Bir Aile ve Hizmet Müessesesi Olarak Osmanlı'da Harem / Prof. Dr. Ahmed Akgündüz
I. Kölelik ve Câriyelik Kavramları
İslâm Hukukunda kölelik müessesesini ifade etmek üzere, rık veya rıkkıyet kelimeleri kullanılmaktadır. Bu kelimenin yanında, genel olarak köleliği ifade etmek üzere, rakabe, kın ve milk-i yemîn ifadeleri de kullanılmıştır. İster İslâm Hukukunda ve ister Osmanlı tatbikatında köle olan erkeklere, rakîk, abd, memlûk, esir ve kul denmektedir. Kadın köleler için ise, câriye, eme (çoğulu imâ), rakîka ve memlûke tabirleri kullanılmaktadır. Cihadda elde edilen erkeklere esir denirken, kadın ve çocuklara da seby veya çoğulu olarak sebâyâ adı verilmektedir.1 Kul demek olan Abd kelimesi Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın kulu manasında bütün insanlar ve hayvanlar için kullanıldığı gibi,2 köle manasında da kullanılmıştır.3 Köle manasında kullanılan abd kelimesinin çoğulu, genellikle abîd şeklindedir. Halbuki Allah'ın kulu manası için genellikle ibâd şeklindeki çoğulu kullanılmaktadır.
Köle tabiri ile câriye tabiri arasında hukukî muhtevâ itibariyle hiçbir mana farklılığı yoktur. Her ikisi de rıkkıyet yani kölelik manasını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Sadece köleliğe maruz erkekler için kul veya köle tabiri kullanılırken, köleliğe maruz kadınlar hakkında da câriye veya eme tabiri kullanılmaktadır.
Toplumda yerleşen mana ise, câriye denilince, sâhibinin ve efendisinin istediği zaman cinsi duygularını tatmin için bir zevk aleti olarak kullandığı kadınlar şeklindedir ki, bu mana İslam Hukuku açısından doğru değildir. Câriye denilen kadın köleler ile efendilerinin, İslâm hukukunun aradığı şartlara uymak kuralıyla karı-koca münâsebetine girmeleri ve meşrû' dairede bunu bir evlilik müessesesi gibi yürütmeleri mümkündür. Ancak her câriye, efendisi ile karı-koca münâsebetine giriyor demek değildir. Kur'an-ı Kerim'deki şu âyet de bahsettiğimiz ayırımı açıkça ifade etmektedir: "Aranızdaki bekârları, erkek kölelerinizden ve câriyelerinizden (Kur'an, burada kadın köleler için imâ kelimesini kullanmıştır) durumu müsait olanları evlendiriniz. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir"'. 4
Peki câriyelik kavramında, efendisi ile karı-koca hayatı yaşayan köle kadın manası yok mudur? İslâm hukukunda, cariye ile karı-koca hayatı yaşama hakkına istifraş hakkı veya teserrî denmektedir. Şer'î şartlar ve hükümler çerçevesinde, bu statüde olan câriyeler de vardır. Ancak bunlar, evli kadınlardan çok az hükümlerle ayrılmaktadır. Sadece efendisi ile yatıp kalkmakta ve bunun için de belli sınırlar bulunmaktadır.
Bu mana ayırımı hakkında Hz. Peygamberden de bir misal verelim; Hz. Peygamber'in kadın köleleri vardır: Bunlar da iki kısımdır;
Birinci grup, Hz. Peygamber'in karı-koca hayatı yaşadığı cariyelerdir. Bunlara misal olarak önceleri Yahudi olan ve sonradan İslâm'ı kabul eden Reyhâne bint-i Zeyd'dir. Hz. Peygamber, kendisine hürriyeti ve evliliği teklif etmesine rağmen, o câriye olarak Hz. Peygamber ile beraber yaşamayı tercih etmiştir. Bir diğeri de, Hz. Peygamber'in çocuklarından İbrahim'in annesi olan kıbtî asıllı Mariye bint-i Şem'ûn'dur. Bu ikisi de, tıpkı diğer hanımları gibi muâmele görmüşlerdir.5
İkinci grup ise, başkaları ile evlendirdiği kadın câriyeleridir. Yani bunlar, Resûlüllah'ın evinde köle olarak hizmet ederlerdi; ancak başka erkeklerle evli idiler. Bunlara misal olarak, yine Resûlüllah'ın erkek kölelerinden Zeyd ile evlendirdiği Ümmü Eymân'ı zikredebiliriz.
II. İslâm Hukukunca Câriyelerin Hukukî Durumu, Efendileriyle Münasebeti ve Osmanlı Tatbikatı
İslâm hukukunda bir kadının hangi şartlarla cariye yani köle statüsüne gelebileceği belirlenmiştir. Savaş neticesinde esir alınan kadınların cariye olabilmesi, İslâm Hukukunun devlet yetkililerine tanıdığı beş seçimlik haktan biriydi ve sıkı sıkıya âmme maslahatı şartına bağlıydı. Ayrıca halifenin kamu yararına göre verdiği karar bulunmadan bir esir kadının cariye olamayacağı da zikredilmiştir. Câriyeden doğan kız çocuklarının tekrar cariye olmaları yani doğumla kölelik ise, çok az ve ağır şartlarda söz konusuydu. Bunun için, her iki eşin de köle ve cariye olmaları veya cariyenin efendisi dışında bir hür erkekle evlendikten sonra çocukların hür olması şartının koyulmamış olması şartı aranıyordu. Yani İslâm hukuku, cariye statüsüne gelecek kadınların kaynağını böylece azaltmıştı ve hatta tabir yerinde ise kurutmuştu.
Asıl soru şu; acaba İslâm hukukunda cariyelerle efendileri sınırsız bir karı-koca münasebetine sahip midir?
Cariye, kadın köle demektir. Cariyeler de diğer köleler gibi, İslâm Hukukunun köleler için tesbit ettiği hukukî statüye sahiptir. İslâm Hukukundaki cariyelerin çoğunluğu, asrımızdaki işçi kadınlar veya evlere gelen hizmetçi kadınlar gibidirler. Değişen sadece isimleridir. Yani her cariye ile mutlaka karı koca münasebeti akla gelmemelidir. Başkalarının hanımı bulunan ve sadece efendisinin evindeki hizmetleri görmekle mükellef olan cariyelerin sayısı, belli şartlar çerçevesinde karı-koca hayatı yaşanılan cariyelere nisbetle daha fazladır. Bugün hizmetli kadınlar ile işverenleri arasında hangi münâsebet varsa, İslâm hukukunda da cariye ile efendi arasında o münâsebet vardır. Kendisi ile efendinin karı-koca hayatı yaşadığı cariyenin efendisiyle olan münâsebeti ise, çok az hükümler dışında hür kadın ile kocası arasındaki münâsebet gibidir.
Efendinin, cariyesi ile karı-koca hayatı yaşama hakkına "istifrâş hakkı' denilmektedir. Efendinin köle veya cariye üzerinde sahip olduğu mülk-i menfaatten kaynaklanan onları çalıştırma hakkına ise "istihdâm hakkı' diyoruz. Cariye demek, Efendinin birinci derecede istihdam hakkı bulunan kadın köle demektir. Efendilerin istifrâş hakkına sahip oldukları cariyelerin hususî statüleri vardır. Kur'an da cariyeler üzerindeki -eğer var ise- istifrâş hakkının şartları çerçevesinde ve fuhşa sevk etmeyecek şekilde kullanılmasını ısrarla tavsiye etmiştir:
"Şimdi cariyeleri efendilerinin izniyle nikâhlayın ve herhangi bir mazeret ileri sürmeden maruf bir şekilde mehirlerini verin; ancak iffet sahibi cariyelerle zinadan ve onları gizli dost hayatı yaşamaktan şiddetle kaçınmak şartıyla.'.6
Fuhşa zorlanan cariyelerin Mâlikî ve Hanbelî hukukçulara göre hürriyetlerine kavuşuyorlardı. Diğer taraftan ise, Kur'an, cariyeleri mümkün mertebe evlendirmeyi ve onları aile hayatına kavuşturmayı tavsiye ve teşvik eylemektedir:
"Câriyelerinizden evlenmeye uygun olanları evlendirin; eğer onlar fakir iseler de, Allah onları fazl u ihsânı ile zenginleştirir.'.7
Yukarıdaki hükümlerden köle olan kadınlar yani cariyelerin iki ayrı statüsü olduğu anlaşılmaktadır; Birincisi; hizmetçi statüsündeki cariyeler. İkincisi; bazı farkları ile birlikte istifraş hakkı bulunan eş statüsündeki cariyeler.
1. Hizmetçi Statüsündeki Cariyeler: Hazinedâr Usta'nın Emri Altında Sarayın Hizmetlerini Gören Cariyeler
Bunlardan kasıt, efendilerinin kendileri üzerinde istifrâş hakkı bulunmayan sadece istihdâm hakkı bulunan cariyelerdir. Bu tür cariyelerle efendisi dahil kimsenin cinsi münâsebet kurma hakkı yoktur. Bu cariyeler, İslâm hukukunun hükümlerine göre, efendilerinin iznini alarak hür veya köle başka erkeklerle evlenmişlerdir veya evlenebileceklerdir. Daha evvel zikrettiğimiz gibi, başka erkeklerle evlenmek için kasden efendinin cariyesine izin vermemesi halinde, mahkeme yoluyla cebredilebilir. Biraz önce zikrettiğimiz âyet de bu manaya işaret etmektedir.
Cariyesi başkası ile evli ve nikâhlı olan efendinin cariye üzerindeki istihdâm hakkı ortadan kalkmaz. Çünkü başkasının cariyesi ile evli olan hür veya köle bir erkeğin eşinin diğer eşlerden farkı da buradan kaynaklanmaktadır. Böyle bir cariye, kocasına karşı sorumlulukları olduğu kadar, bugünkü tabirle hizmetçisi ve o günkü tabirle cariyesi olması hasebiyle efendisi ile de bir iş münâsebeti vardır. Cariyenin kocasının tebvi'e hakkı yoktur. Tebvi'e hakkından kasıt, başkasıyla evli olan cariyenin kocasının evinde onunla birlikte olması ve efendisinin evinde veya işinde ona hizmet etmemesi demektir. Kocamla beraberim diyerek, efendisi olan insanın hizmetini ihmâl edemez. Ancak efendisi, bu hakkı cariyesine verebilir.8
Hizmetçi statüsündeki cariyenin, efendisi ile münasebeti, sadece iş münâsebetidir. Efendisine yemesinde, içmesinde, temizliğinde veya başka işlerinde hizmet edecektir. Zaten ibriktar usta, kahveci usta, kilerci usta ve benzeri isimlerle anılmaları da bunu göstermektedir. İstisna olsa bile evli olmaları halinde, kocası ile karı-koca hayatı yaşayayım diye efendisinin hizmetlerini ihmal eylemeyecektir. Kocası ile tebvie hakkını elde etmişse, efendisi artık nafakasını temin etmekten vazgeçer. Yani asıl olarak kocası ile yaşayan ve efendisine arada sırada uğrayıp bazı hizmetlerini gören cariyenin nafaka hakkı, kocası üzerinedir. Tebvie hakkı olmayan ve asıl itibariyle efendisinin hizmetleriyle meşgul olan cariyenin nafaka hakkı ise, efendisine aittir.9 Bu durumda olan cariyelerin zaten harem'le olan ilişkileri kesilir ve çırağ edilirler.
Osmanlı Sarayı'nın Harem kısmında bazı tarihçiler tarafından verilen 60, 70 ve hatta 100 cariye vardı şeklindeki ifadelerden de, hizmetçi statüsündeki cariyeleri anlamak icab etmektedir. Aşağıda vereceğimiz bir listede Haremde çalışan cariyelerin ekserisinin hizmetçi statüsündeki cariyeler olduğu görülmektedir.
Neferât-ı Harem-i hümâyûn der Saray-ı Cedîd-i Âmire El-Vâki' Fî Şehr-i Şa'ban sene 1176
Berber Usta 100
Çaşnigir Usta 160
Vekil Usta 100
İkinci hazinedâr 120
İbrikdâr Usta 100
Kahveci Usta 100
Âlîcenâb 90
Mehrişah 80
Dilsiz Aişe 80
Pür Safâ 80
Zîbâ 80
Vekil Usta 100
Şerefî 60
Zeliha 60
Âmine 57
Nâzende 57''10
"Topkapı Sarayı Hareminde Çalışan Kadın Neferler" başlığını taşıyan listede 112 adet cariyenin olduğu kayıtlıdır. Kayıtlı olan bir husus da bunların gündelik olarak aldıkları maaşlar ve nerede çalıştıklarıdır. Yani tamamen haremde istihdam edilen hizmetli statüsündeki kölelerdir.
"Neferât-ı Kiler der Saray-ı Cedîd-i Âmire-i Harem-i Hümâyûn Kilerci Usta 170 Safiyye 70 Hüsn-i Şah 50 Ümmühan 46 Zeliha 40 Aişe 40 Hanife 20 Fâtıme 20 Zeyneb 20 Hanım 20 Fâtıme 20 Gülfem 20 Mâhitâb 20 Aişe 20 Ra'nâ 20 Mektûme 20"11
Hizmetçi statüsündeki cariyelerin, başkalarının hanımı olan hür kadınlardan ayrıldığı bir nokta, efendisinin evinde ve işinde onun hizmetlerini ifa ederken, hür kadınlara göre daha serbest davranmasıdır.
Hizmetçi statüsündeki cariyeler, kiminle karı-koca hayatı yaşarlar? sorusunu da kısaca izah etmek gerekir:
Birinci İhtimâl, bunlar, ya kendileri gibi köle olan bir erkek ile efendilerinin iznini alarak evlenebilirler. Havâss-ı Kostantıniyye Kanunnâmesi'nde cariyelerin kullar yani erkek kölelerle evlenmeleri konusunda ayrıntılı hükümler bulunmaktadır. Burada beytülmale ait hâssa kullar ile hâssa câriyelerin yani devlete ait olan cariyelerin hangi şartlarda ve nasıl evlenecekleri konusunda uzun bilgiler bulunmaktadır. Kendileri gibi köle erkeklerle evlenmeleri durumunda, doğacak çocukları da doğumla kölelik statüsüne sahip olurlar.12 Önemle ifade edelim ki, köleler, Hanefi hukukçulara göre en fazla iki cariye ile evlenebilirler. Yani onlarda birden fazla evliliğin sınırı, ikidir. Mâlikî Hukukçular, tıpkı hür erkekler gibi dört cariye veya hür kadınla evlenebileceklerini kayd etmektedirler.
Osmanlı Hukukunda zikr edilen şer'î hükümlerin aynen tatbik edildiğini gösteren Havâss-ı Kostantınıyye'nin 19-25. maddeleri açıkça isbât eylemektedir. Bu maddelere göre, hanımı vefât eden kullar veya hizmete yeni girmiş mücerred yani bekâr kullar, cariyelerle evlenirler. Eğer cariyeler, onlarla evlenmeyi reddeder ve hâricden hür erkeklerle evlenmeyi isterlerse, kullar da zaruret gereği gayilmüslim hür kadınlar ile evlenebilirler. Ayrıca Müslüman kullarla cariyelerin birbiriyle evlenmeleri için cebredilmemesi şer'an tavsiye edilmektedir. Kulların hür kadınlarla evlenmesi durumunda, çocuklarının hür olması durumu Kanunnâme'de özellikle belirtilmektedir ve hatta bir çok kölenin bu yolla neslini hür hale getirdiği de ifade edilmektedir. Dikkatimizi çeken noktalardan biri de gerdek resminin hür kadınların bâkire olanları için 60 akçe ve dul olanları için 30 akçe olmasına rağmen, cariyelerden evleneceklerin bâkire olanlarına 30 ve dul olanlarına 15 akçe gerdek resmi veya resm-i arûs denilen verginin takdir edilmiş olmasıdır.13
İkinci ihtimâl, cariyelerin hür erkekler ile evlenmeleri halidir. Kur'an-ı Kerim, hür erkeklerin cariyelerle nikâh yaparak evlenmelerini, Müslüman hür kadınlarla evlenebilme gücü ve imkânı bulunmama şartına bağlamaktadır. Bu şartın gerçekleşmesi halinde de, ayrıca câriyelerin Müslüman veya ehl-i kitap olmaları şartı aranmaktadır.14 Hanefi hukukçular, hür bir erkeğin cariye ile evlenebilmesi için, hür bir kadınla evlenmeye imkânının bulunmamasını, aksi takdirde evlenmenin gayr-ı sahih ve bazılarına göre de mekrûh görüldüğünü beyân etmektedirler.
Bir kısım hukukçular, bu durumun hür erkeğin birinci hanımının hür bir kadın olması halinde söz konusu olduğunu, halbuki hür bir kadınla evlenme imkânı varken, önceden hür bir kadınla evli olmamak şartıyla, cariye ile evlenmesinin sahih ve caiz olduğunu ifade etmektedirler. Fetvâya esas olan da bu olduğundan dolayı, Osmanlı Padişahları, hür bir kadınla evlenme imkânları bulunmasına rağmen, cariyelerle evlenmeyi âdet haline getirmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin resmî Kanun-ı Umûmîsi sayılan Mültekâ'daki ifade aynen şöyledir.
"Hür bir erkeğin, daha evvel evlendiği hür bir kadın yoksa, ehl-i kitap veya Müslüman olan bir câriye ile evlenmesi, hür bir kadınla evlenme imkânı bulunsa dahi, sahih ve caizdir. Hür bir kadınla evli olan hür erkeğin bir cariye ile evlenmesi ise sahih değildir. Zira Hz. Peygamber, "Hür bir kadın üzerine cariye ile evlenmek sahih olmaz" buyurmuşlardır. Bu hususta İmâm Mâlik, hür kadının rızâsıyla böyle bir evliliğin câiz olacağını ifade ederken, İmâm Şâfi'î de kocanın köle olması halinde böyle bir evliliğin caiz olduğunu söylemektedir".15
II. Bâyezid Dönemi'nde tedvîn edilen Havâss-ı Kostantıniyye Kanunnâmesinde konuyla ilgili tatbikattan örnekler yer almaktadır.16 Böyle bir evlilikte, nikâh akdinde aksine şart yoksa ve câriyelerin evlendikleri erkekler kendi efendileri değilse, doğan çocuklar, anneye tabi olarak, köle statüsünde doğarlar. Efendi kendi cariyesiyle evlenmesi durumunda ise, doğan çocukların hür olacaklarını ve ümm-i veled müessesesinin devreye gireceğini daha evvel ifade etmiştik. Bu sebeple, câriyeler, kendi efendileri ile evlenmeyi isterler veya ondan çocuk sahibi olmayı arzu ederler. Ayrıca erkek kölelerin, genellikle hür kadınlar ile evlenmeyi istemeleri de neseblerinin hür olarak devam etmesi arzularındandır.17
2. Eş Statüsündeki Cariyeler veya İstifrâş Hakkı Bulunan Câriyeler
Fâtih Sultân Mehmed'den sonra, nasıl devlet ve kapıkulu kadroları, devşirme erkeklere bırakılmışsa, Haremdeki kadınlar saltanatı da devşirmelerden ve dışarıdan satın alınan değişik milletlere mensup câriyelere terk edilmiştir. Fâtih devrinden Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar, kâhir ekseriyetle Osmanlı Padişahları, nikâh akdiyle ve hür kadınlarla evlenmeyi terk etmişler ve bunun yerini cariyelerle ve nikâh akdi yapmadan karı-koca hayatı yaşama usulü almıştır. İslâm Hukukuna göre, cariyelerle nikâh akdi ile evlenmek câiz ise de, nikâh akdi yapmadan istifrâş hakkını kullanarak yine karı-koca hayatı yaşamak mümkündür.
İslâm Hukukunun cariye kabul ettiği kadın kölelerin ikinci statüsü, eş statüsündeki veya istifrâş hakkı bulunan câriyeliktir. Bu tesbitten de anlaşılacağı üzere, köle veya hür başka erkekler ile evli olmayan câriyeler, iki şekilde efendileriyle karı-koca hayatı yaşayabilirler.
1- Efendinin (padişahın) eli altındaki câriyesi ile nikâh akdi yaparak evlenmesidir. Bu da iki şekilde olur;
a- Efendi (padişah) evlenmeden önce cariyesini âzâd eder yani hürriyetine kavuşturur ve bu durumda hür bir kadınla evlenmiş olur. Böyle bir evlilik halinde, daha evvel hür bir kadınla evli olması, dört kadınla evlilik sınırını aşmamış olmak şartıyla, cariyesini âzâd ederek evlenmesine mâni teşkil etmez. Bu durumda, âzâd ederek evlendiği câriye ile hür olarak evlendiği diğer hanımları arasında hiçbir hüküm ve statü farkı mevcut değildir. Osmanlı padişahları, bu yolu çok az tercih etmişlerdir.
Misal olarak sadece Sultân İbrahim'in Telli Haseki diye meşhur olan Kadın Efendisi Hüma Şah'ı buna misâl verebiliriz. Sultân İbrahim'in Hüma Şah ile hem de debdebeli bir düğün merasimi icra ederek evlendiği ve bu konudaki geleneği bozmak istediği doğrudur. Ancak âzâd ettikten sonra mı nikâhını yaptırdığı yoksa cariye olarak mı nikâhı altına aldırdığı belli değildir. 18 Kuvvetle muhtemel olan âzâd ettikten sonra evlendiği görüşüdür.
Bir kısım araştırmacılara göre, Kanunî Sultân Süleyman, bir akın sırasında esir edilerek Padişaha takdim edilen Hurrem Sultân'ı önce âzâd etmiş ve sonra da nikâh akdi ile eşliğine almış ve Fâtih zamanından beri devam eden cariyelerin nikâhsız istifrâş edilmesi kaidesini bozmuştur.19 Ancak çoğu tarihçiler, bu kaidenin Sultân İbrahim'in Telli Haseki'yi önce âzâd edip sonra da nikâh akdi ile onunla evlenmesi ile bozulduğunu ifade etmektedirler.
b- Câriyesi cariye statüsünde kalmakla beraber, efendi (Padişah) nikâh akdiyle onunla evlenir. Ancak efendinin kendi cariyesi ile nikâh akdi yapması mümkün değildir. Yapsa dahi yine cariye statüsü devam eder. Bu durumda yukarıdaki hüküm gündeme gelecektir. Yani efendi daha evvel hür bir kadınla evli ise, bazı hukukçular cariye ile olan nikâh akdinin, Nisâ Süresindeki âyetin hükmü gereği mekrüh olacağını ve bir kısım hukukçular ise bu akdin sahih olmayacağını ifade etmişlerdir. Eğer efendi hür bir kadınla evli değilse, o zaman ehl-i kitap veya Müslüman olmaları şartıyla cariyesiyle nikâh akdiyle evlenebilecektir. Her iki halde de evlilik sahihdir ve hukukî sonuçlarını doğurur. Her ikisinde de doğan çocukları hür olarak doğar.20
Osmanlı padişahlarından bazıları, cariye statüsünde kalmakla birlikte, bazı cariyeleri ile nikâh akdi yaptırmışlardır. Özellikle kadın efendilerin çoğunluğunun nikâhlı oldukları da bazı tarihçiler tarafından ifade edilmektedir. Mesela Kanunî Sultân Süleyman'ın meşhur ve kudretli Kadın Efendisi, Hurrem Sultân, nikâh ile Kadın Efendi olmuştur. Cariye statüsünün devam ettiği ise, aralarında meydana gelen mektuplardan anlaşılmaktadır. Zira evlendikten ve çocuk sahibi olduktan sonra dahi, mektubunu Câriyeniz diye bağlamaktadır.21 Bu durumda nikâh akdinin bir hukukî sonuç doğurmadığını tekrar ifade edelim.
Nikâh ile alınması halinde, yine nikâhlı kadın sayısının son sınırı, dörttür. Nikâhlı olması halinde dörtten fazla kadınla, aynı anda hayatını devam ettiremez. Dört kadınla olan sınırlamada, nikâh edilen kadınların hür veya cariye olması fark etmez. Ancak ölüm ve boşama gibi sebeplerle, bunlardan biri ile olan evlilik son bulursa, o zaman yerine başka bir cariyeyi nikâhlayabilir. Ancak kendi cariyeleri ile nikâh akdi yapmışsa bu dört sınırına etkili olmayacaktır.22
2- İslâm hukukuna göre, efendi, köle veya hür, başka bir erkek ile evli olmayan bir câriyesi ile herhangi bir nikâh akdi olmadan karı-koca hayatı yaşayabilir. Efendi için sâbit olan bu hakka istifrâş hakkı denmektedir. Asıl cariye hukuku burada söz konusudur. Ancak önemle belirtelim ki, bu istifrâş hakkı da, Kur'an'ın ifadesiyle zinâya yol açmaması ve gizli metres hayatına dönüşmemesi için önemli kaidelere bağlanmıştır.
Hatta öylesine kâideler konulmuştur ki, hür ve evli bir kadın ile istifrâş hakkına dayanılarak karı-koca hayatı yaşanan cariye arasındaki tek fark, cariyenin efendisinin mirasından istifâde edememesidir. Miras münâsebetinin dışında bazı farklar da vardır. Mesela istifrâş hakkı ile bir câriye ile karı-koca hayatı yaşama poligami=birden fazla kadınla evlilik sınırına tâbi olmama, iddet ve boşamada bekleme sürelerinin yarıya indirilmesi ve daha önce de ifade ettiğimiz gibi cariyenin örtünme konusunda hür kadınlar gibi olmaması gibi farklar, aile içerisindeki statüyü fazla etkilemeyen hallerdir.23
Biraz önce de işaret olunduğu gibi, efendi, cariye ile nikâh akdi yaptığı takdirde birden fazla evlenmenin sınırına riâyet edecektir. Ancak istifrâş hakkı ile karı-koca hayatı yaşaması halinde, böyle bir sınır mevzubahis değildir. Efendinin istifrâş hakkına dayanarak cariyesi ile karı-koca hayatı yaşamasına teserrî de denmektedir.24
Osmanlı Padişahları bir kısım câriyeleri ile nikâh akdi yapmasına karşılık, istifrâş hakkı bulunan bir kısım câriyeleri ile de teserrî yani nikâh olmadan karı-koca hayatı yaşamıştır. Bu sebeple birden fazla evlenme konusundaki sınıra riâyet edilmeye ihtiyaç kalmamıştır. Osmanlı padişahlarının aile hayatlarında ri'âyet ettikleri hukukî statü çoğunlukla budur. Bu sebeple özellikle Kadın Efendiler, Padişahların zevceleri yani eşleri olarak takdim edilmiştir ve doğru olan da budur. Kadın Efendilerin ise, çoğunluğu ile nikâh akdi yapılmıştır. Yapılmayan kadın efendiler de vardır. Osmanlı Padişahlarının ikbal, gözde, peyk ve has odalık tabir edilen cariyelerle olan münâsebetleri de bu şıkka girmektedir.
İstifrâş hakkının ve buna dayanılarak teserrî yani cariye ile karı-koca hayatı yaşamanın hukukî statüsü ve sınırları ise şöyledir;
Savaştan sonra esir alınan bir kadının bu manada cariye olması için, yukarıda anlatılan hükümler dışında ayrıca ganimet taksiminin halife tarafından yapılmış olması ve resmî statünün tamamlanması şartı da aranır. Bunun yanında efendisi ile istifraş hakkı ile yaşayabilmesi için mutlaka iddet süresine riâyet edilmesi gerekir. Bütün bu şartlardan sonra efendisi ile (padişah ile) karı-koca hayatı yaşayan câriye, efendisinin karısı gibi olur. Efendisi dışında kimse ile karı-koca hayatı yaşayamaz. Hanefi hukukçulara göre, efendi, Müslüman veya ehl-i kitap olan cariye ile istifrâş hakkına dayanarak karı-koca hayatı yaşayabilir. Şafi'î hukukçular, bu konuda Yahudi ve Hıristiyanları ehl-i kitap saymadıklarından daha sert hükümlere taraftardırlar.25
Böyle bir câriyenin efendisi ile yaşadığı karı-koca hayatının sonuçlarını de ikili bir ayırıma giderek izah edelim:
a- İstifrâş hakkına dayanarak karı-koca hayatı yaşadığı cariyesinden efendi çocuk sâhibi olunca, cariye de ümm-i veled statüsüne geçer. Bu durumda, efendinin cariyeden doğan çocuğu hür olarak dünyaya gelir. Ayrıca efendinin ölümüne bağlı olarak annesini de hürriyetine kavuşturur. Hz. Peygamber'in Mariye isimli cariyesinden İbrahim adındaki oğlu doğunca "Onu, çocuğu azad etti" buyurmuştur. İstîlâd'ın tecezzi kabul etmediğini yani ümm-i veled olan câriyenin üzerinde başkasının hissesi varsa, efendisinin bu hisseyi satın alma mecburiyetinin doğacağını burada tekrar etmekte yarar vardır. Kısaca ifade etmek gerekirse, İslâm hukuku, cariye statüsünü bile köle kadınların hürriyetlerine kavuşmaları için vesile kılmıştır.26
b- Efendi (padişah), karı-koca hayatı yaşadığı cariyesinden çocuk sahibi olmayabilir. Bunun yolu azldir. Çocuk sahibi olmadan karı-koca ilişkisini devam ettirebilir. Ancak bunun da bazı kaideleri vardır. Efendi, iki kız kardeşi cariye olarak eli altında ve bu statüde bulunduramaz. Bununla birlikte böyle bir cariyenin başka biriyle karı-koca münasebetine girişmesi zina sayılır. En önemlisi de, böyle bir cariyeyi başka bir efendiye satabilmesi ve Efendinin istifraş hakkını elde edebilmesi için, ayrılığın üzerinden iki hayız müddetinin geçmesi gerekir. Şayet cariye hamile ise, birinci şıkta belirttiğimiz ümm-i veled hükümleri devreye girer. Hamile değilse, bekleme süresi bitince yeni efendi ile karı-koca hayatı yaşamaya başlayabilir. Padişahların kendileriyle cinsi münâsebette bulundukları ikballer ve son zamanlarda ortaya çıkan gözdeler ve peykler bu statüdedirler.27
Hz. Peygamber, bu durumda bulunan cariyelerin dahi mümkünse evlendirilmelerini ve cariyelerin eğitimlerine dikkat edilmesini tavsiye etmektedir: "Kimin bir cariyesi varsa, ona bir eğitim, fakat iyi bir eğitim versin. Cariyesinin hür bir kadın olarak evlenebilmesi için efendisi onu azâd etsin. Böyle yapan efendiler, Allah tarafından iki ecirle mükâfâtlandırılacaktır.".28
Hanefi hukukçularına göre, efendi, kendisiyle mükâtebe akdi yani âzâdlık sözleşmesi yaptığı cariyesi ile karı-koca hayatı yaşayamaz. İstifrâş ederse mehrini ödemek mecburiyetinde kalır.29
Burada zikredilmesi gereken bir husus da, erkek kölelerin, câriyeler ile istifrâş hakkına dayanarak karı-koca hayatı yaşama haklarının bulunmadığı hususudur. Osmanlı uygulamasında da bu esas aynen kabul görmüştür.
III. Osmanlı'da Harem
1. Genel Olarak Harem ve Saray
Saray denilince, sadece padişahların evleri ve aileleriyle beraber oturdukları kâşâneler ve köşkler akla gelmemeli, aynı zamanda bugün Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Başbakanlık Konutu ve bakanlıklar gibi devlet daireleri fonksiyonu da anlaşılmalıdır.
Harem, girilmesi yasak olan yer manasınadır. Mekke-i Mükerreme'nin sınırları belli yerlerine ihramsız girmek yasak olduğundan Harem-i şerif denildiği gibi, Hem Mekke ve hem de Medine'ye gayrimüslimler giremediğinden dolayı her ikisine birden "Haremeyn" adı verilmektedir.
Aynı manadan hareketle, kadınların ikamet ettikleri ve yabancı erkeklerin girmesi yasak olan evlere de İslâm âleminde harem adı verildiği gibi, yabancı erkeklere haram olan kadınlara da harem adı verilmektedir. Osmanlı zamanında evler ve devlet adamlarının konutları demek olan saraylar, haremlik ve selamlık diye ikiye ayrılmış olup, girilmesi yasak olan harem kısmı kadınların ikametine tahsis ediliyordu.
Osmanlı padişahlarının hanımlarına da harem denildiği gibi, bunların yaşadığı mekânlara da Padişah Haremi veya Padişah Evi manasına Harem-i Hümâyün adı verilmişti. Aslında Osmanlı Devleti tarihinde padişahın evine Dâr'üs-Sa'âdet yani saâdet evi adı verilmekteyse de, Harem-i hümâyûn yahut sadece Harem kelimesi kullanılmıştır.30
2. Harem-i Hümayun Dairesi
Topkapı Sarayı, temel olarak üç kısma ayrılır: Bîrün, Enderün ve Harem. Orta Kapı'dan itibaren haremin de dahil olduğu bölgeye Dâire-i Harîm de denmektedir.
Harem dairesi, 300 yıl boyunca Topkapı Sarayı'nda Padişahların ikamet ettiği mekândır. Harem dairesinin ayrıntıları şöyle;
Haremin Kapısı, Harem-i Hümayunun veya harem dairesinin başlıca kapısı "ikinci yer" denilen meydanda Kubbealtı ile Zülüflü baltacılar koğuşunun kapısının arasında bulunan Araba Kapısı'dır. Saraya gidip gelen kadınlar bu kapıdan araba ile girip çıktıkları için bu ismi almıştır. Haremin bundan başka kapıları da vardır. Nitekim "üçüncü yerin" sonunda yer alan Kubbeli Kapı da bunlardan biridir. Araba Kapısı'nın üzerinde III. Murad'ın 996/1588 tarihli uzun bir kitâbesi mevcuttur. Kitâbe'de "Harîm-i Cennet-i Âlî'de Bâb-ı Sultânî" diye vasıflandırılan Kapı, Haremin en önemli girişini teşkil etmektedir. Araba Kapısının iç yüzünde tahta bir levha üzerinde güzel bir besmele ile birlikte şu satırlar yazılıdır: "Medine-i Münevvere'de Hazret-i Peygamber'in ravza-i mutahhara ve hücrelerinin pencerelerinin şallarıdır". Osmanlı Padişahlarının, harem-i hümâyün denilen evlerinin girişlerini dahi manevî bir havaya sokmak istemeleri, dikkat çeken hususlardandır.
Haremin Medhali (Antresi), Topkapı Sarayı Bîrün, Enderün ve Harem adıyla üç ana kısımdan teşekkül ettiği gibi, Harem-i Hümâyün da Harem'le ilgili hâricî hizmetleri gören görevlilerin ikamet ettikleri antre (medhal) ile asıl Harem-i Hümâyün olan kısımdan meydana gelmektedir. Harem-i Hümâyün'a yiyecek, içecek ve benzeri şeyler temin eden ve haricî işleri yürüten hadım ağaları ve benzeri erkek görevliler, asıl harem-i hümâyüna asla girmeye yetkili değildirler. Haremin dahilindeki hizmetleri tamamen kadın olan cariyeler ifa etmektedir. Bu yüzden kendilerine Harem Ağası veya Kızlar Ağası denmektedir. Zira bunlar, haremdeki kadınların hâricî hizmetlerini görmektedirler. Erkek olan hiç kimse, asıl hareme girememektedir. Zaten asıl Haremin kapısının üzerinde "Başkalarının haremlerine (evlerine) size izin verilmeden girmeyiniz"31 mealindeki âyet yer almaktadır.
Araba Kapısı'ndan girilince birinden öbürüne geçilen üç kısmı havi antreye (medhal'e) dahil olunur. Haremin iki mühim kısmından birisi olan Medhal (Antre), uzun bir yol ve etrafında birden fazla binalar bulunan bir dehlizden ibarettir. Bir taraftan Kubbealtı ve Ak Ağalar Dâiresi ile ve diğer taraftan da asıl Harem ile çevrilidir. Bu medhal (antre), birbirine bitişik Dolap Kapısı (Birinci kısım) ile "Kule Kapısı Hademe Nöbet Mahalli" (İkinci kısım) adlı iki kapı arası ile Dâr'üs-saade Ağası ve Başkapıgulâmı dairelerini (üçüncü kısım) havi kısımlardır. Bu iki dairenin arasındaki sahanın sağ kısmında sonradan papuçluk denilen Ortanca Tevkifhanesi vardır. Ortanca rütbesindeki harem ağaları neferlikten ortancalığa Ramazanın on beşinci günü terfi ederler ve terfi iradesi gelinceye kadar burada alı konurlardı.
Haremin medhalini simgeleyen bu üç kapıdan araba kapısına birinci kapı, dolap kapısına ikinci kapı ve kule kapısına da üçüncü kapı adı denilmektedir. Araba kapısından girildiğinde on adım kadar ilerde ikinci kapı göze çarpar. Çok güzel bir yazı ile üzerinde:
"Ey Allahımız ve ey bütün kapıları açan Rabbimiz! Bize de en hayırlı kapıları açıver." manasındaki dua yazılı olan bir levha vardır. Birinci kapı ile ikinci kapı arasında 10 m2 genişliğinde kare şeklinde bir mekân vardır. Bu mahallin dört tarafında dolaplar bulunduğundan ikinci kapıya dolap kubbesi adı verilmektedir.
İkinci kapıdan girilince hemen üçüncü kapı ile karşılaşılır. Bu iki kapının arası yaklaşık 20 x 8 m. büyüklüğünde bir dikdörtgen tarzındadır. Sağ tarafında kapıya adını veren Büyük Kulenin kaidesi ve sol tarafında da Ağalar Mescidi vardır. Haremde hizmet eden hadım ağaları burada ibadetlerini ifa edeceklerdir. Bu mahal, bir kemer ile ikiye bölünmüştür. Birinci bölüm kubbeli ve ikinci kısım ise tavanlıdır. Baş kapı gulamı neferlerinin bir kısım odaları bunların üzerindedir. Üçüncü kapının üzerinde güzel bir hat ile Kelime-i Tevhid yer almaktadır. Ayrıca "Bir saat adâletle hareket etmek, yetmiş sene nafile ibâdetten daha hayırlıdır" manasını taşıyan hadis-i şerif bu kapının üzerine yazılmıştır.
Üçüncü kapıdan girildiğinde ise, asıl Harem kapısına kadar uzanan üçüncü saha başlar. Burası yaklaşık 60 x 8 ila 12 m genişliğinde bir koridordur. Genişliğinin farklı olması sağ tarafta bulunan binaların aynı sırada olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu koridorun iki ucunda iki ayrı kubbe vardır ve harem tarafındaki kubbe tek kemerli ve câmekânlıdır. Bu 60 m. uzunluğundaki koridorun sağ tarafında altlı üstlü odalar bulunmaktadır ve bu odalar Baş Kapı Gulamı ağalara mahsustur. Buraya Harem Ağaları Koğuşu da denmektedir. Baş Kapı Oğlanı Dâirelerinin iki kapısı vardır; birisinin üzerinde Besmele ve diğerinin üzerinde de +"-}! KöC "Ü} A1o! +!â,e! A1pÂ"ö Ee~}!
"Ey Allah'ımız ve ey bütün kapıları açan Rabbimiz! Bize de en hayırlı kapıları açıver." manasındaki dua yazılı olan bir kitâbesi vardır. Bu dairenin yanında zemin katda Harem Ağalarının Nöbetçi Odası bulunmaktadır. Haremin kapısına nâzırdır. Nöbet bekleyen harem ağaları tenbihat ve talimatları buradan alırlar imiş. Nöbet odasının üzerinde olan odalar da harem ağalarına ait olup Nöbet Odasının yanındaki merdivenlerden buralara çıkılır.
Aynı koridorun sol tarafında yine baş kapı gulamına ait bir daire mevcuttur. Kapısı üzerinde hareme bakan tavaşilerin (harem ağalarının ve hizmetkârların) aralarında iyi geçinmeleri için yazılmış anlamlı bir âyet-i kerîme mevcuttur:
EwöâC! âöö! â?~W"o 3âC! âÜÂâÇ}! "ÇÖ!
"Hiç şüphesiz bütün müminler kardeştir. Bir anlaşmazlık olduğunda anlaşamayan kardeşlerinizin arasını bulun ve sulh yapın."32 Ayrıca çiniler üzerine celi hatla yazılmış ve evlere asılması âdet haline gelen Kaside-i Bürde veya Bür'e mevcuttur. Bu sol tarafdaki binâ üç kattır. Zemini baş kapı gulamına, orta kat neferlere ve üst kat da ortanca denilenlere mahsustur.33
Baş kapı gulamı harem ağalarının Bâb'üs-Saade ağasından sonra gelen ikinci rütbelisidir. Haremdeki kadınların muhâfazası, haricî hizmetlerinin görülmesi ve benzeri vazifeleri ifa ederler. Önemle tekrar ifade edelim ki, asıl harem kapısından içeri bunlar da giremezler. Bunların istihdâmlarının şer'-i şerife uygunluğu ve hadım ağalarının istihdâmı meselesi daha sonra tekrar ayrıntılarıyla ele alınacaktır. Ayrıca harem ağalarının asıl hareme giremeyecekleri ve bununla ilgili sonradan çıkarılan talimatlara da daha sonra değinilecektir.
Üçüncü kapıdan girince karşımıza çıkan 60 küsur metrelik koridorun sağ tarafından Baş kapı Gulamı Dairesinden sonra Dâr'üs-saade Ağasının dairesi gelmektedir. Darüs-sa'âde ağasının diğer adı, kızlar ağasıdır. Harem ağalarının reisidir. Bu ağalık bazen ak hadım ağalarının elinde ve bazen da zenci hadımağalarının elinde kalmıştır. Darüs-saade ağaları aynı zamanda Haremeyn vakıflarının da nazırlarıdır. Bu ağalara ait bina kârgir olup iki kattır. Kapıdan girince sağ tarafta Dâr'üs-saade Ağasının ve solda Hazinedar ağanın dairesi vardır. Hazinedar Ağa, harem ağalarının bir vekil-i harcıdır. Harem'in masraflarına bakar. Dâr'üs-saade Ağası dairesinin üstü ise Şehzade mektebidir.
Dar'üs-Saade Ağalığına girilen kapının üzerinde âöG}"C "ç â~CF"o E1-_ Ewö~g EîO
"Sizlere selâm olsun. Hoş geldiniz ve ebediyyen orada kalınız." mealinde bir âyet-i kerime vardır.34
Asıl Harem Kısmına Giriş: Buradan içeri geçilince Antrenin (Medhal'in) sol kısmının nihayetinde asıl harem dairesinin kapısı göze çarpar. Bu asıl harem kapısının yanındaki küçük kapıdan Kuşhane Meydanı'nın (Arz Odasının bulunduğu yere doğru haremden açılan kapıdan sonraki küçük meydanın) antresine geçilir. Burası loş ve kubbeli bir yerdir. Kuşhane meydanına geçince iki daire görülür: Bunlardan biri hükümdarların şahsına mahsus yemeklerin piştiği Kuşhane Matbahı, öbürü ise hastahanedir. Kuşhane meydanının öbür ucundaki kapı üçüncü yer'e, eskiden Akağalar mescidi olan ve bugün Topkapı Sarayı Kütüphanesi olarak kullanılan tarafa açılır.35
Asıl Harem: Üçüncü Kapıdan sonra girilen üçüncü sahanın sonundaki kubbenin altında Harem-i Hümâyün Kapısı vardır. Bu kapıdan önce de duvarları çinili ve üçüncü sahadan duvarla ayrılmış 3x3 m2 alanında bir yer vardır. Bu duvardaki levhalardan büyüğünün üzerinde Hareme aileden olan erkeklerin dışında kimsenin izinsiz giremeyeceğine dair şer'î hükmü ifade eden Âyet-i Kerime yer almaktadır:
Ew0âöö Kök "0 â~CG0 e ! âÜÂ! âöI}!"eö! "ö
"e~ç! ü~g! âÇ~P0 â! âPÖ"1P0 ü1>
"Ey iman edenler! Evleriniz dışındaki evlere izin istemeden ve orada sâkin olanlara selam vermeden girmeyiniz. Böyle hareketiniz sizin için daha hayırlıdır."36
Asıl Harem kapısı bu büyük kapının tam karşısındadır ve bunun üzerinde de Kelime-i Şahâdet yazılı ve 1078 tarihli bir levha mevcuttur. Asıl harem-i hümâyûn kapısının her iki tarafına nöbetçi harem ağalarının kullandıkları tokmaklar ile sahura kaldırmak için Ramazan gecelerinde çalınan davul asılı bulunmaktadır.
Haremin Cümle kapısı da diyebileceğimiz bu kapı, Padişah ailesi ve cariyelerin yaşadığı asıl Haremi harem ağalarının yani erkek hizmetçilerin yaşadığı bölümden ayırır. Kapı, haremin üç ana bölümünün bağlandığı nöbet yerine açılır. Nöbet mekânının solundaki kapı cariye koridoru ile cariye ve kadın efendiler taşlığına; ortadaki kapı vâlide taşlığına ve sağdaki kapı ise Altın Yol ile Padişah Dairesine açılır.
Eğer dikkat edilirse Padişahın cariyeleri ve kadın efendilerin taşlığına giden koridorun sol tarafından yemek kaplarının ve benzeri ihtiyaçların bırakılacağı taş mahaller mevcuttur. Zira sarayın müstahdemi demek olan cariyeler bile, izinsiz olarak bu mahalden öteye geçemezler.
Bu kapıdan kısmen tavanlı ve kısmen kubbeli bir yere girilir. Bunun sağ tarafında Altın Yol denen uzun koridora açılan büyük kapı vardır. Bu uzun yol taş döşelidir ve Hırka-i saadet dairesine bitişik olup I. Selim tarafından inşa edilen daireye kadar devam eder. 46 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğinde olan Altın Yol'a bu ismin verilmesinin sebebi, yeni Padişah olan şehzâde buradan geçerken kadın efendilerin, ikballerin ve cariyelerin bu yolda sağlı sollu dizilmeleri ve Yeni Padişahın bunlara altın saçmasıdır. Hatta II. Mahmud'a bu bahsi geçen Altın Yol'da ölüm tuzağı kurulduğu ve bu tuzaktan Kalfalar Dairesine kaçarak kurtulduğu anlatılmaktadır.37 Bunun ortasında Kadın efendilerin dairesine çıkan taş merdiven vardır.
Nöbet mekânının solundaki kapı cariye koridoru ile cariye ve kadın efendiler taşlığına ulaşır.
Nöbet mahallindeki Altın Yol'a açılan kapının yanındaki başka bir kapıdan ise yedi sekiz metrekare taş döşeli bir meydana girilir. Burası Vâlide Taşlığı'dır. Vâlide Taşlığı denilen bu meydanın sağ tarafı Altın Yol, sol tarafı Vâlide Dairesidir. Girilen tarafda Cariyeler dairesinin kapısı vardır. Girilen kapıdan bakınca tam karşıda ve taş yolun takip ettiği yönde Taht Kapısı vardır. Bunun yanındaki binek taşından padişahlar kılıç alayına giderken ata binerlerdi. Taht Kapısının bulunduğu kısım, Kadın Efendiler Dairesi ve Ocak Sofasıdır.
Vâlide Taşlığı denilen meydanın sağ tarafından Altın Yol'a çıkan bir kapı mevcuttur. Taht Kapısı ile Altın Yola çıkan kapı arasında kiler ve benzeri ihtiyaç yerlerine çıkan kapılar vardır.
Taht Kapısından Ocak Sofası'na girilirdi. Ocak Sofası denmesinin sebebi burada mükellef bir ocağın bulunmasındandır. Bunun sağında kadın efendiler dairesi, solunda Hünkâr Sofa'sına giriş olan Çeşme Sofası bulunurdu. Kapının karşısındaki duvarın arka tarafı Şehzadeler Dairesi idi. Ocak Sofasından mermer bir merdivenle Hazinedarlar Dairesi'ne çıkılırdı.
Harem Dâiresinin çoğu kere yanlış tasvir edilen kısmı, Hünkâr Sofası denilen yerdir. Çeşmeli Sofa'dan girilince haremin en muhteşem yerlerinden biri olan Hünkar Sofası karşımıza çıkar. Hünkâr Sofası, fevkalâde muhteşem yaldızlı ve süslü, dikdörtgen şeklinde olup haremin oturma salonu vazifesini görüyordu. Burada hükümdarların oturmasına mahsus gölgelik bir taht vardı. Tabir caiz ise Harem dairesinin misafir ağırlanan salonu burası idi. En önemli özelliği, duvarlarının tamamının, güzel çinilerle ve san'at eserleriyle süslendiği kadar, aynı duvarların aile hayatı, çocuk terbiyesi ve benzeri ulvî meselelere ait âyet, hadis veya kasidelerle süslenmesiydi. Yazılı ayetlerden biri;
"Hiç şüphesiz ki, Allah, iman edenlerin sahibi ve dostudur; Allah, onları zulmetlerden nura çıkarır. Ve yine hiç şüphe yok ki, küfredenlerin sahibi ve dostu, tâğüttur; onları nur'dan zulmetlere çıkarır."38
Öteki duvarda ise, insanı, ailesini ve yurdunu maddi ve manevî musibetlerden koruduğuna inanılan İmam Busirî'nin Kaside-i Bürde'si yer almaktadır.
Hünkâr Sofasının bahsettiğimiz giriş kapısı dışında, yanındaki hamama ve hamam koridoruna, III. Murad'ın Dairesine ve önündeki aralığa açılan kapıları da vardır.39
Kadın Efendi Dâireleri, Haremin Yatak Odaları ve Şehzadeler Dairesi, Ocaklı Sofada bulunan Kadın Efendiler Dairesi kapısından girildiğinde ise, Altın Yol'da son bulan dar bir koridora çıkılır. Ocak Sofası tarafındaki kısmı Baş Kadın Efendi'ye ve Altın Yol cihetindeki kısmı diğer Kadın Efendiye aittir. Kadın Efendilerin hazine, yatak ve cariyelerine mahsus odalarla burası arasında bir irtibat yoktur. Cariyelerin bulunduğu yere Altın Yol'daki taş merdivenden çıkılır. Bunun sebebi, İslâm'daki mahremiyete riâyettir.40
Ocaklı Sofadaki Ocağın dayandığı duvarın arkası Şehzâdegân Dairesi'dir. Şehzadeler dairesi de altlı üstlü iki kısımdır. Alt kısım küçük, lakin süslü olup veliahtlere mahsustu. Üst kısım daha geniş, lâkin sadedir ve öbür şehzadelere tahsis olunmuştu. Burada şunu da belirtmekte yarar görüyoruz ki, maalesef şehzâdelerin de haremdeki gayrimeşru hayatın bir parçası oldukları utanılmadan bazı yazarlar tarafından kaleme alınmaktadır. Halbuki şehzâdelerin kaldığı dairelerin de duvarları, ya Kasîde-i Bürde'den beyitlerle ya Besmele ve Kelime-i Tevhidler ile ya da Kur'an'dan âyetlerle süslenmiştir. Bunlardan Kaside-i Bürde ile bezenmiş olan bir fotoğrafı buraya aynen almak istiyoruz. Ancak gençlikleri döneminde bunların da beraber oldukları meşru dairede cariyeleri olduğunu elbette ki belirtmek icab eder.41
Şehzâdeler Dairesinin duvarlarında yazılı olan Kasîde-i Bürde'den bir beyti buraya alalım:
E~O üI, N! Kö: JzI0 âÂ!
EG, 4~t â ü K: "hÂF 2:MÂ
Bilindiği gibi, maddi ve manevî hastalıklara şifâ olarak kabul edildiği için Kaside-i Bür'iyye veya Ka'b bin Züheyr'in Kaside-i Bürde'sine kıyasla Kasîde-i Bürde, İmam Busirî isimli İslâm âlim, sufî ve şâirinin Resülüllah'ı medih ve senâ için yazdığı uzun bir kasidedir. Buraya aldığımız beytin manası şöyledir ve kasidenin başlangıç beytidir:
"Huzur, sa'âdet ve selâmet kaynağı dostları (Veya Selem'deki dostları) ve yakınları hatırladığımdan mıdır?
Ey dost, seni hatırlamam bile gözden akan yaşlar ile kanları birbirine katıverdi.
Gözlerimin yaşlarını ve cismimin hastalığını gördükten sonra;
Sana olan muhabbetimi inkar edecek birisi bulunabilir mi?
İki cihân Seyyidi, ins ve cin Muhammed'i;
Hak O'na bende eyledi bütün Arab Acem'i" 42
Çeşme Sofasından Sultan Murad dairesine geçilirdi. Burada III. Murad'ın yatak odası ile I. Ahmed'in okuma ve III. Ahmed'in Yemek odaları vardır. İki tarafı binâdan hâli olup, bir tarafı Hünkâr Sofasına ve diğer tarafı da Şeh-zâdegân Dairesine bitişiktir. Sultân Murad Dairesinin önünde bir medhal vardır ve bu medhalin Çeşme Sofasındaki kapıdan başka Şehzâdegân Dairesi aralığına ve koridoruna ve Hünkâr Sofasına ayrı ayrı kapıları mevcuttur. I. Ahmed'in Odasındaki bir kapıdan III. Ahmed'in Yemiş Odası adı verilen küçük ve basık tavanlı Yemek Odasına girildiği gibi, bunun bir diğer kapısı da Hünkâr Sofasındaki Şirvan altına açılır.
Sultân Murad'ın yatak odası, Haremin en muhteşem olan yerlerinden biridir. Harem-i hümâyün'un bu kısmı, III. Murad'dan III. Ahmed'in saltanatının sonuna kadar Osmanlı Padişahlarının en çok önem verdikleri yerler olmuştur.43
Harem dairesine bitişik bir de Sultan Osman köşkü denilen meşhur köşk vardır ki, Topkapı Sarayının Gülhane Parkı ve Demirkapı tarafına bakan yüksek duvarları üstüne rastlar.
Harem-i hümâyün kapısını takip eden aralığın kapılarından birisi de Altın Yol denilen koridora açılmaktaydı. Bu koridor, aralarında inşa edilen kapılarla dörde bölünmüştür. Son kapıdan sonra girilen yer tavanlıdır. Solunda evvela Kadın Efendiler dairesi, sonra şehzâdegân dairesi yer alır. Koridorların sonunda İkinci taşlık diye ifade edilen ve hususî bir ismi bulunmayan geniş meydana çıkılır. Koridorun sonunda bulunan iki kapıdan sağdaki Hırka-i Sa'âdet'e giden aralığa ve soldaki de I. Selim Dairesine gider.44
I. Abdülhamid, bu ikinci taşlığa bakan yerde İkballer ve gözdelerin kaldığı İkballer ve Gözdeler Dairesini inşâ ettirmişti. İkballer ve gözdeler, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde bir iki Padişah için mevzubahistir.
Hamamlar, Vâlide Sultân Dairesi, Hünkâr Sofasının bir kapısı da Hamam Koridoruna açılmaktaydı. Vâlide Sultân Dairesine kadar uzayan bu koridorun sonundaki kapıdan Vâlide Sultân Dâiresine çıkılır. Bu koridorda bulunan hamamlardan biri Padişahlara ve diğeri de Vâlide sultân hanımlara mahsustur ve her ikisi de, koridor içinde dahi birer kapı ile birbirinden ayrılmıştır. Hamamlar, tamamen İslâmî kaidelere uygun olarak inşâ edilmiştir. Bir kısım araştırmacıların anlattıkları hamam safalarının aksine, her hamamın içinde İslâmî usullere göre çıplak olarak yıkanılabilecek ayrıca bölmeler vardır. Yani bırakınız, hamamda cariyelerle çıplak olarak yıkanmayı, kendi kadın efendisiyle veya cariyesiyle beraber olduğu zamanda dahi, tamamen soyunup vücudun her yerini yıkamak icab ettiğinde kadın ve erkeğin ayrı bölmelerde yıkanabilmeleri için şer'-i şerifin verdiği ölçülere uygun küçük bölmeler yapılmıştır.45 Hamamların köşelerinde yer alan küçük bölmeler bunun delilidir. Hamam koridorunun sağ tarafı III. Selim Dairesidir. Bu daire iki katlı ve dört odadır. III. Osman ve I. Abdülhamid Han'ın da burayı yatak odası olarak kullandığı kitâbelerinden anlaşılmaktadır. Çok güzel, süslü ve bezekli bir dairedir. Vâlide Taşlığından Harem Bahçesine kadar devam eden kısım ise, Valide Sultân Dâiresidir. Bir tarafında cariyeler dairesi ve diğer tarafında da hamam koridorunun bitişiği olan uzun bir aralık vardır. Tamamen birinci kattadır. Üstü Hazinedar Dairesi ile III. Selim Dairesinin bir kısmıdır. Vâlide Sultân Dairesinin duvarları ve kapıları da çok güzel levhalar ve celî yazılarla bezenmiş ve süslenmiş durumdadır.
Kalfalar Ve Cariyeler Dairesi Taşlığı, Haremin asıl kapısından girildikten sonra mevcut olan nöbet mahallinin solundan girilen koridor, Cariyeler Dairesine çıkar. Cariyeler Dairesi, Haremin en sonunda olup Vâlide Sultân Dâiresi, Harem Bahçesi, Baş Kapı Gulamı ve Darüs-Sa'âde Ağası Daireleri ile sınırlıdır. Yalnız Vâlide Dairesine bir kapısı vardır. Bu nokta önemlidir. Merkezinde büyük bir taşlık bulunmaktadır. Sağ tarafta ocaklı ve ortanca kalfaların, vekil ustanın, saray ustasının ve hastalar kahyasının daireleri mevcuttur. Solda hastalar ustası dairesi, hamam ve saire bulunmaktadır. Cariyelerin taksimatı harem ağalarınınkine benzer. Haremdeki bütün cariyelerin âmiri Hazinedar Usta'dır.46 Bu konuyu daha sonra inceleyeceğiz.
3. Padişahın Ailesi ve Harem Personeli
Harem kapısına kadar olan hareme medhal (antre) kısmında Dârüs-Sa'âde Ağası ve Harem Ağalarının emri altındaki erkek köleler istihdam olunmaktadır. Bu bölümde çalışan bir tek kadın köle yani cariye bulunmadığı gibi, izin alınmadan bu bölümde çalışan tavaşilerden kimsenin asıl hareme girmeleri de mümkün değildir.
Asıl haremde yaşayan Kadın Efendilerin, Şehzâde haremlerinin, padişahların ve Padişah ailesi mefhumu içine giren herkesin hizmetçisi durumunda olan cariyeler Haremin işçi personeli durumundadır. Reisleri de Hazinedâr Usta denilen cariyedir. Bunların Padişahların karı-koca hayatı ile ilgileri yoktur.
Asıl Haremde yaşayan ve Padişahının ailesi kavramı altında toplanan Kadın Efendiler, vâlide sultânlar, şehzade haremleri ve kendileri ile karı-koca hayatı yaşanan cariyelerdir. Bu grubun reisi, zaman içinde değişmekle birlikte bazen Baş Kadın Efendi ve bazen da Vâlide Sultan olmuştur.
3.1. Haremde Erkek Personel
3.1.1. Haremde Çalışan Erkek Personelin Ortak Özelliği: Hadımlık
Hadımlık veya bir diğer ifadeyle tavaşilik, doğuştan veya sonradan yapılmış bir ameliye yüzünden erkeklik özelliğinin kaybedilmesi manasını ifade etmektedir. Hadım etme ameliyesinin nasıl yapıldığına dair ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Bir insanı, cinsî hayatından mahrum etmek demek olan hadımlık, İslâm hukukunda câiz görülmemiştir. Hadımlığa hisâ veya ihtisâ denilmektedir. Hatta bütün Osmanlı Şeyhülislamları hadımlığın câiz ve meşru bir fiil olamayacağına dair kesin fetvâlar vermişlerdir. İslâm Hukukunda erkeğin cinsel organının kesilerek hadım edilmesi tamamen yasaklandığı gibi, hayaları kesilerek veya tesirsiz hale getirilerek hadım edilme de yasaklanmıştır. Bu ikinciye ihtisâ denmektedir. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifi buraya almak istiyoruz:
Ebü Hüreyre (RA), Hz. Peygamber'e çıkarak, "Yâ Resülallah! Yaşım çok genç, zinaya düşmekten korkuyorum. Evlenmek için gerekli maddi imkana da sâhip değilim. Müsâade ederseniz, husye bezlerimi aldırayım." Dört defa sorması karşısında sükütla cevap veren Allah'ın Peygamberi, sonuncuda biraz da kızgınlıkla "Ey Ebu Hüreyre! Senin kavuşacağın mukadderâtı yazan kalemin mürekkebi kurumuştur. Durum böyle olunca ister hadımlaş ve ister hadımlaşma, müsâvidir". Burada Ebu Hüreyre sadece muhayyer bırakılmamaktadır; belki azarlanmakta ve Allah'ın kaderini değiştirmeye yeltenmekle suçlanmaktadır.47
İnsanları hadım etmenin İslâmiyet'te caiz olmamasının asıl delili ise, Kur'an'daki şu âyettir ve bütün Osmanlı Şeyhülislâmları hadımlığı yasaklayan fetvâlarını bu âyete dayanarak vermişlerdir: "(Şeytan devamla şöyle der): Onlara emirler vereceğim, ta ki, Allah'ın yarattığını değiştirmeye kalkışacaklar. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, açık ve büyük bir hüsrana maruz kalır".48
Bu âyet-i kerîmeyi değerlendiren İslâm Hukukçuları, hadımlık konusunda şu görüşü açıklamışlardır: İnsanın hadım edilmesi, haramdır; ancak bir menfaat ve maslahat için olursa insanlar dışındaki canlıların mesela atın ve öküzün hadım edilmeleri câiz olur.49 Hatta İslâm Hukukçuları ve Osmanlı Şeyhülislâmları, hadım fiilini teşvik edeceğinden dolayı, başkaları tarafından hadım edilmiş insanların istihdâmının dahi mekrüh olduğunu ifade etmişlerdir. Mekrüh ile haram arasındaki fark malumdur.50
Bu konuda Osmanlı Şeyhülislâmı Dürrî-zâde Es-Seyyid Mehmed Ârif Efendi'nin verdiği şu fetvâ yeterlidir zannederim:
"Habeş ve zenci tâifesinden Mısır ve havâlisinden celb olunan ricâl ve sıbyânın ba'zılarının âlet-i tenâsüllerini kat' edüb mecbüb (erkeklik organı kesik) yahud hasy (hayaları hadım eylemek) etmek şer'an câiz olur mu?
El-Cevâb: Harâmdır.
e~}! ââF â "ö}â N"aöT}! ID1ö âÂâ e~}! u~C NKölö~o EeÖ KÂeâ "Üö- "Ö! KPC KPC Gto
nass-ı celîlinin mazmünunda E'imme-i tefsir hisâ münderic olduğunu tasrih etmişlerdir. Şerh-i Kenz'de nakl edüb ol fi'lin hürmetini Fetâvây-ı Feyziye'de ve gayrıda tasrîh etmişlerdir. Ol maküle umur-i şenî'a (bu türlü çirkin işlere) tasaddi edenler, Şeytân-ı Aleyhillâ'ne'nin emrine ittiba' edüb Şeytanı veli ittihaz etmeleriyle âyetin va'îdinde dâhiller olub ism-i azîm ile âsimler olurlar."
"Bu süretde bu maküle ricâl ve sıbyânın bazılarının ol tarikle katillerine ve bazılarının inkıtâ'-ı nesillerine (ölümlerine veya nesillerinin kesilmesine) bâ'is olan fi'l-i muharremi i'tibâr edenlere şer'an ne lâzım gelür?
El-Cevâb: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd ile zecr olunub ol emr-i münkerin def'inde hükkâm (hâkimler) müsamaha ve iğmâz-ı ayn ederler ise âsimler olub azle müstehak olurlar."51
Bütün bu şer'î hükümlere rağmen, Osmanlı Devlet adamları, Padişahlardan paşalara kadar, kendileri, insanları aslâ hadım etmemişlerdir. Ancak, hadım olarak Afrika'dan getirilen köleleri, evlerinde ve bu arada Harem'de istihdâm etmek üzere satın almışlar ve hizmetçi olarak kullanmışlardır. Bu fiil haram değil, sadece mekrühtur.
Bu arada Hareme hadım hizmetçi alırken de İlm-i Simâ veya ilm-i kıyâfet denilen ve insanların fizikî özelliklerinden onların ruh hâletlerini ortaya çıkarmaya yarayan bazı özellikler arandığını, Saraya alınan hadımların çok eskiden beri bu ilmi bilen insanların elemelerinden geçtiğini, Kâbus-nâme'deki tavsiyelerden anlıyoruz.52
Hayaları veya erkeklik uzuvları kesilen hadımların, tamamında olmasa bile bir kısmında, sonradan erkeklik uzvunun yeniden geliştiği ve hatta cinsi hayata hazır hale geldiği de araştırmaların ve tarihî olayların ortaya koyduğu bir gerçektir. Osmanlı devlet adamları bizzat hadım işini yapmamışlardır. Ancak bu konuda gerçek olan bir husus da Osmanlı Haremine hizmetçi olarak alınan hadımların erkeklik hayatının yeniden başlaması ve ortaya çıkması halinde, muhtemel fitnelerin hemen bertaraf edilmesi için şu tedbirlerin alınmış olmasıdır:
1- İslâm'ın hükümlerine uyularak, hadım olan hizmetçiler, Harem'in antresinin dışında serbest dolaştırılmamışlar ve asıl hareme ancak izinle ve ailenin nezareti altında alınmışlardır. Nitekim asıl haremin kapısının başında yazılı olan konuyla ilgili Kur'an âyetini daha evvel zikretmiştik. Bu konuyu teyid eden ve harem ağalarının hareme girmelerini yasaklayan bir yasak da IV. Mehmed'in tahta geçtiği yıllara rastlayan Kösem Sultân'a aittir. Şöyle ki:
"Ba'del-yevm kendü halinize olasız. Gerek harem umuruna ve gerek taşra umuruna karışmayasız. Cümleniz âzâdsız kölesiz. Ancak harem kapısı önünde oturmaktan gayrı işiniz yoktur. Size tayin olunan harem kapısı önünde olan odalardır. Eğer harem kapısından içeri bir adım duhülünüz tezkire irsâl eylediğiniz mesmü'um olur ise, bilâ emân velâ te'hir katl olunursunuz. Eğer umür-ı mühimme olub tarafımıza bildirmek iktizâ eder ise, bir tezkire ile Kethüdâ Kadına ifade edesiz. Ol dahi bize ifade eder".53
2- Batı ve Çin saraylarında meydana gelen ahlaksızlıklar hesaba katılarak, Osmanlı haremine alınan hadımların erkeklik organlarının tamamıyla kesilmiş olduğuna dikkat edilmiştir. Ayrıca alınan hadımların çirkin olmaları da dikkat edilen hususlar arasındadır.
3- İstisnâi olarak hareme alınan hadımlarda sonradan erkeklik organının oluşması halinde, bunların belli bir maaş bağlanarak hemen haremden çıkarıldıkları görülmektedir. II. Mahmud döneminde yaşanan bir olayı kısaca nakledelim. II. Mahmud'a şöyle bir takrir gönderilmiştir:
"Bab'üs-Sa'adet'ül-Aliyye neferâtından Gebzeli İbrahim Ağa ve Geyveli Ali Ağa ve Rumelili Abdullah Ağa kullarına recüliyyet ârız olmaktan nâşi...". Bu takrire II. Mahmud'un cevabı ise şöyle olmuştur: "Manzürum olmuştur. Üç neferin beherine mahiye ellişer kuruş verilip mahalline masraf kaydoluna."54
Bütün bu tedbirlerin yanında, elbette ki hem cariyelerden ve hem de hadım ağalarından tedbirlere rağmen bir kısım fitnelere sebep olanların çıkabileceğini, hatta bazı çirkin olayların da olduğunu inkâr edemeyiz. Zira insan unsurunun bulunduğu ve hele de erkek ile kadının beraber olabileceği mekânlarda bu tür fitnelerin tamamen olmadığını iddia etmek de mümkün değildir. Ayrıca başta Dâr'üs-Sa'âde Ağası olmak üzere, Osmanlı tarihi içinde bazı ağalarda hadım olma şartı aranmamış ve cariyelerle evlenmelerine ve odalık cariyelere sahip olmalarına müsaade edilmiştir. Mesela Baş Musâhib Rasim Ağa'nın odalıkları, Bâb'üs-Sa'âde Ağası Hayrullah Ağa'nın da nikâhlı haremi vardır.55
3.1.2. Hadım Ağaları
Haremin Asıl Harem Kapısı'na kadar olan kısmına Hareme Medhal (Antre) denir ki, burada Dârüs-Sa'âde Ağası ve Harem Ağalarının emri altındaki erkek hadım köleler (tavâşîler) istihdam olunmaktadır. Bu bölümde çalışan bir tek kadın köle yani cariye bulunmadığı gibi, izin almadan bu bölümde çalışan tavaşilerden kimsenin asıl hareme girmeleri de mümkün değildir. Bu konuyu Batılı bir yazar şöyle tasvir etmektedir;
"Doktorlardan başka hiç bir erkek hareme ayak basamaz. Onlar bile Padişahın özel izni ile ve harem ağalarının eşliğinde girerler. Hasta kadın ve çevresindekiler, uzun şallara bürünürler. Doktor nabzına bakmak isterse, hastanın bileği bir tülle örtülür; dilini veya gözlerini görmek istiyorsa, yüzün kalan kısımları tamamıyla örtük olmak şartıyla gösterebilir. Kızlar ağası bile haremdeki kadınlardan birine dikkatlice bakamaz."56
Osmanlı haremine alınan hadım erkek hizmetçiler (tavaşiler) iki gruba ayrılmaktaydı:
Birincisi; Ak Hadımlardır. İslâm hukukunda erkeklerin hadım edilmesi yasaklandığından dolayı, Osmanlı Devleti'nin genişleme yıllarında, İstanbul'a çok sayıda Macarlardan, Almanlardan ve Slavlardan esir getiriliyordu. İlk ak hadımlar bunlar arasından temin ediliyordu. Daha sonraları Gürcü, Ermeni ve Çerkezler'den hadım olanlar satın alınarak temin edilmeye başlandı. Osmanlı hareminde istihdam edilen bu ak hadımlara ak ağalar adı verilmekteydi. III. Murad'ın 1582 tarihinde Bab'üs-Sa'âde Ağalığını yani kızlar ağalığını zenci kızlar ağası Habeşi Mehmed Ağa'ya tesilm edişine kadar, kızlar ağası ak ağalardan seçilirdi. Ak ağaların en önemli görevi, Padişahın mâbeyn dâireleri ile harem dairesini korumak ve gerekli hizmetleri görmekti. Dış göreve atandıklarında vezâret payesi verilir ve genellikle Mısır Valiliğine gönderilirlerdi.57
İkincisi; Siyah Hadımlardır. Hem fitneye daha çok yol açma ihtimali, hem teminindeki güçlük ve hem de hadım edilmelerinin zorluğu ve dayanıksız olmaları sebebiyle, özellikle III. Murad zamanında Osmanlı Hareminde ak hadımların yerini zenci olan siyah hadımlar alınmaya başlandı. Bunun üzerine esir tüccarları, Mısır, Habeşistan ve Orta Afrika'ya kadar giderler, türlü yollarla elde ettikleri zenci çocuklarını hadım ettirdikten sonra başta Mısır ve İstanbul olmak üzere Akdeniz limanlarında satarlardı.
Bu yollarla Harem'e alınan zenci hadımlardan bir ocak kuruldu ve adına da ağalar ocağı dendi. Ağalar ocağına alınan zenci çocukları, kendilerinden daha büyük hadım ağalarınca yetiştirilirdi. Bunlara Türkçe öğretilir ve güzel isimler takılırdı. Sarayın ve haremin âdâbı hem nazarî ve tatbiki olarak öğretilirdi. Enderun okulunda olduğu gibi, harem de bir okuldu. Belli bir yaşa kadar eğitilen ve eğitimlerini tamamlayan hadımlar, daha sonra Haremdeki hizmetlere tevzi edilirlerdi.58
Haremin Medhalinde görev yapan hadımağaları veya bir diğer adla harem ağalarının sayıları, Fâtih zamanında 20'yi, 1517 tarihinde 40'ı, 1537 tarihinde 20'yi ve nihâyet 100'ü geçmemesine rağmen, batılı kaynaklar, bu sayıyı 500, 600 ve hatta 800 olarak ifade etmişler ve karalamak istemişlerdir.59
A. Hadım Ağalarının (Harem Ağalarının) Reisi: Kızlar Ağası / Bâb'üs-Sa'âde Ağası
Sarayda bulunan haremağalarının başı ve en büyük âmiri Kızlar Ağası, Bâb'üs-Sa'âde Ağası veya Kapı Ağası da denilen âmirleriydi. Resmi unvanı Dârüs-saade ağası idi. Kızlar ağası, Osmanlı Sarayı'nın ve bütün iç ve harem halkının başı idi. Derecesi sadrazam ve şeyhülislâmdan sonra gelirdi. İşlerini emrindeki harem ağalarına gördürürdü. En önemli görevleri ise, Padişahın haremini korumak, harem için gereken cariyeleri temin etmek, Haremde bulunan cariye ve hadımların terfi ve cezalandırma işlemlerini Padişaha arz etmek, surre alaylarını düzenlemek, haremin bütün haricî ihtiyaçlarını harem ağalarına yaptırmak, kendine bağlı bulunan personelin tayinlerini yapmaktır.
1582 yılına kadar kızlar ağalığı, saray ak hadımlarının başı olan ve Bâb'üs-saade ağası da denen Kapı ağalarına mahsus idi. XVI. yüzyılın sonuna kadar devam eden ak ağaların hâkimiyetindeki kızlar ağalığının altında ise şu ağalıklar vardı (rütbe sırasıyla): Has odabaşı, Hazinedârbaşı, Kilercibaşı, Saray ağası ve Saray Kethüdâsı. Bunlardan sonra ise, Köşebaşı, Baş Eski Ağa ve iki Özengi Ağası gelir. 1582 yılında III. Murad'ın kızlarağalığını Habeşi Mehmed Ağa'ya teslim etmesinden sonra, kızlar ağalığı zenci haremağalarına geçmiştir. III. Murad'ın ölümünden itibaren yeniden ak ağalara geçmişse de 1594'ten sonra kat'î olarak yeniden zencilere intikal etmiştir.
Kapı Ağalarının yani kızlar ağasının geniş yetkileri sonraları büsbütün daraltılmış ve III. Ahmed zamanında bir ara saray âmirliği silâhdarlara bile verilmiştir. Hatta III. Ahmed'in sadrâzamı olan Şehid Ali Paşa zamanında 1715 senesinde Mısır havalisindeki Habeşîlerin hadım edilmemeleri hakkında Mısır valisine bir hüküm gönderilmişse de kısa zaman sonra onun şehid olması üzerine bu hüküm tatbik olunmamış ve bu usul devam etmiştir. Zenci haremağalarından Yenisaray Baş Kapı Gulamlığı derecesine erenler, sonra Eski Saray ağası ve münhal vukuunda Dârüs-saade ağası olurlardı. Sarayda, maiyyetlerinde cariye bulundurmaya yalnız onlar izinli idiler. XVII. yüzyıldan itibaren bilhassa nüfuzları artmış ve padişahların üzerinde çok müessir olmuşlardır. Azl olundukları zaman Mısır'a gönderilirler ve orada azadlık ismi verilen bir maaşla yaşarlardı.
Dârüs-saade ağaları, aynı zamanda Haremeyn-i şerifeyn denilen Mekke ve Medine'ye ait vakıfların nazırı idiler. Bundan başka, hükümdar namına olarak selâtin evkafının idaresine de bakarlardı. Bütün bu işleri görmek için her çarşamba günü sarayda, Orta kapının dışındaki Has Ahır kapısı tarafında Dârüs-saade yazıcısının dairesi tarafındaki köşkte bir divan akdederlerdi. Bu divanda evkaf müfettişi, haremeyn evkafı muhasebecisi ve mukataacısı, ruznameci, başhalife, ağa yazıcısı ve saire bulunurlardı.
Bundan başka gerek sarayda ve gerekse hariçte bulunan sultanların maaşları Dârüs-saade ağalarının tertib ettiği cetvele göre dağıtılırdı. Her yıl yapılan surre alayı gene bunların nezaretinde olurdu. Sarayın Enderun ve Harem kısmının en büyük ağası ve âmiri olmak dolayısiyle resmî teşrifatta sıraları sadrazam ve şeyhülislâmdan sonra gelirdi.60
Sultân Mehmed Reşad'ın konuyla ilgili bir fermanı ise, kızlar ağasının son vazifelerini yeterince aydınlatmaktadır:
"1 - Haremde yaşayan kadınların kıyafetlerine dikkat edecekler; ahlaka aykırı giyinenlere engel olacaklar.
2- Saraylı kadınlar, dışarıya giderken yanlarında bir harem ağası bulunacak ve kötü yerlere gitmekten onları alı koyacak.
3- Akşamları saat yarımdan sonra harem ağaları haremde kalamayacak.
4- Bohçacı, işçi ve benzerlerinin hareme alınmasına engel olacaklar.
5- Hareme gelen ziyaretçiler kızlar ağasından izin alacaklar, yoksa hareme sokulmayacaklar."61
B. Diğer Harem Ağaları
Harem'in Medhalinde kendilerine ayrılan yerlerde vazife gören erkek hadım (tavaşi) kölelere, Harem-i Hümâyunda yani sarayın kadınlara mahsus kısmında hizmet, muhafaza ve nezârette bulunduklarından kendilerine harem ağası denmi