Keşfet

Fetihten Sonra İstanbul'da Ticaret Yapılarının Gelişimi / Gülberk Bilecik

Linux

Yaşlı Kurt
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
3,707
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Konum
istanbul
Fetihten Sonra İstanbul'da Ticaret Yapılarının Gelişimi / Gülberk Bilecik


İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, büyük ölçüde harap durumda olan şehirde çalışmalara başlamış ve ilk iş olarak şehre Türkler, Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerden oluşan yeni bir nüfus getirtmiştir. Bu gruptan Türkleri, Aksaray ve Beyazıt çevresiyle, Fatih Külliyesi ve Haliç yamaçlarına, Ermenileri Samatya'ya, Rumları da Marmara sahiline ve Galata'ya yerleştirmiştir.İlk defa sur dışında yerleşimin görüldüğü şehirde, daha sonra imar çalışmalarına başlanmıştır. Bütün zamanlarda şehrin doğal limanı ve ticaretin merkezi olan Haliç ve yamaçları, fetihten sonra da bu özelliğini devam ettirmiştir. Fatih'in inşa ettirdiği bedestenlerle şehrin ana çarşısı, bu bölgede oluşmuş, bedestenlerin çevresine yapılan dükkanlar ve hanlarla da ticaret alanı Haliç kıyılarına kadar inmiştir. Kıyı boyunca uzanan Unkapanı, Odunpazarı, Balıkpazarı gibi depolama yerleri, Bizans döneminde olduğu gibi Fatih döneminde de varlıklarını sürdürmüşlerdir.1

Öteden beri Avrupa ile ticaretin merkezi durumunda olan Galata, fetihten sonra daha hareketli ve zengin bir ticaret bölgesi haline gelmiştir. Ceneviz döneminde limanı ve esas pazar yeri, Yağkapanı Kapısı ile Balıkpazarı Kapısı arasında olan Galata'da, Osmanlı döneminde de aynı bölge kullanılmıştır. Ticaret mallarının tartılıp gümrük alındığı kapanların bulunduğu bölgede, Osmanlı döneminde bedesten ve hanlar inşa ettirilerek bölgenin ticari özelliği devam ettirilmiştir.2

XVII. yüzyılda şehrin ticaret bölgesi, Unkapanı-Sirkeci arasında gelişmiştir. Haliç iskeleleri, birbirinden farklı malların kabulü için görevlendirilmiştir. Deniz gümrüğü ise Eminönü'nde bulunmaktadır. Bizans devri deniz yoluna ilaveten İstanbul, kara yolu ile de beslenmeye başlamıştır. Edirnekapı ve Topkapı, Trakya'dan gelen malların giriş yerleridir. Kara gümrüğü ise bugünkü Karagümrük semtinde bulunmaktadır.

XVIII. yüzyılda, şehir nüfusunun artması ve yeni mahallelerin oluşmasıyla ticaret bölgeleri, Beyazıt'tan Aksaray'a ve Saraçhane'ye kadar uzanarak, Fatih'in kurduğu çarşı kompleksiyle birleşmiştir. Ticaret yapıları, bu bölgede özellikle Eminönü-Beyazıt arasında kurulmuştur. Bu dönemde doğudan gelen kara yolunun bitiş noktası olan Üsküdar ise, bir depolama ve ticaret bölgesi şeklinde gelişmiştir.3

XVIII. ve XIX. yüzyıllarda şehircilik çalışmaları önem kazanmış, ticaret bölgeleri ve yapılarında ise fazla bir değişiklik olmamıştır.

Fetihten sonra İstanbul'daki başlıca ticaret yapılarını Bedestenler, Kapalıçarşı, Arastalar ve Hanlar olarak dört ana grupta toplayabiliriz.

İstanbul'da ticaret yapıları arasında ilk grubu bedestenler oluşturmaktadır. Bez satanların yeri veya bez satılan yer anlamında kullanılan bedesten, Bezistan veya Bezzazistan kelimelerinden gelmektedir. Önceleri bez satılmak üzere yapılan, sonraları antika ve değerli eşya satışına tahsis edilen bedestenler, üzerleri kubbelerle örtülü, dört tarafı demir kapılı, taştan ve muhafazalı yapılardı. Bedestenlerde mahzen denilen odalardaki kasa ve dolaplarda, belli bir kira karşılığında, para ve kıymetli eşyalar muhafaza edilirdi.

İlk olarak inşa edilen ve çarşının ana çekirdeğini oluşturan yapı, İç Bedesten, Büyük Bedesten ve Cevahir Bedesteni olarak da anılan Eski Bedesten'dir. İlk yapıldığında Yeni Bedesten olarak adlandırılan yapı, Sandal Bedesteni yapıldıktan sonra Eski Bedesten ismini almış, Sandal Bedesteni ise Yeni Bedesten olarak anılmıştır.

Bedestenin Kuyumcular Caddesi'ne açılan kapısı üzerindeki taş kartal arması yüzünden yapının Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılmadığı, aslında bir Bizans eseri olduğu görüşünü savunanlar olmuştur. Hammer, Osman Nuri Ergin, Zeki Pakalın ve Celal Esad Arseven bu şekilde düşünenlerdir. Bu görüşün tamamen yanlış olduğunu ispatlayan kişi ise; Ekrem Hakkı Ayverdi'dir. Ekrem Hakkı Ayverdi, Bizans'ta binaların içinde arma olmadığını, Türklerin kuş figürünü sevdikleri için yapıda süs unsuru olarak kullandıklarını, ayrıca bu figürün basık kemerli bir Osmanlı kapısı üzerinde bulunduğunu söylemektedir. Fatih'in vakfiyesini de tam olarak okuyan Ayverdi, yapının tamamen Osmanlı tarzında olduğunu da, kendisinden önce yapılmış olan Bursa Yıldırım ve Edirne Çelebi Bedestenleri ile olan benzerliklerini göstererek ispat etmektedir.4 Bunun haricinde Fatih'in vakfiyesinde kullanılan "Darü'l-Bezaziye el-cedideti'l-marufi" cümlesi ve özellikle yeni anlamına gelen cedid kelimesi, yapının eskiden kalma olmayıp yeni yapıldığını da açıkça göstermektedir.5 Fatih Devri tarihçilerinden Tursun Bey, fetihten sonra Fatih'in şehirde yaptırdıklarını anlatırken; " ...ali bezzazistan ve çarşılar ve bazargahlar ve ayende vü revende için vasi' karvansaraylar yaptırttı" ifadesini kullanmıştır.6 Bizanslı Kritovulos, "Şehrin vasatında ve hemen sarayın kurbünde surlarla tahkiye ve tanzim ve dahilen güzel ve şeffaf taşlarla vakfı tezyin edilmiş bir çarşı-i kebir vücuda getirildi" demektedir.7 Ünlü tarihçi Evliya Çelebi ise, Seyahatname'sinde "Eski Bedesten, İstanbul'un kalabalık ve seçme yerinde, Osmanoğulları'nın büyük hazinesidir ki, güya kahkaha kalesidir. Bütün sefere gidenlerin, vezirlerin ve ayanın malları buradadır ki, yer altında nice yüz demir kapılı mahzenleri vardır. 857 (1453) senesinde Fatih Sultan Mehmed tarafından yapılmıştır" şeklinde bahsetmektedir.8

Bütün bu bilgilerden, İstanbul Kapalıçarşı'nın temelini oluşturan Eski Bedesten'in Fatih Sultan Mehmed Dönemi'nde yapıldığı ve tamamen Türk eseri olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

1336 m2 yüzölçümüne sahip olan yapıyı, 8 fil ayağı üzerine oturan 15 kubbe ve fil ayaklar üzerine gelen tonozlar örtmektedir. Kubbelerin hemen hemen eşit büyüklükte olduğu yapıda, kubbe kasnakları sekizgen ve masiftir. Tek katlı olarak düzenlenmiş binada, malzeme olarak duvarlarda moloz taş, kubbe ve tonozlarda tuğla kullanılmıştır. Fil ayaklar ise kesme taştan yapılmıştır.

Bedestene dört yönden birer kapıyla girilir. Mermerden yapılmış basık kemerli kapıların üzerinde, içten ve dıştan iki merkezli sivri hafifletme kemerleri vardır. Kapılardan kuzeydeki Sahaflar, güneydeki ise Takkeciler Kapısı olarak adlandırılır. Doğudaki Kuyumcular, batıdaki ise Zenneciler Kapısı'dır.

Aydınlatmada gün ışığından faydalanılan yapının güvenlik sebebiyle kubbe ve duvarlarının alt bölümlerinde pencere yoktur. Pencereler duvarların üst bölümlerindedir ve her kemere bir pencere gelecek şekilde yerleştirilmişlerdir. İçeriden düz, dışarıdan sivri kemerli pencereleri açmak için yapıyı dört yönden dolaşan ahşap bir gezinti yeri yapılmıştır.

Yapıda, iç duvarlara bitişik olarak düzenlenmiş, sivri kemerli kapılarla girilen ve "mahzen" olarak adlandırılan 44 adet dükkan bulunur. Kıymetli malların saklandığı mahzenlerin aydınlatma sistemleri yoktur. Havalandırma ise tonozların ortasına açılan deliklerle sağlanmıştır. Zamanla bu mahzenler, yeni yapılan dükkanların arkasında kalmış ve iç mahzen özelliği kazanmışlardır. Ayrıca yapının dışı da düzensiz şekilde yapılmış dükkan sıraları ile çevrelenmiştir.

Kapalıçarşı'nın çekirdeğini oluşturan diğer yapı ise Sandal Bedesteni'dir. Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen yapı, bir yolu pamuk, bir yolu ipekle dokunan ve "sandal" denilen bir tür kumaşın satışına tahsis edildiğinden dolayı bu ismi almıştır. Ayrıca Bedestan-ı Cedid, Yeni Bedesten ve Küçük Bedesten isimleriyle de anılmaktadır.

Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde yapıdan "Bu da Fatih Sultan Mehmed'in eseridir. Eski Bedestene yüz adım kadar yakındır. Bunun da şekli Eski Bedesten gibidir. .Ama burada Eski Bedestende olduğu gibi kıymetli cevahir gibi şeyler satılmaz. Hep ipeğe ait kıymetli eşyalar satılır" diye bahseder.9

Planı ve yapım tekniği bakımından Eski Bedesten'e çok benzeyen yapı, boyut itibarıyla daha küçüktür. 1280 m2'lik yüzölçümüne sahip olan yapı, 12 fil ayağı ve 1.30 m. kalınlığında dört duvar üzerine oturan 20 kubbe ile örtülmüştür. Eşit büyüklükteki kubbelerin kasnakları masiftir.

İnşa malzemesi bakımından da Eski Bedesten'e çok benzeyen yapıda, duvarlarda moloz taş, kubbelerde tuğla, fil ayaklarda ise kesme taş kullanılmıştır.

Dört yönden birer kapı ile girilen yapının zamanla, kuzeydeki Zanaatçılar Kapısı ile güneydeki Çadırcılar Kapısı iptal edilerek yerlerine kömürlük ve tuvalet yapılmıştır. Günümüzde ise doğudaki Telciler Kapısı ile batıdaki Hakkaklar Kapısı'ndan binaya giriş sağlanmaktadır.

Aydınlatmanın gün ışığından sağlandığı yapıda pencereler Eski Bedesten'de olduğu gibi duvarların üst bölümlerinde ve tuğladan hafif basık sivri kemerli şekilde yapılmışlardır.

Bedesten, içeriden ve dışarıdan pek muntazam olmayan dükkan sıralarıyla çevrilmiştir. Eski Bedesten'den en büyük farkı ise, mahzen bölümlerinin olmayışıdır.

Sandal Bedesteni, XIX. yüzyılın ortasında Osmanlı İmparatorluğu gümrük indirimleri ile Avrupa endüstrisine teslim edilirken, yerli dokumacılığın çöküşüne paralel olarak yoksullaşmış, 1912'den itibaren esnaf düzenin kaldırılması ile çökmüş ve 1914'te Belediyece satın alınıp ya da kamulaştırılıp, müzayede yeri haline konulmuştur.10 Günümüzde ise bedesten her çeşit malın satıldığı bir yer olarak varlığını sürdürmektedir. Eski ve Sandal Bedestenleri'nden sonra İstanbul'da inşa edilen üçüncü bedesten, Galata'da Perşembe Pazarı Caddesi üzerinde bulunan Galata Bedesteni'dir. Hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığı tam olarak tespit edilemeyen bedestenin, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldığı düşünülmüştür. Oysa ki; Fatih'in vakfiyesinde Galata'daki Vakıflar, özel bir başlık altında yerleri de gösterilmek suretiyle belirtildiği halde, bunlar arasında bedesten sözü geçmediği gibi bedesten yapısı şüphesini uyandıracak bir ifade de bulunmamaktadır.11

1585 tarihli bir belgede ise Galata'da, 16 sütun üzerine oturan 20 kubbeli bir bedestenden bahsedilmektedir. Ancak anlatılan bu bedesten de mimari açıdan Galata Bedesteni'ne uymamaktadır. Ayrıca Matrakçı Nasuh'un 1536 yılında tamamladığı Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn adlı eserindeki Galata minyatüründe de bedestene işaret olabilecek kubbeli bir yapı bulunmamaktadır. Bu da Galata Bedesteni'nin XVI. yüzyılın sonlarında yapılmış olabileceği fikrini güçlendirmektedir.12

Planı ve mimari elemanları bakımından tipik Türk özellikleri gösteren Galata Bedesteni, 4 ayak üzerine oturan 9 kubbeli bir yapıdır. Kubbe kasnaklarının olmadığı yapıda, diğer bedestenlerde olduğu gibi duvarlar moloz taştan, ayaklar kesme taştan, kubbeler ise tuğladan yapılmıştır.

2020.20 m. ebadında olan yapıya dört yönden birer kapı ile girilmektedir. Caddeye bakan kuzey kapısı esas girişi oluşturmaktadır.

Diğer bedestenlerden farklı olarak iki kat halinde düzenlenmiş olan yapıyı, üst katlara açılan dikdörtgen pencereler aydınlatmaktadır. Pencerelerin açılması için yapılan ve mermer konsollara oturan gezinti yeri ise Eski Bedesten'dekine benzemektedir. Buraya ana kapının solundaki duvar kalınlığı içinde bulunan döner bir merdiven ile çıkılmaktadır.

Yapının, diğer bedestenlerde olduğu gibi, iç ve dış kenarlarında eşit büyüklükte ve muntazam olmayan dükkanlar bulunur. Tonoz örtülü bu dükkanlardan ana cephedekiler yıkılmış, sadece izleri kalmıştır. Dıştaki dükkanların üzerlerindeki dar dehlizlere ise bedestenin içinden karşılıklı iki köşeye yerleştirilen düz merdivenlerle çıkılmaktadır.

Yirmi beş sene öncesine kadar depo olarak kullanılan Galata Bedesteni, günümüzde Hırdavatçılar Çarşısı adıyla varlığını sürdürmektedir.

Türk şehirlerinde asıl çarşı yani ticaretin en yoğun ve hareketli bölümü bedestenlerin çevresinde toplanırdı. Ticaret yapıları arasında ikinci grubu oluşturan ve İstanbul'un asıl çarşısı olan Kapalıçarşı da, Eski Saray'ın duvarının yanında, II. Mehmet tarafından yaptırılan Eski Bedesten ve Sandal Bedesteni'nin çevresinde gelişmiş idi. Camiye çevrilen Ayasofya'ya gelir sağlamak maksadıyla yapılan buiki bedesten, İstanbul'un Kapalıçarşısı'nın temelini oluşturmuşlardır.

İnşalarından itibaren bedestenlerin çevresinde bir bölümünü Fatih'in vakfettiği dükkanlar, hanlar kurulmaya başlamış, bu gelişim civardaki sokaklara ve caddelere yayılarak devam etmiştir. Sonuç olarak yaklaşık 30.7 hektarlık bir alanı kaplayan ve 61 sokaktan oluşan oldukça büyük bir yapı kompleksi meydana gelmiştir.

Bu sokaklar dünyası, doğu çarşılarının özelliği olarak simetrik ve geometrik değildir. Oluşum biçimini, geçirdiği depremleri, yangınları ve kısmi onarımları yansıtacak şekilde dağınık bir düzene sahiptir. Batı kentlerinde ve kapalıçarşılarında görülen satranç düzeninde caddeler burada yoktur. Zamana ve ihtiyaca göre şekillenen, yapıyı monotonluktan kurtaran serbest bir yerleşim görülür.13

Çarşı günümüze gelene kadar çeşitli aşamalar geçirmiştir. Her iki bedestenin ve çevresindeki sokakların mimari açıdan incelenmesi, bunların başlangıçta üstü örtülü sokaklar şeklinde yapılamadığını ortaya koyar.14 Ayrıca bedestenlerin etrafında çıkan yangınlarda dükkanların tamamen yanması bunların ahşap olarak yapıldığı fikrini de güçlendirir.15

Çarşı, ilk yangınını 1546 yılında geçirmiş, bunu takip eden 1589, 1618, 1652, 1695 yangınlarında oldukça hasara uğramıştır. 1701 yılında Eski Bedesten yanmış, bu yangından sonra İstanbul'u bu tip felaketlerden korumak amacıyla bir Hatt-ı Hümayun çıkarılmış ve dükkanların kagir olarak yapılması, sokak üstlerinin de tonoz bir örtü ile kapatılması kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine derhal inşaata başlanmış, çarşı hem kagir hem de üstü kapalı şekle dönüştürülmüştür.16 Lale Devri'ndeki yangından sonra, Damat İbrahim Paşa, Sandal Bedesteni'ni büyük ölçüde tamir ettirmiştir. 1750 yılındaki yangın çarşıda büyük hasara yol açmış, ayrıca yeniçerilerin çarşıyı yağmalaması, halkın gözünde bedestenlerin güvenirliliğini azaltmıştır. 1766 yılında çarşı bu defa depremle sarsılmış, bunu 1791 ve 1826 yangınları takip etmiştir.

Çarşı, asıl büyük zararı 1894 depreminde görmüştür. Birçok kubbeleri çökmüş ve caddelerin üstünü örten tonozlar yere inmiştir. Depremden sonra Sultan Abdülhamid, tamir için ne gerekiyorsa yapılmasını emretmiş, iki yıl süren onarım çalışmaları sırasında çarşının sınırları daraltılmıştır. Çadırcılar, Kürkçüler kapıları kaldırılmış, Çadırcılar caddesinin üstü açılarak çarşı dışında bırakılmıştır. Daha önceleri iç kapı durumunda olan Dua Pazarı, Bat Pazarı (halk dilinde Bit Pazarı), Yorgancılar ve Koltukçular kapıları, dışa açılan kapılar durumuna sokulmuş, Lütfullah Sokağı yıktırılmış ve kapısı örülmüştür. Çarşı içinde kalan Sarnıçlı Han, Paçavracı Hanı, Ali Paşa Hanı tamamen, Yolgeçen Hanı da kısmen çarşının dışında bırakılmıştır. Beyazıt ile Nuruosmaniye arasını birleştiren ana caddenin (Kalpakçılar) iki ucuna birer kapı yaptırılmıştır. Nuruosmaniye kapısına Osmanlı arması ile bu onarımı gösteren bir kitabe, Beyazıt kapısının üzerine de Sultan Abdülhamid'in bir tuğrası konmuştur.17

Çarşı, 1943 ve 1954 yangınlarında da büyük hasar görmüş ve tamiri beş yıl sürmüştür. 1960'lı yıllardan itibaren çarşı ekonomik değişimlerden ve Batı çarşılarına duyulan özentiden nasibini alarak yozlaşmaya başlamıştır.

Nuruosmaniye ile Beyazıt arasını kaplayan, 61 sokağa yayılan ve 18 kapısı bulunan çarşıda bazı sokaklar, burada faaliyet gösteren esnafın adıyla anılmışlardır. Bu sokak isimleri kaybolan zanaatları hatırlatması bakımından önemlidir.

Tek katlı olarak düzenlenmiş çarşının aydınlatılması gün ışığıyla sağlanmıştır. Bunun için sokakları örten tonozların yanlarına pencereler açılmıştır.

Kapalıçarşı'da bugün bedestenler ve dükkanlardan başka, 1 cami, 1 mescit, 7 çeşme, 1 kuyu, 1 acı akarsu, 1 sebil, 1 şadırvan ve 21 han yapısı bulunmaktadır ve eskiden olduğu gibi günümüzde de İstanbul'un en büyük alışveriş merkezi olma özelliğini devam ettirmektedir.

İstanbul'daki ticaret yapıları arasında üçüncü grubu oluşturan arastalar, bir sokak üzerinde bulunan karşılıklı dükkan sıralarından meydana gelen ve bağlı bulundukları külliyelere gelir sağlamak amacıyla inşa edilmiş yapılardır. Ayrıca varlıklarıyla bulundukları mekana da canlılık kazandırmışlardır. Karşılıklı dükkanların üzerleri önceleri asmalar ve ahşap çatılarla örtülürken, sonraları ise kagir tonozlarla örtülmüş, dükkanların arasında kalan sokağa da arasta sokağı denmiştir. Ayrıca bu yapılarda sabahları esnafın dükkanlarını açmadan önce dua ettikleri, dua meydanları da bulunmaktadır.

Karşılıklı dükkan sıralarından oluşan arastaların en önemlileri İstanbul'da Fatih, Sultan Ahmet, Yeni Cami ve Damat İbrahim Paşa Külliyelerinde bulunmaktadır.

Arastalar arasında Fatih Külliyesi'ne gelir sağlamak amacıyla Şehzadebaşı'nda yapılan ve Saraçhane Çarşısı adıyla anılan yapı en eski olanıdır. Günümüzde yapıdan hiçbir iz kalmamıştır.

Sultan Ahmet Külliyesi'ne gelir sağlamak için yapılan ve Sipahi Çarşı adıyla anılan arasta ise bu tipin en önemlilerinden biridir. Cami ile birlikte Sedefkar Mehmed Ağa'nın eseri olan yapı da, karşılıklı dükkan dizilerinin üzeri örtülmemiş, açık olarak bırakılmıştır. 1912 yılında çıkan Sultan Ahmet ve Ayasofya civarını büyük ölçüde harap eden yangından sonra terkedilmiş, 1980'li yıllarda Vakıflar İdaresi'nce restore edilerek yeniden kullanıma açılmıştır.

Sultan Ahmet Camii'nin mihrap tarafında ve cami seviyesinden hayli aşağıda kalan arasta, Büyük Konstantin'in IV. yüzyılda yaptırdığı sarayın harabesi üzerine kurulmuştur. 1951-1954 yılları arasında yapılan kazılarda, sarayın zemin mozaikleri çıkartılmış ve arastanın bir bölümünde kurulan Mozaik Müzesi'nde sergilenmeye başlanmıştır.18

Arasta günümüzde turistik eşyaların satıldığı bir çarşı olarak varlığını sürdürmektedir.

Yeni Cami Külliyesi'ne gelir sağlamak amacıyla, Hatice Turhan Valide Sultan tarafından Hassa Baş Mimarı Mustafa Ağa'ya yaptırılan arasta, bu tipin en bilinen örneklerindendir. Mısır'dan getirilen çeşitli bitki ve baharatların satılmasından dolayı Mısır Çarşısı adını alan yapı, Valide Çarşısı ve Yeni Çarşı olarak da bilinmektedir.

Caminin dış avlusunda yer alan ve "L" biçiminde yerleştirilmiş olan yapıda karşılıklı dükkanların üzeri tonozlarla örtülmüştür. Dükkanların duvarların üst bölümlerine açılan pencerelerle aydınlatıldığı binada, arasta sokağı ise tonozlara açılan pencerelerle aydınlatılmıştır. "L" biçimindeki arastanın iki kolunun birleştiği yerde, dua meydanı ve bir ezan köşkü bulunur.

Günümüzde halen kullanılmakta olan ve altı kapısı bulunan arastanın kapı isimleri ise şöyledir: Eminönü Kapısı (Yeni Cami Kapısı), Balıkpazarı Kapısı (Tahmis Kapısı, Hasırcılar Kapısı), Keteniler Kapısı (Tahtakale Kapısı), Çiçekpazarı Kapısı, Yeni Cami Kapısı (Yeni Çiçekpazarı Kapısı) ve Bahçe Kapısı.

Bu tipin diğer bir örneği de Damat İbrahim Paşa Külliyesi'ne gelir sağlamak için yapılan arastadır. Divanyolu'nun karşılıklı iki tarafına sıralanan dükkanlardan bir taraftakiler XIX. yüzyılda yol genişletme çalışmaları sırasında yıkılmıştır. Diğer taraftakiler ise önlerindeki kemerleri taşıyan sütunlardan dolayı Direklerarası adını almıştır. Uzunca bir süre İstanbul'un önemli bir eğlence merkezini oluşturan yapı, XX. yüzyılın başında şehircilik çalışmaları sırasında yıktırılmıştır. 19

İstanbul'daki ticaret yapıları arasında dördüncü ve son grubu oluşturan hanlar, çeşitli malların depolandığı, alınıp satıldığı, insanların ve hayvanların konakladığı yapılardır. İstanbul'da daha çok ticaretin yoğun olduğu bölgelerde Kapalıçarşı civarında, Eminönü-Beyazıt-Laleli arasında ve Haliç sırtlarında yoğun bir şekilde görülürler.

Bulundukları alana uygun olarak yapılan, bunun için de muntazam plan ve cephelere sahip olamayan hanlar genellikle, zemin kat üzerine bir kat şeklinde iki katlı olarak inşa edilmişlerdir ve revaklı bir iç avluları vardır. Sadeliğin hakim olduğu taş ve tuğla malzemeden inşa edilen yapılarda, çoğunlukla zemin kat depolara, üst katlar ise ikamete veya bürolara ayrılmıştır.

İstanbul'da han inşası, Fatih Devri'nde başlamış ve XX. yüzyılın başına kadar da sürmüştür. Fatih Dönemi'nde Vezir Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik Sinan'a yaptırılan ve İstanbul'un en eski hanı olan Kürkçü Hanı, şehir içi hanlarının özelliklerini göstermesi bakımından önemlidir. Günümüzde halen mevcut olan ve saydığımız plan düzenini tekrarlayan yapıya farklı olarak ikinci bir avlu eklenmiştir. Bu uygulama ile insan, hayvan ve yük ayrımına gidilmiş, ikinci avlu ahır haline getirilmiştir. Ayrıca Selçuklu kervansaraylarında görülen ve Osmanlı hanlarında kaybolan mescitler, Kürkçü Hanı'ndaki uygulamasıyla İstanbul şehir içi hanlarında tekrar görülmeye başlamıştır.

İstanbul'da XVI. yüzyıldan günümüze kalan ve Kanuni Sultan Süleyman Dönemi eserleri olan hanlar, yine aynı şemayı tekrarlamaktadır. Balkapanı Hanı, Burmalı Han, Büyük Çorapçı Hanı, Kurşunlu Han, Leblebici Hanı, Rüstem Paşa Hanı, Süleymaniye Hanı ve Küçük Çukur Han bu dönemde inşa edilen ve halen varlıklarını sürdürmekte olan yapılardır.

XVII. yüzyıl, hanlarında bazı değişiklikler görülse de önceki dönemlerin han mimarisinin tekrarlandığı görülür. Bu dönemin en önemli hanları, Kösem Sultan'ın yaptırdığı, Çakmakçılar Yokuşu'ndaki Valide Hanı ile Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın yaptırdığı Çemberlitaş'taki Vezir Hanı'dır. Bu dönem hanlarını diğerlerinden ayıran özellik, üçüncü bir avlu uygulamasıdır. İlk defa Valide Hanı'nda görülen bu uygulama ile, ahırlar üçüncü avluya alınmış ve tamamen ikamet yerlerinden ayrılmıştır. Yine dönemin önemli uygulamalarından biri de ahırsız hanların yapılmasıdır ki bu uygulamayla hanların ikamet işlevi ağırlık kazanmıştır. Vezir Hanı bu türün ilk örneğidir.

Bu dönemde inşa edilen ve halen mevcut olan diğer hanlar ise; Şekerci Hanı, Yelkenciler Hanı ve Kızıl Han'dır.

XVIII. yüzyıl, bu yapı türünün en önemli örneklerinin verildiği ve han mimarisinin gelişimini tamamladığı bir dönemdir. Bu dönemde ticaretin yoğun olduğu bölgelerde ve bulundukları yerin durumuna göre inşa edilen hanlar, muntazam cephelere sahip değillerdir. Cephelerdeki bu yamukluklar, dönemin özelliği olarak, taş konsollara oturan çıkmalarla düzeltilmeye çalışılmıştır. Ayrıca üç katlı hanlar ilk defa bu dönemde görülür. III. Mustafa zamanında yaptırılan Çakmakçılar Yokuşu'ndaki Büyük Yeni Han ve Küçük Yeni Han bu türün ilk uygulamalarıdır. Üretim yeri ve misafirhane olarak inşa edilen hanlar da yine bu dönemde görülmektedir. İlk inşası XV. yüzyıla uzanan ve asıl şeklini XVIII. yüzyılda kazanan Beyazıt'taki Simkeşhane, adından da anlaşılacağı üzere sim üretilen bir yapıdır. Bir üretim yeri olarak Simkeşhane, bu özelliğiyle diğer hanlardan ayrı bir yere sahiptir. Seyyid Hasan Paşa tarafından yaptırılan Beyazıt'taki Hasan Paşa Hanı, ilk misafirhane yapısı olması bakımından önemlidir. Deposu ve ahırı olmayan hanın, zemin katı da dahil olmak tüm katları ikamete ayrılmıştır. 15. yüzyıl sonunda inşa edilen Elçi Hanı da bu amaçla yapılmış olup sadece devlet erkanına ayrılmış olması bakımından farklı bir durum göstermektedir. III. Mustafa tarafından Laleli'de yaptırılan Taşhan, iki katlı ve üç avlulu bir yapıdır. Üzerinde bulunduğu oldukça büyük alana tamamen bire bir uygun ölçülerde bir bütünlük göstererek yapılmış olması yine dönemin özelliklerindendir.

Çuhacı Hanı, İmameli Han, Kalcılar Hanı, Kaşıkçı Hanı, Kızlar Ağası Hanı, Kumrulu Han, Sofçu Hanı, Yaldızlı Han, Saksı ve Serpuş Hanları bu dönemde inşa edilen diğer önemli hanlardır.

XVII. ve XVIII. yüzyıllarda gelişiminin zirvesine varan İstanbul hanları, XIX. yüzyılda duraklama dönemine girmiştir. Bu dönemde çok fazla han inşa edilmemiş, yapılanlar da XVIII. yüzyıl hanlarının özelliklerini sürdürmüşlerdir. Sabuncu Hanı ve Yıldız Hanı bu dönemin önemli yapılarıdır.

XX. yüzyılın başlarında, alışılagelen han mimarisi terk edilmiş, bunun yerini ise çok katlı, büyük vakıf hanları almıştır. Bu dönemde gelir sağlamak amacıyla yedi tane vakıf hanı inşa edilmiştir. Bu türün en önemlilerinden biri, Mimar Kemalettin tarafından yapılan Sirkeci'deki IV. Vakıf Hanı'dır. Yedi kat şeklinde düzenlenmiş olan yapıda bodrum, dükkanlar ve bürolar bulunmaktadır. Bu yapı her ne kadar önceki dönem hanlarına uygun olarak bulunduğu alana göre yapılmış olsa da amaç, görünüş ve kullanılan malzeme açısından tamamen diğerlerinden farklıdır.

Konumu ve özellikleri itibarıyla yüzyıllardan beri ticaret merkezi durumunda olan İstanbul, günümüzde de bu vasfını devam ettirmektedir. Eski ticaret merkezlerinin ve yapılarının varlığını ve işlevini sürdürdüğü şehirde, çağa uygun olarak düzenlenmiş modern çarşılar ve çok katlı iş merkezleri, yeni ticaret yapıları olarak karşımıza çıkmaktadır.


1 Ceyhan Güran, Türk Hanlarının Gelişimi ve İstanbul Hanları Mimarisi, İstanbul 1976, s. 24.
2 Halil İnalcık, " Galata ", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. III, İstanbul 1994, s. 353.
3 Ceyhan Güran, Türk Hanlarının Gelişimi ve İstanbul Hanları Mimarisi, İstanbul 1976, s. 26
4 Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, C. IV, İstanbul 1974, s. 560.
5 Çelik Gülersoy, Kapalıçarşının Romanı, İstanbul 1979, s. 6.
6 Tursun Bey, Tarih-i Ebü'l-feth, İstanbul 1977, s. 67.
7 Çelik Gülersoy, Kapalıçarşının Romanı, İstanbul 1979, s. 6.
8 Zuhuri Danışman, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İstanbul 1971, C. II, s. 247.
9 A.g.e., s. 249.
10 Çelik Gülersoy, Kapalıçarşının Romanı, İstanbul 1979, s. 15.
11 Mustafa Cezar, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, İstanbul 1985, s. 245.
12 A.g.e., s. 247.
13 Çelik Gülersoy, Kapalıçarşının Romanı, İstanbul 1979, s. 15.
14 Mustafa Cezar, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, İstanbul 1985, s. 127.
15 A.g.e., s. 130.
16 A.g.e., s. 147.
17 Çelik Gülersoy, Kapalıçarşının Romanı, İstanbul 1979, s. 12.
18 Mustafa Cezar, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, İstanbul 1985, s. 186.
19 Semavi Eyice, "Arastalar", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1994, s. 297.


Ayverdi, Ekrem Hakkı; Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, C. IV, İstanbul 1974.

Bilecik, Gülberk; XVIII. Yüzyıl İstanbul Hanlarının Cephe Kuruluşları, (İ. Ü. Sanat Tarihi Bölümü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1998.

Cantay, Gönül; "Hanlar", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. IV, İstanbul 1994.

Cezar, Mustafa; Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, İstanbul 1985.

Danışman, Zuhuri; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. II, İstanbul 1971.

Eyice, Semavi; "Arastalar", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. I, İstanbul 1994.

Gülersoy, Çelik; Kapalıçarşının Romanı, İstanbul 1979.

Güran, Ceyhan; Türk Hanlarının Gelişimi ve İstanbul Hanları Mimarisi, İstanbul 1976.

İnalcık, Halil; "Galata", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. III, İstanbul 1994.

Özdeş, Gündüz; Türk Çarşıları, İstanbul 1954.

Tursun Bey, Tarih-i Ebü'l-Feth, İstanbul 1977.

Ürekli, Fatma; İstanbul'da 1894 Depremi, İstanbul 1999.
 

Konu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst