimli başka bir şahıs "bir yolunu bulup" aynı kadroya kendisini tayin ettirmiş ve berat da almıştır. Ancak, külliyenin mütevellîsi olan Muhsin Çelebi ile nâzırı olan Ataullah Çelebi'nin bu atamadan haberdar olmaları, ikinci atamanın iptal edilmesine sebep olmuştur.129
4. Hizmet Süresi
Müderrisin dışındaki külliye personeli, üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirip, hizmetinde ihmal ve kusuru bulunmadığında, azledilmeyi gerektirecek bir davranış içine girmediğinde, aynı hizmeti aynı kuruluşta yıllarca sürdürme imkânına sahipti. Yani bir hizmet süresi kısıtlaması bulunmamaktaydı. Müderrisler ise terfi imkânına sahiptiler ve terfi edebilmek için de çoğunlukla yer değiştirmek zorundaydılar. Atama beratlarından hareketle bir personelin görev süresini doğrudan takip ve tespit etmek çoğunlukla zordur. Ancak, personelin görev değişikliklerinin sebepleri değerlendirildiğinde görev süresiyle ilgili bir fikir edinmek mümkündür. Buna göre, yeni atamaların çoğunlukla önceki görevlinin fevt olması, yani ölmesi sebebiyle gerçekleştiği görülmektedir. Bu da atamaların, şayet zaman içinde görevden el çektirmeyi gerektirecek bir durum ortaya çıkmazsa kayd-ı hayat şartıyla yapıldığını göstermektedir. Bu çerçevede bazı personelin görev süresi tespit edilebilmiştir. Meselâ, İvaz Paşa Külliyesi'nin vâkıftan sonraki ilk mütevellîsi olan Mahmud Çelebi 62 yıllık hizmet süresiyle130 en uzun müddet mütevellîlik yapan kişi olmuştur. Aynı külliyenin son mütevellîleri arasında yer alan Fatımatuzzehra hanım da 56 yıllık hizmetiyle uzun süre görevde kalanlar arasına girebilmiştir. 131 Bunun yanında Seyyid Cafer b. Emirgazi gibi sadece 24 gün132 görev yapabilmiştir.
C. Personelin Ekonomik Durumu
1. Personel Maaşları
Külliyelerde görev yapacak olan personelin alacağı ücretler, ilgili vakfiyelerde ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Ancak, zamanla bazı personel ücretlerinde bir miktar artışlar olmuşsa da bunlar külliyenin personel sistemini veya maaş dengelerini değiştirecek nitelikte değildi. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, Osmanlının ilk dönemlerinden itibaren XIX. yüzyıla kadar müderris dışındaki personelin maaşında kayda değer bir artış olmamıştır. Müderris ücretlerindeki artış ise, medreselerin Fatih Sultan Mehmed döneminde yeni bir yapıya kavuşturulmasından kaynaklanmıştır. Külliyelerin personel rejimindeki köklü değişimlerin kesin çizgilerle XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaşandığı söylenebilir. Bu dönemde personelle ilgili olarak üç değişiklik gözlenmiştir. Ancak bu çalışma, Osmanlı Klasik Dönemi ile sınırlı olduğu için söz konusu değişiklikler örneklerle açıklanmayacak; sadece maddeler halinde sıralanacaktır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, o zamana kadar yüzyıllarca sabit kalan personel ücretlerinin değişen oranlarda artırılırmış olmasıdır. İkinci değişim personel ücretleriyle ters orantılı olarak gerçekleşmiş; maaşlar artırılırken personel sayısında azaltmaya gidilmiştir. Üçüncü değişim ise para birimi ve ödeme periyodunda yapılmıştır. O zamana kadar akçe olan para birimi kuruşa çevrilmiş, günlük ve aylık olan maaş hesap periyodu da aylık ve yıllığa dönüştürülmüştür.133
Personel maaşlarıyla ilgili olarak bilinmesi gerekli olan diğer bir husus, maaşların külliyelere göre değişip değişmediğidir. Bir vezir tarafından kurulmuş olan İvaz Paşa Külliyesi ile iki önemli Osmanlı sultanı tarafından kurulmuş olan Fatih ve Süleymaniye külliyelerinde görev yapan personel ve aldıkları maaşlar mukayese edildiğinde personel ücretlerinin külliyelere göre değişmediğini, bu hususta külliyeler arasında büyük oranda bir dengenin olduğunu söylemek mümkündür. Aynı hizmeti farklı külliyelerde yerine getiren kişilere birbirine yakın maaşlar ödenmiş, hatta ücretler konusunda sultan külliyeleriyle vezir külliyeleri arasında da önemli bir fark göze çarpmamıştır. Personel maaşlarındaki en büyük farklılık mütevellî ücretlerindedir. Meselâ, ilgili vakfiyelere göre, yevmiyesi İvaz Paşa Külliyesi'nde 5 akçe olan bir mütevellî, Fatih Külliyesi'nde çalışsaydı 50, Süleymaniye Külliyesi'nde görev yapsaydı 100 akçe alacaktı. Buradaki farkın en önemli sebebi, Fatih ve Süleymaniye külliyelerinin, hem bütçe hem de personel sayısı itibariyle İvaz Paşa Külliyesi'ne göre çok daha büyük kuruluşlar olmaları; dolayısıyla söz konusu iki külliyedeki mütevellîlerin daha büyük bir sorumluluğun altına girmiş bulunmalarıdır. Hatip ve dersiâm ücretleri de kısmen farklılık arz etmektedir. İvaz Paşa Külliyesi'nde 4 akçe olan hatip yevmiyesi Fatih Külliyesi'nde 40 akçedir. Dersiâm ücretlerinde de benzer durum müşahede edilmiştir. Ancak müderris, mu'îd, muallim ve talebe yevmiyelerinde ise önemli bir farklılık görülmemiştir. Hatip veya dersiâmın fazla maaş alması, görev yaptıkları câmilerin öneminden kaynaklanmış olmalıdır.134 Burada değerlendirmeye almadığımız diğer personelin maaşlarını Fatih ve Süleymaniye külliyelerinde görev yapan personelin sayısı ve aldıkları maaşların gösreildiği 1 ve 2 numaralı tablolardan takip ve mukayese etmek mümkündür.
2. Ek Gelirler
Külliyelerde görev yapan personelin, geçimlerini tamamen maaşlarıyla sağladıkları söylenemez. Bazıları asıl vazifelerinden başka ikinci, hatta üçüncü ek iş yapmıştır. Bu sebeple, mürtezikanın gerçek ekonomik durumunu tespit etmek oldukça zordur. Personelin ek iş ya da görevleri aynı külliyede olabildiği gibi, diğer külliye veya vakıflarda da olabilmiş; meslek içi faaliyet olabildiği gibi meslek dışı faaliyetler de olabilmiş; maaş olabildiği gibi yardım veya bağış da olabilmişti.
a. Meslek İçi Faaliyetlerden Sağlanan Gelirler: Personelin, aynı veya farklı bir külliyede birbirine yakın sayılabilecek başka bir hizmeti üstlenmesi meslek içi faaliyet olarak kabul edilebilir. Külliye personeli arasında yer alan müderris, mütevellî, imam, müezzin, muallim, cüzhân, duâ-gû gibi çok farklı hizmetleri yerine getiren kişiler bu tür ek görevler alabilmişlerdir. Bu çerçevede bir mütevellî135 veya nâzır136 aynı zamanda müderrislik, mu'îdlik, veya başka bir külliyede mütevellîlik137 görevlerini birlikte yürütebilmiş; bir imam138 aynı zamanda hatiplik ve müezzinlik gibi birden fazla görevi üstlenebilmiş; bir cüzhân yine cüzhânlık veya kâtiplik gibi farklı hizmetleri yerine getirebilmiş ve yevmiyesini iki, üç, hatta dört katına yükseltebilmiştir. Meselâ, maaşını Sûfîzâde Seyyid Mehmed Efendi vakfından almak üzere günlük 1 akçe ile cüz okuyan bir cüzhân, Hatice Hâtûn Vakfı'ndan