MİLLİ MÜCADELE'NİN BAYRAKLAŞAN KAHRAMANI
...KARA FATMA EFSANESİ...
...KARA FATMA EFSANESİ...
“Kara Fatma” ismi, Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşamış bir şahsiyeti ifade etmekten ziyade; esasen Kuva-yı Milliye ruhunun bayraklaşan Türk kadınını sembolize eden bir karakter olarak hafızamıza yerleşmiştir. Nitekim, Müslüman–Türk aile yapısını incelediğimizde hemen her ailede bir Fatma’nın bulunduğunu görürüz. Kimi evde Fatma o evin annesidir, kiminde gelindir Fatma, kiminde ise bacıdır. Hülasa Fatma’sı olmayan aile özellikle Anadolu’da neredeyse yoktur. Anadolu’nun hemen her karışında mutlaka bir Fatma’mız vardır. O bakımdan, vatanın işgal altında olduğu ve can emniyetinin, mal emniyetinin, ırz ve namus emniyetinin tehlikeye düştüğü savaş yıllarında Türk kadını da cephe gerisinde mücadele vermiş, milli heyecanın şahlandırdığı Fatma’lar, Ayşeler, Hatice’ler birer kahraman şahsiyet olarak bayraklaşmıştır. İşte “Kara Fatma” da, vatanın ve milletin namusuna uzanan nâmahrem elleri kırmak için ortaya çıkmış, destanlaşmış Türk kadınıdır. İzmir’in “Kara Fatma”sı vardır, Erzurum’un “Kara Fatma”sı vardır, Sivas’ın, Hatay’ın, Kahramanmaraş’ın, Trabzon’un, Gaziantep’in kısacası memleketin her köşesinde bir “Kara Fatma”mız vardır.
Vatanseverliğin Ve Kahramanlığın Yüce Abidesi
Kara Fatma namı ile temayüz etmiş kadın kahramanımızın ilkine 93 Harbi’nde Osmanlı–Rus Savaşı sırasında rastlıyoruz. Kara Fatma, genç yaşında kendisi gibi vatansever ve mücadeleci kadınları etrafına toplayarak âdetâ gönüllü bir alay teşkil eder. Kâh cepheye lojistik destek veriyor, kâh cephe gerisi emniyeti sağlamak için manevra yapıyor kâh bizatihi disiplinli bir ordu efrâdı gibi hareket ederek cephede düşmanla boğuşuyordu Kara Fatma.
“Kadınlar Dünyası” isimli gazetenin 20 Temmuz 1913 tarihli nüshasında bu muhterem Kuva-yı Milliyeci validemizden şu şekilde bahsedilir:
“Kara Fatma, Malatya'ya bağlı Aladağlı'dır. Zayıf, orta boylu ve esmer, gözleri ve kaşları siyahtır. Elbisesi, erkek elbiselerinin aynıdır. Entari yerine geniş bir şalvar, ceket yerine ise ‘sarka’ tâbir olunan bir tür cepken giyerdi. Sesi erkek sesi gibi gür ve sertti. Yüzünü örtmez fakat, saçlarını boynuna dolar; başının, yüz kısmı dışında bütün kısımlarını ‘Leçel’denilen beyaz bir bezle kat kat sararak örterdi. Maiyeti üzerinde son derece etkiye ve güce olup, İbrahim nâmındaki hizmetlisi dahi Kara Fatma'nın hışım ve heybetinden ürperirdi. Cengâver olduğu kadar da yumuşaktı lakin, şefkati lüzumundan fazla değildi. Kara Fatma, tarihen sâbit olan en mühim ve parlak zaferlerini Rusya Muhârebesi dönemlerinde göstermiştir”. Meşhur Sivastopol Destanı'nda Kara Fatma şu mısralarla anlatılır:
Sivastopol Destanı'nda Kara Fatma
Beş altı gün sonra geldi
Kara Fatma-i gazi
Nisâlar kahramanı, şeref-razı
Beş altı yüz kişiyle geldi o an,
Kamusu hep süvâri-i namdarân.
Onların nâmı var Türkmen ilinde
Kılıç belinde, kargı yollarında.
Onlar çok kırdı düşman, döktü kanın
Şehid oldu karındaşı nisânun.
O hâtun kendi dahi yaralandı
Onuldu yarası hoş varlandı.
Ömer paşa olup Şumnûda kâim
Onlara gönderir cephâne dâim.
Kara Fatma bu harpte yüz bin kişilik düşman ordusunun karşısında geceli gündüzlü savaşmış, Türk ordusunun en ileri hatlarına kadar giderek askere cesaret aşılamıştır. Bu harpte bir ara yaralanmış ve kardeşini kaybetmişti. Kahramanlığı yabancı eserlere de geçmiştir.
Allah şefaatinden mahrum eylemesin…
Yunan’ın Korkulu Rüyası
Kuva-yı Milliye'nin “Kara Fatma” namlı kadın kahramanlarından bir diğeri de Batı Anadolu'da ortaya çıkmıştır. Bu bölgede milletin ve memleketin kurtuluşu için kahramanca çarpışan Kara Fatma, Yunanlılara karşı gösterdiği mücadeleleriyle Mustafa Kemal Atatürk'ün de liyakatini kazanmıştır. Ülkenin o kara günlerinde, Müslüman Türk kimliğine sahip Anadolu kadınını gönülden temsil eden; vatan için, namus için, bayrak için, istiklâl için, varlık için, şeref için dövüşen ve adı sık sık gündeme gelen bu muhterem validemiz, nesiller boyunca iftihar ile hatırlayacağımız kahraman Türk kadınlarımızın önderlerindendir… Muhârebe zamanlarında giydiği elbisesini ölünceye kadar sırtından çıkarmayan Kara Fatma’nın yakın zamanda "İstiklâl Madalyası" ile çoğu kez basında haberi çıkmış, cadde ve sokaklarda gelip geçenlerin dikkatini çekmiştir.
Muharebe Bana Düğün Gelir
Memlekette can ve namus emniyetinin tehlikede olduğunu gören bu eli öpülesi validemiz, kadınlığın o ince yapılı karakterini hiç düşünmeden, “Kadın isem de, Türk değil miyim?” diyerek işgal kuvvetlerinin zulüm ve cinayetlerine karşı Kuva-yı Milliye hareketine katılmıştır. O da, isimleri tarih boyunca şan ve şerefle yad edilecek diğer kadın kahramanlarımız gibi vatanın bağımızlığı, milletin selameti için canı pahasına hizmet etmiştir. Kara Fatma, işgalcilerin zulümlerini artırdığı ve dayanılmaz olduğu bir dönem İstanbul'dan yola çıkarak dolu dizgin, gençlik ve memleket aşkının verdiği cesâretle Sivas'a gelir ve Mustafa Kemâl Paşa’nın huzuruna çıkar:
– “Bütün millet, vatanın kurtarılmasını bekliyor, işte ben de kadın halimle geldim, iş göster, emret Paşam!” der…
Samimi ve içten gelen bu sözler Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz…
– “Peki ama, sen ne iş görebilirsin ki? Silah kullanır mısın? Ata biner misin? Harpten ateşten korkmaz mısın?..”
Kara Fatma’dan beklenilen cevap gelir:
– “Ata binerim, silah kullanırım, muharebe bana düğün gelir Paşam, düğün…!”
Bu Müslüman Türk kadınına hayran kalan Mustafa Kemal Paşa:
– “Şu dakikada bütün kadınlarımız senin gibi olsalardı Kara Fatma”
Diyor ve bu sûretle “Fatma Hanım”, “Kara Fatma” lâkabını almış oluyor.
Bir Kurşun Yarası Ve Kırmızı Kurdelalı Bir Harp Madalyası
Mustafa Kemal'den aldığı emir ve tavsiyelerle İstanbul'a gelen Kara Fatma 15 kişilik vatansever genci etrafına toplamıştır ve buradan Kocaeli'ne geçmektedir. Köylerde vaziyeti asla belli etmeden tam bir teşkilat kurmayı başararak Geyve'de cephe tutar. Halid Bey Kumandası'nda bir yıl vatanî görevde bulunur Kara Fatma ve bu sırada ilk defa yaralanır. Teşkilat lağvedilince orduya çavuş olarak katılır. Birçok korkulu savaşlarda orduya, istiklâle büyük hizmetler eden Kara Fatma'nın bu zaferlerden tek nişânesi aldığı bir yara ile kırmızı kurdelalı bir harp madalyasıdır. Bu gururu ve iftiharı ömrü boyunca taşımıştır.
Kuva-yı Milliye'nin Yorulmaz Hizmetçisi
Kara Fatma, bir basın mensubuna, Kuva–yı Milliye dönemindeki hizmet ve faaliyetlerinden şu şekilde bahsetmiştir:
– “İzmit, Adapazarı, Düzce ve civarına Yunanlılar sık sık baskınlar yapıyordu. Bir gün kumandan Halid Bey beni çağırdı ve dedi ki:
– ‘Fatma Hanım, senin bugüne kadar yaptıklarından çok memnunum, sana kaymakamlık vereceğim’.
Halid Bey'in bu sözlerinden anlamıştım ki, bana gene mühim bir iş verecek.
Şu emri verdi.
– ‘Şimdi adamlarını alıp İznik'e gideceksin!’.
– ‘Ama ben on beş gün önce orada idim’.
– ‘Gene gideceksin, orada bulun, işlerin var’.
Emir, emirdi. Derhal hazırlandım, atlarımıza atladık, dağlardan bayırlardan dolu dizgin koşturuyorduk.
Yolda nefes nefese iki köylüye rastladık. Bizi görünce:
– ‘Aman’ dediler, ‘İmdada gelin, köyümüzü bastılar, hepimizi öldürecekler’.
– ‘Kimler bastı köyünüzü?’.
– Kimler olacak, Yunan gâvuru’.
Öyle günler yaşıyorduk ki; kimseye inanmak caiz de değildi hani. Bu, düşmanın bir oyunu da olabilirdi, nitekim bu gibi hadiselerle çok karşılaşmıştık.
– ‘Hangi köydensiniz?’.
– ‘Elmacık Köyü'nden’.
Hemen atlardan indik, kıyafetlerimizi değiştirdik. Ben eski püskü bir elbise giymiştim. Köye girdiğimiz zaman, manzara tüyler ürpertici idi. Meydanda bir papaz oturuyordu. Etrafında onbeş, onaltı kadar silâhlı vardı. Türkleri bir araya getirmişlerdi. Papaz, Yunanlılara sordu:
– ‘Nasıl ceza verelim?’.
Yunanlılardan biri:
– ‘Onları iyice bağladıktan sonra bize teslim edin, intikamımızı biz alırız’. Dediler.
Benden şüphe edilmediği için yanlarına kadar yaklaşmıştım.
Papaz, üç köylünün bir ağaca bağlanmasını emretti.
Kardeşime yaklaştım:
– ‘Hali görüyor musunuz?’ dedim; ‘İyi ki gelmişiz, şimdi tabancamı adamların üzerine boşaltacağım’.
Kardeşim sert bir ifade ile yüzüme baktı ve yavaş sesle:
– ‘Acele etme, sonra işi bozarız’
Cevabını kulağıma fısıldadı. Ben bekleyecek halde değildim. Heyecanımdan tir tir titriyordum. Oğlum da benim halimden şüphelenmişti. Yanıma yaklaştı o da fısıldadı:
– ‘Acele etme anne’.
Düşmanın rengi küle döndü...
Ağaçlara bağlananların az sonra can vereceklerini anlayan köylüler ağlaşmaya, feryad etmeye başlamışlardı.
Ne olursa olsun fazla sabredemeyecektim. Tabancamı çektim ve:
– ‘Teslim olun!’ diye haykırdım.
Tabiî, adamlarım da silahlarını çekmişlerdi. Bu beklenmeyen hâl, düşmanı öylesine şaşırtmıştı ki... Hemen ağaçlara bağlananların iplerini çözdürdüm ve silahlı düşmanların silahlarını aldırdıktan sonra onları bağlattım. Papaza dönerek:
– ‘Haydi’ dedim, ‘Şimdi siz ölümlerden ölüm beğenin’.
Hepsinin de rengi kül gibi olmuştu. Titriyorlardı. Oracıkta düşüp öleceklerdi.
Adamlarıma döndüm:
– ‘Hepsini Halid Bey'e götürünüz’ dedim, ‘Cezalarını o verecektir’.
İzmit'e döndüğümüz zaman Süvari Livası Hacı Arif Bey bu muvaffakiyetimizden dolayı bizim için büyük bir merasim hazırlamıştı. Köylüler, coşkun tezahürat yapıyordu. Fakat bu muvaffakiyet ile birlikte beni sükûtu hayale gark eden bir mesele hasıl oldu. Meğer ‘Kara Fatma tehlikeden sakınmıyor, başımıza bir iş açar’ diye beni, geri hizmetlere almaya karar vermişler. Kıyameti kopardım. Halid Bey:
– ‘Bilmiyorum Fatma Hanım’ dedi, ‘Ölümden korkmuyorsun, fakat ya şehid olmaz da esir düşersen ne olur?.. Bizimkilerin maneviyatı bozulur, düşmanın maneviyatı kuvvetlenir. Sen hiçbir tehlikeden kaçmıyorsun. Ya, Elmacık Köyü'ndeki düşman kuvvetli olsaydı da sizi esir etseydi ?...
Tabii, o zaman kim tehlikeyi düşünüyordu. Lakin, bundan sonra daha ihtiyatlı davranacağımı vadederek vazifeme devam ettim”…
Allah mübarek şefaatlerine nail eylesin…
_ALINTIDIR_