SiyahLi
Yeni Üye
Türkiye’de HIV enfeksiyonunu taşıyanların sayısının 65-70 bin arasında olduğunun tahmin edildiğini belirten Akalın “Ülkemizde HIV ile yaşayanların en yoğun oldukları yaş aralığı 20-45 arasıdır. Bununla birlikte 15-19 yaş aralığında son yıllarda dikkati çeken bir artış mevcut” dedi.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından ilk olarak 1988 yılında HIV konusunda farkındalık yaratmak amacıyla belirlenen 1 Aralık Dünya HIV / AIDS Günü dolayısıyla konuya dikkat çeken uzmanlar, ülkemizde 2000-2018 yılları arasındaki dönemde HIV enfeksiyonu görülme sıklığının yüzde 400 oranında artış gösterdiğini kaydetti. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) HIV/AIDS Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Halis Akalın, 1 Aralık Dünya HIV/AIDS Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, HIV enfeksiyonunun görülme yaşının ergenlik çağına kadar düştüğünü vurguladı. Prof. Dr. Akalın, “Ülkemizde 2000 yılının başından 2018 yılına kadar yüzde 400’lere ulaşan bir artış mevcuttur. Bu artışta rol oynayan önemli faktörler olarak HIV prevalansı yüksek olan bazı komşu ülkelerle yakın turistik ilişkilerimiz, toplumda HIV enfeksiyonu hakkında farkındalığın yeterince gelişmemiş olması, HIV enfeksiyonu açısından riski daha yüksek olan hassas gruplara yeterince ulaşılamaması, damgalama, ayrımcılık ve orta öğretimde cinsel yol ile bulaşan enfeksiyonlardan korunma eğitiminin yeterli olmaması gibi nedenler sayılabilir” dedi.
HIV enfeksiyonu ile AIDS’in aynı şey olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Akalın, şu bilgileri verdi: “HIV’in vücuda girdikten sonra genellikle viral bir üst solunum yolu enfeksiyonu gibi seyreden akut dönemini, kronik enfeksiyon (asemptomatik dönem) dönemi izler. Bu dönemde de HIV enfeksiyonundan şüphelenebileceğimiz ağızda tekrarlayan mantar enfeksiyonları, gece yanığı gibi hastalıklar oluşabilir. HIV vücuda girdikten sonra bağışıklık sisteminin hücrelerini (CD4+ T-lenfositleri) zaman içinde doğrudan ve dolaylı olarak hasara uğratır, azaltır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısının 200/mm3’ün altına düşmesi ile AIDS dönemi başlar. HIV enfeksiyonu eğer zamanında tanınarak tedavi edilmezse, yaklaşık 8-10 yıllık süre içerisinde bu döneme ulaşılır. Bağışıklık sisteminin iyice zayıfladığı bu dönemde, bağışıklık sisteminin normal olduğu kişilerde hastalık yapmayan ya da sık görülmeyen mikroorganizmaların yaptığı enfeksiyonlar (fırsatçı enfeksiyonlar) ve kaposi sarkomu, lenfoma gibi kanserler gelişir.”
2021 yılı sonu itibariyle dünyada 38,4 milyon HIV enfeksiyonu ile yaşayan kişi olduğunun tahmin edildiğini kaydeden Prof. Dr. Akalın, “Günümüze kadar yaklaşık 40 milyon kişi AIDS ya da AIDS ile ilişkili fırsatçı enfeksiyon ya da kanserlerden kaybedilmiştir. 2021 yılında 1,5 milyon yeni HIV enfeksiyonu saptanmış olup, AIDS ve AIDS ile ilişkili komplikasyonlar nedeniyle 650 bin kişi yaşamını yitirmiştir. Ülkemizde ise 2021 yılı sonu itibariyle Sağlık Bakanlığı resmi kayıtlarında 32 bin kişi HIV ile yaşıyor olarak raporlanmıştır. Bunlardan 26 bini erkek bireylerdir. Hastalığından habersiz olduğu düşünülen kişilerle beraber ülkemizdeki HIV ile yaşayanların sayısının 65-70 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir” dedi.
Virüsün ülkemizdeki en sık bulaş yolunun cinsel yolla olduğunu anlatan Prof. Dr. Akalın, “Resmi kayıtlarda bulaş yollarının sadece yarısı tam olarak raporlanabilmiştir. Bulaş açısından durumu bilinen kişilerin yüzde 97,1’inde bulaş yolu cinsel ilişkidir. Cinsel yolla bulaşın da yaklaşık yüzde 67’sini heteroseksüel (kadın-erkek) ilişki, yüzde 33’ünü ise erkek-erkek ilişkisi ve biseksüel ilişki oluşturmaktadır. Ülkemizde HIV ile yaşayanların en yoğun oldukları yaş aralığı 20 ila 45 yaş arasıdır. Bununla birlikte 15-19 yaş aralığında son yıllarda dikkati çeken bir artış mevcuttur” diye konuştu.
Covid pandemisiyle beraber HIV testi yaptırma olanaklarının da kısıtlandığına dikkat çeken Prof. Dr. Akalın, şunları söyledi: “Son yıllarda resmi kayıtlara girenlerin azalması, Kovid-19 pandemisinin getirdiği karantina ve kapanma ya da konu ile ilgili bakım veren kliniklerin tamamen Kovid hastalarına yönelmesi gibi kısıtlamalar nedeniyle test yaptırma olanaklarının pandemiden olumsuz etkilenmesine bağlanmaktadır. 2023 yılında bu artış ivmesinin normale dönmesi beklenmektedir. 1996 yılından itibaren etkili kombinasyonların tedaviye girmesi ile yeni enfeksiyon sayılarında ve AIDS’e bağlı ölüm oranlarında belirgin azalma meydana gelmiştir. Tedavisini düzenli sürdürenlerde yaşam süresi beklentisi, HIV ile yaşamayanlara göre neredeyse aynı seviyeye gelmiştir. Bu tedaviler HIV’i vücuttan tamamen silmediği için tedavinin ömür boyu düzenli olarak alınması gerekmektedir. Yapılan çalışmalarda tedavisini düzenli olarak alan ve HIV’in kandaki seviyesi en az 6 ay ölçülemeyecek düzeyde seyredenlerin bulaştırıcı olmadığı gösterilmiş ve bu sonuçlar belirlenemeyen (B) = bulaştırmayan (B) yaklaşımını getirmiştir (B=B). Damgalama ve ayrımcılık hak ihlallerini beraberinde getirmektedir. Tüm toplum olarak damgalama ve ayrımcılık ile savaşmamız gerekmektedir.”
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından ilk olarak 1988 yılında HIV konusunda farkındalık yaratmak amacıyla belirlenen 1 Aralık Dünya HIV / AIDS Günü dolayısıyla konuya dikkat çeken uzmanlar, ülkemizde 2000-2018 yılları arasındaki dönemde HIV enfeksiyonu görülme sıklığının yüzde 400 oranında artış gösterdiğini kaydetti. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) HIV/AIDS Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Halis Akalın, 1 Aralık Dünya HIV/AIDS Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, HIV enfeksiyonunun görülme yaşının ergenlik çağına kadar düştüğünü vurguladı. Prof. Dr. Akalın, “Ülkemizde 2000 yılının başından 2018 yılına kadar yüzde 400’lere ulaşan bir artış mevcuttur. Bu artışta rol oynayan önemli faktörler olarak HIV prevalansı yüksek olan bazı komşu ülkelerle yakın turistik ilişkilerimiz, toplumda HIV enfeksiyonu hakkında farkındalığın yeterince gelişmemiş olması, HIV enfeksiyonu açısından riski daha yüksek olan hassas gruplara yeterince ulaşılamaması, damgalama, ayrımcılık ve orta öğretimde cinsel yol ile bulaşan enfeksiyonlardan korunma eğitiminin yeterli olmaması gibi nedenler sayılabilir” dedi.
“HIV ile AIDS aynı şey değil”
HIV enfeksiyonu ile AIDS’in aynı şey olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Akalın, şu bilgileri verdi: “HIV’in vücuda girdikten sonra genellikle viral bir üst solunum yolu enfeksiyonu gibi seyreden akut dönemini, kronik enfeksiyon (asemptomatik dönem) dönemi izler. Bu dönemde de HIV enfeksiyonundan şüphelenebileceğimiz ağızda tekrarlayan mantar enfeksiyonları, gece yanığı gibi hastalıklar oluşabilir. HIV vücuda girdikten sonra bağışıklık sisteminin hücrelerini (CD4+ T-lenfositleri) zaman içinde doğrudan ve dolaylı olarak hasara uğratır, azaltır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısının 200/mm3’ün altına düşmesi ile AIDS dönemi başlar. HIV enfeksiyonu eğer zamanında tanınarak tedavi edilmezse, yaklaşık 8-10 yıllık süre içerisinde bu döneme ulaşılır. Bağışıklık sisteminin iyice zayıfladığı bu dönemde, bağışıklık sisteminin normal olduğu kişilerde hastalık yapmayan ya da sık görülmeyen mikroorganizmaların yaptığı enfeksiyonlar (fırsatçı enfeksiyonlar) ve kaposi sarkomu, lenfoma gibi kanserler gelişir.”
Türkiye’deki sayının 70 binlere ulaştı
2021 yılı sonu itibariyle dünyada 38,4 milyon HIV enfeksiyonu ile yaşayan kişi olduğunun tahmin edildiğini kaydeden Prof. Dr. Akalın, “Günümüze kadar yaklaşık 40 milyon kişi AIDS ya da AIDS ile ilişkili fırsatçı enfeksiyon ya da kanserlerden kaybedilmiştir. 2021 yılında 1,5 milyon yeni HIV enfeksiyonu saptanmış olup, AIDS ve AIDS ile ilişkili komplikasyonlar nedeniyle 650 bin kişi yaşamını yitirmiştir. Ülkemizde ise 2021 yılı sonu itibariyle Sağlık Bakanlığı resmi kayıtlarında 32 bin kişi HIV ile yaşıyor olarak raporlanmıştır. Bunlardan 26 bini erkek bireylerdir. Hastalığından habersiz olduğu düşünülen kişilerle beraber ülkemizdeki HIV ile yaşayanların sayısının 65-70 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir” dedi.
“Sadece yarısının bulaş yolu biliniyor”
Virüsün ülkemizdeki en sık bulaş yolunun cinsel yolla olduğunu anlatan Prof. Dr. Akalın, “Resmi kayıtlarda bulaş yollarının sadece yarısı tam olarak raporlanabilmiştir. Bulaş açısından durumu bilinen kişilerin yüzde 97,1’inde bulaş yolu cinsel ilişkidir. Cinsel yolla bulaşın da yaklaşık yüzde 67’sini heteroseksüel (kadın-erkek) ilişki, yüzde 33’ünü ise erkek-erkek ilişkisi ve biseksüel ilişki oluşturmaktadır. Ülkemizde HIV ile yaşayanların en yoğun oldukları yaş aralığı 20 ila 45 yaş arasıdır. Bununla birlikte 15-19 yaş aralığında son yıllarda dikkati çeken bir artış mevcuttur” diye konuştu.
“Covid, HIV testleri ve takibini sekteye uğrattı”
Covid pandemisiyle beraber HIV testi yaptırma olanaklarının da kısıtlandığına dikkat çeken Prof. Dr. Akalın, şunları söyledi: “Son yıllarda resmi kayıtlara girenlerin azalması, Kovid-19 pandemisinin getirdiği karantina ve kapanma ya da konu ile ilgili bakım veren kliniklerin tamamen Kovid hastalarına yönelmesi gibi kısıtlamalar nedeniyle test yaptırma olanaklarının pandemiden olumsuz etkilenmesine bağlanmaktadır. 2023 yılında bu artış ivmesinin normale dönmesi beklenmektedir. 1996 yılından itibaren etkili kombinasyonların tedaviye girmesi ile yeni enfeksiyon sayılarında ve AIDS’e bağlı ölüm oranlarında belirgin azalma meydana gelmiştir. Tedavisini düzenli sürdürenlerde yaşam süresi beklentisi, HIV ile yaşamayanlara göre neredeyse aynı seviyeye gelmiştir. Bu tedaviler HIV’i vücuttan tamamen silmediği için tedavinin ömür boyu düzenli olarak alınması gerekmektedir. Yapılan çalışmalarda tedavisini düzenli olarak alan ve HIV’in kandaki seviyesi en az 6 ay ölçülemeyecek düzeyde seyredenlerin bulaştırıcı olmadığı gösterilmiş ve bu sonuçlar belirlenemeyen (B) = bulaştırmayan (B) yaklaşımını getirmiştir (B=B). Damgalama ve ayrımcılık hak ihlallerini beraberinde getirmektedir. Tüm toplum olarak damgalama ve ayrımcılık ile savaşmamız gerekmektedir.”