Bilgi Felsefesinde Klasik Doğruluk Tanımının Önemi Nedir, Ne Değildir?
Klasik doğruluk tanımını reddetmeye götüren başka bir düşünce çizgisi daha vardır. Bazı filozoflar, düşüncelerimizin gerçeklikle uyuşup uyuşmadıklarının hiçbir şekilde belirlenemeyeceğine inandıkları için, klasik doğruluk tanımını reddeder ve onun yerine başka bir doğruluk tanımı ararlar. Doğruluk düşüncenin gerçeklikle uyuşmasından oluşursa, herhangi bir şeye ilişkin olarak onun doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu bilemeyiz. Düşüncenin gerçeklikle uyuşması olarak doğruluk anlayışından, o ulaşılamaz bir ideal olduğu için, öyleyse vazgeçilmeli ve onun yerine bize düşüncelerimizin ve savlarımızın doğru olup olmadıklarını belirleme olanağı verecek başka bir doğruluk anlayışı geçirilmelidir.
Düşüncenin gerçeklikle uyuşup uyuşmadığını tam olarak saptayamayacağımız görüşü antik kuşkucuların argümanlarına dayanmaktadır. Bu argümanlar şöyle özetlenebilir: Bir insan belli bir düşünce ya da savın gerçeklikle uyuşup uyuşmadığını bilmek isterse, onun bu amaçla yalnızca düşüncenin kendisini değil, ancak aynı zamanda gerçekliği de bilmesi gerekecektir. Ancak o bunu nasıl yapabilir? O deneye başvuracak, şu ya da bu şekilde akıl yürütecek, kısacası belirli yöntem ya da ölçülerden yararlanacaktır. Ancak bu ölçütler aracılığıyla kazandığımız bilginin çarpıtılmamış bir gerçekliği bizim için bilinir hale getirdiğini gösteren kesinlik nerededir? Bu nedenle ölçütlerimizi dikkatle incelememiz gerekir.
Bu inceleme bununla birlikte, ancak aynı ya da muhtemelen farklı olan ölçütler kullanılarak gerçekleştirilir. Bu incelemenin geçerliliği ise, şu ya da bu biçimde, inceleme sırasında kullanılan ölçütlerin geçerliğine bağlı olacaktır; bu da bir kez daha kuşkulu olup başka bir araştırmaya gerek duyar ve bu sonsuzca sürüp gider. Uzun sözün kısası, gerçekliğe ilişkin olarak hiçbir zaman haklı kılınmış bir bilgiye sahip olamayacağız ve bundan dolayı da düşüncelerimizin gerçeklikle uyuşup uyuşmadıklarını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
KAYNAK: FELSEFE TARİHİ KİTABI