EFSANE KAHRAMAN AZİZ AĞA
1852-1887
Erzincan yöresinin ünlü halk kahramanı. Mangal gibi yüreği olan bir kartal. Ülkesini parçalamak isteyenlere karşı savaşan bir silahşör. Yıllarca hep düşmanlarını titreterek yaşamış yiğit bir adam.
Aziz Ağa 1852 yılında Erzincan'ın Kemah ilçesine bağlı Brastik köyünde dünyaya gelir. Babası Gülabi aşireti reisi Değirmenci Halil Ağa, annesi ise Gülabi aşiretinden Hanım Ağa'dır. Üçü erkek biri kız olan dört çocuklu bir ailenin en büyük çocuğudur. Aziz Ağa daha küçükken çok girişken hareketleriyle o çevrede herkesin dikkatini çekmeye başlar. O zaman babası Halil Ağa kendisini Erzincan yöresinin ünlü bir alimine göstermiş ve o alim babası Halil Ağa'ya şöyle demiş; "Halil Ağa senin oğlun Aziz Ağa'nın göğsünde üç tane azrail tüyü vardır." Yani çok cesur birisiymiş. İleride büyüyüp çok atılgan bir delikanlı olunca da artık babası Halil Ağa'nın değirmeninde çalışmaya başlar. Eskiden değirmenci deyince akan sular dururmuş. O zaman değirmeni olan bir zat kendisini dünyanın en zengin insanlarından birisi sayardı havasından çalımından geçilmezdi hiç kimse yanında konuşamazdı. İşte o zamanlar bu değirmenin sahibi Brastik'in otoritesi Halil Ağa ve çocuklarıydı.
Halil Ağa'nın çocukları içinde Aziz Ağa'nın çok farklı bir kişiliği varmış. Aziz Ağa çok gözükara birisiymiş daha küçük yaşlarda ata binmeye ve silah kullanmaya başlamış. Aziz Ağa orta boylu ve atletik yapılıymış. Çok sert bakışları ve kartal gibi gözleri varmış. İşte o zamanlar Brastik köyünde böyle yiğit bir adam yetişmiş. Aziz Ağa ilk defa adını daha henüz 17 yaşında genç bir delikanlıyken duyurur. Bir gün buğday satmak için Erzincan'ın Buğday Meydanı'na giden Aziz Ağa orada kendisine engel olmak isteyen Erzincanlı ünlü bir tüccarı bıçakla ağır yaraladığı için hapse düşer. Ondan sonra Aziz Ağa daha hapisteyken Aziz Ağa'nın kabilesi Halil Ağalar Nam-ı diğer "Mirveyisler" ile kendileri gibi köyün en köklü kabilelerinden birisi olan Kerezoğulları ile aralarında bir olay çıkar. Olayın çıkış sebebi şudur; "Orada çok namlı bir adam olan Kerezoğlu Hüseyin ve adamları daha önceden aralarında husumet oldukları Halil Ağa'nın değirmenine gidip orada çalışan bir kişiyi çok kötü bir şekilde döverler." O zaman bu olay yüzünden iki kabile arasındaki gerginlikler tırmanmış ve orada herkes heyecanla Halil Ağa'nın oğlu Aziz Ağa'nın hapisten çıkacağı günü bekliyordu. Ve nihayet çok kısa bir zaman sonra Halil Ağa'nın oğlu Aziz Ağa hapisten çıkar. Aziz Ağa'nın daha içerdeyken duyduğu bu olay Aziz Ağa'yı çok üzmüştü. Aziz Ağa'nın tavırları çok değişmişti. Aziz Ağa orada oturan babasına aynen şöyle diyordu;
"Baba sen git değirmenimizin başına ailemizin ve köyümüzün sana ihtiyacı var bu işi sen bana bırak."
O zaman daha 18 yaşında olan Aziz Ağa, Kerezoğlu Hüseyin'i Brastik'in meydanında delik deşik eder. İşte bu olay Aziz Ağa'nın ilk büyük olayıdır. Bu olaydan sonra Kerezoğlu Hüseyin'in bütün ailesi köyü terk ederler. Aziz Ağa daha 18 yaşında genç bir delikanlı olmasına rağmen o çevrede çok saygı duyulan ve aynı zamanda da çok korkulan bir kişi olur.
Aziz Ağa'nın annesi Hanım Ağa gençliğinde çok güzelmiş ona hem Brastikli Halil Ağa hem de Palangalı İbiş Ağa aşıkmış. Hanım Ağa, Brastikli Halil Ağa ile evlenmiş ve Halil Ağa'dan üç oğlu ve bir kızı olmuş. Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Halil Ağa çok ağır hastalanıyor ve artık daha ölmek üzereyken Palangalı İbiş Ağa birkaç defa Brastik köyüne bir arkadaşının yanına ziyarete gidiyor. O zaman Halil Ağa'nın içine bir şüphe düşüyor ve oğlu Aziz Ağa'yı çağırıyor ve ona aynen şöyle diyor; "Bak oğlum ben artık ölmek üzereyim ben ölünce annen bizim köyde kiminle evlenirse evlensin sakın dokunma, kimi alırsa alsın hiç karışma ama Palangalı İbiş Ağa'yı alırsa her ikisini de vur yoksa hakkımı sana helal etmem." Halil Ağa ölünce Aziz Ağa'nın annesi Hanım Ağa bir müddet sonra gider Palangalı İbiş Ağa'yla evlenir. Aziz Ağa babasının vasiyeti üzerine bir gün akşam yanına köyden can arkadaşları Milis ve Süleyman'ı da alarak Palanga'ya gider. Bunlar İbiş Ağa'nın etrafı yüksek duvarlarla çevrili iki katlı evinin önüne gelirler ve orada birbirlerinin omuzlarına basarak o yüksek duvarı aşarlar. Sonra üçü birden kapıya dayanarak zorla içeri girerler. İbiş Ağa o esnada hemen tüfeğine sarılır ama Aziz Ağa hemen ondan daha önce davranarak ona tam yedi tane kurşun sıkar ve onu orada öldürür. Ondan sonra Aziz Ağa'nın annesi Hanım Ağa orada hemen kendisini Aziz Ağa'nın önüne atar ve ona "Aziz ne olur beni sütüme bağışla" der. Aziz Ağa önce annesine kıyamaz ancak arkadaşları ona babasının vasiyetini hatırlatınca Aziz Ağa en sonunda orada çeker annesini de vurur. Aziz Ağa o zaman Erzincan'ın Palanga köyünde oturan ve yedi köye hükmeden İbiş Ağa'yı Palanga'da vurunca bu olay türkülere konu olmuş ve bir de bunun için "Erzincan'da Bir Kuş Var" isimli bir türkü yazılmıştır. Bütün bu olaylardan sonra Aziz Ağa hakkında yakalama emri çıkar. Ancak Aziz Ağa o zaman dağlara kaçar. Aziz Ağa'yı yakalamanın imkansız olduğunu anlayınca gıyabında idam cezası verirler. Aziz Ağa bir akşam üstü Kepir Yaylası'nda yakalanarak gözaltına alınır. Oradan Erzincan Jandarma Karakolu'na götürülerek nezarete atılır. Ancak Erzincan Mutasarrıfı Şefik Paşa olayın tahkikatını jandarmanın elinden alarak Aziz Ağa'yla irtibata geçer.
O zamanlar ülke çok zor bir durumdaydı. Doğunun sınırtaşı Erzurum'da "Pastırmacıyan" tehlikesi vardı. Erzurum'da halk arasında "Pastırmacı" lakabıyla tanınan Kaçatur Pastırmacıyan örgütlediği Ermeni militanlarıyla Erzurum'da terör estiriyordu. Her yerde katliamlar yaptırmaya başlamıştı. Hiçbir güç Kaçatur Pastırmacıyan'la baş edemiyordu. İşte böyle zor bir dönemde Türk Devleti'nin Aziz Ağa'ya ihtiyacı vardı.
Ermenilerin bağımsızlık elde ederek, tarihte kurmuş oldukları Ermeni Devletleri'nin yaşadığı bölgelerde, Doğu Anadolu ve Kafkasya'da, yeniden bir Ermeni Devleti kurma amacı doğrultusunda düzenledikleri faaliyetlerin en önemlisi 1872 yılında Kaçatur Pastırmacıyan liderliğinde Erzurum'da gerçekleşir. O zaman Anadolu'da yaşayan Ermeniler en çok Erzurum bölgesinde faaliyet göstermekteydiler. Erzurum'un en ünlü ve en zengin ailesinin reisi olan Kaçatur Pastırmacıyan, Ticaret alanındaki yetenek ve başarılı girişimleriyle Erzurum'da çok büyük toprak sahibi, en ünlü zengin ve şehrin en öne çıkan şahsiyetlerinden birisi olur. Ondan sonra "Sultanın Korumacısı" sıfatıyla (Efendi) ünvanını alır ve Erzurum'da adeta bir hükümdar gibi olur. Osmanlı'da herkes kendisine "Kaçatur Efendi" diye hitap eder. Erzurum'da Köprüler, kiliseler, hanlar ve hamamlar inşa ettirir, fakir ve tutuklulara yardım eder. Erzurum şehrinde çok söz sahibi olan Kaçatur Pastırmacıyan iyice güçlendikten sonra Rusya ve Fransa'nın da desteğini alarak Erzurum'da Ermeni çeteleri kurar ve orada masum Türk halkını katlettirmeye başlar. Erzurum'da Ermeni Kiliseleri'nin depolarına silah ve bombalar yerleştirerek oraları tam bir cephaneliğe çevirir. Yapılan bir ihbar üzerine Erzurum'da bir Kilise'nin deposunu teftiş etmek isteyen dönemin Erzurum Valisi Mustafa Sıtkı Paşa'ya Kilise'nin kapısında bir tokat atarak onun Kilise'ye girmesini engeller. Erzurum'da Kiliselerde yaptığı konuşmalarda sürekli "Ermeni Kilisesi, Ermeni Milleti'nin Kilise tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için yaşadığı vücuttur." diyerek orada Ermenileri bu ayaklanmaya katılmaya çağırır. Orada en büyük hayallerinin burada büyük bir Ermeni Devleti kurmak olduklarını söyler. Erzurum'da hep silahlı korumalarıyla dolaşır. Orada devamlı katliamlar yaptırmaya başlar. Ondan sonra koskoca Osmanlı Devleti bu adamla baş edemez. Artık mutlaka birisinin gidip Erzurum'da Pastırmacıyan'ı vurması gerekiyordu. Erzurum Valisi Mustafa Sıtkı Paşa taa Erzurum'da Aziz Ağa'nın namını duymuştu. Onun gözünde bu işi yapacak ender yiğitlerden birisi de Brastikli Aziz Ağa'ydı. Mustafa Sıtkı Paşa, Aziz Ağa'ya gidip orada Kaçatur Pastırmacıyan'ı vurduğu takdirde tüm suçlarının af edileceğini söylüyordu. Bu paşanın, Aziz Ağa'ya teklif ettiği görev şuydu; "Yaklaşık iki yıldır Erzurum'da işgal hareketini başlatıp katliamlar yaptıran ve orada yaklaşık on tane özel silahlı korumalarıyla dolaşan Kaçatur Pastırmacıyan'ı vurmaktı." Aziz Ağa o kadar tehlikeli olmasına rağmen hemen bu görevi kabul ediyordu. İşte ülkesinin bu en zor döneminde Eylül 1872 tarihinde daha 20 yaşında genç bir delikanlıyken Erzincan'ın Kemah ilçesinin Brastik köyünden o canyoldaşım dediği kıratına binerek tek başına Erzurum'a gidip orada yaklaşık on tane korumasının içinde Kaçatur Pastırmacıyan'ı tek kurşunla alnından vurmuş ve o ateş çemberinde Yüce Tanrı'nın bir mucizesiyle kıratının sayesinde kurtulmuştur. Yıllar sonra Erzurumlu Hasip Efendi bu olayı şöyle Anlatacaktı;
"Kaçatur Pastırmacıyan yaklaşık iki yıldır Erzurum'da hep terör estiriyordu. Her yerde katliamlar yaptırmaya başlamıştı. Her gün köylerde cenazeler kaldırılıyordu. O zaman bir yaz günü Pastırmacıyan'ın emrindeki çeteler her tarafı yakıp yıkmaya ve önlerine çıkan bütün masum insanları katletmeye başlamışlardı. Herkes onların önünden kaçmaya çalışıyordu. Türkler korkudan hep şehir dışına çıkmışlardı. Bir gün akşama doğru Kaçatur Pastırmacıyan'ın konağının bulunduğu Erzurum Pazarı'nda bir kıratlı hızla uzaklaşıyordu. Tepeden bakınca sanki kıratın üzerinde hiç kimse yokmuş gibi görünüyordu peşinde Ermeni kuvvetleri yaylım ateşi açıyorlardı. Kıratlı bir müddet sonra düşman kuvvetlerinden uzaklaştı. Ondan sonra kıratın üzerindeki kişi birden kendisini doğrultarak tekrar kıratına bindi ve hemen yoluna devam ederek orada gözden kayboldu. Sonra Kaçatur Pastırmacıyan'ın öldürüldüğünü duyduk. Bu olaydan sonra Kaçatur Pastırmacıyan'ın emrindeki bütün Ermeni çetelerinin hepsi dağılmış ve Erzurum kurtulmuştu. Herkes tekrar şehre geri dönmüştü. Sonra Valimiz Mustafa Sıtkı Paşa, o kıratlının Brastikli Aziz Ağa olduğunu açıkladı. Orada civara hakim bir tepede bulunduğum için bütün bu olayların görgü şahidi olmuştum." Ondan sonra Amerika'da yayınlanan ünlü "New York World" Gazetesi haberi manşetten aynen şöyle veriyordu;
"Kaçatur Pastırmacıyan öldürüldü. Böylelikle Büyük Ermenistan rüyası da bitti. Anadolu hızla Türkleşiyor."
Bu olaydan bir süre sonra Kaçatur Pastırmacıyan'ın adamları Aziz Ağa'yı vurmaları için Karadenizli bir tetikçi tutarlar. Bu tetikçi Erzincan'a gelir ve orada bir Han'a yerleşir. Ondan sonra oradaki insanlardan Aziz Ağa'yı sorar adamlar Aziz Ağa'nın eşgalini verirler ama nerede olduğunu söyleyemezler. Bu tetikçi orada kaldığı Han'ın sahibine bir kese altın vererek Aziz Ağa'nın yerini öğrenir. Han'ın sahibi o tetikçiye Aziz Ağa'nın sürekli Brastik'ten Garni'ye gidip geldiğini söyler. Ondan sonra bu tetikçi Brastik köyünün tam karşısındaki Kızılyazı denen yere gelir ve orada bir kaç kişiye Aziz Ağa'yı sorar. Orada tarlada çalışan Brastikli kadınlar bu adamın hareketlerinden şüphelenirler. Aziz Ağa'nın oradan geçtiğini gören Brastikli yaşlı bir kadın, Aziz Ağa'ya; "Aziz Ağa burada bir kişi seni arıyor ve bu yörenin adamına hiç benzemiyor çok dikkatli ol" diyerek orada Aziz Ağa'yı uyarır. Aziz Ağa, o yaşlı kadının bu sözleri üzerine hemen kıratıyla Fırat Nehri'ni geçerek oradaki Kızılyazı istikametine doğru ilerler ve orada o tetikçiyle karşılaşır. Tetikçi, Aziz Ağa'ya "Burada Aziz Ağa diye birisi varmış tanır mısın" diye sorar. Elini silahının üstüne koyan ve çok tedbirli olan Aziz Ağa, adamın tipine bir bakar ki bu yörenin adamına hiç benzemiyor. Ona "Evet o Aziz Ağa'yı çok iyi tanırım. O aradığın Aziz Ağa benim." der demez tetikçi hemen silahıyla Aziz Ağa'ya bir el ateş eder ama Aziz Ağa o esnada hemen atının altına süzülerek o adama bir el ateş eder ve o adamı da orada tek kurşunla öldürür. Tıpkı Pastırmacıyan'ı tek kurşunla vurduğu gibi bu tetikçiyi de tek kurşunla vurur.
Eskiden o yörenin insanları hep odun satarak para kazanıyordu. Bir gün odun satmak için annesiyle beraber Erzincan'a giden Brastikli bir genç orada bir alışveriş esnasında Perçençli üç gençle tartışır. Orada odun satan Perçençli gençler kendileriyle tartışan bu Brastikli genci annesinin yanında çok kötü bir şekilde döverek bir kolunu kırarlar. Annesi oğluna yardım etmek isteyince onu da çok kötü bir şekilde döverek kadının kaburgalarını kırarlar. O zaman bu olay yüzünden iki köy arasındaki gerginlikler tırmanmış ve orada herkes heyecanla o yörenin en namlı aşireti olan "Gülabi Uşakları" lakaplı Gülabioğulları'nın onlara ne yapacağını merak ediyordu. Brastikli insanlar bu olaya çok üzülmüşlerdi. Aziz Ağa onların o halini gördükten sonra orada çeşmenin önünde oturan köylülerine; "Onlardan öyle bir intikam alacağım ki ölene kadar her yerde Gülabileri anlatarak yaşayacaklar." diyerek orada adeta intikam yemini ediyordu. Aziz Ağa bu olaydan bir müddet sonra bir gün kıratıyla Fırat Nehri'ni geçerek Perçenç köyüne doğru yola çıkar ve o üç kişiyi hemen köyün girişinde görür. Bunlar orada Aziz Ağa'yı görür görmez; "Hey Aziz Ağa geliyor hemen kaçalım" diye telaşa kapılırlar ve sonra da hemen orayı terk ederek o taraftaki derin bir vadiye doğru kaçarlar. Aziz Ağa hemen onların peşinden giderek onları o derin vadiye kadar izler. Onlar biraz ilerledikten sonra hemen orada birikmiş olan meşe yapraklarının altına saklanırlar. Onları uzaktan gören Aziz Ağa hemen çok büyük bir intikam hırsıyla oraya gider ve o meşe yapraklarını ateşe vererek yakar. Bu üç kişi orada yanarak çok feci bir şekilde can verirler.
Bu çevrede bazı hırsızlık olayları olur. Dereşoran köyünün Şoran mezrasında oturan ve "Haymatlos" yani (Vatansız) olarak bilinen Conolardan iki kişi bu çevrede bazı hırsızlık olaylarına karışırlar. Önceleri sürekli çevre köylerdeki insanların atlarını, katırlarını ve davarlarını çalan ve bu yüzden de birkaç defa hapse girip çıkan bu Conolar daha sonra da bazı soygun olaylarına karışırlar ve en sonunda da Kemah yolunda atlı bir postacıyı soyarlar. Ancak ondan sonra jandarma bir türlü onları yakalayamaz. En sonunda Erzincan Mutasarrıfı Hüseyin Paşa o iki azılı soyguncuyu yakalatmak için Brastik köyüne giderek orada Aziz Ağa'dan yardım ister. Aziz Ağa bir gün akşam üstü kıratına binerek Dereşoran köyünün Şoran mezrasına gider ve orada o iki soyguncunun yerini öğrenmek ister. Ancak onlar Aziz Ağa'nın kendilerini yakalamak için oraya geldiğini öğrenince hemen oradaki evlerini terk ederek o taraftaki daha önceden uzun süre saklandıkları mağaraya doğru kaçarlar. Conolar, Aziz Ağa'nın korkusundan akrabaları olan bu iki azılı soyguncuya yardım edemezler. Aziz Ağa uzunca bir takipten sonra onları o saklandıkları mağarada yakalar. Ondan sonra onları zincirle bağlayarak götürüp Jandarma Komutanı'na teslim eder. Dereşoran köyünün Şoran mezrasını mesken tutan ve orada Devoğulları lakabıyla tanınan Çingenelerin Cono aşiretine mensup bu iki azılı soyguncu daha sonra Erzincan Mutasarrıfı Hüseyin Paşa'nın özel emriyle Sivas'taki bir bakır madenine götürülerek orada idam edilirler.
Aziz Ağa bir gün tarlada çalışırken orada çıkan bir tartışma sonucunda Kerezoğlu Hüseyin'in amcasının oğlu olan kaynatası Kerezoğlu'nu da öldürür. Aziz Ağa akşam eve gelince eşi önünden kalkmaz. Aziz Ağa orada eline geçirdiği baltayla Kerezoğlu'nun kızı olan eşini de öldürür. Ondan sonra oradaki bütün Kerezoğlu kabilesi köyü terk ederler. Hayatta asla haksızlığa tahammül etmeyen Aziz Ağa o kadar tehlikeli işleri atlattıktan sonra Balaban aşiretinden bir kızla evlenir ama yine de başı hiçbir gün beladan kurtulmaz. 1885 yılında Trabzonlu bir kişi kendi memleketi Trabzon'da çok sevdiği bir kızı kaçırır. Kızın babası o kişiyi şikayet eder. Ondan sonra o delikanlı kaçırdığı bu kızla beraber Erzincan'a kaçar. Orada hiç kimse onlara yardım etmeye cesaret edemez. Erzincan'daki insanlar onlara derler ki Kemah'ın Brastik köyünde çok namlı bir Aziz Ağa var gidin onu görün. Ondan başka hiç kimse sizin sorununuzu çözemez. Yoksa buralarda daha fazla barınamadan hemen yakalanırsınız. Onlar Brastik köyüne gider ve orada Aziz Ağa'yı görürler. Aziz Ağa onları dinledikten sonra kendi evinde misafir eder. Olayı duyan Erzincan Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı hemen onları yakalamak için Brastik köyüne gider. Ancak, Aziz Ağa orada her şeyi göze alarak onları Yüzbaşıya teslim etmez. Yüzbaşı, Aziz Ağa'ya; "Bu iki kişiyi hemen bize teslim et" deyince Aziz Ağa, ona şöyle bir cevap verir; "Burada benden üstün bir kişi var ona bir sorim bakim ne diyor." Aziz Ağa silahının lamlusunu kendi ağzına çevirir ve kendi kendine şöyle der; "Öl, öldür, teslim etme." Sonra tekrar Yüzbaşıya döner ve ona aynen şöyle der; "Onlar benim misafirimdir. Artık hiçbir güç onları benim elimden alamaz." Sonra Yüzbaşı, Aziz Ağa'ya şöyle der; "Tamam Aziz Ağa madem ki sen kabul etmiyorsun biz de bu işin üzerine daha fazla düşmüyoruz" diyerek o iki kişiyi alamadan oradan ayrılır. Ondan sonra Aziz Ağa bu iki kişiye çok yardım eder. Önce onları bir eve yerleştirir ve ondan sonra da köyün alt tarafında kendilerine bir tarla verir. Orada onların tarlasına "Lazın Tarlası" derler. Onlar Brastik'te iki sene kaldıktan sonra tekrar Trabzon'a geri dönerler. Aziz Ağa'nın Meyvanlı köyünden çok samimi bir arkadaşı Aziz Ağa için şöyle diyordu; "Aziz Ağa çok mert bir adamdı. Ben hayatımda Aziz Ağa kadar mert bir adam daha görmedim. Bu çevrede Aziz Ağa'nın ekmeğini yemeyen hiçbir insan kalmamıştır."
O yörenin en yiğit adamı olan Aziz Ağa, Gülabi'nin soyundan olmakla çok övünürdü. Onun için daha babası Halil Ağa sağken onun yerine Gülabi aşireti reisi olmuştu. Bir gün Brastik köyünün yakınındaki Maksutuşağı köyüne bağlı Kajeri mezrasında oturan bir kabile Gülabilerden bir kişiyle kavga edince Aziz Ağa o kabileyi o mezradan kovar. Ondan sonra o kabile gidip Erzincan ilinin Refahiye ilçesine bağlı Gölcük köyüne yerleşir. Gölcük köyünde oturan o kabileye orada "Aziz Ağa'nın Sürgünleri" derler. Yine bir gün Gözeler köyündeki Canbey aşiretinden bir kişi Erzincan'ın Kürt köyünde Gülabi isminde bir kişiyi çok kötü bir şekilde dövünce, Aziz Ağa bu olayı duyar duymaz hemen kıratıyla Gözeler köyüne gider ve orada o kişiyi yakalar. Oradaki insanlar Aziz Ağa'ya yalvarırlar; "Aziz Ağa ne olur bizi af et" derler. Gözeler köyündeki kadınlardan bir kişi başörtüsünü Aziz Ağa'nın kıratının ayaklarının altına sererek yalvarır. Aziz Ağa onların o halini gördükten sonra oradakileri aynen şu sözlerle uyarır;
"Bakın sizi ancak bir şartla af ederim bundan sonra Gülabilerin köpeğine bile taş atmayacaksınız ona göre."
Aziz Ağa o çevrede çok güçlenmişti. Garni köyünde çok büyük arazilerin sahibi olmuştu ve kendisi de arada sırada orada kalıyordu. Aziz Ağa o çevrede çok nam yapınca düşmanları ve çekemeyenleri de çoğalmaya başlar. Oradaki çevre köyleri tam yedi köye hükmeden Aziz Ağa'yı çok kıskanıp çekememeye başlarlar. Ve 1887 yılında bir gün o çevredeki Dereşoran köyünde Kemahlı Sağıroğlu Beyleri'nin desteğiyle Dereşoranlı Kör Ahmetler'den oluşan toplam yedi kişi bir evde toplanarak Aziz Ağa'ya çok kahpece bir plan yaparlar. Bu yedi kişi Aziz Ağa'yı tek başına vurmanın imkansız olduğunu anlayınca Aziz Ağa'nın yanındaki hizmetçisi Cono Mustafa'yla anlaşırlar. Bunlar en sonunda çok kahpece planladıkları bu suikastı bir yaz akşamı gerçekleştirirler. Aziz Ağa yatınca gözleri açık yatarmış. Aziz Ağa'nın hizmetçisi Mustafa, Aziz Ağa yatınca Aziz Ağa'nın duvara astığı tüfeğini ve kılıcını alır sonra da kapıyı açar ve bunların hepsini birden içeri alır. Bu yedi kişi hepsi birden Aziz Ağa'ya tam yedi el ateş ederek hemen dışarı kaçarlar. Aziz Ağa aldığı yedi kurşun darbesiyle birden fırlar ve hemen elini bir tüfeğine atar ki tüfeği yok, sonra kılıcına bakar ki kılıcı da yok ve en sonunda yastığının altına sakladığı silahını alır ve hizmetçisi Mustafa'ya döner ona; "Ulan Mısto ne oldu" der ve ona bir el ateş ederek onu orada çok ağır bir şekilde yaralayarak sakatlar ve sonra da hemen o yedi kişinin arkasından gitmek için dışarı fırlar ancak daha fazla ileriye gidemeden orada merdivenlerin üzerine yığılarak çok yiğitçe can verir. Aziz Ağa'yı vuran bu yedi kişi o akşam hemen Dersim'e kaçarlar. Orada hiçbir aşiret reisi bunları kabul etmez. Aziz Ağa'nın namını bilen Dersim halkı bunları dışlar. Orada hiçbir yere sığınamayan bu yedi kişi kışın çaresiz kalınca oradan Elazığ'a gitmek zorunda kalırlar fakat daha oraya varamadan Munzur Dağları'nda büyük bir çığ gelince bu yedi kişiden dördü orada çığın altında kalarak çok feci bir şekilde can verirler diğer üç kişi de Elazığ'a giderek orada izlerini kaybettirirler. Aziz Ağa'nın ölümünden sonra onun çok samimi bir dostu olan Milis, Aziz Ağa'nın ölümüyle ilgili olarak şöyle diyordu; "Aziz Ağa'nın en büyük hatası Dereşoranlı Conolardan iki hırsızı yakalayıp Jandarma Komutanı'na teslim ettikten sonra onların akrabası olan Cono Mustafa'yı yanında çalıştırmaya devam ettirmesidir. Bu büyük hatası da Aziz Ağa'nın hayatına mal olmuştur." Aziz Ağa'nın diğer bir samimi dostu olan Süleyman da yıllar sonra bir anısını şöyle anlatacaktı; "1887 yılının yaz ayında ben ve arkadaşım Milis köyden yaylaya gitmek üzere yola çıktık ben kendi atıma bindim Milis ise Aziz Ağa'nın kıratına bindi mezarlığa doğru yaklaşınca Aziz Ağa'nın kıratı birden Milis'i üzerinden attı. Bizler bu ne yapıyor derken baktık mezarlığa doğru yöneldi. İnanır mısınız bu olay hala gözümün önünden gitmiyor anlatırken böyle tüylerim diken diken oluyor. Aziz Ağa'nın kıratı sahibi rahmetli Aziz Ağa'nın kabrinin önüne gitti ve burada çöktü başını mezar taşlarının yanına koydu ve gözlerinden yaşlar geldi. Aziz Ağa vefat edeli iki ay olmuştu. Ben ve Milis buna çok şaşırmıştık. Hayatımda ilk defa bir kıratın üzerindeki kişiyi atıp ölen eski sahibi için gözyaşı döktüğüne burada şahit oldum. Bu olay bizleri çok duygulandırmıştı."
1887 yılında daha 35 yaşındayken çok kahpece bir suikastle hayatını kaybeden Aziz Ağa'nın ilk eşinden bir oğlu ve bir kızı olur. Oğlu babasının ölümünden sonra küçük yaşta ölür kızı Elif ise Erzincan'ın Kadağan köyünde evlenir. Aziz Ağa'nın torunu Sırma da Brastik'te Aziz Ağa'nın yeğeni olan Halil Ağa ile evlenir. Aziz Ağa'nın çok kudretli ve dirayetli olan kız kardeşi Hanım, Aziz Ağa'nın kanlı gömleğini ölene kadar evinde saklar. 1934 yılında soyadı yasası çıkınca Aziz Ağa'nın kabilesi Halil Ağalar "Sevindik" soyadını alırlar. Aziz Ağa öldürüldükten bir müddet sonra babası Halil Ağa'nın tarihi değirmeni Sağıroğulları tarafından yakılıyor. Bu olay Aziz Ağa suikastında Sağıroğulları'nın da parmağının olması ihtimalini çok kuvvetlendiriyor. Aziz Ağa o çevrede işlediği olaylarla adeta etrafa bir korku salmıştı. O çevrede herkes Aziz Ağa'dan çekiniyordu. Aziz Ağa'nın o çevrede etrafa korku salması başta Sağıroğlu Beyler'i olmak üzere o çevredeki diğer ünlü aileleri çok tedirgin ediyordu. Sağıroğlu Beyler'i bir gün kendi beyliklerinin ellerinden gideceğinden çok korkuyorlardı. O zamanlar Değirmenci Halil Ağa ile çok samimi bir dostluk kurmuş olan Sağıroğulları'nın Büyük Bey'i bir gün Aziz Ağa'ya; "Aziz Ağa senden çok güzel bir eşkiya olur." diye takılır. Bunun üzerine Aziz Ağa da o Sağıroğulları'nın Büyük Beyi'ne; "Senden de çok güzel bir beygir olur." diye cevap vererek o Sağıroğulları'nın Büyük Beyi'ni orada çok kötü bir şekilde bozar. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduktan sonra bir gün Erzurum'dayken Atatürk Müzesi'nde (Eskiden Pastırmacıyan Konağı'ydı) yaptığı bir konuşmasında aynen şöyle diyordu; "Bu ülkede Aziz Ağa gibi kahramanlar olduğu müddetçe önümüze çıkacak her türlü tehlikeyi ezer geçeriz." Erzurum'un dinamik ve güçlü Valisi Mustafa Sıtkı Paşa da Erzurum'da yaptığı bir konuşmasında;
"Hayatımda Aziz Ağa kadar cesur bir adam görmedim. Bence dünya tarihinde yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük halk kahramanı Brastikli Aziz Ağa'dır." diyerek orada adeta Aziz Ağa'nın tek başına bir destan yazdığını haykırıyordu.
İşte Aziz Ağa bu coğrafyanın çocuğuydu. Aziz Ağa o yörede adeta bir hükümdar gibiydi ve yıllarca hep düşmanlarını titreterek yaşamıştı. Hayatı boyunca hep kendi bildiği doğrultuda hareket eden Vali'ye, Mutasarrıf'a ve Ordu Komutanı'na karşı dahi sözünü esirgemeyen, Türk halk kahramanlarının bir numaralı aktörü Türkiye Cumhuriyeti'nin çok şey borçlu olduğu Aziz Ağa, Erzincan, Kemah ve Brastik köyünde adeta bütün halkın gözünde yiğitliğin ve mertliğin sembolü haline gelmiştir.
Kaynak: Erzincan Mutasarrıfı Şefik Paşa
1852-1887
Erzincan yöresinin ünlü halk kahramanı. Mangal gibi yüreği olan bir kartal. Ülkesini parçalamak isteyenlere karşı savaşan bir silahşör. Yıllarca hep düşmanlarını titreterek yaşamış yiğit bir adam.
Aziz Ağa 1852 yılında Erzincan'ın Kemah ilçesine bağlı Brastik köyünde dünyaya gelir. Babası Gülabi aşireti reisi Değirmenci Halil Ağa, annesi ise Gülabi aşiretinden Hanım Ağa'dır. Üçü erkek biri kız olan dört çocuklu bir ailenin en büyük çocuğudur. Aziz Ağa daha küçükken çok girişken hareketleriyle o çevrede herkesin dikkatini çekmeye başlar. O zaman babası Halil Ağa kendisini Erzincan yöresinin ünlü bir alimine göstermiş ve o alim babası Halil Ağa'ya şöyle demiş; "Halil Ağa senin oğlun Aziz Ağa'nın göğsünde üç tane azrail tüyü vardır." Yani çok cesur birisiymiş. İleride büyüyüp çok atılgan bir delikanlı olunca da artık babası Halil Ağa'nın değirmeninde çalışmaya başlar. Eskiden değirmenci deyince akan sular dururmuş. O zaman değirmeni olan bir zat kendisini dünyanın en zengin insanlarından birisi sayardı havasından çalımından geçilmezdi hiç kimse yanında konuşamazdı. İşte o zamanlar bu değirmenin sahibi Brastik'in otoritesi Halil Ağa ve çocuklarıydı.
Halil Ağa'nın çocukları içinde Aziz Ağa'nın çok farklı bir kişiliği varmış. Aziz Ağa çok gözükara birisiymiş daha küçük yaşlarda ata binmeye ve silah kullanmaya başlamış. Aziz Ağa orta boylu ve atletik yapılıymış. Çok sert bakışları ve kartal gibi gözleri varmış. İşte o zamanlar Brastik köyünde böyle yiğit bir adam yetişmiş. Aziz Ağa ilk defa adını daha henüz 17 yaşında genç bir delikanlıyken duyurur. Bir gün buğday satmak için Erzincan'ın Buğday Meydanı'na giden Aziz Ağa orada kendisine engel olmak isteyen Erzincanlı ünlü bir tüccarı bıçakla ağır yaraladığı için hapse düşer. Ondan sonra Aziz Ağa daha hapisteyken Aziz Ağa'nın kabilesi Halil Ağalar Nam-ı diğer "Mirveyisler" ile kendileri gibi köyün en köklü kabilelerinden birisi olan Kerezoğulları ile aralarında bir olay çıkar. Olayın çıkış sebebi şudur; "Orada çok namlı bir adam olan Kerezoğlu Hüseyin ve adamları daha önceden aralarında husumet oldukları Halil Ağa'nın değirmenine gidip orada çalışan bir kişiyi çok kötü bir şekilde döverler." O zaman bu olay yüzünden iki kabile arasındaki gerginlikler tırmanmış ve orada herkes heyecanla Halil Ağa'nın oğlu Aziz Ağa'nın hapisten çıkacağı günü bekliyordu. Ve nihayet çok kısa bir zaman sonra Halil Ağa'nın oğlu Aziz Ağa hapisten çıkar. Aziz Ağa'nın daha içerdeyken duyduğu bu olay Aziz Ağa'yı çok üzmüştü. Aziz Ağa'nın tavırları çok değişmişti. Aziz Ağa orada oturan babasına aynen şöyle diyordu;
"Baba sen git değirmenimizin başına ailemizin ve köyümüzün sana ihtiyacı var bu işi sen bana bırak."
O zaman daha 18 yaşında olan Aziz Ağa, Kerezoğlu Hüseyin'i Brastik'in meydanında delik deşik eder. İşte bu olay Aziz Ağa'nın ilk büyük olayıdır. Bu olaydan sonra Kerezoğlu Hüseyin'in bütün ailesi köyü terk ederler. Aziz Ağa daha 18 yaşında genç bir delikanlı olmasına rağmen o çevrede çok saygı duyulan ve aynı zamanda da çok korkulan bir kişi olur.
Aziz Ağa'nın annesi Hanım Ağa gençliğinde çok güzelmiş ona hem Brastikli Halil Ağa hem de Palangalı İbiş Ağa aşıkmış. Hanım Ağa, Brastikli Halil Ağa ile evlenmiş ve Halil Ağa'dan üç oğlu ve bir kızı olmuş. Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Halil Ağa çok ağır hastalanıyor ve artık daha ölmek üzereyken Palangalı İbiş Ağa birkaç defa Brastik köyüne bir arkadaşının yanına ziyarete gidiyor. O zaman Halil Ağa'nın içine bir şüphe düşüyor ve oğlu Aziz Ağa'yı çağırıyor ve ona aynen şöyle diyor; "Bak oğlum ben artık ölmek üzereyim ben ölünce annen bizim köyde kiminle evlenirse evlensin sakın dokunma, kimi alırsa alsın hiç karışma ama Palangalı İbiş Ağa'yı alırsa her ikisini de vur yoksa hakkımı sana helal etmem." Halil Ağa ölünce Aziz Ağa'nın annesi Hanım Ağa bir müddet sonra gider Palangalı İbiş Ağa'yla evlenir. Aziz Ağa babasının vasiyeti üzerine bir gün akşam yanına köyden can arkadaşları Milis ve Süleyman'ı da alarak Palanga'ya gider. Bunlar İbiş Ağa'nın etrafı yüksek duvarlarla çevrili iki katlı evinin önüne gelirler ve orada birbirlerinin omuzlarına basarak o yüksek duvarı aşarlar. Sonra üçü birden kapıya dayanarak zorla içeri girerler. İbiş Ağa o esnada hemen tüfeğine sarılır ama Aziz Ağa hemen ondan daha önce davranarak ona tam yedi tane kurşun sıkar ve onu orada öldürür. Ondan sonra Aziz Ağa'nın annesi Hanım Ağa orada hemen kendisini Aziz Ağa'nın önüne atar ve ona "Aziz ne olur beni sütüme bağışla" der. Aziz Ağa önce annesine kıyamaz ancak arkadaşları ona babasının vasiyetini hatırlatınca Aziz Ağa en sonunda orada çeker annesini de vurur. Aziz Ağa o zaman Erzincan'ın Palanga köyünde oturan ve yedi köye hükmeden İbiş Ağa'yı Palanga'da vurunca bu olay türkülere konu olmuş ve bir de bunun için "Erzincan'da Bir Kuş Var" isimli bir türkü yazılmıştır. Bütün bu olaylardan sonra Aziz Ağa hakkında yakalama emri çıkar. Ancak Aziz Ağa o zaman dağlara kaçar. Aziz Ağa'yı yakalamanın imkansız olduğunu anlayınca gıyabında idam cezası verirler. Aziz Ağa bir akşam üstü Kepir Yaylası'nda yakalanarak gözaltına alınır. Oradan Erzincan Jandarma Karakolu'na götürülerek nezarete atılır. Ancak Erzincan Mutasarrıfı Şefik Paşa olayın tahkikatını jandarmanın elinden alarak Aziz Ağa'yla irtibata geçer.
O zamanlar ülke çok zor bir durumdaydı. Doğunun sınırtaşı Erzurum'da "Pastırmacıyan" tehlikesi vardı. Erzurum'da halk arasında "Pastırmacı" lakabıyla tanınan Kaçatur Pastırmacıyan örgütlediği Ermeni militanlarıyla Erzurum'da terör estiriyordu. Her yerde katliamlar yaptırmaya başlamıştı. Hiçbir güç Kaçatur Pastırmacıyan'la baş edemiyordu. İşte böyle zor bir dönemde Türk Devleti'nin Aziz Ağa'ya ihtiyacı vardı.
Ermenilerin bağımsızlık elde ederek, tarihte kurmuş oldukları Ermeni Devletleri'nin yaşadığı bölgelerde, Doğu Anadolu ve Kafkasya'da, yeniden bir Ermeni Devleti kurma amacı doğrultusunda düzenledikleri faaliyetlerin en önemlisi 1872 yılında Kaçatur Pastırmacıyan liderliğinde Erzurum'da gerçekleşir. O zaman Anadolu'da yaşayan Ermeniler en çok Erzurum bölgesinde faaliyet göstermekteydiler. Erzurum'un en ünlü ve en zengin ailesinin reisi olan Kaçatur Pastırmacıyan, Ticaret alanındaki yetenek ve başarılı girişimleriyle Erzurum'da çok büyük toprak sahibi, en ünlü zengin ve şehrin en öne çıkan şahsiyetlerinden birisi olur. Ondan sonra "Sultanın Korumacısı" sıfatıyla (Efendi) ünvanını alır ve Erzurum'da adeta bir hükümdar gibi olur. Osmanlı'da herkes kendisine "Kaçatur Efendi" diye hitap eder. Erzurum'da Köprüler, kiliseler, hanlar ve hamamlar inşa ettirir, fakir ve tutuklulara yardım eder. Erzurum şehrinde çok söz sahibi olan Kaçatur Pastırmacıyan iyice güçlendikten sonra Rusya ve Fransa'nın da desteğini alarak Erzurum'da Ermeni çeteleri kurar ve orada masum Türk halkını katlettirmeye başlar. Erzurum'da Ermeni Kiliseleri'nin depolarına silah ve bombalar yerleştirerek oraları tam bir cephaneliğe çevirir. Yapılan bir ihbar üzerine Erzurum'da bir Kilise'nin deposunu teftiş etmek isteyen dönemin Erzurum Valisi Mustafa Sıtkı Paşa'ya Kilise'nin kapısında bir tokat atarak onun Kilise'ye girmesini engeller. Erzurum'da Kiliselerde yaptığı konuşmalarda sürekli "Ermeni Kilisesi, Ermeni Milleti'nin Kilise tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için yaşadığı vücuttur." diyerek orada Ermenileri bu ayaklanmaya katılmaya çağırır. Orada en büyük hayallerinin burada büyük bir Ermeni Devleti kurmak olduklarını söyler. Erzurum'da hep silahlı korumalarıyla dolaşır. Orada devamlı katliamlar yaptırmaya başlar. Ondan sonra koskoca Osmanlı Devleti bu adamla baş edemez. Artık mutlaka birisinin gidip Erzurum'da Pastırmacıyan'ı vurması gerekiyordu. Erzurum Valisi Mustafa Sıtkı Paşa taa Erzurum'da Aziz Ağa'nın namını duymuştu. Onun gözünde bu işi yapacak ender yiğitlerden birisi de Brastikli Aziz Ağa'ydı. Mustafa Sıtkı Paşa, Aziz Ağa'ya gidip orada Kaçatur Pastırmacıyan'ı vurduğu takdirde tüm suçlarının af edileceğini söylüyordu. Bu paşanın, Aziz Ağa'ya teklif ettiği görev şuydu; "Yaklaşık iki yıldır Erzurum'da işgal hareketini başlatıp katliamlar yaptıran ve orada yaklaşık on tane özel silahlı korumalarıyla dolaşan Kaçatur Pastırmacıyan'ı vurmaktı." Aziz Ağa o kadar tehlikeli olmasına rağmen hemen bu görevi kabul ediyordu. İşte ülkesinin bu en zor döneminde Eylül 1872 tarihinde daha 20 yaşında genç bir delikanlıyken Erzincan'ın Kemah ilçesinin Brastik köyünden o canyoldaşım dediği kıratına binerek tek başına Erzurum'a gidip orada yaklaşık on tane korumasının içinde Kaçatur Pastırmacıyan'ı tek kurşunla alnından vurmuş ve o ateş çemberinde Yüce Tanrı'nın bir mucizesiyle kıratının sayesinde kurtulmuştur. Yıllar sonra Erzurumlu Hasip Efendi bu olayı şöyle Anlatacaktı;
"Kaçatur Pastırmacıyan yaklaşık iki yıldır Erzurum'da hep terör estiriyordu. Her yerde katliamlar yaptırmaya başlamıştı. Her gün köylerde cenazeler kaldırılıyordu. O zaman bir yaz günü Pastırmacıyan'ın emrindeki çeteler her tarafı yakıp yıkmaya ve önlerine çıkan bütün masum insanları katletmeye başlamışlardı. Herkes onların önünden kaçmaya çalışıyordu. Türkler korkudan hep şehir dışına çıkmışlardı. Bir gün akşama doğru Kaçatur Pastırmacıyan'ın konağının bulunduğu Erzurum Pazarı'nda bir kıratlı hızla uzaklaşıyordu. Tepeden bakınca sanki kıratın üzerinde hiç kimse yokmuş gibi görünüyordu peşinde Ermeni kuvvetleri yaylım ateşi açıyorlardı. Kıratlı bir müddet sonra düşman kuvvetlerinden uzaklaştı. Ondan sonra kıratın üzerindeki kişi birden kendisini doğrultarak tekrar kıratına bindi ve hemen yoluna devam ederek orada gözden kayboldu. Sonra Kaçatur Pastırmacıyan'ın öldürüldüğünü duyduk. Bu olaydan sonra Kaçatur Pastırmacıyan'ın emrindeki bütün Ermeni çetelerinin hepsi dağılmış ve Erzurum kurtulmuştu. Herkes tekrar şehre geri dönmüştü. Sonra Valimiz Mustafa Sıtkı Paşa, o kıratlının Brastikli Aziz Ağa olduğunu açıkladı. Orada civara hakim bir tepede bulunduğum için bütün bu olayların görgü şahidi olmuştum." Ondan sonra Amerika'da yayınlanan ünlü "New York World" Gazetesi haberi manşetten aynen şöyle veriyordu;
"Kaçatur Pastırmacıyan öldürüldü. Böylelikle Büyük Ermenistan rüyası da bitti. Anadolu hızla Türkleşiyor."
Bu olaydan bir süre sonra Kaçatur Pastırmacıyan'ın adamları Aziz Ağa'yı vurmaları için Karadenizli bir tetikçi tutarlar. Bu tetikçi Erzincan'a gelir ve orada bir Han'a yerleşir. Ondan sonra oradaki insanlardan Aziz Ağa'yı sorar adamlar Aziz Ağa'nın eşgalini verirler ama nerede olduğunu söyleyemezler. Bu tetikçi orada kaldığı Han'ın sahibine bir kese altın vererek Aziz Ağa'nın yerini öğrenir. Han'ın sahibi o tetikçiye Aziz Ağa'nın sürekli Brastik'ten Garni'ye gidip geldiğini söyler. Ondan sonra bu tetikçi Brastik köyünün tam karşısındaki Kızılyazı denen yere gelir ve orada bir kaç kişiye Aziz Ağa'yı sorar. Orada tarlada çalışan Brastikli kadınlar bu adamın hareketlerinden şüphelenirler. Aziz Ağa'nın oradan geçtiğini gören Brastikli yaşlı bir kadın, Aziz Ağa'ya; "Aziz Ağa burada bir kişi seni arıyor ve bu yörenin adamına hiç benzemiyor çok dikkatli ol" diyerek orada Aziz Ağa'yı uyarır. Aziz Ağa, o yaşlı kadının bu sözleri üzerine hemen kıratıyla Fırat Nehri'ni geçerek oradaki Kızılyazı istikametine doğru ilerler ve orada o tetikçiyle karşılaşır. Tetikçi, Aziz Ağa'ya "Burada Aziz Ağa diye birisi varmış tanır mısın" diye sorar. Elini silahının üstüne koyan ve çok tedbirli olan Aziz Ağa, adamın tipine bir bakar ki bu yörenin adamına hiç benzemiyor. Ona "Evet o Aziz Ağa'yı çok iyi tanırım. O aradığın Aziz Ağa benim." der demez tetikçi hemen silahıyla Aziz Ağa'ya bir el ateş eder ama Aziz Ağa o esnada hemen atının altına süzülerek o adama bir el ateş eder ve o adamı da orada tek kurşunla öldürür. Tıpkı Pastırmacıyan'ı tek kurşunla vurduğu gibi bu tetikçiyi de tek kurşunla vurur.
Eskiden o yörenin insanları hep odun satarak para kazanıyordu. Bir gün odun satmak için annesiyle beraber Erzincan'a giden Brastikli bir genç orada bir alışveriş esnasında Perçençli üç gençle tartışır. Orada odun satan Perçençli gençler kendileriyle tartışan bu Brastikli genci annesinin yanında çok kötü bir şekilde döverek bir kolunu kırarlar. Annesi oğluna yardım etmek isteyince onu da çok kötü bir şekilde döverek kadının kaburgalarını kırarlar. O zaman bu olay yüzünden iki köy arasındaki gerginlikler tırmanmış ve orada herkes heyecanla o yörenin en namlı aşireti olan "Gülabi Uşakları" lakaplı Gülabioğulları'nın onlara ne yapacağını merak ediyordu. Brastikli insanlar bu olaya çok üzülmüşlerdi. Aziz Ağa onların o halini gördükten sonra orada çeşmenin önünde oturan köylülerine; "Onlardan öyle bir intikam alacağım ki ölene kadar her yerde Gülabileri anlatarak yaşayacaklar." diyerek orada adeta intikam yemini ediyordu. Aziz Ağa bu olaydan bir müddet sonra bir gün kıratıyla Fırat Nehri'ni geçerek Perçenç köyüne doğru yola çıkar ve o üç kişiyi hemen köyün girişinde görür. Bunlar orada Aziz Ağa'yı görür görmez; "Hey Aziz Ağa geliyor hemen kaçalım" diye telaşa kapılırlar ve sonra da hemen orayı terk ederek o taraftaki derin bir vadiye doğru kaçarlar. Aziz Ağa hemen onların peşinden giderek onları o derin vadiye kadar izler. Onlar biraz ilerledikten sonra hemen orada birikmiş olan meşe yapraklarının altına saklanırlar. Onları uzaktan gören Aziz Ağa hemen çok büyük bir intikam hırsıyla oraya gider ve o meşe yapraklarını ateşe vererek yakar. Bu üç kişi orada yanarak çok feci bir şekilde can verirler.
Bu çevrede bazı hırsızlık olayları olur. Dereşoran köyünün Şoran mezrasında oturan ve "Haymatlos" yani (Vatansız) olarak bilinen Conolardan iki kişi bu çevrede bazı hırsızlık olaylarına karışırlar. Önceleri sürekli çevre köylerdeki insanların atlarını, katırlarını ve davarlarını çalan ve bu yüzden de birkaç defa hapse girip çıkan bu Conolar daha sonra da bazı soygun olaylarına karışırlar ve en sonunda da Kemah yolunda atlı bir postacıyı soyarlar. Ancak ondan sonra jandarma bir türlü onları yakalayamaz. En sonunda Erzincan Mutasarrıfı Hüseyin Paşa o iki azılı soyguncuyu yakalatmak için Brastik köyüne giderek orada Aziz Ağa'dan yardım ister. Aziz Ağa bir gün akşam üstü kıratına binerek Dereşoran köyünün Şoran mezrasına gider ve orada o iki soyguncunun yerini öğrenmek ister. Ancak onlar Aziz Ağa'nın kendilerini yakalamak için oraya geldiğini öğrenince hemen oradaki evlerini terk ederek o taraftaki daha önceden uzun süre saklandıkları mağaraya doğru kaçarlar. Conolar, Aziz Ağa'nın korkusundan akrabaları olan bu iki azılı soyguncuya yardım edemezler. Aziz Ağa uzunca bir takipten sonra onları o saklandıkları mağarada yakalar. Ondan sonra onları zincirle bağlayarak götürüp Jandarma Komutanı'na teslim eder. Dereşoran köyünün Şoran mezrasını mesken tutan ve orada Devoğulları lakabıyla tanınan Çingenelerin Cono aşiretine mensup bu iki azılı soyguncu daha sonra Erzincan Mutasarrıfı Hüseyin Paşa'nın özel emriyle Sivas'taki bir bakır madenine götürülerek orada idam edilirler.
Aziz Ağa bir gün tarlada çalışırken orada çıkan bir tartışma sonucunda Kerezoğlu Hüseyin'in amcasının oğlu olan kaynatası Kerezoğlu'nu da öldürür. Aziz Ağa akşam eve gelince eşi önünden kalkmaz. Aziz Ağa orada eline geçirdiği baltayla Kerezoğlu'nun kızı olan eşini de öldürür. Ondan sonra oradaki bütün Kerezoğlu kabilesi köyü terk ederler. Hayatta asla haksızlığa tahammül etmeyen Aziz Ağa o kadar tehlikeli işleri atlattıktan sonra Balaban aşiretinden bir kızla evlenir ama yine de başı hiçbir gün beladan kurtulmaz. 1885 yılında Trabzonlu bir kişi kendi memleketi Trabzon'da çok sevdiği bir kızı kaçırır. Kızın babası o kişiyi şikayet eder. Ondan sonra o delikanlı kaçırdığı bu kızla beraber Erzincan'a kaçar. Orada hiç kimse onlara yardım etmeye cesaret edemez. Erzincan'daki insanlar onlara derler ki Kemah'ın Brastik köyünde çok namlı bir Aziz Ağa var gidin onu görün. Ondan başka hiç kimse sizin sorununuzu çözemez. Yoksa buralarda daha fazla barınamadan hemen yakalanırsınız. Onlar Brastik köyüne gider ve orada Aziz Ağa'yı görürler. Aziz Ağa onları dinledikten sonra kendi evinde misafir eder. Olayı duyan Erzincan Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı hemen onları yakalamak için Brastik köyüne gider. Ancak, Aziz Ağa orada her şeyi göze alarak onları Yüzbaşıya teslim etmez. Yüzbaşı, Aziz Ağa'ya; "Bu iki kişiyi hemen bize teslim et" deyince Aziz Ağa, ona şöyle bir cevap verir; "Burada benden üstün bir kişi var ona bir sorim bakim ne diyor." Aziz Ağa silahının lamlusunu kendi ağzına çevirir ve kendi kendine şöyle der; "Öl, öldür, teslim etme." Sonra tekrar Yüzbaşıya döner ve ona aynen şöyle der; "Onlar benim misafirimdir. Artık hiçbir güç onları benim elimden alamaz." Sonra Yüzbaşı, Aziz Ağa'ya şöyle der; "Tamam Aziz Ağa madem ki sen kabul etmiyorsun biz de bu işin üzerine daha fazla düşmüyoruz" diyerek o iki kişiyi alamadan oradan ayrılır. Ondan sonra Aziz Ağa bu iki kişiye çok yardım eder. Önce onları bir eve yerleştirir ve ondan sonra da köyün alt tarafında kendilerine bir tarla verir. Orada onların tarlasına "Lazın Tarlası" derler. Onlar Brastik'te iki sene kaldıktan sonra tekrar Trabzon'a geri dönerler. Aziz Ağa'nın Meyvanlı köyünden çok samimi bir arkadaşı Aziz Ağa için şöyle diyordu; "Aziz Ağa çok mert bir adamdı. Ben hayatımda Aziz Ağa kadar mert bir adam daha görmedim. Bu çevrede Aziz Ağa'nın ekmeğini yemeyen hiçbir insan kalmamıştır."
O yörenin en yiğit adamı olan Aziz Ağa, Gülabi'nin soyundan olmakla çok övünürdü. Onun için daha babası Halil Ağa sağken onun yerine Gülabi aşireti reisi olmuştu. Bir gün Brastik köyünün yakınındaki Maksutuşağı köyüne bağlı Kajeri mezrasında oturan bir kabile Gülabilerden bir kişiyle kavga edince Aziz Ağa o kabileyi o mezradan kovar. Ondan sonra o kabile gidip Erzincan ilinin Refahiye ilçesine bağlı Gölcük köyüne yerleşir. Gölcük köyünde oturan o kabileye orada "Aziz Ağa'nın Sürgünleri" derler. Yine bir gün Gözeler köyündeki Canbey aşiretinden bir kişi Erzincan'ın Kürt köyünde Gülabi isminde bir kişiyi çok kötü bir şekilde dövünce, Aziz Ağa bu olayı duyar duymaz hemen kıratıyla Gözeler köyüne gider ve orada o kişiyi yakalar. Oradaki insanlar Aziz Ağa'ya yalvarırlar; "Aziz Ağa ne olur bizi af et" derler. Gözeler köyündeki kadınlardan bir kişi başörtüsünü Aziz Ağa'nın kıratının ayaklarının altına sererek yalvarır. Aziz Ağa onların o halini gördükten sonra oradakileri aynen şu sözlerle uyarır;
"Bakın sizi ancak bir şartla af ederim bundan sonra Gülabilerin köpeğine bile taş atmayacaksınız ona göre."
Aziz Ağa o çevrede çok güçlenmişti. Garni köyünde çok büyük arazilerin sahibi olmuştu ve kendisi de arada sırada orada kalıyordu. Aziz Ağa o çevrede çok nam yapınca düşmanları ve çekemeyenleri de çoğalmaya başlar. Oradaki çevre köyleri tam yedi köye hükmeden Aziz Ağa'yı çok kıskanıp çekememeye başlarlar. Ve 1887 yılında bir gün o çevredeki Dereşoran köyünde Kemahlı Sağıroğlu Beyleri'nin desteğiyle Dereşoranlı Kör Ahmetler'den oluşan toplam yedi kişi bir evde toplanarak Aziz Ağa'ya çok kahpece bir plan yaparlar. Bu yedi kişi Aziz Ağa'yı tek başına vurmanın imkansız olduğunu anlayınca Aziz Ağa'nın yanındaki hizmetçisi Cono Mustafa'yla anlaşırlar. Bunlar en sonunda çok kahpece planladıkları bu suikastı bir yaz akşamı gerçekleştirirler. Aziz Ağa yatınca gözleri açık yatarmış. Aziz Ağa'nın hizmetçisi Mustafa, Aziz Ağa yatınca Aziz Ağa'nın duvara astığı tüfeğini ve kılıcını alır sonra da kapıyı açar ve bunların hepsini birden içeri alır. Bu yedi kişi hepsi birden Aziz Ağa'ya tam yedi el ateş ederek hemen dışarı kaçarlar. Aziz Ağa aldığı yedi kurşun darbesiyle birden fırlar ve hemen elini bir tüfeğine atar ki tüfeği yok, sonra kılıcına bakar ki kılıcı da yok ve en sonunda yastığının altına sakladığı silahını alır ve hizmetçisi Mustafa'ya döner ona; "Ulan Mısto ne oldu" der ve ona bir el ateş ederek onu orada çok ağır bir şekilde yaralayarak sakatlar ve sonra da hemen o yedi kişinin arkasından gitmek için dışarı fırlar ancak daha fazla ileriye gidemeden orada merdivenlerin üzerine yığılarak çok yiğitçe can verir. Aziz Ağa'yı vuran bu yedi kişi o akşam hemen Dersim'e kaçarlar. Orada hiçbir aşiret reisi bunları kabul etmez. Aziz Ağa'nın namını bilen Dersim halkı bunları dışlar. Orada hiçbir yere sığınamayan bu yedi kişi kışın çaresiz kalınca oradan Elazığ'a gitmek zorunda kalırlar fakat daha oraya varamadan Munzur Dağları'nda büyük bir çığ gelince bu yedi kişiden dördü orada çığın altında kalarak çok feci bir şekilde can verirler diğer üç kişi de Elazığ'a giderek orada izlerini kaybettirirler. Aziz Ağa'nın ölümünden sonra onun çok samimi bir dostu olan Milis, Aziz Ağa'nın ölümüyle ilgili olarak şöyle diyordu; "Aziz Ağa'nın en büyük hatası Dereşoranlı Conolardan iki hırsızı yakalayıp Jandarma Komutanı'na teslim ettikten sonra onların akrabası olan Cono Mustafa'yı yanında çalıştırmaya devam ettirmesidir. Bu büyük hatası da Aziz Ağa'nın hayatına mal olmuştur." Aziz Ağa'nın diğer bir samimi dostu olan Süleyman da yıllar sonra bir anısını şöyle anlatacaktı; "1887 yılının yaz ayında ben ve arkadaşım Milis köyden yaylaya gitmek üzere yola çıktık ben kendi atıma bindim Milis ise Aziz Ağa'nın kıratına bindi mezarlığa doğru yaklaşınca Aziz Ağa'nın kıratı birden Milis'i üzerinden attı. Bizler bu ne yapıyor derken baktık mezarlığa doğru yöneldi. İnanır mısınız bu olay hala gözümün önünden gitmiyor anlatırken böyle tüylerim diken diken oluyor. Aziz Ağa'nın kıratı sahibi rahmetli Aziz Ağa'nın kabrinin önüne gitti ve burada çöktü başını mezar taşlarının yanına koydu ve gözlerinden yaşlar geldi. Aziz Ağa vefat edeli iki ay olmuştu. Ben ve Milis buna çok şaşırmıştık. Hayatımda ilk defa bir kıratın üzerindeki kişiyi atıp ölen eski sahibi için gözyaşı döktüğüne burada şahit oldum. Bu olay bizleri çok duygulandırmıştı."
1887 yılında daha 35 yaşındayken çok kahpece bir suikastle hayatını kaybeden Aziz Ağa'nın ilk eşinden bir oğlu ve bir kızı olur. Oğlu babasının ölümünden sonra küçük yaşta ölür kızı Elif ise Erzincan'ın Kadağan köyünde evlenir. Aziz Ağa'nın torunu Sırma da Brastik'te Aziz Ağa'nın yeğeni olan Halil Ağa ile evlenir. Aziz Ağa'nın çok kudretli ve dirayetli olan kız kardeşi Hanım, Aziz Ağa'nın kanlı gömleğini ölene kadar evinde saklar. 1934 yılında soyadı yasası çıkınca Aziz Ağa'nın kabilesi Halil Ağalar "Sevindik" soyadını alırlar. Aziz Ağa öldürüldükten bir müddet sonra babası Halil Ağa'nın tarihi değirmeni Sağıroğulları tarafından yakılıyor. Bu olay Aziz Ağa suikastında Sağıroğulları'nın da parmağının olması ihtimalini çok kuvvetlendiriyor. Aziz Ağa o çevrede işlediği olaylarla adeta etrafa bir korku salmıştı. O çevrede herkes Aziz Ağa'dan çekiniyordu. Aziz Ağa'nın o çevrede etrafa korku salması başta Sağıroğlu Beyler'i olmak üzere o çevredeki diğer ünlü aileleri çok tedirgin ediyordu. Sağıroğlu Beyler'i bir gün kendi beyliklerinin ellerinden gideceğinden çok korkuyorlardı. O zamanlar Değirmenci Halil Ağa ile çok samimi bir dostluk kurmuş olan Sağıroğulları'nın Büyük Bey'i bir gün Aziz Ağa'ya; "Aziz Ağa senden çok güzel bir eşkiya olur." diye takılır. Bunun üzerine Aziz Ağa da o Sağıroğulları'nın Büyük Beyi'ne; "Senden de çok güzel bir beygir olur." diye cevap vererek o Sağıroğulları'nın Büyük Beyi'ni orada çok kötü bir şekilde bozar. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduktan sonra bir gün Erzurum'dayken Atatürk Müzesi'nde (Eskiden Pastırmacıyan Konağı'ydı) yaptığı bir konuşmasında aynen şöyle diyordu; "Bu ülkede Aziz Ağa gibi kahramanlar olduğu müddetçe önümüze çıkacak her türlü tehlikeyi ezer geçeriz." Erzurum'un dinamik ve güçlü Valisi Mustafa Sıtkı Paşa da Erzurum'da yaptığı bir konuşmasında;
"Hayatımda Aziz Ağa kadar cesur bir adam görmedim. Bence dünya tarihinde yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük halk kahramanı Brastikli Aziz Ağa'dır." diyerek orada adeta Aziz Ağa'nın tek başına bir destan yazdığını haykırıyordu.
İşte Aziz Ağa bu coğrafyanın çocuğuydu. Aziz Ağa o yörede adeta bir hükümdar gibiydi ve yıllarca hep düşmanlarını titreterek yaşamıştı. Hayatı boyunca hep kendi bildiği doğrultuda hareket eden Vali'ye, Mutasarrıf'a ve Ordu Komutanı'na karşı dahi sözünü esirgemeyen, Türk halk kahramanlarının bir numaralı aktörü Türkiye Cumhuriyeti'nin çok şey borçlu olduğu Aziz Ağa, Erzincan, Kemah ve Brastik köyünde adeta bütün halkın gözünde yiğitliğin ve mertliğin sembolü haline gelmiştir.
Kaynak: Erzincan Mutasarrıfı Şefik Paşa