Özet
Makale Türk Dünyasının büyük önderi Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ün kendi milletine ve halkına bağlılığından onun milli kahramanlığından, milletini zafere gitmesine ruhlandırmasından, yurttaşlık terbiyesinden ve düşmanlığını yenerek bağımsız müstakil cumhuriyet kurmaktan bahsediyor.
Abstract
The thesis deals with Mustafa Kemal Ataturk's, the great and prominent figure of the Turkish world, relation to his nationwide heroism, his way of enspiration his nation to win a victory, his feeling of patriottism and struggung adainst the enemies and winning a victory over them.
Giriş
Mustafa Kemal Paşa Atatürk (1881-1938) Türk dünyası tarihinde ve aynen tüm dünyada ismi ebedi kalan şahsiyetlerdendir. Bugün dünya devletleri sırasında kendine has yer alan, günden güne gelişen Türkiye Cumhuriyeti müstakil ve bağımsız ülke gibi varlığını sürdürmesinde kuşkusuz Atatürk'e borçludur.
Birkaç yüzyıl boyunca dünyaya kendi iradesini gösteren Osmanlı İmperyası XIX.yüzyılın sonlarında çökme devri yaşıyor, yarı bağımlı durumdaydı. XX. Yüzyılın ilk yıllarında O artık bağımlılık altında idi. Emparyalist devletler Osmanlı Türkiye'sini kendi içlerinde paylaşmakla ilgili anlaşmaya varmışlardı. Onların yaptıkları anlaşmaya esasen doğu bölgeleri Rusya'ya, Suriye ve etrafı Fransa'ya verilecekti. Anadolu'yu Almanlar, Mezapotamya ve İzmir-Aydın demiryolu boyunca olan bölgeni İngilizler işgal etmek istiyordu.
Tüm bunlar düşmanların 1915-1917 yıllarının planları idi. İstanbul hükümetinin 10 Ağustos 1920'de baskı altında zor duruma düşürülüp imzalatıldığı Sevr Anlaşması Türkiye'nin bir devlet gibi mahv olması demekti. Türkiye'nin elinde yalnız orta Anadolu kalıyordu. Bu hususta sonralar Mustafa Kemal Paşa yazıyordu: "Osmanlı memleketleri tamamen bölüştürülmüştü. Ortada bir avuç Türk'ün donandığı bir ata yurdu kalmıştı. Son amaç bunun da bölünmesini hayata geçirmekti. Osmanlı devleti onu istiklale, padişah ve halife, hükümet, bunların hepsi kendi anlamını yitirmiş ifadeden oluşmuştu (1.s., 109-110).
Mustafa Kemal anavatanın durumuna ilgisiz kalamazdı. O, Türk halkının milli bağımsızlık mücadelesine katılmaya çağırdı ve 1918 yılında bu mücadeleye önderlik görevini yapmayı üstlendi.
Atatürk becerikli, uzak gören politikacı, metin ve kudretli önder, ölümün gözüne dik bakan ünlü harp adamı olduğunu daha 1915'te Conkbayırı'nın savunmasında, Çanakkale Savaşları'nda ispatlamıştı. O Türk askerlerinin de zafere iman duygusu oluşturmayı beceriyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu. Conkbayırı'nın savunulması zamanı at belinde ordunun karşısına çıkarak askerlere şu sözlerle müracaat etti: "Ben size geri dönmeyi değil, ölmeyi emrediyorum!".
Büyük önderin, ordu kumandanlarının ve Türk askerlerinin fedakarlığı sonucunda Çanakkale savaşları İngilizlere karşı zaferle sona erdi. Böyle kudret, azim, inat, irade, kahramanlık ve iman sayesinde Türkiye kurtuldu. Arazi bütünlüğünü, bağımsızlık korudu ve 1922'de düşmanlara karşı tam zafer kazandı. Daha 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar bölgesinde 200 bin kişilik Yunan ordusu kuşatmaya alındı, düşman mağlup duruma düşürüldü ve Yunan kumandanı mahvedildi. Az sonra 1.Yunan ordu komutanı Trikopis, 2. Yunan ordu komutanı General Diyenis ve birkaç yüksek statülü Yunan harp adamı esir alınmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bu büyük insanın hayatı, faaliyeti ve mücadelesi vatana, millete hizmetin, sadakat ve itibarın güzel örneğidir. Bunun için de vatan, millet, vatanseverlik, bağımsızlık ve istiklal konusunda Onun söylevleri cevapsız kalmıyordu. Kitleleri mücadeleye çağırıyor, savaşa, düşmanı yenilgiye uğratmaya, zafere götürüyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ölmez önderi Atatürk'ün vatan, vatanseverlik, millet, milli benlik bilinci ve liyakati ile ilgili söylediği düşünceler bugün de kendi önemini yitirmemiştir.
Mustafa Kemal şu ilkeyi önemsiyordu ki, her milletim kendi mukadderatına kendinin hakem olmasına hakkı var ve gösteriyordu ki, yeryüzünde yaşayan tüm milletler için bu hukuku geçerli sayıyor. O, vatan için ölmeyi şerefli iş zannediyor ve halkı bu mukaddes iş için mücadeleye çağırıyordu. "Kurtuluş çarelerini vatanın göğsünde ölünceye kadar birlikte temin etmeye çalışacağız" (2.s.30).
Bunun için de vatanın müdafaasına mukaddes toprakta sonuncu düşman bulunana kadar devam etmeyi önemli sayıyordu ("Milli müdafaamızı düşmanların bayrakları babalarımızın ocaklarında çekilene kadar devam ettireceğiz").
Atatürk milli benlik ve liyakat duygusuna sahip olmanın gerekliliğini Türklerin esaretini kabullenmeyen millet olmasını defalarca tekrar ediyor. Bunun pratik faaliyetlerde ispatlamayı kitlere öneriyordu. Bu bakımdan aşağıdaki düşünceleri örnek gösterebiliriz: "Türk milleti ölmek istemez. O, daima yaşayacaktır... (3.2.682). Türk esaret kabul etmeyen bir millettir. Türk milleti esir olmamıştır (4.s.230)". Mustafa Kemal'e göre millet düşmanın esaretinden kurtulduğu zaman asil millet gibi yaşamak hukukuna sahip oluyor. "Yalnız ondan sonra milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır.".
Atatürk inamla söylüyordu " ülkemizin ellide biri değil, her tarafı mahv olsa, her tarafı ateşler içinde yansa da biz bu toprakların üzerinde her tepeye çıkacağız ve orada müdafaa ile uğraşacağız" (5. s.78).
Mustafa Kemal Türkiye'nin kurtuluşunun köklerini halkın kahramanlık ve vatanseverlik ruhunda, mücadele azminde, birliğinde görüyordu. Vatan toprağı tehlikede oldukta herkes birlikte ayağa kalkıyordu. Atatürk "Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için tüm ziyalıların, herkesin hazır bulunması gerekir." Düşüncesini belirtiyor ve halkın onun çağrısına bir bütün olarak yanıt veriyordu. Atatürk görüyor ki, "Milli mücadelenin önünde olan, doğrudan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır. Millet bireyleri, anneleri ile, babaları ile, ablaları ile birlikte mücadeleyi kendilerine ideal biliyordu."
Mustafa Kemal Paşa Lozan barış antlaşmasını Türk milletinin büyük eseri adlandırıyor, onun Osmanlı devletine ait tarihte benzeri görülmemiş bir politik zafer sayıyordu. Bu sebepsiz değildi. 20 Kasım 1992'de toplanan Lozan barış konferansı Atatürk'ün belirttiği gibi "Türk milleti aleyhine yüzyıllar boyunca hazırlanmış ve Sevr anlaşması ile son bulduğu zannedilen büyük bir suikastın lağvini belirten bir belge idi." Türkiye'nin bir devlet gibi mahv olmamasında, düşmanlarla dürüstçe çarpışmasında Atatürk'ün büyük hizmeti vardır. Fakat bu büyük insan zaferlerin yalnız onun ismine yazılması ile razılaşmıyor ve bu hususta söylüyordu. " Tüm bu uğurlar yalnız benim eserim değildir ve olamaz... Tüm milletin kararı birlikte imanla çalışmanın sonucudur. Kahraman milletimizin ve ünlü ordumuzun kazandığı uğurlar ve zaferlerdir" (4.s.76-77).
Bu düşünce gösteriyor ki, Mustafa Kemal nasıl tevazukar, büyük kalpli, millet ve vatan sevgisine sahip bir samimi insandır. Fakat bu da bir hakikattir ki, eğer meydanda Atatürk olmasaydı onun yöneticilik, önderlik becerisi, taktiği olmasaydı kısa zaman zarfında orduyu düzenli hale getiremeseydi, halkı seferber edemeseydi Türkiye üzerine yürüyen zulümkar ve amansız birkaç devletin karşısında dayanamazdı.
Tarihte şahsiyetin önemi büyüktür. Sanki büyük Tanrı Türkiye'nin böyle ağır günlerde ağır sınava maruz kaldığı bir devirde Türk halkına kudretli bir evlat, tüm zorluklara tehlike ve zulümlere gögüs germeyi beceren, masallarda söylenildiği gibi "ok geçmez, ateşte yanmaz, suda batmaz" efsanevi bir kahraman göndermiştir.
Bu büyük şahsiyet kendi halkını, sonsuz sevgi ile seviyordu. Milli egemenliğe özel önem veriyordu. Bu sebepsiz değildir. Çünkü "milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler eriyor taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerinde yaratılmış kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkumdur" (4.s.179).
Bunun için de Türk halkı, devleti milli egemenliği elde etmeye çalışıyor. Bu yolda canından bile geçmeye her an hazır bulunuyordu. Dikkat yetirelim: "milli egemenlik ruhunda canını vermek benim için vicdan namus borcu olsun" (4.2.76).
Atatürk gibi büyük şahsiyetler hiçbir zaman yaptığı işlerle öğünmemişler. Bunları vatan, millet, halk karşısında mukaddes, kutsal borç, görev sayıyorlar ("Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, tüm millet bireylerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden oluşmuştur.) O diğer insanlarda öyle inanç yaratıyor. Tüm insanların emeğini değerlendiriyor. Zaferde her insanın kendi katkısı olduğunu gösteriyor. Dikkat yetirelim: "Askerlerimiz ayakları altında bir metre kadar kar, çamur olmasına rağmen düşmanlara karşı yürüye yürüye, seve seve gidip savaşıyorlardı."
Budur vatanseverlik, millet, halk, yurt sevgisi! Düşmana kul, köle olmaktansa, onun esareti altında yaşamaktansa savaş meydanında ölüme gitmek daha şereflidir. Tarihen Türk yatakta değil, savaşta, at belinde, elde kılıç ölmüştür. Bunun içindir ki, Mustafa Kemal "Ya istiklal, ya ölüm!". İlkesi ile milli bağımsızlık mücadelesine başlamış, halkın da kendi ardınca götürebilmiştir. O diyordu "Türk'ün haysiyeti, benliği ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle millet esir olmaktansa mahv olsa daha iyidir".
Sonuç
Atatürk'ün kendi söylevleri Onun şahsiyeti konusunda çok açık bilgiler veriyor: "Bağımsızlık ve istiklal benim özelliğimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirası olan aşkı ile yaratılmış bir insanım. Küçüklüğümden bugüne kadar ailevi, özel ve resmi hayatımın her safhasını yakından tanıyanlar bu aşkı görmüşlerdir. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olmalıyım. Millet ve ülkenin yararına olduğu takdirde insanlığın oluşturan milletlerden her biri ile çağdaş dünya için gerekli olan dostluk ve politik ilişkilerini büyük bir hassasiyetle beğeniyorum. Fakat benim milletimi esir etmek isteyen bir milletin de bu arzusundan vazgeçene kadar amansız düşmanıyım... benim aciz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır." (6.s.34).
Mustafa Kemal Paşa "Atatürk" soyadını kendisi seçmemiştir. Türkiye'nin bağımsızlığı ve müstakilliği onun daha da gelişmesi, Türk halkının mutluluğu ve refahı için yaptığı hizmetlere göre Büyük Millet Meclisi özel bir kararla Ona bu soyadını vermiştir (1934).
Mustafa Kemal Atatürk 65 senedir ki, kutsal toprağa verilmiştir. Fakat Onun emelleri, ilkeleri yaşıyor ve her zamana yaşayacaktır. Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti günden güne gelişiyor. Dünya devletleri sırasında onun kendi yeri, konumu ve önü vardır. Bugün bir zamanlar Sovyetler Birliği'nin içinde yer alan Türk dilli Cumhuriyetler -Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan- bağımsızlığını kazanmış, kendi devletlerini kurmuşlar. Bugün Birleşmiş Milletlerin karşısında Türkiye Cumhuriyeti'nden başka beş Türk devletinin bayrağı dalgalanıyor.
Dipnotlar
Makale Türk Dünyasının büyük önderi Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ün kendi milletine ve halkına bağlılığından onun milli kahramanlığından, milletini zafere gitmesine ruhlandırmasından, yurttaşlık terbiyesinden ve düşmanlığını yenerek bağımsız müstakil cumhuriyet kurmaktan bahsediyor.
Abstract
The thesis deals with Mustafa Kemal Ataturk's, the great and prominent figure of the Turkish world, relation to his nationwide heroism, his way of enspiration his nation to win a victory, his feeling of patriottism and struggung adainst the enemies and winning a victory over them.
Giriş
Mustafa Kemal Paşa Atatürk (1881-1938) Türk dünyası tarihinde ve aynen tüm dünyada ismi ebedi kalan şahsiyetlerdendir. Bugün dünya devletleri sırasında kendine has yer alan, günden güne gelişen Türkiye Cumhuriyeti müstakil ve bağımsız ülke gibi varlığını sürdürmesinde kuşkusuz Atatürk'e borçludur.
Birkaç yüzyıl boyunca dünyaya kendi iradesini gösteren Osmanlı İmperyası XIX.yüzyılın sonlarında çökme devri yaşıyor, yarı bağımlı durumdaydı. XX. Yüzyılın ilk yıllarında O artık bağımlılık altında idi. Emparyalist devletler Osmanlı Türkiye'sini kendi içlerinde paylaşmakla ilgili anlaşmaya varmışlardı. Onların yaptıkları anlaşmaya esasen doğu bölgeleri Rusya'ya, Suriye ve etrafı Fransa'ya verilecekti. Anadolu'yu Almanlar, Mezapotamya ve İzmir-Aydın demiryolu boyunca olan bölgeni İngilizler işgal etmek istiyordu.
Tüm bunlar düşmanların 1915-1917 yıllarının planları idi. İstanbul hükümetinin 10 Ağustos 1920'de baskı altında zor duruma düşürülüp imzalatıldığı Sevr Anlaşması Türkiye'nin bir devlet gibi mahv olması demekti. Türkiye'nin elinde yalnız orta Anadolu kalıyordu. Bu hususta sonralar Mustafa Kemal Paşa yazıyordu: "Osmanlı memleketleri tamamen bölüştürülmüştü. Ortada bir avuç Türk'ün donandığı bir ata yurdu kalmıştı. Son amaç bunun da bölünmesini hayata geçirmekti. Osmanlı devleti onu istiklale, padişah ve halife, hükümet, bunların hepsi kendi anlamını yitirmiş ifadeden oluşmuştu (1.s., 109-110).
Mustafa Kemal anavatanın durumuna ilgisiz kalamazdı. O, Türk halkının milli bağımsızlık mücadelesine katılmaya çağırdı ve 1918 yılında bu mücadeleye önderlik görevini yapmayı üstlendi.
Atatürk becerikli, uzak gören politikacı, metin ve kudretli önder, ölümün gözüne dik bakan ünlü harp adamı olduğunu daha 1915'te Conkbayırı'nın savunmasında, Çanakkale Savaşları'nda ispatlamıştı. O Türk askerlerinin de zafere iman duygusu oluşturmayı beceriyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu. Conkbayırı'nın savunulması zamanı at belinde ordunun karşısına çıkarak askerlere şu sözlerle müracaat etti: "Ben size geri dönmeyi değil, ölmeyi emrediyorum!".
Büyük önderin, ordu kumandanlarının ve Türk askerlerinin fedakarlığı sonucunda Çanakkale savaşları İngilizlere karşı zaferle sona erdi. Böyle kudret, azim, inat, irade, kahramanlık ve iman sayesinde Türkiye kurtuldu. Arazi bütünlüğünü, bağımsızlık korudu ve 1922'de düşmanlara karşı tam zafer kazandı. Daha 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar bölgesinde 200 bin kişilik Yunan ordusu kuşatmaya alındı, düşman mağlup duruma düşürüldü ve Yunan kumandanı mahvedildi. Az sonra 1.Yunan ordu komutanı Trikopis, 2. Yunan ordu komutanı General Diyenis ve birkaç yüksek statülü Yunan harp adamı esir alınmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bu büyük insanın hayatı, faaliyeti ve mücadelesi vatana, millete hizmetin, sadakat ve itibarın güzel örneğidir. Bunun için de vatan, millet, vatanseverlik, bağımsızlık ve istiklal konusunda Onun söylevleri cevapsız kalmıyordu. Kitleleri mücadeleye çağırıyor, savaşa, düşmanı yenilgiye uğratmaya, zafere götürüyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ölmez önderi Atatürk'ün vatan, vatanseverlik, millet, milli benlik bilinci ve liyakati ile ilgili söylediği düşünceler bugün de kendi önemini yitirmemiştir.
Mustafa Kemal şu ilkeyi önemsiyordu ki, her milletim kendi mukadderatına kendinin hakem olmasına hakkı var ve gösteriyordu ki, yeryüzünde yaşayan tüm milletler için bu hukuku geçerli sayıyor. O, vatan için ölmeyi şerefli iş zannediyor ve halkı bu mukaddes iş için mücadeleye çağırıyordu. "Kurtuluş çarelerini vatanın göğsünde ölünceye kadar birlikte temin etmeye çalışacağız" (2.s.30).
Bunun için de vatanın müdafaasına mukaddes toprakta sonuncu düşman bulunana kadar devam etmeyi önemli sayıyordu ("Milli müdafaamızı düşmanların bayrakları babalarımızın ocaklarında çekilene kadar devam ettireceğiz").
Atatürk milli benlik ve liyakat duygusuna sahip olmanın gerekliliğini Türklerin esaretini kabullenmeyen millet olmasını defalarca tekrar ediyor. Bunun pratik faaliyetlerde ispatlamayı kitlere öneriyordu. Bu bakımdan aşağıdaki düşünceleri örnek gösterebiliriz: "Türk milleti ölmek istemez. O, daima yaşayacaktır... (3.2.682). Türk esaret kabul etmeyen bir millettir. Türk milleti esir olmamıştır (4.s.230)". Mustafa Kemal'e göre millet düşmanın esaretinden kurtulduğu zaman asil millet gibi yaşamak hukukuna sahip oluyor. "Yalnız ondan sonra milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır.".
Atatürk inamla söylüyordu " ülkemizin ellide biri değil, her tarafı mahv olsa, her tarafı ateşler içinde yansa da biz bu toprakların üzerinde her tepeye çıkacağız ve orada müdafaa ile uğraşacağız" (5. s.78).
Mustafa Kemal Türkiye'nin kurtuluşunun köklerini halkın kahramanlık ve vatanseverlik ruhunda, mücadele azminde, birliğinde görüyordu. Vatan toprağı tehlikede oldukta herkes birlikte ayağa kalkıyordu. Atatürk "Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için tüm ziyalıların, herkesin hazır bulunması gerekir." Düşüncesini belirtiyor ve halkın onun çağrısına bir bütün olarak yanıt veriyordu. Atatürk görüyor ki, "Milli mücadelenin önünde olan, doğrudan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır. Millet bireyleri, anneleri ile, babaları ile, ablaları ile birlikte mücadeleyi kendilerine ideal biliyordu."
Mustafa Kemal Paşa Lozan barış antlaşmasını Türk milletinin büyük eseri adlandırıyor, onun Osmanlı devletine ait tarihte benzeri görülmemiş bir politik zafer sayıyordu. Bu sebepsiz değildi. 20 Kasım 1992'de toplanan Lozan barış konferansı Atatürk'ün belirttiği gibi "Türk milleti aleyhine yüzyıllar boyunca hazırlanmış ve Sevr anlaşması ile son bulduğu zannedilen büyük bir suikastın lağvini belirten bir belge idi." Türkiye'nin bir devlet gibi mahv olmamasında, düşmanlarla dürüstçe çarpışmasında Atatürk'ün büyük hizmeti vardır. Fakat bu büyük insan zaferlerin yalnız onun ismine yazılması ile razılaşmıyor ve bu hususta söylüyordu. " Tüm bu uğurlar yalnız benim eserim değildir ve olamaz... Tüm milletin kararı birlikte imanla çalışmanın sonucudur. Kahraman milletimizin ve ünlü ordumuzun kazandığı uğurlar ve zaferlerdir" (4.s.76-77).
Bu düşünce gösteriyor ki, Mustafa Kemal nasıl tevazukar, büyük kalpli, millet ve vatan sevgisine sahip bir samimi insandır. Fakat bu da bir hakikattir ki, eğer meydanda Atatürk olmasaydı onun yöneticilik, önderlik becerisi, taktiği olmasaydı kısa zaman zarfında orduyu düzenli hale getiremeseydi, halkı seferber edemeseydi Türkiye üzerine yürüyen zulümkar ve amansız birkaç devletin karşısında dayanamazdı.
Tarihte şahsiyetin önemi büyüktür. Sanki büyük Tanrı Türkiye'nin böyle ağır günlerde ağır sınava maruz kaldığı bir devirde Türk halkına kudretli bir evlat, tüm zorluklara tehlike ve zulümlere gögüs germeyi beceren, masallarda söylenildiği gibi "ok geçmez, ateşte yanmaz, suda batmaz" efsanevi bir kahraman göndermiştir.
Bu büyük şahsiyet kendi halkını, sonsuz sevgi ile seviyordu. Milli egemenliğe özel önem veriyordu. Bu sebepsiz değildir. Çünkü "milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler eriyor taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerinde yaratılmış kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkumdur" (4.s.179).
Bunun için de Türk halkı, devleti milli egemenliği elde etmeye çalışıyor. Bu yolda canından bile geçmeye her an hazır bulunuyordu. Dikkat yetirelim: "milli egemenlik ruhunda canını vermek benim için vicdan namus borcu olsun" (4.2.76).
Atatürk gibi büyük şahsiyetler hiçbir zaman yaptığı işlerle öğünmemişler. Bunları vatan, millet, halk karşısında mukaddes, kutsal borç, görev sayıyorlar ("Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, tüm millet bireylerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden oluşmuştur.) O diğer insanlarda öyle inanç yaratıyor. Tüm insanların emeğini değerlendiriyor. Zaferde her insanın kendi katkısı olduğunu gösteriyor. Dikkat yetirelim: "Askerlerimiz ayakları altında bir metre kadar kar, çamur olmasına rağmen düşmanlara karşı yürüye yürüye, seve seve gidip savaşıyorlardı."
Budur vatanseverlik, millet, halk, yurt sevgisi! Düşmana kul, köle olmaktansa, onun esareti altında yaşamaktansa savaş meydanında ölüme gitmek daha şereflidir. Tarihen Türk yatakta değil, savaşta, at belinde, elde kılıç ölmüştür. Bunun içindir ki, Mustafa Kemal "Ya istiklal, ya ölüm!". İlkesi ile milli bağımsızlık mücadelesine başlamış, halkın da kendi ardınca götürebilmiştir. O diyordu "Türk'ün haysiyeti, benliği ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle millet esir olmaktansa mahv olsa daha iyidir".
Sonuç
Atatürk'ün kendi söylevleri Onun şahsiyeti konusunda çok açık bilgiler veriyor: "Bağımsızlık ve istiklal benim özelliğimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirası olan aşkı ile yaratılmış bir insanım. Küçüklüğümden bugüne kadar ailevi, özel ve resmi hayatımın her safhasını yakından tanıyanlar bu aşkı görmüşlerdir. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olmalıyım. Millet ve ülkenin yararına olduğu takdirde insanlığın oluşturan milletlerden her biri ile çağdaş dünya için gerekli olan dostluk ve politik ilişkilerini büyük bir hassasiyetle beğeniyorum. Fakat benim milletimi esir etmek isteyen bir milletin de bu arzusundan vazgeçene kadar amansız düşmanıyım... benim aciz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır." (6.s.34).
Mustafa Kemal Paşa "Atatürk" soyadını kendisi seçmemiştir. Türkiye'nin bağımsızlığı ve müstakilliği onun daha da gelişmesi, Türk halkının mutluluğu ve refahı için yaptığı hizmetlere göre Büyük Millet Meclisi özel bir kararla Ona bu soyadını vermiştir (1934).
Mustafa Kemal Atatürk 65 senedir ki, kutsal toprağa verilmiştir. Fakat Onun emelleri, ilkeleri yaşıyor ve her zamana yaşayacaktır. Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti günden güne gelişiyor. Dünya devletleri sırasında onun kendi yeri, konumu ve önü vardır. Bugün bir zamanlar Sovyetler Birliği'nin içinde yer alan Türk dilli Cumhuriyetler -Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan- bağımsızlığını kazanmış, kendi devletlerini kurmuşlar. Bugün Birleşmiş Milletlerin karşısında Türkiye Cumhuriyeti'nden başka beş Türk devletinin bayrağı dalgalanıyor.
Dipnotlar
- Atatürk. Nutuk, Cilt:I (1919-1920), Türk İnkılap Enstitüsü Yayını, İstanbul 1961.
- Sirri Kardeş, Mustafa Kemal Kırşehir'de, 1950.
- Şevket Aziz Kansu. Türk Dili Dergisi, Sayı: 12, 1952, s.682.
- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II, Toplayan: Nimet Unan, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, I, 2.Basım 1959.
- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II, Toplayan: Nimet Unan, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, I, 1.Basım 1945.
- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II, Toplayan: Nimet Unan, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, I, 2.Basım 1961.